Pazar, 18 Muharrem 1447 | 2025/07/13
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Fiili Savaş Durumunda Olan Ülkelerle İlişkiler

(Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta Tarafından Facebook Sayfası Takipçilerinin “Fıkhî” Sorularına Verilen Cevaplar Silsilesi)

Soru-Cevap

Fiili Savaş Durumunda Olan Ülkelerle İlişkiler

Ebu Muhammed Salim’e

Soru:

Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekâtuh;

Allahu Teala'dan sağlığınızın iyi olmasını ve Allah'ın size güçlü bir şekilde yardım etmesini temenni eder, Allah'ın sizlere tüm hayır kapılarını açmasını dilerim.

Şeyhimiz ve habibimiz, Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta'ya şöyle bir soru yöneltmek istiyorum:

Bir kardeş bana, Burkan kolonisinde konteyner üretimi yapan bir fabrikada çalışılması hakkında sordu ve bu fabrikanın bir bölümü son zamanlarda "İsrail" ordusu için tahsis edilmiş olup elektrik jeneratörleri ve orduya ait eşyaları taşımak için araçlar üretmektedir.Ordu için araçlar üreten bu bölümde çalışmak caiz midir?

Allah sizi mübarek kılsın ve sizi en iyi şekilde ödüllendirsin.

Allah sizi korusun, size yardım etsin, sizi muhafaza etsin, size güç versin ve sizin ellerinizle zafer ve iktidar nasip etsin; Allahu Teala'dan sizi her türlü kötülük ve şerlerden korumasını ve muhafaza etmesini diliyorum.

Mümkünse hızlı cevap vermenizi rica ediyorum.

Cevap:

Ve Aleykumselam ve Rahmetullahi ve Berekâtuh;

Söz konusu fabrika açısından olana gelince (bu fabrikanın bir bölümü son zamanlarda "İsrail" ordusu için tahsis edilmiş olup elektrik jeneratörleri ve orduya ait eşyaları taşımak için araçlar üretmektedir); bu, fiili savaş halindeki bir devlet olan Yahudi varlığına ait bir fabrikadır... Cevap için iki durum vardır:

Birincisi, işgal altındaki Müslümanlar açısından.. İkincisi de işgal dışındaki Müslümanlar açısından…

Birincisine gelince; Onlara, Medine'de devlet kurulduktan sonra Mekke'de kalan Müslümanların vakıası intibak etmektedir... Yahudilerin işgali altındaki Filistin halkı için, düşmanın güçlenmesine yol açacak işler hariç, alım satım ve benzeri şekilde muamelede bulunmaları caizdir... Aynı şekilde örneğin Amerikan tabiiyetini taşıyan bir Müslüman için de hüküm, hicret etmemiş olan Mekke'deki Müslümanlar gibi olup onların, tahkîkü'l-menata göre kafirleri Müslümanlara karşı güçlendirecek şeyler hariç ikamet ettikleri Dâru'l Harb ile muamelede bulunmaları caizdir.

İkincisine gelince; bu soruya daha önce çok sayıda cevaplar vermiştik ki bunlardan bazıları şunlardır:

31/3/2009 tarihli soru-cevap:

[1- Fiili savaş durumunda olan ülkelerle doğrudan çalışmak caiz olmadığı gibi aynı şekilde bu ülkelerin şirketleriyle çalışmak da caiz değildir; çünkü fiili savaş durumunda olanlarla yapılan ilişki, barışçıl çalışmalar ilişkisi değil, savaş ilişkisidir.

2- Fiili savaş durumunda olan ülkelerle muamele eden kuruluşlarla olan çalışmaya bakılır:

a- Eğer bu kuruluşun yürüttüğü proje, fiili savaş durumundaki ülkeler içinse, bu projede bu kuruluşla çalışmak caiz değildir.

b- Eğer kuruluşun yürüttüğü proje, fiili savaş durumundaki ülkeler için değil de, okul inşa etmek veya yol yapmak gibi ülke halkı içinse... Günah, fiili savaş durumunda olanlarla muamele eden kuruluşa aittir, ancak proje muharib ülkeler için olmadığı sürece bu projede onunla çalışmak caizdir.]

24/7/2011 tarihli cevap:

[…Müslüman ülkeleri işgal eden “fiili savaş halinde” olan ülkelerin şirketleri ve kuruluşlarıyla doğrudan sözleşme yapmak, fiili savaş halinde olan ülkelerle muamele etmek olduğundan dolayı caiz değildir... İşgalci devlete tabi olmayan, ancak işgalci devletle ilişkisi olan bir yerel hükümet veya yerel kuruluşla olan sözleşmeye ise bakılır:

1- Eğer yerel kuruluşun işgalci ülkeyle olan ilişkisi, askeri projelerle ilgili ise, caiz değildir.

2- Eğer yerel kuruluşun işgalci ülkeyle olan ticari projelerdeki ilişkisi, ülkeye zarar vermiyorsa caizdir, ancak zarar verme şüphesi olmasından dolayı onunla çalışmamak daha evladır.

3- Eğer işçi yerel ülkede memur çalışıyor ancak iş sözleşmesini doğrudan işgalci ülkeyle yapmışsa, caiz değildir.

4- Eğer işçi yerel ülkede memur olarak çalışıyor ve iş sözleşmesini de aynı ülkeyle yapmışsa, yerel ülke işgalci ülkeden mali yardım alsa bile, ücretini yerel ülkeden aldığı sürece caizdir.

5- Eğer işçi yerel ülkede memur olarak çalışıyor ve iş sözleşmesini de yerel ülkeyle yapmış ancak ücretini doğrudan işgalci ülkeden alıyorsa, caiz değildir.

Bunun delilleri ise fiili savaş halindeki ülkelerle olan ilişkinin hükümleridir.]

Umarım bu kadar yeterli olmuştur. Bilen ve hüküm verenlerin en hayırlısı Allah’tır.

Kardeşiniz

Ata İbn Halil Ebu Raşta

H. 12 Muharrem 1447

M. 07/07/2025

Cevaba, Emir’in (Allah onu korusun) web sitesinden bağlanabilirsiniz:

https://www.facebook.com/ataabualrashtah1942/posts/122142355286716841

Devamını oku...

En Büyük Casuslar, Müslümanların Başındaki Hain Yöneticilerdir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

En Büyük Casuslar, Müslümanların Başındaki Hain Yöneticilerdir!

Haber:

Mossad'dan İran'a yönelik büyük sızmada, 15 yıldır Kum'da dini referansı temsil eden Yahudi varlığı casusu açığa çıkarıldı.

Kaynaklar, Şeyh İmami Hadi'nin İran'da tutuklandığını ve adının Simon Deravi olup Mossad ajanı olduğunun ortaya çıktığını belirttiler. İranlılar onun arkasında namaz kılıyorlar ve o da Kum'daki fetva kürsüsünde oturuyordu.

Kaynaklar, bu casusun dini konularda fetva veren, inançlar hakkında tartışan ve İran'ın şehirlerinin arasında toplumsal bilinç için faydalı bir imam olarak dolaşan bir referansı temsil ettiğini söylediler.YouTube'da, sarıkla karşılayıp duayla veda ettiği binlerce takipçisi olan bir kanala sahiptir.Namazda insanlara imamlık yapıyor ve onlar da onun arkasında huşu dolu kalplerle selam veriyorlardı. (El Muntasaf Net)

Yorum:

Hilafetin ve Müslümanların merkezinin ve güvenliklerinin gözeticisi ve koruyucusu olan İmamın kaybolmasının ardından ümmetin hali işte budur.

Evet, kalkan olan imamın kaybolmasının ardından halimiz işte budur; zira İmamın kaybolmasının ardından ülkemizin duvarları kurtların ve köpeklerin yuvası ve kapıları da İslam ümmetin düşmanlarına her yönden açılan bir ülke haline gelmiştir;bu nedenle ülkede çok sayıda casusun olması şaşırtıcı değildir.

Gücüyle övüp duran, bağırıp çağıran ve tehditler savuran bu İran, casuslarla dolup taşmış, dahası bunlar dini alanlarına kadar bile ulaşmışlardır; artık herhangi bir İranlı siyasi veya dini şahsiyetin casus oldukları ortaya çıktığında hiç garipsemiyoruz.

Önemli olan bir hususta şudur: Müslümanların başındaki hain yöneticilerinden olan büyük casuslar ülkede serbestçe dolaşıp eğlenirlerken burada veya orada bir casusun ortaya çıkarılması veya yakalanmasının ne faydası var ki?! Küçüklerden önce bu büyük casusların muhasebe edilmesi daha evla değil mi?!

Ey Müslümanlar: Şunu çok iyi biliniz ki, sizin selametiniz ve kesin kurtuluşunuz ancak bu hain yöneticileri devirmekle, bu kokuşmuş rejimleri ortadan kaldırmakla ve onların enkazı üzerine, ülkeyi ve halkı koruyacak, ümmetin emniyeti ve güvenliği için uykusuz kalacak gözetici bir yönetici ve İmanın olduğu Hilafet Devleti'nin olduğu İslam'ın yönetimini kurmakla olacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed Et-Tâi – Irak

Devamını oku...

Din Örtüsü İkiyüzlülüğü Gizlemez, Bilakis Onu Daha Da Çirkinleştirir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Din Örtüsü İkiyüzlülüğü Gizlemez, Bilakis Onu Daha Da Çirkinleştirir!

Haber:

Yahudi varlığının başkanı Isaac Herzog, Kudüs'teki konutunda birçok Avrupa ülkesinden gelen “Müslüman imamlar” heyetini kabul etti. Fransa İmamlar Konferansı Başkanı Hassen Chalghoumi Herzog’a hitaben, “Sizler kardeşlik dünyasını, insanlık dünyasını, sevgi dünyasını, demokrasi dünyasını, özgürlük dünyasını temsil ediyorsunuz. Biz buraya sevgi mesajını iletmek için geldik. Esirlerin geri dönmesi için Allah'a dua ediyoruz” dedi. "7 Ekim'den sonra patlak veren savaş, iki dünya arasındaki bir savaştır" eklemesinde bulundu. (El Meşhed Sitesi, 7/7/2025)

Yorum:

Din sarığı takmış bu parçalanmış topluluğun, yer ve gökteki meleklerin lanetlediği Yahudilerin liderleriyle görüşmek için akın ettikleri sahne bize, Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şu kavlini hatırlatıyor: إِنَّ مِمَّا أَدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلَامِ النُّبُوَّةِ الْأُولَى: إِذَا لَمْ تَسْتَحْيِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَİnsanların peygamberlerden öğrene geldikleri sözlerden biri de: Haya etmiyorsan dilediğini yap sözüdür.”Allah'ın kendilerine gazap ettiği ve Kitabında lanetlediği kimselerin rızası için yarışan bu topluluk, gerçekten hiç haya etmiyor. Zaten bir insan hayâ duygusunu yitirirse, ondan çirkin söz ve davranışlardan başka bir şey çıkması pek mümkün değildir. Zira mübarek toprak Filistin'i gasp eden vahşi Yahudi varlığının, Gazze'deki halkımıza karşı sürdürdüğü katliam, yıkım ve soykırımına ve gayrimüslimleri bile ağlatan ve Yahudilere karşı harekete geçiren sahnelere rağmen, bu reziller, kalbinde zerre kadar iman olan herkesi tiksindirecek şekilde bu buluntu varlığı ziyaret ederek ona iltifatlar ve övgüler yağdırıyorlar.

Bu şerir insanlar için tuhaf olan, onların ikiyüzlülüğünün ve Allah'ın en pis yaratıklarına ve Müslümanlara en şiddetli bir şekilde düşmanlık yapanlara dalkavukluk etmelerinin, onlara dünya metaından hiçbir şey hiçbir kazandırmayacağı, aksine tam tersinin olacak olmasıdır.Zira ümmetin çoğunluğu onları bir çekirdek gibi çitleyip atacak, onlardan ve yaptıklarından beri olacak ve onları nifak ve ihanet çukuruna atacaktır; dahası din örtüsü ve imamlık cübbesi, İbn Selul'un soyundan gelen bu parçalanmış gruba, insanların gözünde çirkinlik ve hor görülmelerinden başka bir şey kazandırmayacaktır.

Bu insanlar, Gazze ve halkının maruz kaldığı ihanetin, ümmet tarafından yapılan bir ihanet olduğunu sanmasınlar; aksine bu, halklarını zincirleyen, onları kısıtlayan ve onların dua etmelerini bile engelleyen rejimlerin ihanetidir.Ümmet ise kaynama halinde olup kurtuluş günü için hazırlık yapıyor ve kötü yöneticiler ve sapkın imamlar tarafından üzerine giydirilen zillet ve aşağılanma giysisini parçalamak için can atıyor. Allah Subhanehu ve Teala’dan, bu kurtuluş gününü yakınlaştırmasını temenni ediyoruz; zira gecenin karanlığı yoğunlaşmış ve kurtuluş bekleyişi uzamıştır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Velid Belibel

Devamını oku...

Adamlarla Karşılaşmak, Adam Kılıklı Kişilerle Karşılaşmak Gibi Değildir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Adamlarla Karşılaşmak, Adam Kılıklı Kişilerle Karşılaşmak Gibi Değildir!

Haber:

Yahudi varlığındaki muhalefet lideri Lapid, Abu Dabi'den yaptığı açıklamada, varlığının bölgede kimsenin yapamayacağı şeyleri yapabilecek askeri bir güce sahip olduğunu söyledi. (Rai Al Youm).

Yorum:

Maymunların ve domuzların kardeşi olan Yahudilerin, kendisinden hiçbir çocuğun, kadının, ihtiyarın, hatta ağaç ve taşın kurtulamadığı suçları işlemeye devam ederken bu korkunç ve vahşi saldırıları, kendilerine hayat ve beka nedenlerini sağlayan Batı'nın ipi ile orduların izzetli Gazze'deki kardeşlerine destek vermesini engelleyen Batı'nın ajanı olan Müslüman ülkelerin başındaki yöneticilerin ipi sayesinde, sahip oldukları hayali prestijin bir kısmını belki geri kazanabiliriz diye gerçekleştiriyorlar.

Bu açıklama, Müslümanların başındaki rezil yöneticilerle olan ilişkisinden dolayı kendini dev gibi gören bir cüceden geliyor; zira o, İslam ümmetinin içinde onlar gibi adam kılıklı kişilerin olmadığını çok iyi biliyor; zira bu yöneticiler, kâfir Batı tarafından türetilmişler ve Batı'nın ve Yahudilerin çıkarlarını korumak için yönetici olarak yerleştirilmişlerdir.Aynı şekilde bu açıklamanı kendilerine yönelttiğiniz İran yöneticilerinin, Amerika'nın peşinden gitmeyi kabul eden Müslümanların başındaki diğer yöneticilerden farklı olduğunu sanma; zira eğer Amerika'nın sizinle birlikte müdahalesi olmasaydı, kendi aptallığınızla tırmandığınız ağaçtan bile inemezdiniz.

Ey cüce, Gazze'deki Müslümanların evlatlarından oluşan az sayıdaki bir grubun önünde askerlerinizin başına gelenlere bir bak;eğer Müslümanların başındaki adam kılıklı yöneticiler komplo kurarak sizin ihtiyaçlarınızı karşılayıp sizi savunmasaydı, bugün sizden geriye hiçbir iz kalmazdı.

İslam ümmeti sizin gücünüzü ve ordunuzu çok iyi biliyor; zira siz ve onlar, erkeklerle yüzleşebilecek güçte değilsiniz ve yok olacağınız saplantısı zihinlerinizden hiç çıkmayacaktır; eğer İslam ümmetinin saf ve muttaki liderliğinin altında uyanmasından korkmasaydınız, bu açıklama gelmezdi. Çünkü sizler, kendinizin yabancı bir cisim, kokuşmuş bir mikrop olduğunuzu, bu ümmetin bedeninin değerli bir parçasına onun gaflet anında yerleştirildiğinizi, Allah'ın izniyle ümmetin bedeninden atılacağınız anın yaklaştığını ve bedenin Allah'ın izniyle yeniden sağlıklı hale geleceğini çok iyi biliyorsunuz.

Ey Batı'nın köpeği şunu çok iyi bil ki, Müslüman orduların içinde Gazze'deki kardeşlerini desteklemek, dahası sizin bekanızın nedenlerini temin eden kafir Batı'nın ellerini koparmak için yanıp tutuşan askerler vardır; onları engelleyen tek şey, sizin gibileri ağırlayan korkak rezillerdir; ama artık onların yok olma zamanı gelmiştir ve işte o zaman Allah'ın izniyle varlığınızdan geriye hiçbir şey kalmayacaktır; bu ise Allah'ın izni ve yardımı sayesinde çok yakında olacaktır. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَيَقُولُونَ مَتَى هُوَ قُلْ عَسَى أَن يَكُونَ قَرِيباًNe zamanmış o?” diyecekler. De ki: “Yakın olsa gerek!” [İsra 51]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Abdulilah Muhammed – Ürdün

Devamını oku...

Mısır’daki Trafik Kazaları, Yönetimin İlgisizliğinin ve Kapitalist Sistemin Yozlaşmışlığının Yüz Kızartıcı Kanıtlarıdır

Trafik kazalarının acı bir geleneğe dönüştüğü Mısır’da, halk birkaç gün önce yeni bir faciayla uyandı. Munufiye ilindeki bölge yolunda meydana gelen bir trafik kazasında dokuz kişi hayatını kaybetti. Bu facia, daha bir hafta bile geçmeden, on sekiz gencecik kızın hayatını kaybettiği ve yürekleri dağlayan bir başka elim kazanın ardından yaşandı. Son kazanın öncekilerden tek farkı kurbanlarının sayısıdır. Rejimin uzun süredir bir ‘ulusal başarı’ olarak lanse ettiği bölge yolu, yöneticilerin sahte medya sloganlarının arkasına saklanarak övdüğü sözde başarıların anlamsızlığının kalıcı bir tanığı haline gelmiştir. Onlar, insanların en temel hakkını yani güvenli bir şekilde yaşama hakkını ihmal etmektedirler. Yollar mezara dönüşmüş durumda.

Bu felaketler, kimi çevrelerin “kader” veya “kötü tesadüf” diyerek geçiştirdiği sıradan kazalar değildir. Aksine, gerçek anlamda halkın ihtiyaçlarına duyulan ilginin yokluğu ile devlette kökleşmiş kronik yolsuzluğun doğal ve kaçınılmaz sonucudur. Bu yolsuzluk da, her şeyi faydacılık ölçütüyle değerlendiren, her şeyi kar-zarar terazisiyle tartan, helâl-harama zerre kadar saygısı olmayan çürümüş kapitalist sistemden beslenmektedir.

Associated Press (AP) ajansının 27 Haziran 2025 tarihli raporu, aralarında hayatının baharındaki on sekiz genç kızın da bulunduğu on dokuz kişinin canını alan kamyonun aşırı hız yaptığını ve yıpranmış yolda tamamlanmamış eksik bakım-onarım çalışmalarının olduğunu ortaya koymuştur. Buna rağmen devleti yönetenler, felakete davetiye çıkarırcasına bu harap yolu denetim ve güvenlik tedbiri almaksızın trafiğe açmışlardır! Yine aynı ajansın 5 Temmuz 2025 tarihli raporu, minibüslerin kavşakta çarpışmasına; yük fazlalığı, hız kurallarının hiçe sayılması ve yol güvenliğini sağlayacak ışık ile işaretlerin yok sayılması gibi kasıtlı ihmallerin yol açtığını ortaya koydu. Yol altyapısındaki eksiklikler, sürücü gözetimindeki zafiyetler ve güvenlik önlemlerinin yetersizliği tartışmaya açılacağına, yetkililer sınırlı mali tazminatlar ve anlam içermeyen “derin keder” ile “acil eylem” bildirimleri yayınlayarak toplumsal öfkeyi yatıştırma yoluna gittiler!

Canların emniyetini temin etmek, İslam’ın yüce gayelerinden biridir. Yöneticinin görevi, halkın huzurunu korumak, haklarına sahip çıkmaktır. Onun işi, göz alıcı ama içten çürümüş yanılsamalarla zihni bulanıklaştırmak değil, gerçek hizmeti sunmaktır. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

الْإِمَامُ رَاعٍ وَمَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ“İman çobandır ve sürüsünden sorumludur” Bu sorumluluk, ancak hayatın işleyişini piyasa ve kâr ölçütleriyle değil, şer’i ölçütlerle düzenleyen bir yönetim sisteminin kurulmasıyla yerine getirilebilir.

Şüphesiz bu yollar ve kamu tesisleri, halkın ortaklaşa faydalandığı kamu mülkiyetindendir. Devlete, hiçbir eksiklik göstermeksizin bunların bakımını yapması ve insanların güvenliğini sağlaması farzdır. Bölge Yolu ve benzeri ana güzergâhların altyapı bakımının yetersizliği, kapitalist üretim-tüketim ilişkilerinin insanı meta konumuna indirgemesinden ve bu çerçevede gelişen kurumsal yolsuzluktan kaynaklanmaktadır. Bu yapısal sorun, düşük bakım standartları ve ihmale dayalı bir yol yönetimi modelini doğurmuştur.

Mısır’da Sağlık ve Nüfus Bakanlığı ile uluslararası medya verilerine göre, yılda yaklaşık 7.000 trafik kazası kaynaklı ölüm meydana gelmekte olup, bu sayı birçok silahlı çatışmayı gölgede bırakmaktadır. Ölümlerin büyük bölümü yeni altyapı projeleri niteliğindeki Bölge Yolu, Yukarı Mısır Hızlı Yolu ve El-Alameyn Yolu gibi güzergâhlarda yoğunlaşmaktadır. Bu da apaçık göstermektedir ki, bu felaketlerin sebebi eski püskü yollar değil, halkın canını zerre kadar umursamayan, kamu kaynaklarını yönetenlerin kokuşmuş zihniyetidir! Özelleştirmeyi ve devletin varlıklarını satmayı kendine ilke edinen, yolları ve köprüleri sadece kâr yığma aracı olarak gören kapitalist sistem, halkını asla gerçek manada gözetip koruyamaz! Çünkü bu sistemin gözünde halka hizmet, şeran tanınmış kutsal bir hak değil, sırtında taşıdığı bir mali yüktür.

İslam ise insana, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın onurlandırdığı bir varlık olarak bakar; Onun canının, malının ve onurunun korunmasını bizatihi bir gaye olarak kabul eder ve devleti, bu gayeyi eksiksiz bir şekilde gerçekleştirmek için ne gerekiyorsa yapmakla mükellef tutar. İslâm Devletinde, yol güvenliği entegral bir kamu hizmeti olarak ele alınır. Bu kapsamda: Yeterli seviyede aydınlatma, bilimsel esaslara dayalı hız limitlerinin tayini, araç yüklemelerinin periyodik denetimi, trafik zaman çizelgelerinin düzenlenmesi, uyumlu fiziksel bariyerlerin yerleştirilmesi, şer’î ceza mekanizmalarının caydırıcılığı gibi unsurlar sistematik biçimde uygulanır. İslâm Devleti, yolların sürdürülebilir bakımı için gereken bütçeyi temin etmeyi, hayır niyetinden öte şer’î bir yükümlülük olarak tanımlar.

18 kızın ve 9 masumun canına mal olan bu trajediler, sadece yıllardır yandaşı koruyan, hazineyi değil zenginlerin kasasını düşünen bir rejimin sistematik başarısızlığının güncel bir göstergesidir. Kimileri çıkıp ‘Bu kazalar kaderdir’ diyerek sorumluluktan kaçmaya ve ihmallerini örtbas etmeye çalışsa da, İslam Şeriatı bize kadere iman etmenin, asla sorumluluktan kaçmak için bir bahane olamayacağını öğretmektedir! Aksine, insanları korumak için alınması gereken şer’i tedbirleri almayı terk etmek, mutlaka hesabının sorulması gereken ağır bir ihmalkârlıktır ve büyük bir günahtır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَلَا تَقْتُلُوا أَنفُسَكُمْ إِنَّ اللهَ كَانَ بِكُمْ رَحِيماً “Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.” [Nisa 29] Sahi, her yıl yüzlerce masum canın asfalt üzerinde birer ekin gibi biçilmesine seyirci kalan, sonra da bir kuru taziye mesajı ya da üç kuruşluk bir sadaka dışında kılını dahi kıpırdatmayan bir yönetimin hali nicedir?!

Bu felaketlerin ilacı, göstermelik kınama bildirileri yayınlamak ya da halkı oyalayan boş reform vaatlerinde bulunmak değildir! Tek ve gerçek çözüm; Şeriat ile hükmeden ve halkın tüm işlerini O’nun adil hükümlerine göre yürüten bir sistemi ikame etmektir. Çünkü ancak böyle bir sistem, bozguncularla etkin bir şekilde mücadele edebilir ve kamu faaliyetlerini “yatırım getirisi” değil, helâl-haram ölçütüne göre düzenleyebilir! İşte bu kapitalist sistem, insanları yoksulluktan, hastalıklardan ve yol facialarından kurtarmaktan acizdir. Aslında yolsuzluğu besleyip büyüten, İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık eden ve tek kurtuluş yolu olan Hilafet’in kurulmasını engelleyen bu zalim sistemdir! Şunu iyi bilin ki, insan hayatını ve şerefini bir propaganda malzemesi değil, en yüce öncelik kılmaya muktedir olan yegâne güç, ancak ve ancak Hilafettir!

İslam ümmeti bugün iki seçenekle karşı karşıyadır: Ya evlatlarını yollarda katleden, onları evlerinde açlığa mahkûm eden ve yalan sloganlarla aldatan bu zalim kapitalist nizamın esiri olarak kalacak! Ya da ayağa kalkıp, Allah’ın hükmünü yeniden hâkim kılacak ve insanlara gasp edilen güvenli ve şerefli yaşam hakkını iade edecek olan Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurmak için harekete geçecektir!

Mısır ve diğer Müslüman coğrafyalarda her gün gerçekleşen trafik ölüm vakaları, laik ve piyasa temelli düzenlerin yetersizliğini göstermekte ve İslamî bir yönetim modelinin gerekliliğini somut bir şekilde ortaya koymaktadır. Ve o dökülen tertemiz kanlar, kalbinde zerre misali imanı kalmış her bir Müslümana bir çağrıdır, bir haykırıştır. Hak ve adalet devletini ikame etmek için harekete geçme çağrısıdır! Harekete geçin ki, Ümmet yeniden Allah’ın indirdiğiyle hükmetsin! Harekete geçin ki, bu zillet dolu bağımlılığın, kokuşmuş yolsuzluğun ve can alan başıboşluğun prangalarını paramparça etsin!

الَّذِينَ إِن مَّكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ“Onlar ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.” [Hac 41]

Devamını oku...

Mezuniyet Kamyoneti Tartışması, Danimarka Medyası ve Siyasetçilerinin Kökleşmiş İslamofobisini Gözler Önüne Seriyor

Geçtiğimiz hafta, bazı Müslümanların bu yılki mezunları tebrik ederken, alkol ve gayriahlaki davranışlarla özdeşleşen mezuniyet kamyonu kutlamalarına dair İslamî bakış açısını da dile getirdiği sosyal medya paylaşımları, medyada ve siyasette ciddi bir tartışmaya yol açtı.

Genel itibarıyla son derece makul ve mantıklı gerekçelere dayanan bu İslami hatırlatmalar, Danimarka ulusal medyasında ve Christiansborg’daki sağcı-solcu demeden tüm siyasetçiler arasında adeta panik yarattı. İslam’a karşı içlerinde kök salmış olan kin ve nefretle hareket eden bu güruh, fikirlerle mücadele edemeyince, aralarında Hizb-ut Tahrir / Danimarka’dan bir kardeşimizin de bulunduğu Müslümanlara karşı alçakça kişisel saldırılar başlattı. Ortada sadece İslami değerleri dile getirmek ve Müslüman kardeşlerimizi bu değerleri gururla yaşamaya teşvik etmek gibi masum bir durum olmasına rağmen, vicdansız bir güruh olan bazı gazeteci ve siyasetçiler, sırf Müslümanları susturmak için onların iş hayatlarını ve kariyerlerini bu işe karıştırarak şantaj yapmaya yeltendi.

Hem kendi kendini ‘uzman’ ilan eden soytarılar hem de devletin maaşlı ‘uzmanları’, ahlaksız ve onursuz olduklarını çoktan ispatlamış kariyerci siyasetçiler, İslami değerlerinden taviz vermeyi veya bu değerler karşısında susmayı reddeden Müslümanların şeytanlaştırılmasına katkıda bulunmak için sıraya girdiler. Bu güruhun, ‘negatif sosyal kontrol’, ‘korku’ ve ‘dışlanma’ gibi her zamanki beylik lafları da bol keseden etrafa saçılmaktadır. Entegrasyon Bakanı Kaare Dybvad Bek (Sosyal Demokratlar) de, 2 Temmuz 2025’te BT gazetesine verdiği zevzekçe bir röportajla bu koroya katıldı. Bakan, Danimarkalı gençler arasındaki bariz bir şekilde sorunlu olan alkol kültürünü, ‘...bu bizim kültürümüzün bir parçasıdır ve bence bunu sorun etmeye çalışmak yerine kabullenmek gerekir’ diyerek savundu. Ve bu yoz kültüre karşı çıkmayı “korkutucu” bulduğunu söyledi. Üstelik, buna karşı çıkanların “Danimarka toplumuna ait olamayacağını” da ima etti.

Tabii ki bu koroya, Kültür Bakanı —ve eski kokain müptelası— Jakob Engel-Schmidt (Ilımlılar) de katıldı. Tartışmaya sonradan dahil olan bu zat, Danimarka’da kabul görmelerinin bir şartı olarak Müslümanlara hangi inançlara sahip olmaları gerektiğini dikte etmeye cüret ederek, kendini adeta bir ahlak softası ilan etti.

İnsan ister istemez soruyor: Danimarka’nın bizzat desteklediği Filistin’deki soykırım 637 gündür devam ederken, bu muazzam siyasi öfke neredeydi? Soykırım destekçisi medya ve siyasetçiler, utanmadan bir de kalkıp hangi ahlaki cüretle Müslümanlara ‘değerler’ vaazında bulunmaya yeltenebiliyor? Her zamanki gibi, konu İslami değerlerin ifadesine gelince, o göklere çıkardıkları ifade özgürlüğünden eser kalmıyor.

Müslüman gençliğe diyoruz ki: Güç sahiplerinin ve kin güdenlerin baskılarına rağmen, İslam’ın sarsılmaz değerlerine sımsıkı sarılan ve asla sindirilmeyi kabul etmeyen sizleri canı gönülden tebrik ediyoruz! Sizler, bu onurlu duruşunuzla, hem çevrenizdeki diğer gençlere birer örnek şahsiyet hem de fani bir okul notundan katbekat daha değerli olan hakiki değerlere ve şahsiyetli bir duruşa sahip gençler için ışık saçan birer timsal oldunuz. Sizin İslami kimliğinizi yok etmeye çalışan o güruh, en temel edep ve insanlık erdeminden dahi yoksundur. Onlar sizi şeytanlaştırmaya çalıştığında umutsuzluğa kapılmayın. Toplumsal hayata aktif olarak katılın ve İslam’ı hem sözlerinizle hem de eylemlerinizle yaşayın, nefrete ve yalanlara karşı en etkili çare budur. Sakın ha sizi utandırmaya veya tehdit etmeye cüret ettiklerinde hüzne kapılmayın! Bilin ki onlar, bu tavırlarıyla sadece kendi o ‘sözde’ özgürlüklerini baltalıyor ve aslında ne kadar çürük temeller üzerinde durduklarını ifşa ediyorlar. Unutmayın! Muvaffakiyeti lütfeden onlar değil, Allah’tır — ve O, her an sizinle beraberdir. Başınız dik, alnınız ak olsun! Gurur duyun, zira sizler bütün bir İslam ümmetinin iftihar vesilesisiniz!

Elias Lamrabet
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Danimarka

Medya Temsilcisi

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER