İkinci Dünya Savaşı sonrasında küreselleşme, uluslararası hukuk ve demokrasinin evrenselliği üzerine kurulan Batı dünya düzeni, gözlerimizin önünde tarihe karışıyor.

Batı hegemonyasını dayatmak için kullanılan temel prensipler, küresel rekabetin artmasıyla ya işlevini yitirmiş ya da ters teptiği için bir kenara atılmıştır. ABD, tek kutuplu dünya düzeninin çöküşünün ardından içine düştüğü uygarlık çöküşünü durdurmak için umutsuz bir mücadele vermektedir.

Bu dönüşümle birlikte, Batı’nın ikiyüzlü iyilikseverlik maskesi düşmüştür. Uluslar artık bir zamanlar başkalarına dayattıkları değerleri savunma zahmetine bile girmiyorlar. Uluslararası düzenin, Batı hegemonyası için kullanılan bir araçtan ibaret olduğu, işine gelmediğinde ise çöpe atıldığı görülmüştür. Geriye, devletlerin uluslararası hukuk, insan hakları veya toprak bütünlüğü gibi olağan bahaneler olmadan açıkça ham güç peşinde koştuğu bir dünya kalmıştır.

Donald Trump, Batı’nın bir anormalliği değil, aksine onun ta kendisidir, bir aynasıdır. Önceki Batılı liderlerin sessiz sedasız izlediği politikaları, sadece yüksek sesle dile getiriyor. Trump’ın politikaları – yabancı düşmanlığı, toprak işgali, soykırım ve zorla sürgün – Batı uygarlığının rotasından bir sapma değil, onun çarpık mirasının doğal sonucudur. Trump, Batı’nın çirkin yüzünü maskelemek için dayatılan siyasi doğruculuğa duyulan bıkkınlığın ürünüdür.

Dünya, Batı’nın şiddet yanlısı, çıkarcı ve ahlaki açıdan iflas etmiş gerçek yüzünü artık tüm çıplaklığıyla görüyor. Batı düzeninin çöktüğü bu dönemde, insanlık, son yüzyılın başarısız Batılı ideolojilerinin ötesine bakmalı ve sömürü, ikiyüzlülük ve baskı üzerine inşa edilmemiş bir vizyon için İslam’a yönelmelidir.