Salı, 25 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/16
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Aşağıdaki Başlıklı Küresel Konferansı İlan Eder: "Ümmetin Ayaklanması: Kürtaj Planları ve İslamî Projenin Kaçınılmazlığı"

Arap ülkelerindeki ayaklanmaların, İslamî ümmetin galeyanının ve diğer ülkelerdeki yöneticilere ve rejimlere karşı öfkeli sıcak geçişin gölgesinde; işte bu şartlar gölgesinde dünya güçleri, bu ayaklanmaların kapıp kaçırılması, sömürgecilerin çıkarlarının korunması ve Hilafet'in kurulması yoluyla İslam'ın geri dönüşüne kürtaj yapılması için çatışmaktadırlar!

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, ümmetin muhlis evlatlarıyla birlikte Hilafet'in kurulması yoluyla İslam'ın geri dönmesi için büyük bir çaba harcamakta ve gecemizi gündüzümüze katarak mücadele etmekteyiz. Dolayısıyla sömürgecilere ve yöneticiler ile avenelerinden oluşan yerel araçlarına, bu ülkenin bizim ülkemiz olduğunu, onların şu anda tamamen yok olup gitmeleri için bir çekirdek gibi çitlenip atılan yabancı garip cisimler olmalarının yanı sıra İslam'ın geri dönüşünü müjdeleyen arşın Rabbinin iradesi ve vaadine meydan okumaktan daha aşağılık oldukları gibi kurulacak olan Hilafet fırtınasının ortasındaki bir tüy gibi olduklarını göstereceğiz!

İşte bu çatışma kapsamında bizler, bu ümmetin evlatlarının ayaklanmasını, kürtaj planlarını ve İslamî projenin kaçınılmazlığını ele alacak olan kürsel konferansı ilan ederiz. Konferansa, Hizb-ut Tahrir ve diğerlerinin olduğu bu ümmetin evlatlarından olan seçkin siyasetçiler, aydınlar ve medyacılar katılacaklardır. Çünkü konferansta hassas konular ele alınacaktır ki bunların en önemlileri şunlardır:

Halkların ayaklanmalarının sebebi, Şam ayaklanması, Arap dünyasındaki ayaklanmaların başarıları ve beklentileri, ayaklananların kaybolan programları ve Batı ile yöneticilerin ayaklanmalarla nasıl muamelede bulundukları? Ayaklanmanın azınlıklardan kapıp kaçırılma girişimleri, sivil devlete ve uluslararası korumaya çağırmanın siyasî intihar olduğu, ayaklanmalar ve Batılı hegemonyada oluşturduğu kırılmalar ve azim Hilafet projesi... ve diğer önemli ve hassas meseleler...

Onlarca devletçiklerin kurulması ve Batı'nın dayattığı yapay kimlikler yoluyla İslam ümmetinin birliğinin parçalanması dönemi, bizim üzerine zorlandığımız jeopolitik bir vakıadır. Nitekim Batı'daki efendilerinin çıkarlarına hizmet etmek için uykusuz kalan, onlara ümmetin mukadderatına ve servetlerine hakim olma imkanı veren, İslamî hayatı yeniden başlatmaya dönük her türlü ciddi çalışmaya savaş açan, bu hususta vatancılık, kavmiyetçilik, sosyalizm ve demokrasi elbisesine bürünmüş rejimlerin çeşitli sloganları ile müttefiklerini başarısız hale getiren bayrakları kullanan bu bekçi yöneticiler, Allah'ın izniyle çok yakında bir daha tekerrür etmeyecek olan kara bir tarih olacaklardır.

Konferans; H.10.Cumâde'l Âhir 1433 el-Muvafık M.01.05.2012'de Lübnan'da yapılacaktır.

Konferansa herkesin davetli olmasının yanı sıra konferansın, Hizb-ut Tahrir / Merkezî Medya Bürosu'nun siteleri üzerinden canlı olarak yayınlanacağı da bilinmelidir. Ayrıca koltuk rezervi yaptırmak ve katılımları onaylatmak amacıyla aşağıdaki telefon numaraları ile elektronik posta adreslerinden bize ulaşabilirsiniz.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Aşağıdaki Başlık Altında Küresel Bir Konferans Düzenlemiştir: "Ümmetin Ayaklanması: Kürtaj Planları ve İslamî Projenin Kaçınılmazlığı"

Hizb-ut Tahrir, H. 10. Cumâde'l Âhir 1433 el-Muvafık M. 01. 05. 2012'de Trablus'ta, aşağıdaki başlık altında küresel bir konferans düzenlemiştir:

"Ümmetin Ayaklanması: Kürtaj Planları ve İslamî Projenin Kaçınılmazlığı"

Konferans üç bölümden oluşmuştur; Birincisi: "Arap Dünyası'ndaki Ayaklanmalar: Bunun Sebepleri, Vakıası ve Beklentileri." İkincisi: Kürtaj Planları ve Ayaklanmanın Gidişatının Çarpıtılması." Üçüncü Bölüme Gelince: "Hilafet'in Olduğu İslamî Projenin Kaçınılmazlığı."

Konferans, Celil Alim Ata İbn-u Halil Ebû Raşta'nın kayıtlı konuşmasıyla başlamış olup konuşmada, siyasî arenadaki gelişmelerden bahsetmiş ve bütün zalim tagutların akıbetlerinden ibret almaksızın kayıtsız bir şekilde günahlarına devam ederek Yahudilerin ve sömürgeci kafirlerin çıkarlarını gerçekleştirmek için Allah'a, Resulüne ve müminlere savaş açan dış ajandaların ürünü olan tagut yöneticileri kınamış ve şöyle eklemiştir: "Gözlerin gördüğü gibi görmekte ve kulakların duyduğu gibi duymaktasınız ki; hiç kimse tagutların nasıl bu şekilde yok olup gideceklerini beklemiyordu.. ama sonra yok olup gitmişler ve hiç kimse büyük korku engelinin bu şekilde kırılacağını zannetmiyordu... ama sonra kırılıp gitmiştir. Dolayısıyla bu, kalbi olan ve kulak verip şahit olan herkes için, ölüm, ateş ve demir olmamış olsa bile bugünün devletlerinin, zulmün ve zulümatın yok olmasının çok uzak bir durum olmadığına dair bir beyandır!" Konuşmasının sonunda, ümmet ve ordusunun içerisinde çalışmanın, doğru bir değişimi oluşturmanın tek garantörü olduğu ve bunun dışındakilerin ise Amerika, Suriye halkı tarafından dışlanmış bir hale gelmesinin ardından mevcut ajanı Beşar'ın yerine kendisine yeni bir ajan buluncaya kadar katliamı ve zulmü daha da artırması için Suriye rejimine mühlet verilip teşvik edilmesi babından olduğunu vurgulamış ve şöyle bir eklemede bulunmuştur: "Bu planlar, ne beslemekte ve ne besleyip nede açlığı gidermektedir. Bilakis o, doğru bir değişimi gerçekleştirmeyip dahası korkunç bir katliamı gerçekleştirecek olan dışı rahmet ve içi azap ölümcül bir zehirdir. Zira o, tertemiz tahir kanları yalayarak susuzluğunu gideren bu kasap rejimle diyalog kurmayı dayatmaktadır. Peki, kasap bir rejimle nasıl bir diyalog kurulacak ki?! Ayrıca Amerika ve Batı, bu ümmetin hayrını istemedikleri gibi Hilafet Devleti'nin olduğu Müslümanların devletine komplolar kuranlar, ardından Müslümanların ülkelerini parçalayanlar, onun uzuvlarını koparanlar ve olması neredeyse imkansızken tek olan ülkeler arasına seyahat engelleri koyanlar bizzat onlardır. Ayrıca bu tagut rejimleri ortaya çıkaranlar da bizzat onlardır. O halde ümmetin yapması gereken, kendi gücüne güvenmesi ve bu devletlerden, ajanlarından ve planlarından da sakınmasıdır."

Aynı zamanda konferansa, Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün ve Yemen'den gelen tanınmış siyasetçiler ve aydınlardan oluşan yoğun kalabalık misafirlerle birlikte hizbin Tunus, Yemen, Ürdün, Mısır, Suriye ve Lübnan medya temsilcileri katıldıkları gibi şahsen katılma imkanı bulamayanlar da video aracılığı ile katılmışlardır.

Konuşmacılar, H. 1342 M. 1924'de Hilafet Devleti'nin yıkılmasının ardından sömürgeci devletlerin dayatmış olduğu coğrafî ve siyasî vakıaya katlanmasının ardından Allah'ın bir hak olarak şereflendirdiği önderlik ve liderlik rolünü üstlenmeye başlaması için ümmetin ayaklanmasını, onun vakıasını, arka planlarını, gerçekleştirdiği başarılarını, mücadelesinde karşı karşıya kaldığı zorlukları ve engelleri açıklayıp sunmuşlardır.

Konferansın kapanış konuşmasını Hizb-ut Tahrir / Merkezî Medya Bürosu Müdürü yapmış olup konuşma, aşağıdaki tavsiyeleri içermiştir:

1- Gerçek değişim, Batı'nın siyasî, ekonomik ve kültürel boyutta İslam ümmetine dayattığı durumla ilgili tüm ilişkilerin koparılmasını gerektirmektedir. Zira bunun yapılmaması, yeni şekiller ile yağ ile zehrin karıştırıldığı göz kamaştırıcı sloganlar altında Batılı hegemonyanın devam etmesi anlamına gelmektedir. Nitekim Batılı politika, Makyavelcilikle meşhur olup onlar, ümmete gece gündüz tuzak kuran gerçek düşmanlarken, liderlik konumuna geldiklerinde aldatıcıların çeşitlenmesinde ve akıl hocası görüntüsünde olanların ortaya çıkmasında bir mania görmemektedirler. Aha işte Yahudi varlığı ve onun bitmek tükenmek bilmeyen cürümleri, Batılı liderlerin dostluğunun en iyi kanıtı olmasının yanı sıra onlar, mücrim zalim yöneticilere de destek vermektedirler.

2-Ekonomi yükü ve yardım ihtiyacı bahanesiyle Batı başkentlerini hoşnut etmenin peşinde solumak, Allah'a, Resulüne ve müminlere ihanettir. Zira şayet ümmet, üzerine zorla ve iftirayla musallat olan yöneticilerin şehvetlerine göre değil de İslam'ın hükümlerine göre idare edilseydi, Allah'ın ümmete bahşettiği hayratlar ve servetler onu, insanların gıbta edeceği bir konuma getirirdi.

3- Bütün İslam hükümlerinin tatbik edilmesiyle vücut bulmasının yanı sıra Müslümanların diğer insanlar dışında tek bir ümmet olmasını zorunlu kıldığı gibi vatancı ve demokrasi gibi ateist bayraklar ile İslamla hiçbir ilgisi olmayan diğer beşerî felseflerin kaldırıp atılarak reddedilmlerini zorunlu kılan İsamî hayatı yeniden başlatmayı hedefleyen tek bir ayaklanma olması için ayaklanmaların birleştirilmesi gerekmektedir. Zira İslamî bağ, ümmeti bir araya getirirken maddî laik bağ ise ümmeti parçalamakta ve onu köleliğe mahkum etmektedir.

4- Bu birlik, siyasî olarak tüm ümmetin tek bir Hilafe'ye biat edilmesiyle cisimleşmelidir ki böylece şeri hükümleri tatbik ederek onun gözetimiyle ilgilensin, zayıflara sempati duysun, mazlumlara yardım etsin, adalet, iyilik ve maruf gibi değerleri yaymak için çalışsın, münker ve fücur eylemleri de bastırsın.

5- Hizib daha ilk günden ümmete, Kerim Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in çizgisini takip eden değişim hususunda pratik bir program açıklamıştır. Nitekim son olaylar, hizbin üzerinde gittiği hususun doğru olduğunun kanıtıdır ki oda; gerçek değişimin kafir devletlerin başkentleri için değil de sadece Allah, Resulü ve ümmet için nusret ehlinin dostluğunun kazanılması gerektiğidir. Ayrıca ordu liderleri, büyük kurtuluş savaşında ümmetin yanında yer almak yerine gözlerini Batı başkentlerine diktikleri sürece de değişim, şekli ve yamalı olarak kalmaya devam edecektir.

6- Hizib, içtenlikle Rablerine olan imanla ve bilinçli bir şekilde dinlerinin hükümleriyle silahlanmaları ve dinleri hususunda hiçbir düşüklüğü kabul etmemeleri için ümmete seslenmektedir ki böylece önem verdikleri şey, Batılı liderleri hoşnut etmek değil de Allah'ın rızasını kazanmak olsun. Buda ümmetin evlatlarının üzerine düşenin, Batı'nın arkasından soluyan tahrifçilere ve cahillere engel olmalarının yanı sıra Allah'ın dini hususunda pazarlıkta bulunmayıp yağcılık yapmayarak davet taşıyan muhlislerin ellerinden de sımsıkı tutmaları anlamına gelmektedir.

Ayrıca hizib, artık Hilafet fecrinin doğmasından ve emarelerinin görünmesinden dolayı ordu içerisindeki güç ve nusret ehline de seslenmektedir ki böylece Batı'ya bağlı kalmakta ısrarcı olmasınlar, bilakis Rablerinin rızasını kazanmakta ısrarcı olsunlar ve bu dine nusret vermek ve Allah'ın kelimesini yüceltmek için ümmetin evlatlarının muhlisleriyle birlikte çalışsınlar.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir'in Üyelerine Yönelik Tutuklamalar, İslamabad ve Lahor'un Ardından Karaçi ve Peşaver'de de Devam Etmektedir Hizb-ut Tahrir, Hilafet Devleti Kuruluncaya Kadar Keyâni ve Zerdâri'nin Hıyanetlerini İfşa Etmeye Dönük Mücad

İslamabad ve Lahor'da Hizb-ut Tahrir'in dersine yapılan baskının ve kırk küsur üyenin tutuklanmasının ardından hükümet birimleri, Hizb-ut Tahrir'e dönük hedeflerini ülkenin dört bir tarafında sürdürmektedirler. Zira bu birimler, iki hafta önce Hizb-ut Tahrir üyesi Habibullah'ı Karaçi'deki evinde ailesinin önünden kaçırmışlardır ve hala da nerede olduğu bilinmemektedir. Ayrıca bu baltacılar, onun cep telefonu ile bilgisayarını da almışlardır. Bizim kaynaklara göre Habibullah, gizli işkence için bir hücreye atılmıştır. Hükümetin birimleri, geçen Cuma Hizb-ut Tahrir üyesi Üstad İrfan'ı Peşaver'de tutuklamışlar ve ona karşı terör suçu isnat etmişlerdir. Nitekim Terörle Mücadele Yargıcı polise, Üstad İrfan'ı iki gün gözaltında tutmasını emretmiştir.

Ne üzücüdür ki bu güvenlik birimler, Hizb-ut Tahrir'in muhlis üyelerini tutuklayıp onlara işkence ederlerken buna mukabil Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı ajanları ile onun Blackwater Şirketi'nin teröristlerini şehirlerimizde ve ülkemizde özgürce dolaşmaya terk etmektedirler! Aslında Hizb-ut Tahrir, gerek Pakistan'da gerek Arap dünyasında gerek Afrika'da gerekse de Orta Asya yada Güney Doğu Asya'da Amerika Birleşik Devletleri ile diğer sömürgeci güçlere meydan okuyan tek gerçek yöndür. Dolayısıyla hizbin, Pakistan'da asıl yönetici olan Keyâni'nin hıyanetini ifşa etmesinin ve ümmeti de Amerika'nın çıkarlarının karşısında durmaya teşvik etmesinin ardından hükümetin, Hizb-ut Tahrir'e yönelik baskıcı uygulamaları daha şiddetli bir hale gelmiştir. Zira Keyâni, Afganistan'daki Amerika'ya yardım etmekle yetinmemekte Pakistan'daki Müslümanları da öldürmektedir. Ancak aynı şekilde o, bölgede Hint nüfuzunu oluşturmak için de çalışmaktadır. Çünkü savunma bütçesi hakkında yaptığı en son açıklamaları onun, Pakistan ordusunun bir lideri olmaktan daha çok bazı Hint Sivil Toplum Kuruluşları temsilcisine daha yakın olduğunu göstermektedir! Bu nedenle Keyâni döneminde, Hindistan'a gözetimle ilgili birinci devlet unvanı verilmiş, Hindistan sınırlarındaki ticaret yolları açılmış, Hindistan'a Afganistan'a geçiş hakkı verilmiş, Hindistan ile ticaret başlamış ve Keşmir meselesi marjinalleşmiştir. Şu anda da Keyâni, Siachen bölgesindeki hezimetini itiraf etmekte ve korkak Hindu askerlerine moral desteği vermek için açıkça Buzdağı'ndan çekileceğinden bahsetmektedir. Dolayısıyla Keyâni, Amerika'nın emirleriyle Pakistan'ı imha eden yeni bir "Yahya Hân'dır"

Hizb-ut Tahrir, asrın "Yahya Hân'ından" kurtulmak için Silahlı Kuvvetler içerisindeki muhlis subaylardan hizbe nusret vermesini talep etmektedir. Ayrıca Hizb-ut Tahrir, Allahuteala'nın izniyle Hilafet Devleti kuruluncaya kadar Amerika ve ajanlarına karşı olan mücadelesini de sürdürecektir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Filistin ve Geri Dönüş Hakkı

Avrupa Filistinlileri Konferansı Genel Sekreterliği, Danimarka`nın başkenti Kopenhag`ta "Baharımız dönüş yolumuzu çiçeklendiriyor" sloganı altında düzenlenen 10. konferansına katılmaya çağırmıştır. Konferansta, Arap Baharı'nın yansımaları ve Filistin meselesine dönük ayaklanmaları tartışılmaktadır. Filistin mültecilerinin ülkelerine geri dönüş meselesi ise; Filistin davasındaki gelişmeleri tartışmak ve uluslararası kararların uygulanmasını talep etmek için her yıl Avrupa başkentlerinden birinde dönüşümlü olarak düzenlenen bu konferansın dayanak noktasını oluşturmaktadır. Nitekim Geri Dönüş Merkezi Genel Müdürü, bu yılki konferansın Tunus devlet başkanı Monsef Marzuki'nin gözetimi altında yapılacağını açıklamıştır. Ayrıca Filistin parlamento üyelerinden birinin yanı sıra Eski İngiliz Bakan Clare Short'un da katılımı beklenmektedir.

Batı'daki Müslümanları hayatî meseleleriyle ilgili bilinçlendirmeye yönelik gösterilen bütün çabalar ile Filistin halkına ve diğer Müslümanlara destek vermeye yönelik çabaları bizler de taktir etmemize rağmen şu soruyu da sormak zorundayız: Filistin'in Müslümanlara geri dönüşünden bahsetmeksizin mültecilerin Filistin'e geri dönüşünden bahsetmek doğru mudur? Filistin meselesi ile oradaki İslamî yönetim dikkate alınmaksızın mülteciler meselesi hakkında konuşmak doğru mudur? Sonra "geri dönüş hakkı", işgalciye meşruiyet verilmesini ve bekasının garantilenmesini hedefleyen (barış) projesinin bir parçası değil midir? Bu bağlamda İslam hükümlerinin çerçevesinin dışına çıkmamız doğru mudur?

Filistin, haraci İslami bir toprak olup mülkiyeti Müslümanlara geri dönmelidir. Dolayısıyla Filistin, Filistin halkının yada sadece Arapların meselesi değildir. Bilakis başta Amerika ve İngiltere olmak üzere Batı devletlerinin planları ve gözetimleri ile ajan Müslüman yöneticilerin işbirliği yoluyla Yahudilerin gasbettiği İslamî toprak ve İslamî mukaddesatlar meselesidir. Nitekim onun, 1967 yılında işgal edilmiş topraklar, veya geçitler veya engeller veya Doğu ve Batı Kudüs veya mültecilerin geri dönüş hakkı meselesi şeklinde bodurlaştırılması caiz değildir... Çünkü Filistin, işgal edilmiş İslamî bir belde olup bütün Müslümanlar, onun kurtarılması yolunda canla başla çalışmalıdırlar. Zira onun herhangi bir karışından ifrata kaçmak, Allah'a, Resulüne ve müminlere ihanettir. Çünkü Allah, Yahudi varlığının ortadan kaldırılması için cihat etmeyi Müslümanlara vacip kılmıştır. İşte sadece o zaman Filistin, bütün Filistinlilere geri dönebilir. Böylece burada isteyen her Müslüman oturabileceği gibi onlardan dileyen onun en uzak mesafesine kadar yolculuk yapabilir ve buranın halkı da Allah'ın izniyle hiçbir bariyer yada engel olmaksızın hareket edebilir.

Filistin halkı, ister Filistin dışında isterse içinde olsunlar yas tutan hükmünde olup Müslümanlar da yas tutana yardım etmeli ve mazluma da destek vermelidirler. Zira yöneticiler, Filistin halkına yardım etmemekteler, onları Batı'nın kucağına atmaktalar, Batı'nın izinde yürümekteler, sivil devleti talep etmekteler, İslam Şeriatına sırtlarını dönmekteler, (barış) projesi için hareket etmekteler ve İslam'ın en zirvesi olan cihattan geri kalmaktadırlar. Filistin meselesi, uluslararası kararlarla, uluslararası meşruiyete yada Filistin'e komplolar kurarak Yahudi varlığını kuran ve onu gözeten güçlere başvurmakla çözülmez. Sonra bu güçler, Filistin'in evlatlarının geri dönüş hakkını garantileyebilir mi? Yoksa dışarı çıkmalarına yardım etmelerinin ardından onları ve geri dönmelerini hiç dikkate almazlar mı? Ayrıca kasaba koyun bağlanır mı yada cellada kurban güvenilir mi?! Dahası Batı'ya açılma politikası ile onun politikacılarından yardım istemek, Filistin'i kurtarmak ve halkına yardım etmek için çalışan biri hakkında caiz değildir. Zira bu politika, Batı'nın Müslüman ülkelerdeki nüfuzunu koruduğu sürece işgalcinin ömrünün uzamasına imkan verecektir.

Aslında Filistin meselesi, askerî işgal meselesi olup onun sahası müzakere masaları olmadığı gibi araçları da kısır anlaşmalar ve dolambaçlı yol haritası değildir. Bilakis onun araçları ordular ve alanı da savaş alanlarıdır. Nitekim Allahu [Subhânehu ve Te'âla], topraklarımızı işgal edenlere ve bizleri yurtlarımızdan çıkaranlara karşı şöyle buyurmuştur:

وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ "Onları yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın." [el-Bakara 191]

Dolayısıyla Müslümanların, Müslüman orduların cihat için harekete geçmesine alternatif olması istenilen kararların ve çağrıların karşısında durmaları kaçınılmazdır. Aynı şekilde o, araçları pirinç, çadır ve battaniyeler olan yada hakların, tazminatların ve kararların uygulanmasının talep edildiği insanî bir mesele de değildir! Zira Filistin halkının savunulması ve halkının kurtarılması, işgalin okları altında geri dönüş hakkı söylemleri ile Batı'nın ve ajan Arap rejimlerinin kucağına atlamak yerine buranın tamamının Müslümanlara geri dönmesi için orduların harekete geçirilmesi anlamına gelmektedir.

"Geri dönüş hakkı", Filistin meselesinin tasfiyesine dönük uluslararası projenin bir parçası olup buda Yahudi varlığının bekasının ve mültecilerin de onun yönetimi altındaki Filistin'e geri dönüşünün kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Gerçekten mültecilerin Yahudilerin yönetimi altındaki Filistin'e geri dönüşünü mü istiyoruz yoksa Filistin'in bu varlıktan kurtarılmasının ardından halkına geri dönüşünü mü istiyoruz? Dolayısıyla Filistin'in İslam havzasına geri döndürülmesi vacip iken geri dönüş hakkında konuşarak kafaları karıştırmaktan kesinlikle sakınılmalıdır. Dolayısıyla da bu varlığın ortadan kaldırılmasının, mültecilere kendi topraklarına geri dönüş imkanı vereceği hiç kimsenin ihtilaf etmeyeceği gerçeklerden değil midir?

Bizler, bir kurtuluş yolu aramaya başlayan ve insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olmaya geri dönmek amacıyla işinin dizginlerini ele geçirmek için yanıp tutuşan İslam ümmetine güveniyoruz. Aha işte mübarek ayaklanmalar, Yahudi varlığını korumakta dahil bölgedeki Batı politikasını uygulama araçları mesabesinde olan tagutları devirmektedir... Zira ümmetin, kurban olmaya hazır olduğu, izzetli konumuna özlem duyduğu ve nusret arayışı içerisinde olduğu gözü olan herkes tarafından açık bir hale gelmiştir. Aha işte o, ayaklanmasının başlangıcında köklü değişimin yolunu döşemekte ve Yahudi varlığı ile onun arkasındaki Batı'nın kalbine korku salarak tagutların egemenliğinden kurtulmak için çalışmaktadır. O halde ibaret mi alacağız yoksa bütün ümmetin sınırlarını aşan uluslararası kararların uygulanmasını talep etmekle mi yetineceğiz?

Müslümanların, işgal edilen toprakların her karışını geri alma ve düşmanlarını yok etme imkanları olmasının yanı sıra dahası dünyanın dört bir tarafına hayrı yayma imkanları da vardır. Zira Müslümanların ülkeleri, para ve adamları olan ülkeler olmasının ötesinde İslam toprakları, ümmetleri yaşatacak, zulüm ve tugyandan kurtaracak olan azim bir ideolojiye sahiptir.

Evet, ey Müslümanlar! Sizler, İslam'ın gölgesi altında şanınızı, ümmetlere önder ve lider olma rolünüzü tekrar elde etmeye muktedirsiniz. Bunu sizler yapabilirsiniz ve bunun anahtarı da İslam ülkelerinde Raşidi Hilafet'i kurmaktır. Zira ordularınızı harekete geçirmeyi, düşmanlarınızı ortadan kaldırmayı, İsra ve Mirac toprakları olan Filistin'i işgal eden Yahudi varlığını ortadan kaldırarak burayı tamamen Dâr-ul İslam'a geri döndürmeyi garantileyecek olan sadece Hilafet'tir. İşte sizlere, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesi:

لا تقوم الساعة حتى يقاتل المسلمون اليهود فيقتلهم المسلمون "Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Müslümanlar onları öylesine öldürecekler ki..." [Müslim rivayet etti]

Ey Müslümanlar, sizler bunu yapmaya muktedirsiniz. O halde gözünüzü Hilafet'e dikiniz.

وَأَنْتُمْ الأَعْلَوْنَ وَاللَّهُ مَعَكُمْ وَلَنْ يَتِرَكُمْ أَعْمَالَكُمْ ْ "Üstün olan sizlersiniz. Muhakkak ki Allah sizinle beraberdir ve O, amellerinizi asla heder etmeyecektir." [Muhammed 35]

Devamını oku...

Ey Suriye'deki Müslümanlar! Batı, Sizin Teslimiyetiniz Hususunda Ümitsizliğe Düşmüştür O halde Sizi Beşar'ın Ajan Rejimini Devirmekten Geri Bırakmasın Bilakis Raşidi Hilafet Devleti'ni Kurarak Siz Onu Geride Bırakın

  • Kategori Suriye
  •   |  

Ölüm mermileri bir birini takip ettiği, ayaklanan Suriye şehirleri yıkılmaya devam ettiği, Humus, Hama, İdlib, Rîf, Şam ve Dera'da ölüm ve katliamların yayıldığı ölçüde... bu cürümlerden dolayı ağlamış gibi görünen ve insan haklarına destek verdikleri iddiasında bulunanlar tarafından yapılan konferanslar, toplantılar ve içi boş kararlar da aynı hızla birbirini takip edecektir. Nitekim 19.04.2012 Perşembe günü, Uluslararası Güvenlik Konseyi, Suriye'ye genişletilmiş bir gözlemci misyonu gönderilmesi bağlamında [Ban Ki-mun]'un raporunu ele almak için kapalı bir toplantı yapmıştır. Burada yine Suriye, resmen uluslararası gözlemci çalışma mekanizmasının düzenlediği ilk anlayış protokolünü de imzalamıştır. Aynı şekilde Paris'te, Suriye'deki kana ağlamış gibi görünen 14 devletin katıldığı Suriye'nin Dostları Gurubu'nun liderlerine yönelik bir konferans yapılmıştır. Sonuç bildirisi taslağında geçen, şayet bu gerçekleşmezse "Uluslararası Güvenlik Konseyi ile uluslararası toplumun, diğer seçenekleri göz önünde bulundurması gerekir" şeklindeki tehdit ibarelerine gelince; bu, içi boş bir konuşmadan ve insanların aldatılmasından ibaret olup mücrim Esad rejimi bunu, münafık uluslararası toplumdan hiç birinin hakkında kendisini sorgulamayacağını bildiği cürümlerini sürdürmek için kullanacaktır. Dolayısıyla şöyle denilebilir; bu, ayaklanmayı ortadan kaldırması için verilmiş yeni bir fırsattır.

Bu devletlerin anlamadığı bu mesaj, ahlakı geride bırakmış olmasının yanı sıra onunla birlikte geveleyip durulan ve üzerinden beslenilen bütün ilkeleri de düşürmüştür. Zira o, müdahalede bulunulan her yerde savaşlar ve felaketler yaymakta, rejimin sorgulanmasını tolere etmekte, rejimin korkunç cürümlerine göz yummakta, rejimi devirecek tüm çözümleri yavaşlatmakta, krizi uzatacak tüm hileleri getirmekte ve insanlara diz çöktürmek ve ayaklanmayı bastırmak için mühletler vermektedir... Ayrıca Güvenlik Konseyi ile Arap Birliği'nin kararlarının arkasında gizli bir mesajın olduğunu da kesinlikle aklımızdan çıkarmamalıyız. Zira bu kararlar, gerek çözüm gerekse Suriye'nin geleceğinin belirlenmesinde mücrim Suriye rejimini taraf kılmaktadır.

Ancak Hizb-ut Tahrir olarak bizler, bu mücrim rejim ile kibirli dünya devletlerinin anlamadığı mesajın, "Allah'tan başkasının önünde eğilmeyeceğine" yemin eden, bu rejimin ortadan kaldırılmasını hayatî bir mesele olarak gören, zalimin elinden tutan ve "Lebbeyk ya Allah [Ey Allah'ım emrine amadeyim]" nidasında bulunan ayaklanan sabırlı mümin halka olduğunu görüyoruz... Ama bu mümin halk, vahşi ailenin rejimine karşı göğsü şifa buluncaya kadar asla sakinleşmeyecek, yeminini tutuncaya ve be rejimin devrilmesi için canlarını feda eden şehitlere verdiği sözünü yerine getirinceye kadar da kesinlikle teslim olmayacaktır... Ayrıca bu halk, işkence gören, gasbedilen, hapsedilen ve öldürülen özgür çocukların, kadınların ve yaşlıların intikamını alıncaya kadar da asla sakinleşmeyecek ve teslim olmayacaktır... Şüphesiz Allah [Subhânehu ve Te'alâ], Rablerine olan ahitlerini yerine getirirler ve sevabını sadece Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'dan umarak sabırla O'na tevekkül ederlerse yakında bu mümin halka nusretini gönderecektir.

Ey Suriye'deki Ayaklanan ve Sabreden Müslümanlar!

Gerek dünya rejimleri, gerek araçları gerekse de bu rejim sizlere, tek bir yaydan ok atmaktadırlar. Nitekim bu korkak rejimin tek başına karşısında dayanamayacağı azminizin gücünü bildiklerinden dolayı sizinle savaşmak ve ayaklanmanızı başarısız kılmak için bir araya gelmişlerdir. Dolayısıyla sizin için birbirlerini arayıp sizinle görüşmeler yapmaktadırlar ama onların arasında sizin için samimi ve dürüst birisi yoktur. O halde onları önemsemeyiniz ve istisnasız hepinizin birden, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'dan ilan edileceği zamanı yakınlaştırmasını temenni ettiğimiz bir saat içerisinde harekete geçerek ayaklanmanızı tamamlamak için acele ediniz. Dolayısıyla bu rejimi devirmek için Hizb-ut Tahrir olarak bizimle birlikte çalışarak Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'a olan ahdinizi yenileyiniz ki; Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet Devleti'ni kuralım. Zira size karşı komplolar kuran düşmanlarınıza karşı gerçek nusret, Hilafet'in kurulmasıyla olacaktır.

Yılanın başını ezmek ve bu mücrim rejimi devirmek amacıyla cesur muhlislerle birlikte çalışmanız için hala önünüzde bir fırsat durmaktadır. Zira Hizb-ut Tahrir olarak bizler, be rejimin ortadan kaldırılmasının şeri bir vacip olduğuna inanıyoruz. O halde bu vacibi eda etmek için acele ediniz ki; siz ve ümmetiniz her iki dârda da izzet bulasınız. Zira bu husustaki her hangi bir ihmalkarlık, bu ülkeyi daha büyük felaketlere sürükleyecektir. O halde kendinizi Allah gazabından, halkınızı aşağılayıcı azaptan ve zelil bir ölümden ve ülkenizi de yıkımdan ve yok olmaktan kurtarınız. Zira sizler bunu yapmaya ehilsiniz. O zaman gecikmeden Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya tevekkül ediniz. Çünkü tüm ümmetin sizinle birlikte olmasının yanı sıra Allah [Subhânehu ve Te'alâ] sizlere nusret verecek, düşmanlarınızı hezimete uğratacak, onları rezil edecek ve mümin kavmin göğsünü de şifa verecektir... O halde niyetinizi ve amellerinizi güzelleştiriniz. Nitekim Allah [Subhânehu ve Te'alâ], şöyle buyurmuştur:

وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنصُورُونَ وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ "Andolsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir: Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır. Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir." [es-Saffât 171-173]

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: 22.03.2012'de rütbeli genç subaylar tarafından Mali Devlet Başkanı Amadou (Ahmedo) Toumani Toure'ye yönelik askerî bir darbenin gerçekleştiği ilan edilmiştir. Nitekim kendilerini "Devletin ve Demokrasinin Yeniden Tesisi Milli Komitesi (CNRDR)" olarak adlandıran darbecilerin sözcüsü Teğmen Amadou Konare, Mali televizyonu kanalıyla şöyle bir darbe açıklaması yayınlamıştır: "Komite... sorumluluğunu üstlenmeye ve yetersiz olan Amadou (Ahmedo) Toumani Toure'nin rejimine son vermeye karar vermiştir." Devlet başkanı Toumani Toure'nin, ikinci döneminin gelecek ay sona ereceği ve anayasaya göre üçüncü kez aday olma hakkının olmadığı da bilinmektedir...

Gelecek ay anayasal olarak uzaklaştırılmasını beklemek yerine bu subayların onu, darbeyle uzaklaştırmalarında aceleci kılan şey nedir? Sonra bu, bölgesel olarak mı gerçekleşmiştir yoksa bunun ardında uluslararası bir odak var mıdır? Şayet varsa bu odak kimdir. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın.

Cevap:

Evet, mevcut devlet başkanı Ahmedo Toumani Toure, 2002 yılında seçilmiş, 2007 yılında tekrar seçim yapılmış olup gelecek ayın 29'unda seçimlerin yapılacak olmasından dolayı da gelecek ay ikinci dönemi sona erecektir. 1992 yılında konulan Mali anayasasına göre de devlet başkanı üçüncü dönem için kendisini aday gösterememektedir. Ayrıca devrilen devlet başkanı, bu anayasayı geçersiz kılmakla suçlanacağı için üçüncü kez kendisini aday gösterme niyetinde olduğunu açıklayamamaktadır. Buda darbenin, görevinin bir ay sonra sona erecek olmasından dolayı "yetersiz olan devlet başkanının uzaklaştırılmasına" dair bir gerekçe olamayacağı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla tüm bu karışıklıkların gerçekleştirilmesinin hiçbir anlamı yoktur!

Ancak bu mesele tüm boyotlarıyla düşünüldüğünde, önümüzdeki ay yapılması planlanan yeni devlet başkanlığı seçimlerine dönük seçimlerin gerçekleşmesinin engellenmesi ve ardından da yeni siyasî bir durumun ortaya çıkarılması amacıyla bu subayların, darbe için uluslararası odaklar tarafından harekete geçirildiği görünmektedir. Buda aşağıdaki hususlar dikkate alındığında ortaya çıkmaktadır:

1- Darbe lideri Yüzbaşı Amadou Haya Sanogo, 23.03.2012'de İspanyol haber ajansı "EFE" ile yaptığı röportajda, arkadaşlarıyla birlikte yaptığı darbe sürecini: "Gerekli bir adım olarak nitelendirdiğini ve otoriteyi, devlet başkanı Ahmedo Toumani Toure'nin devrilmesinin ardından ülkedeki mevcut bütün güçler arasındaki istişarelerin akabinde oluşturulacak yeni hükümete teslim etme niyetinde olduğunu açıklamış, otoritede kalmak istemediğini, gerek kendisi gerekse kendisiyle birlikte olanların, rejimin fesadından on yıl sonra Mali'de bir değişim gerçekleştirmek için bunu yaptıklarını ... devrik liderle diyalog kurma fırsatı olmadığı ve bu nedenle de ordu liderlerinin silaha sarılma kararı aldıklarını iddia etmiş ve her şeyin daha da kötüye gittiğini vurgulamıştır." Darbe lideri Yüzbaşının sözleri, inandırıcı değildir. Çünkü gelecek ay seçimler yapılacaktır. Dolayısıyla darbe yapmasının hiçbir gerekçesi olamaz. Ancak şayet liderlerin gelmemesi için bu seçimlerin gerçekleşmesinin engellenmesini istemekle birlikte onların gelmesini de istemiyorsa o başka. Ayrıca 1992'den bu yana siyasî güçler arasında açık bir çatışma bulunmamakla birlikte seçim süreçleri de normal bir şekilde yürümektedir...

2- Bu darbeye ilk tepki keskin bir şekilde Fransa'dan gelmiştir. Zira darbeyi şiddetle kınamış, Dışişleri Bakanı Alain Juppé lisanıyla, Mali'deki seçimlerin en kısa zamanda yapılması gerektiği çağrısında bulunmuş ve ülkesinin, "Mali ile olan tüm ilişkilerini askıya aldığını ve insanî yardımların devam edeceğini... ve terörle mücadele çalışmalarını sürdüreceklerini" açıklamıştır. [22.03.2012 / AFP]

Fransa, Avrupa Birliğini takip etmektedir. Zira Avrupa Birliği Dışişleri Bakanı Catherine Ashton tarafından yayınlanan açıklamada şunlar geçmiştir: "Otoriteyi askerlerin devralmasını ve anayasanın askıya alınmasını kınarız... Mümkün olduğunda rejimin ve anayasanın iade edilmesi gereklidir." [22.03.2012 / AFP]

Aynı gün Fransa ve İngiltere, Güvenlik Konseyi tarafından darbeyi şiddetle kınayan ve anayasal düzene ve seçilmiş hükümete geri dönülmesine çağrıda bulunan bir kararın çıkarılması için koşuşturmuşlardır... Bunu ise ülkesinin konsey dönem başkanlığını yürüten İngiliz Büyükelçi Mark Lyall Grant takip etmiş ve şöyle demiştir: "Mali'de, derhal anayasal düzene ve demokratik seçilmiş hükümete geri dönülmelidir. Güvenlik Konseyi'nin on beş üyesi Mali'deki darbeyi kınamaktadırlar. " Buda bu darbenin, Fransa ile Afrika'daki nüfuzlarını korumak için onunla ittifak eden Avrupalıların çıkarına olmadığını, bilakis nüfuzlarına karşı olduğunu göstermektedir.

3- Ancak Amerika'nın tepkisi ve darbeyi kınaması, Fransa ile Avrupa'nın ardından "dalgalı" olarak gelmiştir! Zira Amerika, Dışişleri Bakanı Sözcüsü Victoria Nuland lisanıyla şu açıklamada bulunmuştur: "Mevcut durum net değildir ve hızlı gelişmektedir... Sıkıntıların şiddetle değil diyalog yoluyla çözülmesi gerektiği inancındayız." [22.03.2012 / BBC] Bunun bir benzerini de Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki- mun, yaptığı açıklamada zikretmiş ve açıklamada: "Sakinliğe ve anlaşmazlıkların demokratik yolla çözülmesine" davet etmiştir. Sözcülerinin açıklamaları darbenin onu, yani Amerika'yı rahatsız etmediğini göstermektedir. Aynı şekilde Amerikan siyasetine göre hareket eden Ki-mun'un açıklaması, bilakis Dışişleri Banlığı Sözcüsü'nün, sıkıntıların diyalog yoluyla çözülmesi gerektiği şeklindeki sözünü zımnen teyit ettiğini göstermektedir. Onun gibi Ki-mun'un sözleri de Amerika'nın, darbeciler ile seçilmiş hükümetin arasını eşit tuttuğunu ve sözüne göre sıkıntıların varlığından dolayı onlara isyan ve darbe hakkı verdiğini göstermektedir.

4- Son zamanlarda Amerika, Mali kuvvetleriyle terörle mücadele eğitimi yapmak ve isyancı guruplarla mücadele etmekle ilgili taktikler uygulamak için anlaşmalar yapmak yoluyla Mali'de kendisi için bir nüfuz oluşturmak üzere çalışmaya başlamıştır. Nitekim birtakım subayları seçerek eğitim için Amerika'ya göndermiştir. Zira el-Asr internet sitesi 24.03.2012'de, meşhur Amerikalı kaynaklardan isminin basına verilmemesini talep eden Amerikalı bir diplomatın şu şekilde bir açıklamada bulunduğu nakletmiştir: "Darbe lideri Yüzbaşı Amadou "Ahmedou" Haya Sanogo, Amerika Birleşik Devletleri'nde terörle mücadele etmek amacıyla askerî eğitim almak için Amerikan Büyükelçiliği tarafından elit subaylar arasından seçilmiştir." Ve şöyle eklemiştir: "Sanogo, bir takım özel görevler için birçok kez Amerika'ya seyahate gitmiştir..."

5- Bu sırada Fransa, Mali ile olan siyasî, askerî ve ekonomik ilişkilerini ve aynı şekilde ona yönelik yardımlarını da askıya almıştır. Ancak Amerika, böyle bir değerlendirme beyan etmemiş ve 137 milyon dolar olan yıllık yardımlarını göndermiştir. Dahası Amerika Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland; "Ülkesinin, Amerikan yardımlarını askıya almakla ilgili bir karar almadığını" vurgulamıştır. [el-Cezira / 23.03.2012] Buda Fransa'nın, darbe hakkındaki rahatsızlığının boyutunu ve bundan hoşnut olmadığını gösterdiği gibi Amerika'nın rahatsız olmadığını, dahası darbeden zımnen hoşnut olduğunu göstermektedir.

6- Tüm bu bahsettiklerimiz, Amerika'nın, bu İslam ülkesine nüfuz etmek, buradaki nüfuzunu genişletmek ve hala burada geniş bir nüfuzu sahip olan eski sömürgeci Fransa'nın yerine geçmek için Mali'de meydana gelen darbenin arkasında olduğuna işaret etmektedir. Zira Amerika, Mali'deki eski seçim süreçlerini bozmak istemektedir. Çünkü siyasî ortam, Fransa'yı takip etmekte olup bu darbe yoluyla Fransa siyasetine göre oyun oynama zihniyetine sahip Fransız ajanlarından oluşan oyuncuların tablosunu alt üst etmektedir. Hakeza Mali, "askerî" harekete tutunmasından dolayı Amerika'ya bağlı olup Fransa'nın inşa ettiği eski siyasî ortamın yeni duruma galip gelmesi çok zordur ve en fazla olabilecek şey ise Amerikan nüfuzu altındaki yeni yönetime etkisiz bir şekildeki katılımdır.

7- Mali, İslamî bir ülke olup halkı ise yüz yıllar önce Müslüman olmuş ve şu andaki nüfusunun ezici çoğunlu da Müslümandırlar. Zira Müslümanların oranı, %90 küsura ulaşmıştır. 19. asrın sonlarında sömürgeci Fransızlar burasını işgal etmişler ve 1904 yılında da kendilerine ilhak olduğunu ilan etmişlerdir. Ayrıca 1960 yılında buraya şeklî bir bağımsızlık vermişlerdir. Dahası bu ülke, altın, fosfat, kaolin, boksit, demir, uranyum ve benzeri birçok madenî servetleri olan zengin bir ülkedir. Nitekim son zamanlarda "özellikle Fransa olmak üzere Avrupa'nın" olduğu eski sömürgeciler ile "Amerika'nın" olduğu yeni sömürgeci arasındaki buraya yönelik uluslararası çatışma şiddetlenmiştir...

Hakeza İslamî ülke, bütün açgözlülerin bir avı haline gelmiştir. Buda; parçalanmışlığın ardından kendilerini birleştirecek ve zilletin ardından kendilerini izzetlendirecek Hilafet Devleti'ni yeniden kurmak için çalışmak yerine Müslümanların parçalanmış olmalarından ve İslam'dan başkasıyla yönetilmelerinden dolayıdır. Zira onların, elli küsur devlet ve devletçikler yoluyla yönetildiklerini ve yöneticilerinin insanların işlerini gözetmedikleri, bilakis sömürgeci kafirlerin çıkarlarını gerçekleştirdikleri görülmektedir... Böylece Müslümanlar, izzet sebeplerini kaybetmelerinin ardından zelil bir hale düşmüşler ve yiyicilerin [oburların] tabakları üzerine üşüştükleri gibi ümmetlerin üzerlerine üşüştükleri bir hale gelmişlerdir. Halbuki onlar, peygamberleri tarafından dünyanın en hayırlıları olmakla birlikte dünyaya, davet ve cihat yoluyla hak risaleti taşımaktaydılar... Zira Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şu kavliyle ne kadar da doğru söylemiştir:

يُوشِكُ أَنْ تَدَاعَى عَليكُم الأُمَمُ كما تَدَاعَى الأَكَلَةُ عَلَى قَصْعَتِها، فَقَالَ قَائِل: وَمِنْ قِلَّةٍ نَحْنُ يَوْمَئِذٍ؟ قَالَ بَلْ أَنْتُمْ يَوْمَئِذٍ كَثِيرٌ وَلَكِنَّكُمْ غثاء كَغِثَاءُ السَّيْلِ، وَلَيَنْـزَعَنَّ الله مِنْ صُدُورِ عَدُوِّكُم المَهَابَة مِنْكُمْ وَلَيَقْذِفَنَّ الله فِي قُلُوبِكُمُ الوَهْن، فَقَالَ قَائِل يَا رَسُولَ الله وَمَا الوَهْن قَالَ حُبُّ الدُّنْيَا وَكَرَاهِيةُ المَوْت "Yiyicilerin (oburların) tabakları üzerine üşüşmeleri gibi ümmetlerin (diğer milletlerin) sizin üzerinize üşüşmeleri yakındır." Birisi dedi ki: "Ya Resulullah! Bu, bizim o zaman (sayıca) az olmamızdan mıdır?" Dedi ki: "Bilakis siz o zaman çok olursunuz, velakin selin köpüğü gibi bir köpük (ağırlığında) olursunuz. Allah mutlaka düşmanlarınızın göğüslerinden sizin heybetinizi çıkaracak ve sizin kalplerinize de Vehn atacaktır." Birisi dedi ki: "Ya Resulullah, Vehn de nedir?" Dedi ki: "Dünyayı sevmek ve ölümü kerih görmektir." [Ebu Davud, Sevbân'dan tahriç etmiştir]

O halde dünya sevgisini ve Allah yolundaki ölümü kerih görmeyi nefsimizden çıkarıp atalım ve Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in, bu zorba diktatörlüğün ardından Raşidi Hilafet'in geri dönmesiyle ilgili müjdesini gerçekleştirmek için ciddiyetle çalışalım. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurmuştur:

ثمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ "Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır." Sonra sükut etti. [Ahmed tahriç etti]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ümmetin Ayaklanmasına Dönük Küresel Konferansın Başlaması Münasebetiyle Basın Konferansına Davet

İslam dünyasının Arap bölgesinde, şeriatın egemenliğinin ve ümmetin sultanın geri dönmesine yönelik ayaklanmanın yansımalarının devam etmesinin yanı sıra,

Esad rejiminin katliamlarına ve uluslararası güçlerle olan gizli anlaşmalarına rağmen Şam topraklarındaki devrimin karhamca sebatıyla birlikte,

Hizb-ut Tahrir, dünyanın dört bir tarafından, özellikle de ayaklanmanın olduğu bölgelerden olan şahsiyetlerin katılacağı aşağıdaki başlık altında küresel bir konferans düzenlemektedir.

 

"Ümmetin Ayaklanması: Kürtaj Planları ve İslamî Projenin Kaçınılmazlığı"

Bu da 01. Mayıs 2012 Salı günün sabah saat dokuzda başlayacaktır.

 

İşte Bu Münasebetle Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti Medya Bürosu, Medya ve Basın Organlarını:

 

Hizb-ut Tahrir'in Arap Bölgesindeki Medya Sorumlularının Hazır Olup Katılacağı

Basın Konferansı Açılışına

Davet eder.

Yer: Trablus- Fuar Bölgesi- Quality Inn Oteli Salonu

Zaman: 01. Mayıs 2012, Sabah Saat 9:30

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Şam Topraklarındaki Müslümanların Ayaklanmalarına Destek Verme Faaliyetlerine Katılmaya Davet

Hizb-ut Tahrir / Ürdün Vilayeti sizleri, Şam halkının tagut Beşar'a karşı olan ayaklanmasına destek verme faaliyetlerine katılmaya davet etmektedir. Faaliyetler, Beşar'ın Amman'daki mücrim Büyükelçiliği'nin önünde yapılacaktır. Bu ise 25.04.2012'de akşam saat 18:30'de başlayıp akşam namazı sonrasına kadar devam edecektir.

Herkes davetlidir.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER