Perşembe, 27 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/18
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Sınır Muhafızları Katliamının Üçüncü Yıldönümü Münasebetiyle Hizb-ut Tahrir'den Bangladeş'teki Müslümanlara Bir Nida! Emperyalist Kafir Müşrikler Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Hindistan, Ajanları Şeyha Hasina Yoluyla Ülkeyi ve Müslüman Ord

  • Kategori Bangladeş
  •   |  

(25 Şubat 2012) yarın, nitelikli ordu subaylarının Şeyha Hasina ile işbirliği içerisindeki Hindistan tarafından katledilmesinin üçüncü yıldönümüyle çakışmaktadır. Zira bu çirkin katliam, Bangladeş ordusu ile müşrik Hindistan ordusu arasındaki ilişkinin varlığına karşı çıkan ordu subaylarından kurtulmak için işlenmiştir. Nitekim Hizb-ut Tahrir, (2009 Şubat)'da ki bu komplo ile komplocuları insanlara ifşa etmesinin yanı sıra bu katliam, Hasina'nın bu ülkeye karşı işlediği ilk askerî eylem katliamı olmuştur. Ancak bu, sonuncusu da olmayacaktır. Zira 07 Ocak 2012'de Hizb-ut Tahrir olarak yayınladığımız neşriyatta, Şeyha Hasina'nın orduya karşı işlediği, özellikle de İslam'ı ve ülkenin maslahatlarını savunan muhlis subayları tutuklama, kaçırma ve ihraç etme ile ilgili olan hıyanetinin sürdüğünü ifşa ettik. Dolayısıyla bunun, ordu içerisindeki muhlis subaylardan kurtulmak isteyen hükümetin politikasına karşı güçlü bir kamuoyunun oluşmasına katkısı olmuştur. Zira hizib, bu neşriyatlardan binlercesini dağıttığı gibi aynı şekilde posterler yapıştırmış ve topluluklarla iletişime geçmiştir. Bunu üzerine hükümet, kamuoyunu kontrol etme girişiminde bulunmak için 19 Ocak 2012'de ordu tarafından bir basın konferansının düzenlenmesine zorlamıştır. Tabii ki bu basın konferansı ordu tarafından düzenlenmemiş bilakis orduyu davranışlarını haklı çıkarmak için kullanan Hasina tarafından düzenlenmiştir. Çünkü o, kendisinin insanlar nezdinde hiçbir güvenirliğinin olmadığını çok iyi bilmektedir. Buna benzer bir amelde Pakistan'da meydana gelmiştir. Zira hükümet, askerî kurum içerisindeki bazı Amerikan ajanlarını, Amerika'nın İslam'a karşı olan savaşına katılacaklarını duyurmaları için kullanmıştır. Hakeza Hasina'da böyle yapmaktadır. Zira o, geçen üç yıl boyunca İslam'a karşı açtığı haçlı savaşının ardından genel olarak eğitimi ve kamu yaşamını da buna dahil etmiştir. Şimdi de orduyu bu savaşa dahil etmek için bunun alanlarını genişleteceğini ilan etmektedir. Aslında bu savaş yoluyla o, 160 milyonluk bu Müslüman ülkenin ordusunu, aynı ateist bir komünistin nitelendirmesi gibi "kör radikal dinciler" olarak nitelendirmektedir. Zaten hükümet, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Hindistan tarafından İslam'a karşı devam eden savaşa katılacağını ilan etmiştir. Zira bu husus, Genel Sekreter Tümgeneral Sayın Eşref'in ifadesiyle Avami Birlik Partisi tarafından yayınlanan açıklama yoluyla vurgulanmıştır. Zira Eşref, şöyle demiştir: "Bu "temizliğin" devam eden bir süreci olacaktır." Ayrıca Savunma Bakanlığı Parlamento Daimi Komisyonu Başkanı İdris Ali'nin yaptığı en son açıklamada şu ifadeler geçmiştir: "Ordu, İslamcı subayların araştırılmaları ve ortadan kaldırılmaları noktasında gözetlenecektir." Buda hükümetin, ordu ve ümmete karşı yürütülen haçlı savaşındaki politikasını göstermektedir.

Aslında Şeyha Hasina, bu ülke ve Müslüman orduya karşı kafir ve müşrik emperyalizmin mevcut planını ilan etmiştir. Bu emperyalizmin lideri ise (Pakistan, Bangladeş, Endonezya ve Malezya'nın olduğu) bu bölgede İslamî Hilafet'in gelmesini engellemeyi ve rakibi olan Çin'in yükselişini çevrelemeyi tasarlayan Amerika'dır. Bu nedenle o, bölgedeki güçlü varlığını ve hakimiyetini garantilemek için Hindistan ile stratejik işbirliğini tercih etmiştir. Bu maksat için onların, Bangladeş ile askerî gücü üzerindeki otoritelerini güçlendirmeleri gerekmektedir. Bunu da Hasina ve iktidar rejimi yoluyla fiilen gerçekleştirmektedirler. Bu nedenle de Amerika, Hindistan ile olan uzun vadeli sorunları çözmek ve sözde Hindistan ordusu ile dostane ilişkiler kurmak amacıyla hükümeti, muhalefeti, Bangladeş'te kendisine ajanlık eden bazı askerî liderleri ve Hindistan'ı kullanmaktadır. Dolayısıyla İslam'ın geri dönüşünü ve Çin kuşatmasını engelleme planını uygulamak için Hindistan'ın Amerika ile işbirliği yapması da daha kolay olacaktır.

Otoritelerini güçlendirmek amacıyla kafir ve müşrik emperyalistlerin ülkeye ve Müslüman orduya dönük bu planları uygulamak için Hasina ile rejimin benimsediği birçok planlardan bazılarını hatırlatırız:

Birincisi: Cesur ve muhlis subayları, Sınır Muhafızları katliamında vahşice katletme operasyonları.

İkincisi: Subaylarla birlikte katliam ve deformasyon operasyonlarını protesto etmek için seslerini yükselten herkesi görevden uzaklaştırmak yada zorunlu emekliliğe ayırmak. Buda katliam operasyonlarının ardından Şeyha Hasina'nın huzurunda gerçekleşmektedir.

Üçüncüsü: Tuğgeneral rütbesindeki generaller de dahil üst düzey bir çok subayları, Hint ayrılıkçılarla bağlantıları olduğu ve sözde militan oldukları gerekçesiyle tutuklamak, işkence etmek, görevden uzaklaştırmak yada emekliliğe zorlamak ve Hindistan karşıtı duygulara sahip olmasından dolayı da iktidar partisi milletvekili Şeyh Fadlannûr'a bombalı saldırı gerçekleştirmek! Ayrıca Sınır Muhafızları katliamı operasyonlarından bu yana oluşan hakim atmosfer nedeniyle en az 150 subay, kendilerine bir zararın gelmesi korkusuyla istifalarını istemişlerdir.

Dördüncüsü: 2011 Temmuz ayında bir takım subaylar, Dakka'ya "Yarbaylık" rütbesine çağrılarak ailelerinden koparılmışlar ve onları uzun bir dönem gözetim altında tutmuşlardır. Bu husustaki duyuru ise bir basın açıklaması yoluyla daha sonraki bir zamanda yapılmıştır. Ayrıca en son olarak üç subay kaçırılmış, bunlardan birisi firar etmeyi başarabilmiş ve hükümetin komplolarını ifşa etmiştir. Bunun sonucunda da hükümet, tutuklanması amacıyla deli gibi bu subayı aramaya başlamıştır.

Beşincisi: 2010 yılı 1-14 Kasım günleri arasında Bangladeş askerî tarihinde ilk kez Hindistan ordusu ile iki hafta boyunca askerî tatbikatlar düzenlenmesinin yanı sıra 09 Ekim 2011'de de Silhit'de iki hafta boyunca ikinci askerî tatbikatların düzenlenmesi. Nitekim Bangladeş tarihinde ilk defa gerçekleşen bu tatbikatlar sayesinde Hasina, kendisini düşmana satmasının ardından Bangladeş'i askerî olarak da Hindistan'a boyun eğdirme sürecine başlamıştır. Zira askerî kaynaklara göre bu tatbikatların düzenlenmesinde Bangladeş ordusunun herhangi bir maslahatı olmadığı gibi bilakis Hindistan tarafının talep etmesinin ardından siyasî liderlik düzeyinde düzenlenmiştir.

Altıncısı: 19 Haziran 2011'de Bangladeş'e beş günlük ziyaret için gelen müşrik komutan Vijay Singh'e selam verdirtmek yoluyla Müslüman ordunun aşağılanması.

Yedincisi: Güvenliğini ve ekonomik çıkarlarını gerçekleştirmesi için Hindistan'ın geçiş yollarını kullanmasına izin verilmesi.

Sekizinci: Zemin etüdü ve sınırların çizilmesi kisvesi altında ülkedeki stratejik arazilerin Hindistan'a teslim edilmesi.

Dokuzuncu: Bangladeş ordusuna egemen olması için Amerika Birleşik Devletleri yanlılığını koruma politikasının sürdürülmesi. Nitekim bu politikaya, bundan daha önce de Amerikan ajanı Ziya er-Rahman ile ondan sonra art arda gelen hükümetler tarafından başlanmıştır. Bu nedenle Hasina, "2009 ve 2010 yıllarında Köpekbalığı Tatbikatı" adı altında Bangladeş'te dört Amerikan askerî tatbikatı düzenlemesinin yanı sıra bunun ardından da 2011 yılında, "CARAT" adı altında Amerikan askerî eğitim tatbikatları düzenlemiştir.

Onuncusu: Ülkenin petrol ve doğalgazını yağmalama operasyonlarını kolaylaştırmak amacıyla ConocoPhillips Şirketi de dahil çok uluslu Amerikan şirketleriyle anlaşmalar imzalanması. Nitekim halkın, "TEVA" Anlaşması'na karşı çıkmasının ardından Hasina hükümeti, Amerika'nın ülkedeki ticarî hegemonyasını güçlendirmek için "TICFA" adındaki yeni bir isim altında aynı anlaşmayı imzalamak için Amerika Birleşik Devletleri ile müzakere etmektedir.

Ey Müslümanlar!

Yukarıda geçenler, Hasina'nın ülke ordusuna karşı işlediği cürümlerin kısa bir açıklamasından ibarettir. Zira o, sizin ve ordunuzun üzerindeki hakimiyetini güçlendirmesi amacıyla emperyalizme yardım etmek için büyük bir çaba harcamaktadır. Diğer yönden olana gelince; sizinle ilgili sorunların çözümü hususunda iktidar rejimi sizlere yalan söylemektedir. Mesela Hasina'nın, "Şu Anda insanlar, 100 Taka'ya 10-12 kgr. pirinç satın alabilirler" dediğinde yaptığı gibi. Yada duygularınızla alay etmektedir. Mesela hükümet içerisindeki bir bakanın, "Hindistan Sınır Muhafızları Güçlerinin işlediği işkence ve katliamla hükümetin bir ilgisi yoktur" dediğinde yaptığı gibi. Yada akıllarınızı hafife almaktadır. Mesela verdiği sözü yerine getiremeyeceğini bilmesine rağmen İçişleri Bakanı Sahara Hatun'un, "Gazetecilerin katillerinin 48 saat içerisinde tutuklanacağını" söylemesi gibi! Bütün herkesin bildiği bu gerçeklere rağmen hükümet, yasaların uygulanmasına ve güvenliğin korunmasına yönelik hiçbir otoriteye de sahip değildir.

Emperyalizmin hakimiyetinden ve yaşadığınız sıkıntıların sona ermesinden kurtulmanızın tek yolu, Hilafet Devleti'ni kurmaktır. İşte o zaman Allahu [Subhânehu ve Te'âla] sizlere, kurtuluş kapılarını açacaktır. Zira Hilafet Devleti, yoksulluk ve işsizlik gibi insanların karşı karşıya kaldığı uzun erimli sorunları çözecek, sanayi makineleri inşa edecek, ülke ekonomisini güçlendirecek, bu ülkenin küresel süper bir gücün dayanak noktası olması için çalışacak, güçlü ve gelişmiş bir askeri güç haline gelmesi için askerî bir kurum inşa edecek ve İslam ümmetini birleştirecektir.

وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُواْ وَاتَّقَواْ لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ وَلَـكِن كَذَّبُواْ فَأَخَذْنَاهُم بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ "O ülkelerin halkı iman edip ittika etselerdi üzerlerine semanın ve arzın bereketlerini yağdırırdık. Ancak yalanladılar ve bizde ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik." [Arâf 96]

Hizb-ut Tahrir liderliği altında Hilafet Devleti'ni kurmak için sizlerin, sessizliğinizi kırmanız ve Şeyha Hasina ile hükümetine karşı mücadele etmeniz gerekmektedir. O halde Bangladeş Halk Partisi'ne meyletmeyiniz. Zira o, aynı demokratik rejimin müttefiklerinin bir parçası olup bizzat Şeyha Hasina hükümeti gibi tamamen emperyalizme hizmet edecektir. Bu nedenle onların, büyük toplantılarına icabet etmeyiniz. Zira bu gösteriler, sizlerin kendi bayrakları altında toplandıklarınızı göstermek yoluyla kendilerini emperyalizme satma çabalarının bir aracından ibarettir. Nitekim Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

لا يُلدغ المؤمن من جحر واحد مرتين "Mümin bir delikten iki defa sokulmaz."

Ey Müslüman Subaylar!

Bizim söylediğimiz gerçeklere en çok vakıf olan sizlersiniz. Aynı şekilde sizler, Sınır Muhafızları katliamındaki komplo ve komplocuların gerçeklerini ifşa eden tek hizbin, Hizb-ut Tahrir olduğunu bildiğiniz gibi Hasina'nın, sizlere ve bu ülkeye karşı olan hıyanetini ifşa edenin de sadece Hizb-ut Tahrir olduğunu bilmektesiniz. Nitekim bizler, sorumluluğumuzu yerine getirdik, bu yolda fedakarlıklar gösterdik ve Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın yolundaki bu fedakarlığı göstermeye de devam edeceğiz. O halde sizler ne zaman Hasina'yı ortadan kaldırma ve Hilafet Devleti'ni kurmamız için bizlere nusret verme sorumluluğunuzu yerine getireceksiniz? Zira bunları yerine getirmek amacıyla sizleri harekete geçirecek binlerce neden bulunmaktadır. İşte bunlardan bazıları:

-İntikam duygunuz: Zira yarın, (25.02.2012). Sizler, kardeşlerinizi büyük bir hüzünle hatırlayacakken Hindistan Sınır Güvenlik Güçleri ise sizin katledilmenizin yıldönümünü kutlayacaklardır! Dolayısıyla Şeyha Hasina'nın, o düşmanlarla işbirliği yaparak kardeşlerinizin kanlarını akıtmasının yıldönümü bile intikam duygusunun kabarması için yeterlidir.

-Hasina'nın, sizleri müşrik bir komutana selam vermeye zorladığındaki aşağılanma duygusu: Dolayısıyla bu aşağılanmadan doğan öfke duygusu bile damarlardaki kanın kaynaması için yeterlidir.

-Kurumunuzun korunmasına olan acil ihtiyaç: Şüphesiz sizler, muhlis subaylardan kurtulmanın ve Amerika Birleşik Devletleri ile Hindistan'ın hakimiyetinin, askerî kurumunuz için ölümcül bir zarar olduğunun farkındasınız. Bu nedenle bunun, derhal durdurulması gerekmektedir.

-Rabbinize ve insanlara karşı olan sorumluluğunuz: Zira sizler, bu sefil yaşamdan kurtulmayı talep ederek çığlıklar atan ve gözyaşları döken bu ümmetin evlatlarısınız. Hatta onların çığlıkları kulaklarınıza kadar gelmektedir. Bu bile sizde, sessizce oturmak ve demokrasi saçmalığını seyretmek yerine bu rejimi yok etmek amacıyla güçlü bir motivasyon oluşturmalıdır. Zira Hasina ve Halide, insanların hayatını tahrip etmeye devam edeceklerdir. Tabi ortada tahrip edecek bir şey kalırsa!

-Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesi: Nitekim ümmetin şerefinin geri geleceği müjdelenmiştir. Zira Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: عِصَابَتَانِ مِنْ أُمَّتِي أَحْرَزَهُمْ اللَّهُ مِنْ النَّارِ عِصَابَةٌ تَغْزُو الْهِنْدَ وَعِصَابَةٌ تَكُونُ مَعَ عِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ عَلَيْهِ السَّلام "Ümmetimden iki gurubu Allah ateşten koruyacaktır. Birincisi: Hindistan ile savaşan gurup. İkincisi: Meryem Aleyhis's Selam'ın oğlu İsa'yla birlikte olan gurup." [Ahmed'in Müsnedinden] Dolayısıyla bu müjdenin, Müslüman bir ordu olmanız itibarıyla sizinle ilgili rolü net bir şekilde görmenizi sağlaması gerekmektedir. Dolayısıyla da tüm yapmanız gereken bu müjdenin gerçekleşmesinde sizlere liderlik edecek bir Halife'yi nasbetmektir.

-Allahu Subhânehu'nun vaadi: Zira Allahu [Subhânehu ve Te'âla], Müslümanlara Hilafet'in tekrar kurulacağını vaat etmiştir. Şayet ensarın yaptıklarını yaparsanız sizlerde ensarlar gibi olacaksınız. O halde Hasina'yı kaldırıp atın ve Hizb-ut Tahrir'e nusret verin ki Hilafet Devleti'ni kurabilelim. Zira Allahuteala, şöyle buyurmuştur:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْناً يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئاً وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُون "Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halife kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halife kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam'ı) yeryüzünde hakim kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını güvene çevireceğini vaadetti. Zira onlar yalnız Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Her kim de bundan sonra inkar ederse işte onlar fasıkların ta kendileridir." [en-Nûr 55]

Devamını oku...

Uluslararası ''Kadın Konferansı'' Gerçekleşti

  • Kategori Dava Haberleri
  •   |  

Müslüman Kadınlar Hilafet İstediler...

Hizb-ut Tahrir Tunus'ta Uluslararası Kadınlar Konferansını Tüm ülkelerden konuşmacılar, takipçiler ve medyanın da yoğun katılımı ile 10 Mart 2012 Cumartesi günü gerçekleştirdi.

Konferansta müslüman kadının durumu ile ilgili ve İslam'ın kadına yüklediği değer ile ilgili bir sinevizyon filmi gösterildi.

Programda Hizb ut Tahrir Emiri Usûl-ul Fıkıh Âlimi Şeyh Atâ Ebu’r Raştâ'nın bir konuşması yayınlandı. Endonezya'dan, Fas'a, Avrupa'dan, Afrika'ya kadar bir çok ülkeden kadınların katıldığı konferansta birçok ülkeden gelen konuşmacılar sunumlarını yaptılar.

Genel olarak konuşmacıların tümünün vurguladığı noktalar şunlar oldu:

Kapitalizmin egemenliğinden bu güne Onlarca yıl İslam dünyasındaki kadınlar, nerede olursa olsunlar; yozlaşmış, baskıcı rejimlerin, işlevsiz ekonomilerin ve beceriksiz hükümetlerin zulmüne, hakaretlerine ve yoksulluğa maruz kalmışlardır. Müslüman kadınların sahip oldukları haklar ellerinden alınırken var olan yönetimler tüm bunları görmezden gelmiştir. Monarşiler, teokrasiler, laik demokrasiler veya diktatörlükler - son seksen yılda hiç bir yönetim şekli kadının hak ettiği saygıyı ve kadın haklarını güvence altına almayı başaramadı. Bölgedeki kadınlar için gerçek bir değişimi sağlamak; ve herkes için onur, adalet ve refah dolu bir gelecek kurmak için ancak yeniden islami bir hayatın başlatılması ve Hilafet'in ikame edilmesi gerekir. Dünyaya yeni bir siyasi vizyon gerekmektedir.

Basının da yoğun ilgi gösterdiği Konferans akşamın geç saatlerine kadar devam etti. Konferans ta Konuşmacıların sunumları sırasında Müslüman kadın ve Annenin son yüzyılda karşılaştığı maduriyetler anlatılırken duygulu anlar da yaşandı. Programda konuşmacıların sununmları sırasında sık sık tekbir ve tevhid siloganları ve "Ümmetin kadınları Hilafet İstiyor" sloganları atıldı. yemek ve Namaz için verilen ara bölümlerde her ülkeden gelen katılımcılar ile röportajların da yapıldığı Konferansda ayrıca bir basın açıklaması toplantısı düzenlendi.

Türkiyeden katılan katılımcı hanımlar ile yapılan röportaj için tıklayın

Konferans Sinevizyon ve Giriş Konuşmaları için tıklayın

Devamını oku...

Suriye'nin Dostları Konferansı, Şam Ülkelerindeki Halkımıza Düşman Olan ve Suriye Ayaklanmasını Sarmalayan Bir Konferanstır

  • Kategori Tunus
  •   |  

Hükümet içerisindeki İslam Partisi mensubu Tunus Dışişleri Bakanı, bir süredir Kahire'deki Arap Dışişleri Bakanları toplantısının açılış oturumunun arifesinde, 24 Şubat 2012 günü Tunus'ta, Arap Birliği ve Avrupa Birliği'ne üye devletlerin Dışişleri Bakanları, İslam Konferansı Örgütü ile başta Amerika olmak üzere bir dizi sömürgeci devletlerden oluşan uluslararası Suriye'nin Dostları Konferansı'nın yapılması çağrısında bulunmuştur. Nitekim bakan, çağrıya karşı çıkmak ve konferansı boykot etmek için bir araya gelen Rusya ve Çin'den her birini de özel davette bulunmuştur.

Bu çağrı; Arap Dışişleri Bakanlarının, Suriye'deki Arap gözlemcilerin görevinin sona erdirilmesi, Güvenlik Konseyi'ne uluslararası barış koruma gücü göndermesi çağrısında bulunulmasının yanı sıra Suriye rejimine ağır ekonomik yaptırımların uygulanması ve Şam ile diplomatik ilişki şekillerinin durdurulması çağrısında bulunulması kapsamındaki kararın meşruluğunu tartışmalarının ardından gerçekleşmiştir.

Bu ciddi olay karşısında genelde ümmete özelde ise Tunus ve Suriye halkına aşağıdaki hususları açıklarız:

Birincisi: Ümmetin evlatlarından aklı başında olan yada tagut yöneticilere karşı ayaklanmasının gidişatını takip eden birinin, hala ellerinde Irak ve Afganistan'daki Müslümanların kan lekeleri bulunan küfrün başı Amerika'nın, Suriye'deki kardeşlerimizi korumak için çalıştığına yada onların meselelerini önemsediğine inanması düşünülemez. Zira Yahudi varlığının yanı başındaki tagut Beşar rejimine karşı Suriye halkının kükremesi netlik kazanınca Amerika'nın eli ayağı tutuşmuş, bütün dikkatini Suriye dosyasını ele geçirmeye vermiş ve Beşar ile ordusunu açık gizli desteklemesinin ardından da Suriye halkını destekler gibi görünmeye başlamıştır.

İkincisi: Sömürgeci büyük devletler bugün, tutumlarında ihtilaf etseler de ayaklanma kıvılcımının başlamasından bu yana Şam'daki halkımıza karşı komplo kurmada ortak hareket edip kendi projelerine hizmet eden bu bölgedeki çıkarlarını araştırmanın dışında da bir araya gelmemektedirler. Dahası Beşar tagutunun tanklarının ve zırhlı araçlarının ağırlığı altında sabah akşam can veren Müslüman masumların çığlıklarını da hiç önemsememektedirler.

Üçüncüsü: Güvenlik Konseyi olarak adlandırılan terörist Konsey ile Arap Ligi olarak adlandırılan Arap Birliği, Suriye'deki durumun uluslararasılaşmasını önler gibi görünüp onu aylar boyunca ayrıcalıklı Arap meselesi haline getirmek, ardından bu zorba rejime uluslararası müdahaleyi talep edinceye kadar halkını yok etmesi için daha çok zaman ve kafir Batı'ya sığınma hakkı vermek bağlamındaki kritik kararların alınmasını yavaşlatmak yoluyla Suriye halkına komplo kuran araçlarından öte bir şey değildirler. Böylece Batı, kurtuluş cephesi olarak ülkemize girmiş olacaktır.

Dördüncüsü: Devlet Başkanı dünyanın en üst düzey Siyonistlerinden birine kucak açan ve Allah Azze ve Celle'nin: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ "Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları, sevgi göstererek dost edinmeyin!" [el-Mumtehine 1] kavlini unutarak onun gelişinden dolayı sevinçle boynuna sarılan Tunus hükümeti, kendi hakkında hiçbir şeye sahip değildir. Onun bu husustaki durumu, -her ne kadar bazı yeni başkanları halkın yada ümmetin ayaklanmasına öncülük edenlerden olduklarını iddia etseler de- şimdiye kadar Batı politikasının yörüngesinde dönen diğer İslam dünyasındaki hükümetlerin durumu gibidir. Şimdi biz bugün Tunus'un, sömürgeci Batılı devletler tarafından halkların ayaklanmalarının sarmalanmasına nasıl da öpücükler gönderir bir hale geldiğini görmekteyiz.

Beşincisi: Her nerede ve her kim olurlarsa olsunlar zulme ve zalimlere karşı İslam ümmetinden olan halkların ayaklanmalarının akışının tamamlanması ve Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın indirdiklerinden başkasıyla olan yönetimin zulmünün ortadan kalkması, komplo kurmada ve devrimi sarmalamada ortak hareket eden Güvenlik Konseyi ile Avrupa Birliği'nin kararlarına boyun eğmekle olmayacağı gibi ajan Geçiş Konseyi'ni desteklemek yoluyla planlarının hayata geçmesi için Batılı efendilerine yardım eden Arap Birliği'nin kararlarına boyun eğmekle de olmayacaktır... Dolayısıyla başta Suriye ayaklanması olmak üzere bu ayaklanmaların tamamlanması, tarihin ve ümmetin akışının aksi yönünde olmayacaktır. Bilakis Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in: ... ألا إن عقر دار المؤمنين بالشام "Dikkat edin! Müminlerin dârının merkezi Şam olacaktır" hadisinden esinlenerek güçlenen ve devam eden bu ayaklanmanın hedefleri gerçekleşecektir. Ay şekilde ayaklanmanın evlatları da; Batı ve ülkelerindeki ajanlarına karşı gösterdikleri sebatlarında ve mücadelelerinde Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya ve resulu [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e olan güvenlerinden esinlenmişlerdir. Zira Sallallahu Aleyhi ve Selem şöyle buyurmuştur: فَإنَّ اللَّهَ قَدْ تَكَفَّلَ لِي بِالشَّامِ وَأَهْلِهِ "Şüphesiz Allah beni, Şam ve halkına kefil kılmıştır."

Ey Müslümanlar!

Cadı Hillary Clinton'un denetlediği bu iğrenç konferans, halkların gözlerine kum serpmekten ve yöneticilerin cürümlerini, ümmet ile evlatlarına karşı hıyanetlerini ve Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şu kavline icabet etmemelerini gizlemekten öte bir şey değildir. Zira Allahuteala, şöyle buyurmuştur: وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ "Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, onlara yardım etmek üzerine borçtur.[el-Enfâl 72] Aksi taktirde Şam halkına yardım etmek ve her gün tertemiz toprakların üzerine dökülen kanların akmasını durdurmak için kışlalarında konuşlanmış orduları gönderirlerdi. Gerçekten onlarda azıcık gurur yada yiğitlik olsaydı bunu yaparlardı. Ancak onlar da halklarını saptırmaya devam edenler gibi buna karşı çıktılar.

Ey Müslümanlar!

İşte Hizb-ut Tahrir, sizin aranızda olup İslam dünyasının muhtelif ülkelerinde sizinle birlikte çalışmakta ve sizlere, Rabbinizin farzını ve Nebiniz [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in Nübüvvet Minhacı Üzere İkinci Raşidi Hilafet olan müjdesini hatırlatmaktadır. Böylece İslam ülkelerindeki zorba hükümdarlık rejimlerine karşı olan ayaklanmanız taçlanacak ve Nebi Aleyhi Efdalu's Salatu ve's Selamu'nun bizlere haber verdiği üzere İslam Dârı'nın merkezi Şam olacaktır. Dahası azim İslam ideolojisi esası üzerine birlik olacak ve onun nizamıyla yaşama hedefimiz yeniden başlayacaktır. Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'dan, bize bunu gerçekleştirmeyi nasip etmesini diliyoruz. Sana, bu ne zaman diye sorarlar. Deki; umulur ki çok yakındır. O halde Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın indirdiklerinden başkasıyla olan yönetimin zulmünü pekiştiren beşerî anayasaları kaldırıp atmak ve bu komplolar ile sarmalamalara son verecek olan İslamî Anayasa yoluyla Rabbul Beriyye'nin şeriatını hakim kılmak için çalışınız ve aranızdan, hem tercih ettiğiniz hem de bu emanetin yükünü taşımanızı sağlayacak olan birini seçiniz. Böylece dünyada ve ahirette kurtuluşa erenlerden olursunuz.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması -

Irak ekonomisi, anlamsız savaşlar ile hem Irak'a hem de diğer Müslüman ülkelere tatbik edilen kapitalist rejimin ifsatları yüzünden halkına isabet eden felaketlere rağmen başta petrol olmak üzere Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın bahşettiği birçok zenginliklerden dolayı para gücü ve bolluğu ile karakterize olmuştur... Ancak halkının geneli fakir olarak yaşamakta olup onurlu bir hayatı ve ekonomik refahı düşlemektedirler. Nitekim hükümetin, halkının sıkıntılarını hafifletmeye ve sözde konut krizini çözmeye dönük çalışması kapsamında aşağıdaki talimatlarla ilişkili 2011 yılına ait (32) sayılı Irak Konut Fonu yasası yürürlüğe girmiştir:

1- %2 oranında idarî yükümlülük ücreti ödenecek.

2- Borçludan, yaşamının sigortalanması karşılığında belirli oranda bir meblağ alınacak, bu hususta lisanslı Irak sigorta şirketlerinden biriyle anlaşacak ve kendisinden on beş (15) yıl olan kredi müddeti boyunca aylık kesinti yapılacaktır. Nitekim sigorta akdinin, borçluya başvurulmaksızın zorla uygulandığı da bilinmektedir!

3- Beş bin (5000) dinar kredi formu bedeli alınacak.

4- Borçludan, her bir keşifte (yüz bin dinar) tutarında olan keşif ve tahmin ücretleri alınacak ve bu miktarlar, fondaki işçiler ile emlak kayıt (tapu) ofisine dağıtılacaktır.

5- Borçlunun, ödemesini otuz günden fazla geciktirmesi halinde prim bedeline %5 oranında gecikme para cezası eklenecek ve ödeme yapılmamasının tekrarı halinde ise para cezası her üç ayda bir ikiye katlanacaktır.

6- Borçlu, ister geciktirmeyi sürdürsün isterse sürdürmesin gecikme süresinin yirmi dört (24) aya ulaşması halinde Fon yönetiminin, yasaya göre konutu açık artırma ile satma hakkına sahip olmasının yanı sıra borçlunun daha önce ödediği primlerin hiç birini geri ödememekle birlikte satış sürecinden kaynaklanan ücret ve giderleri de borçluya yüklediği gibi bu süre boyuncaki konut işgal bedelini de hesaplayacaktır.

Ey Müslümanlar!

Bu yasanın içeriğini inceleyen bir kişi, merhamet kokusunu hissedemeyecek bilakis kapitalizmin açgözlülüğünün iğrençliğini görecektir. Bu ise; hükümetin sermayesini artırmak için idarî yükümlülükler adlandırmaları adı altında yüksek faiz yoluyla yapıldığı gibi küçüklüklerinde onlar için çalışan, büyüdüklerinde onlara öğreten, hayatında onlar için kazanan, öldükten sonra da onlara bağışlayan bir babanın evladına gösterdiği merhameti gibi yetimlere vasiyet eden, miskinleri koruyan, onların küçüklerini terbiye eden, büyüklerinin ihtiyacını gideren.. ve onları faize muhtaç etmeyen adil bir imamı -yöneticiyi- farz kılan Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın metodundan uzaklaştırmanın boyutunu artırmak yoluyla yapılmaktadır. Ki zaten  Allah [Subhânehu ve Te'alâ] kitabında faizi haram kılmıştır:

وَأَحَلَّ اللَّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا "Allah alış-verişi helal, ribâyı (faizi) haram kılmıştır." [el-Bakara 275]

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَذَرُواْ مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبَا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ(278) فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ فَأْذَنُواْ بِحَرْبٍ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ "Ey iman edenler! Allah'a ittika edin ve ribadan (faizden) geri kalan (alacaklarınızı) derhal bırakın, eğer gerçekten müminler iseniz! Eğer bunu yapmazsanız Allah ve resulünden (faizcilere karşı) açılmış bir savaştan haberiniz olsun." [el-Bakara 278-279]

Aynı şekilde kerim Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]: آكل الربا ومؤكله وكاتبه وشاهديه "Faizi yiyene, yedirene, onu yazana ve şahitlik edene" lanet etmiş ve şöyle buyurmuştur: هم سواء "Bunların hepsi eşittir." Yani günahta eşittirler... Dolayısıyla batıl otoritelerin vaizlerinin, sözde zaruret bahanesiyle verdikleri fetvalar nerede, bu nerede?! Zira onlar, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şeriatına düşman olan yöneticiyi razı etmek için Allahu Subhânehu'nun haram kıldığını helal kılmak amacıyla şeri ilimlere yalan ve iftira atmaktalar, onun yerine küfür şeriatı ve kapitalist dinini getirmekteler ve Müslüman Irak halkını yönetmek için küfür şeriatı ve kapitalist dinini kuvvet ve baskı yoluyla dayatanları razı etmek için çalışmaktadırlar.

Ey Müslümanlar!

Rabbinizin haram kıldığını yiyerek, O'nun emirlerine isyan ederek ve O'nun haram kıldıklarını işleyerek nasıl kendinizi rahat hissedebiliyorsunuz? Halbuki O, sizi Müslümanlar olarak isimlendirmiş, sizin için adaletin ve rahmetin olduğu mütekâmil bir şeriat seçmiştir. Ayrıca bu şeriatın yöneticileri, sizleri Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın hükümleriyle yönetecek ve birbirinizi seven kardeşler olarak yaşamanız için yiyecek, mesken, öğretim, sağlık ve güvenlik gibi temel ihtiyaçlarınızı da garantileyecektir... Dolayısıyla tek kurtuluş, muhlislerle birlikte çalışmakta ve inanların kusurlarını açığa çıkaran dahası sahipleri, kendilerinin devrilmesine çağrıda bulunan -Batı ülkelerinde- geceleyen zalim rejimlerin üzerinden ellerinizi çekmektedir... O halde haydi gelin, dünya ve ahiret saadetimizin gerçekleşmesi için muhlis yöneticileri ve alimleri talep edelim. Bu ise ancak Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet Devleti'ni Kurarak İslamî Hayatı yeniden başlatmak için çalışmakla mümkündür.

مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ "Erkek yada kadın olsun her kim mümin olarak iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve ecirlerini, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz." [Nahl 97]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Somali, Batı'nın Sömürgeci Müdahalelerini Artırmasına Değil Aslî Çözümlere Muhtaçtır

Somali'yle ilgili yapılan Londra Konferansı, geçen yirmi yıl boyunca süren başarısızlıklarının ardından Somali'ye yabancı sömürgeci çözümleri dayatmaya dönük başka bir girişim anlamına gelmektedir. Halbuki Somali, sadece İslam vasıtasıyla yeni bir gelecek ve istikrarlı bir hayat inşa etmeyi ümit etmektedir. Tabi ki üzerindeki zulüm ve kölelikten kurtulabilirse.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere Medya Temsilcisi Taci Mustafa, bugün, konferansla ilgili şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur: "İngiltere hükümeti, "İngiltere için bir terör" tehdidi temsil ettiği bahanesini haklı çıkarmak için açılan savaşın paramparça ettiği fakir İslam ülkesinde istikrarı gerçekleştirmeyi amaçlayan Lancaster House'daki konferansa sadece iki yıldan beri ev sahipliği yapmaktadır. Bu Londra Konferansı, Afganistan çerçevesinde de yapılmıştı. Buna rağmen Batı müdahalesi hala ölüm getirmekte olup bu güne kadar da Afganistan'da istikrarı sağlayabilmiş değildir. İngiltere bugün bir kez daha Londra'nın ev sahipliğini yaptığı Somali'yle ilgili konferansta Somali'ye "istikrarı" getirmek üzere yardım etmeye hazırlanmaktadır. "

"Konferansta, Somali'de istikrarı sağlamak için devam eden dış müdahalelerin yıkıcı yöntemi hakkında hiçbir şey söylenmeyecektir. Nitekim 2007'den bu yana Somali'ye yirmiye varan Amerikan saldırısı olduğu gibi bir felaket olan " Umut Yenileme Operasyonunun" yapılmasının yanı sıra 2006'da da on yıllardan beri ilk defa Somali'de barış ve istikrar dönemini gerçekleştiren İslam Mahkemeleri Birliği'ne Amerika ile İngiltere'nin desteklediği Etiyopya saldırısı gerçekleşmiştir."

"Amerika ve İngiltere hükümetleri, Müslümanların ölmesine ve katledilmesine yol açan yabancı işgali desteklemek yoluyla Somali'yi istikrarsızlaştırmak için yardımlaşmaktadırlar. Çünkü bu hükümetler, hem Somali'nin önemli deniz yollarını denetleyen, henüz işlenmemiş kaynaklara sahip olmakla birlikte Afrika'nın en uzun ikinci sahil şeridine de sahip olan stratejik bir konuma sahip bir ülke olarak devam etmesini hem de kendi hakimiyetleri dışında kalmasını kabul etmemektedirler."

"Kapitalist devlet olmaları vasfıyla Amerika ile İngiltere'nin gelişmekte olan (üçüncü) dünya ülkelerindeki ortak çıkarları, İngiliz İmparatorluğu günlerinde olduğu gibi doğrudan askerî müdahalelerin kullanılması da dahil ekonomik ve siyasî kazanımlar adı altında bölge halklarına boyun eğdirmektir."

"Geçen yirmi yıl boyunca, Batılı başkentler tarafından Somali'ye dayatılan bütün çözüm girişimleri başarısız olmuştur. Dolayısıyla İnsanlar, maddî çıkarından önce insanların maslahatlarını düşünen İslam Devleti'ni kurmadıkları sürece bölgenin Batı sömürgeciliğinden kurtulması imkansızdır. Tarihî açıdan olana gelince; bölgedeki bütün etnik guruplar için istikrarı ve barışı sağlayacak ve insanları yoksulluk ve zulümden kurtaracak olan sadece İslam Nizamı'dır. Bugün İslam dünyası, yirminci yüz yılla karakterize olmuş Batılı sömürgecilerin bekçiliğini yapan tagutlara ve despotlara karşı gerçek tarihî bir ayaklanma yapmaktadır. Bugünkü konferans ise İslam dünyasındaki hakimiyetini korumaya çalışan İngiltere için umutsuz başka bir örnek olacaktır. Somali'deki bütün kardeşlerimizi ve bacılarımızı, bu girişimleri reddetmeye davet ettiğimiz gibi gerçek muhasebeye boyun eğecek bir hükümet ile bölgenin servetlerini insanlara geri iade edecek olan bir sistemi getirecek ve Afrika Boynuzu'nu gelişim ve refah yolunda ilerletecek olan İslamî Hilafetî kurmak için çalışmaya da davet ediyoruz."

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey Gururlu Şam Halkımız... Sabrediniz, Sebat Gösteriniz ve Hilafet'e Kadar Ayaklanmanızı Beyan Ediniz Zira Rezil ve Utanç Verici Birlik, Katil Beşar'ın Ortağıdır Ne Kadar da Kötü Davranıyorlar

Ey Şam halkı ve ey Allah'ın yoluna bağlanan halk, Allah için cömert davrandınız. Zira tagut ve zebanilerine karşı dayanmada ve sebat etmede örneklerin en güzelini gösterdiniz. Şüphesiz Allah, sizlere nusret verecek ve kafirler ile avenelerini de rezil edecektir. Bizler, Kenane topraklarından sizleri destekliyor, çevrenizde dönüyor ve sizlere Rabb-ul İzze'nin şu kavliyle sesleniyoruz: إِنَّ اللَّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنْفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ بِأَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ "Muhakkak ki Allah, müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır." [et-Tevbe 111] Aha şimdi sizler, Allah yolunda canlarınızı feda etmektesiniz. O halde Allah'ın dışındaki birine meyletmeyiniz. Zira O, nusretiyle sizleri destekleyecek, kafirleri rezil edecek ve mümin kavmin göğsüne şifa verecektir.

Hizb-ut Tahrir / Mısır Vilayeti olarak bizler, kafir Batı'yı razı etmek amacıyla katliamını artırması için Beşar'a mühlet veren ve "rezil ve utanç verici bir birlik olan" Arap Birliğine yönelerek ona dayananlara ve hiç utanmadan Suriye'deki kanların akmasını seyreden dünyaya da deriz ki:

"Kehanetinizde hüsrana uğrayacaksınız. Zira çocukları, kadınları ve yaşlıları katletmede daha da ileri gitmesi için Beşar'a verdiğiniz mühlet hiçbir fayda sağlamayacak ve selefleri Bin Ali, Mübarek ve Kaddafi gibi bu tagutta devrilecektir.

Ümmet, hiçbir zaman size umut bağlamamıştır. Bize söyleyin Allah aşkına! Ne zaman meselelerinizden tek birini dahi çözebildiniz? Ne zaman kararlarınızın kayda değer bir etkisi oldu? Filistin'e, tavizden başka bir şey verebildiniz mi? Zira Filistin'i helak edip ucuz bir şekilde Yahudilere teslim etmediniz mi?!!! Dahası Filistin ve Lübnan'da Yahudilerin katlettiği kadınlara, çocuklara ve yaşlılara yada Irak'ta Amerikalı ve İngilizlerin katlettiklerine bir şey yapabildiniz mi? Libya ve Yemen'de, size kurulan komplolardan başka bir rolünüz var mı?

Suriye'de meydana gelenlere karşı aylarca sessiz kalmanızın ardından bir arpa boyu kadar bile yol alamadınız. Zira gözlemcilerinizi gönderdiniz, ardından onları hayal kırıklığı ve başarısızlık kuyruklarında sürüklenmeye ittiniz ve bugün de Arap Birliği Barışı Koruma Gücünden bahsediyorsunuz. Koruyacağınız bu barış, hangi barış acaba?! Hem kendinizi hem de sizinle birlikte yürüyenleri hayal kırıklığına uğrattınız. Bizler, sizin hakkınızda hüsnü zan beslemiyor ve sizleri kamuya havale ediyoruz. Zira sizler, İslamî Hilafet'i kurarak İslamî hayatın yeniden başlaması için çalışmayı engellemek amacıyla ümmete karşı açtıkları savaşta ümmetin düşmanlarıyla ortak oldunuz. Ancak şahitlerin şahitlik edeceği o günde Rabbinizin hesabından kurtulamayacaksınız. Ayrıca ümmet, küfür beldelerinde efendilerinize hizmet eder bir şekilde kendisiyle oynamanıza izin vermeyecek bilakis sizleri tarihin çöplüğüne kaldırıp atacaktır. "

إِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ ءَامَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الأَشْهَادُ "Muhakkak ki resullerimize ve iman edenlere hem bu dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) kalkacakları günde nusret vereceğiz. [Ğâfir/Mu'min 51]

Devamını oku...

Arap Ülkelerine Demokrasi ve Laiklik Taşımak, Sözde Baharı Kara Kışa Çevirmektir!

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Devrim sonrası Tunus Meclisi'nde konuşan ilk Cumhurbaşkanı sıfatıyla Abdullah Gül, Tunus kamuoyuna hitabının neredeyse her cümlesinde "demokrasi" vurgusu yapmaktan kendini alamadı. Daha önce Başbakan Erdoğan'ın Mısır ve Libya ziyaretinde tepkiyle karşılanan "laiklik" vurgusu gibi Cumhurbaşkanı'nın bu ısrarı da Müslümanlar nezdinde beyhudedir. "Tunuslu genç ve aydınların kıvılcımını yaktığı bu devrim de, Batı Avrupa ve Amerika'da cereyan eden birinci demokrasi dalgası, 1989'dan sonra Doğu Avrupa ve Latin Amerika'da yaşanan ikinci demokrasi dalgası gibi tarihteki yerini alacaktır" diyen Cumhurbaşkanı Gül'ü azimli bir demokrasi taşeronu haline getiren faktör nedir acaba?

Üstelik Cumhurbaşkanı Gül, Arap Baharı'nı Avrupa'daki devrimlere benzeterek Arap alemindeki gelişmeleri doğru okuyamadığını da göstermiş oldu. Asıl dehşete düşüren analizi ise şu sözlerinde saklıydı: "Heyecan duyuyorum; çünkü bu Meclis bölgemizde her türlü bedeli ödemek pahasına büyük bir özgürlük, hak, adalet ve onur mücadelesi veren tüm kardeş halkların yüzünü çevirdikleri bir demokrasi mabedidir." Herkesçe malumdur ki mabed tapınma yeri demektir. Müslümanların mabedleri de bellidir ve Allah Subhânehu'ya ibadet ettikleri yerlerdir. Tunus bir mabed ise, tapınılan mabud ne olmaktadır? Tunus küfrün mabedi değil, asırlarca Hilâfet'in gölgesinde ilmi ve takvasıyla meşhur olmuş İslami bir beldedir.

Cumhurbaşkanı Gül yine, Tunus'taki demokratikleşme sürecinin, halen devam eden Mısır, Libya, Yemen ve Suriye'ye, hatta tüm Araplara, tüm Müslümanlara, tüm insanlara ilham kaynağı olacağını iddia ederek bu ülkelerde insanların derdinin hiçbir zaman demokrasi olmadığını, Irak ve Afganistan'da görüldüğü gibi zorla da dayatılamadığını, aksine yalnızca İslam'ı arzuladıklarını görememiştir. Nitekim Tunus ve Mısır'da iktidara gelenler, sırf İslami kimliklerinden dolayı halktan oldukça yüksek oylar almışlardır. Aynı durum Cumhurbaşkanı'nın partisi AKP için de geçerlidir. Üstelik Cumhurbaşkanı, demokrasiyi seçimlerle eşdeğer tutarak dar ve soyut bir tanımla ele almış, bu küfür nizamını İslam'la bağdaştırma gafletine düşmüş, Tunus'taki yeni anayasa çalışmalarını da bu çerçevede değerlendirmiştir.

Demokrasi, insan-yapımı kanunlarla insanları yönetme nizamıdır. Küresel çapta kanun koyan/dayatan sömürgeci Batılı devletler olduğuna göre, bugün demokrasiyi savunmak sömürgeciliği savunmakla eşdeğerdir. Siyasi yönden böyledir. İslami yönden ise şöyledir: İslam, insanların kula kulluktan Allah'a kulluğa yükseltilmesini emreder, bunun için kendisine özgü hayatın tüm alanlarını kuşatan hükümler, kanunlar ve çözümler koyar.

Şu halde Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın Kur'an ve Sünnet'te apaçık ortaya koyduğu İslami İdeoloji Kıyâmete kadar varlığını sürdüreceğine göre, geçerliliğini ve her çağda insan fıtratına uygun, aklını ikna eden ve kalbine güven veren vasfını koruyacağına göre, bundan yüz çevirip başka hükümler, kanunlar, çözümler aramak her Müslümana haramdır. Sömürgecilik ise nüfuzu ve yol açtığı küresel felaket açısından bakıldığında da tek kelimeyle insanlık dışıdır. Buna rağmen Cumhurbaşkanı Gül, çok daha ileri gidip "İslam ile demokrasi, bölgenin sosyo-kültürel dokusu ile modernite bağdaşmaz" sözünün oryantalist bir hurafe olduğunu söyleyerek sadece demokrasiye dar bir bakışla bakmakla kalmayıp İslam'a da kör bir gözle baktığını göstermiştir. İslam ile demokrasinin bağdaşabileceğini söyleyen akıl sahibi bir kimse art niyetli değilse, ya İslam'ı tanımıyordur, ya demokrasiyi tanımıyordur, ya da ikisinden de bîhaberdir.

Afganistan ve Irak'ı işgal edip oraları harabeye çevirerek Müslümanlara zorla demokrasi dayatamayacağını gören Sömürgeci Kafirler, başarısız kaldıkları bu sopa politikasını, taşeron yöneticiler eliyle yeni tür bir havuç politikasına çevirmişlerdir. Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan bu politikaya hizmet etmek, Arap baharını kışa çevirmek, Müslümanların zillet ve hezimet sürecini daha da uzatmak için mi Arap ülkelerine demokrasi ve laiklik taşıma işini yüklenmişlerdir? Bu yöneticiler Batı'ya kulak vereceklerine Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e kulak verseler ya!

مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللهِ وَاليَوْمِ الآخِرِ فَـــلْــيَقُـــلْ خَيْرًا اوْ لِيَصْمُتْ  "Her kim Allah'a ve Âhiret Günü'ne iman ediyorsa, ya hayrı (İslam'ı) konuşsun, ya da sussun!"

Devamını oku...

Gecenin Zifiri Karanlıklarından Sabahın Şafak Aydınlığına Çıkarken 3 Mart

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Genel olarak İslâm ile Küfür, özel olarak İslâm Âlemi ile Batı Dünyası arasındaki ideolojik çatışmanın bir aşaması olarak Osmanlı Hilâfet Devleti'nin yıkılması ile birlikte, Müslümanlar ölümcül bir yenilgiye ve on yıllar boyunca sürecek elîm bir ıstıraba uğratılmakla kalmıyor, dahası Batılı Kapitalist ideoloji tüm çirkefliği ve iğrençliği ile Sömürgeci küresel hâkimiyetini îlân etmiş oluyordu.

Avrupa'da, Amerika'da, Ortadoğu'da, Türkiye'de ve dünyanın neredeyse tüm bölgelerinde insanların mutsuz, huzursuz, halinden şikâyetçi olduğuna, ülkelerindeki yönetimlerden nefret ettiklerine şahit oluyoruz. Kapitalizmi lanetlediklerine, demokrasiyi benimsemediklerine, sözde büyüdüğü iddia edilen ekonominin refahını hissetmediklerine, geleceğe ilişkin ümitlerinin kırıldığına, toplumsal kaosların ve krizlerin acısını en yakınlarına kadar gördüklerine şahit oluyoruz.

Her tarafta insanlar ayaklanıyor, protesto gösterileri düzenliyor, sesini yükseltiyor, öfkesini ve acısını haykırıyor. Yazılı, işitsel ve görsel medya araçlarının zevahiri kurtarmak namına yürüttüğü toplum mühendisliği projelerine ve duyguları deşarj operasyonlarına artık kanmıyor. Bütün dünya, insan fıtratına aykırı, sahih akıldan mahrum, duygusunu yitirmiş devlet yapılarından kurtulmak istiyor artık.

Toplumların yaşadığı kaosa birkaç bildik örnek verelim: Adalet Bakanlığı tarafından açıklanan istatistiklere göre, Türkiye'de kadın cinayetlerinde 2002'den 2009'a kadar %1.400 oranında artış olmuştur. Türkiye'de her 4 çocuktan 1'i aile içi cinsel istismara uğramaktadır. 2000 yılı itibariyle Türkiye'de 25 yaşın üzerinde okuma yazma bilmeyen kişi sayısı 5 milyon 801 bin!

Komünist ideolojinin yıkılmasından sonra kendi başına kalan Kapitalist ideolojinin alternatifsiz olduğu, krizler sonucu tıkandığı durumlarda yine çözümü Kapitalizm içinde aramak gerektiği, toplumsal ve siyasal sorunların Kapitalist fikirler olan demokrasi, insan hakları, özgürlükler, liberal ekonomi gibi sözde değerlerin eksikliğinden kaynaklandığı vs... sürekli pompalanıyor.

Şu anda artık, gerçek anlamda ne bir devletlerarası düzen vardır, ne de böyle bir düzenin mevcut güçler tarafından kurulabileceğine dair bir emare vardır. Şimdiki durum, tek kelimeyle kaostur! Sayıca ve teçhizatça az bir direniş karşısında başarı kazanmaktan âciz kalan bir Amerika, parçalanmışlık ve ulus-devlet belâsından kurtulamamışlığın sonucu olarak bir türlü siyâsî-askerî bir birlik vasfı kazanamamış bir Avrupa ve bünyesindeki İngiltere ve Fransa, eski imparatorluk günlerinin özlemiyle kıvranan bir Rusya, Batılı şirketlerin istilası altında balon gibi şişen bir Çin... ne de bir başka güç, artık dünyayı düzene getiremez. Hepsi de sömürgeci olan bu devletlerden zulümleri ve eziyetleri kaldırmaları beklenemez. Suriye örneğinde açıkça görüldüğü gibi Birleşmiş Milletler'inden NATO'suna Arap Birliği'nden İslâm Konferansı Teşkilatı'na kadar... Sömürgeciliğin hizmetinde oldukları, mazluma karşı zâlimin tarafında bulundukları âşikâr olan tüm devletlerarası ve bölgesel kurumlara da hiçbir ümit bağlanamaz.

Dünyanın en kritik jeostratejik coğrafyasının kadîm sâkinleri ve sahipleri olan Müslümanlar, mahrum oldukları siyâsî liderliğe yine kavuştukları, yeniden ayağa kalktıkları, yeni bir çığır açtıkları an, hiç kuşkusuz insanlık Küfrün karanlıklardan İslâm'ın aydınlığa çıkacak, yepyeni bir dünya düzeninin temelleri atılacaktır.

Muhakkak ki İslam, hayatın tümünü kapsayan mükemmel çözümleriyle, tüm insanlığı küfrün karanlıklarından İslam'ın aydınlığına çıkaracak yegâne sahih ideolojidir. Hiçbir Müslüman bugün inkâr edemez. Müslümanların takıldığı nokta, günümüzde Kapitalist ideolojinin böylesine egemen, böylesine güçlü olduğu bir dünyada İslami ideolojinin yeni bir alternatif siyasi liderlik olarak ortaya çıkıp çıkamayacağı meselesidir. Yoksa İslam'ın eksiksiz, tastamam, kusursuz olduğu hususunda hiçbir sahih Müslümanın en ufak şüphesi yoktur.

Oysa hakikatte bu bir çelişkidir. Hem İslam'ın mükemmel olduğuna inanacağız, hem de bugün hayata hâkim olmaktan aciz kalacağına inanacağız. İşte bu çelişki, beraberinde Kapitalizm gibi İslam'a aykırı ideolojilere, demokrasi gibi fikirlere, uzlaşma gibi çözümlere teslim olma acziyetini doğurmuş, İslam Ümmeti'ni İslam'dan uzaklaştırıp İslam düşmanı sömürgecilerin kucağına sürüklemiştir. İşte bu acziyete, bu helake sürüklenişin kırılma noktalarından biri, Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'in ifadesiyle Müslümanların kalkanı olan Hilâfet'in zamanın sömürgeci süper güçlerinin projeleri doğrultusunda 3 Mart 1924 günü Türkiye'de kaldırılmasıdır.

İşte Hizb-ut Tahrir sizlere sesleniyor, Ey Müslümanlar!

İslam'ın izzet ve azametini yeniden kuşanması, Müslümanların yeniden kuvvet ve heybete kavuşması, İslam Ümmeti'nin yeniden "insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet" konumuna ulaşması, ancak ve sadece İslami hayatı yeniden başlatmak üzere Raşidi Hilâfet Devleti'nin yeniden kurulmasıyla mümkündür.

Irak ve Afganistan direnişleriyle yenilmez sanılan kâfir orduları perişan edip rezil bir hezimete uğratan, Arap baharıyla korku duvarlarını yıkan, devrilmez sanılan diktatörleri deviren, hiçbir kınayıcının kınamasından sakınmaksızın her yerde hak sözü haykıran İslam Ümmeti, Hilafet'i Allah'ın izniyle kurmaya ehil ve muktedir olduğunu göstermiştir. Tüm kara propaganda kampanyalarına, zalim rejimlerin katliamlarına, zorba demokrasilerin tutuklama ve sindirme operasyonlarına, ekonomik ilerleme adı altında aldatma çabalarına, medya araçlarının, sivil toplum kuruluşlarının ve kanaat önderlerinin sistem içi çözümlere teşvik eden saptırmalarına rağmen, Müslümanlar içerisinden geçtiğimiz bu zifiri gece karanlığını yırtacak şafağın aydınlık ışıltısını sabırsızlıkla beklemektedir. Ve Allah Subhânehu ve Tealâ şöyle buyurmuştur:

فَانتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ "Cürüm işleyenlerden mutlaka intikam almışızdır. Zaten mü'minlere nusret (zafer) vermek de üzerimize bir hak (borç) olmuştur." [er-Rûm 47]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER