Çarşamba, 26 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/17
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Otoriteler, Kuvvet Yoluyla Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nin Barışçıl Gösterisini Dağıttı

  • Kategori Sudan
  •   |  

بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمٰـــنِ الرَّحِيـــم

Kerim kardeşim;

Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuh,

Bu, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nin, 11 haziran 2011 cumartesi günü Silahlı Kuvvetlere bir muhtıra teslim etmek için ilan ettiği yürüyüş hakkında medyada geçen haberlerdir.

1- Otoriteler, Hizb-ut Tahrir'in Orduya Destek Vermesini Engelliyor:

(891) sayılı el-Ahbar Gazetesi, 12 haziran 2011 pazar günü, "Otoriteler, Hizb-ut Tahrir'in Orduya Destek Vermesini Engelliyor" başlıklı bir haber yazdı. Haber aşağıdaki şekilde geçmektedir:

Hartum: Umniyye Osman Salih:

Güvenlik otoriteleri, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nin, Silahlı Kuvvetleri'ne destek vermeye ve Sudan Halk Kurtuluşu ordusunun Ebiyi bölgesine saldırmasının akabinde Silahlı Kuvvetleri'nin Ebiyi bölgesine girmelerini desteklemeye çağıran barışçıl gösterisini engelledi. Otoriteler, orduya destek veren topluluğun üzerine göz yaşartıcı gaz sıktılar, parti merkezinde bulunanlardan bazılarını gözaltına aldılar ve buradan ayrılmalarını engellediler. Aynı zamanda hizb, güvenlik otoritelerinin Silahlı Kuvvetleri'ni destekleyen yürüyüşü durdurmalarını kınayarak otoritelere, yaşanan devrimlerden ders almaları gerektiğiyle ilgili bir uyarı mesajı yönelttiler. Ayrıca hizb, ordunun yanında yer aldığını açıklayarak ordudan, sömürgecilerin desteğiyle ayrıldığının söylediği Güney Sudan'ı yeniden eski haline döndürmesini talep etti, orduyu hastalığın ve belanın başı olarak nitelendirdiği Nifaşa Anlaşması'nı iptal etmeye çağırmasının yanı sıra kafir Batı'nın (gayri meşru çocuğu olarak) isimlendirdiği Güney devletçiğini de tanımamaya çağırdı.

Diğer taraftan Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Başkanı İbrahim Ebu Halil, (el-Ahbar'a) yaptığı açıklamasında, yürüyüşlerin barışçıl ve orduya destek vermek amacıyla olup bundan maksadın orduya nasihat etmek ve İslam'ın ikame edilmesi olduğunu söyledi. Otoritelerin, bu yürüyüşten korkmalarını hak sesten korkmalarına bağladı. Sözlü ifadesinde şuna dikkat çekti; birtakım otoriteler, bu yürüyüşü engellemek için onlara geldiler ancak onlar bunu kabul etmediler. Ve şöyle dedi: onlar, ilgili odaklara yazılı bir mesaj sundular ve onlarda şuna benzer bir cevap verdiler; kesinlikle başka bir yürüyüş yapmak için yeni bir belge sunmamalıdırlar. Ebu Halil, hükümeti zayıf olmakla damgaladı ve şöyle dedi: Hükümet, zorunlu olarak Ebiyi'ye girdi ve şu anda o, ordunun çekilmesi için tavizler vermekte ve işlerin bu şekilde gitmesi durumunda ordunun çekilmesini beklemektedir.

 

2- Polis, Hizb-ut Tahrir'in Gösterisini Engelliyor:

İbrahim Ebu Halil (Ahbar el-Yevm): Hedefimiz, Ebiyi de tefrite kaçmaması için orduya olan desteğimizi teyit etmektir:

(6000) sayılı Ahbar el-Yevm Gazetesi, 12 haziran 2011 pazar günü üçüncü sayfasında, "Polis, Hizb-ut Tahrir'in Gösterisini Engelliyor" başlıklı habere yer verdi. Haber, aşağıdaki şekilde geçmiştir:

 

Hartum: Et-Ticâni es-Seyyid-Fotoğraf, Mustafa Hüseyin:

Polisin, İslamî Hizb-ut Tahrir'in çağrıda bulunduğu gösteriyi dağıtmaya kalkıştığı sırada bazı politikacılar, Silahlı Kuvvetleri'ne destek gösterisinin harekete geçmesine karşı koyulmasını, hükümetin açıkladıkları ile vakıa zemininde uyguladıkları arasındaki açık çelişkinin bir kanıtı olarak gördüler.

Hizb-ut Tahrir'in Hartum'daki merkezi, Silahlı Kuvvetleri'ni destekleyen tutumunu ifade etmek için Genel Komutanlığa barışçıl bir gösteri yapmak yoluyla binlerce destekçilerinin, hizipli şebanın ve kadınların toplandığı en büyük gösteriye tanık olmuştur. Amerika ile Batı'yı kınayan ve orduyu Ebiyi'ye bağlı kalmaya çağıran sloganlar atarak yürüyüşte toplanan binlerce kişiye konuşmak için bekleyen Hizb-ut Tahrir'in Resmi Sözcüsü Üstad İbrahim Osman Ebu Halil, (Ahbar el-Yevm)'e, ortada kendisine daha önce bilgi verilmesine rağmen polisin gösteriyi engellemek için savunduğu nedenlerin açıklayıcı hiçbir tarafının olmadığı bir şaşkınlık vardır. Ebu Halil, daha şaşırtıcı olanın gösterinin orduyu desteklemeyi amaçladığını ve zaten hükümetin görüşlerini ifade etmeleri için birçok partilere izin verdiğini söyleyerek ekledi: Bütün amaçlarının, sabit durması, Ebiyi'ye bağlı kalması ve hiçbir düşmancıl hareketlere izin vermemesi amacıyla Silahlı Kuvvetlerine olan desteklerini teyit etmek olduğunu söyleyerek yürüyüşte toplananların, Sudan'daki mevcut krizin sebebi olarak Nifaşa Anlaşması'nı gördüklerine dikkat çekti.

Silahlı Kuvvetleri'nin Ebiyi'deki çabalarını ve Güney Kardufan'daki savaşını desteklemek amacıyla Hizb-ut Tahrir tarafından yapılan resmî davetle yürüyüşe katılan Misseriya Kabilesi liderlerinden biri olan Üstad Muhammed Abdullah Ved Ebuk, Ahbar el-Yevm'e şöyle konuştu: Bizler yaşananların, hükümetin bu krizle ilgili açıkladığı tutumuyla tutarlı olmadığına inanıyoruz. Ve şöyle dedi: içtenlikle vurgulamam gerekirse hükümet, güvenlik konseyi ile karşı karşıya gelmekten kaçındığı için ordunun, Ebiyi ve Güney Kardufan'dan çekilmesiyle ilgili iddialara cevap verdiğinde durumların patlamasına ve tüm Sudan'daki güvenlik durumunun çöküşüne dönük alanlar açacağını bilmelidir.

Bu bağlamda Hizb-ut Tahrir-Mahcub Abdulvahab şöyle dedi: Nifaşa protokollerinin hepsi, durumları patlatmaya dönük saatli bir bomba mesabesindedir ve sonunda amaç, hükümeti devirmek için çalışmaktır.

 

3- Hartum'daki İslamî Gösteri Dağıtılıyor:

Irak el-Hurr Radyosu, 11.06.2011 cumartesi günü aşağıdaki haberi aktardı:

Sudan polis güçleri, İslamî Hizb-ut Tahrir'in, Güney ve Kuzey arasındaki tartışmalı bölgelere daha fazla kuvvet gönderilmesini talep etmek amacıyla bugün, yani cumartesi günü düzenlediği gösteriyi dağıtmak için göz yaşartıcı gaz ve cop kullandılar.

Associated Press Haber Ajansı, Hizb-ut Tahrir Resmi Sözcüsü İbrahim Osman Ebu Halil'den şunu aktardı: Gösteriye, Ebiyi ve Güney Kardufan bölgelerine kuvvet gönderilmesiyle ilgili Hartum'un kararına olan desteği belirtmek amacıyla izinli çıkılmıştır. Ancak hizbin merkezinin önüne hizbin üyelerinden yaklaşık 5.000 kişinin toplanması üzerine yetkililer, aniden gösteriye izin verilmediğini açıkladılar.

 

4- Hizbin Şebabından Üçü Tutuklanırken Bazıları Serbest Bırakıldı. Polis, Hizb-ut Tahrir Şebanın Gösterisini Dağıtıyor:

(532) sayılı El-Ahram el-Yevm Gazetesi, 12 haziran 2011 pazar günü, ikinci sayfasında aşağıdaki haberi aktardı:

Hartum: el-Ahram el-Yevm:

(El-Ahram el-Yevm) kaynakları şunları söyledi: Polis dün cumartesi günü, Sudan'daki Hizb-ut Tahrir şebabının, Halk Kurtuluş Silahlı Güçlerinin Genel Komutanlığa ulaşmasından önce Ebiyi ve diğer bölgelerdeki ordunun gerekli olan tutumlarına destek vermek için Hartum'daki hizbin merkezinde düzenlediği gösteriyi dağıttı.

Kaynaklar, hizbin şebabının, gösterinin onaylanması amacıyla polise kabul talebi sunduklarını ancak polisin kesinlikle onları onaylamadığını ekleyerek, hizbin şebabından (3) kişinin tutuklandığına, bazılarının serbest bırakıldığına ve hizbin şebabından birinin yaralandığına dikkat çektiler.

 

5- Polis, Hizb-ut Tahrir'in Hartum'un Merkezindeki Gösterisini Dağıttı:

(1738) sayılı Son Dakika Gazetesi, 12 Haziran 2011 Pazar günü, üçüncü sayfasında aşağıdaki habere yer verdi:

Hartum: Umeyme: İsa

Polis dün, Hartum'daki hizbin merkezinden, ordunun Ebiyi bölgesinde kalmasını talep etmek, ona destek çağrısında bulunmak ve güvenlik konseyinin bölgeden kuvvetlerin tahliye edilmesi talebini kınamak amacıyla Silahlı Kuvvetleri Genel Komutanlığı'na gitmek için harekete geçen Hizb-ut Tahrir'in gösterisini dağıttı.

Hizbin Resmi Sözcüsü İbrahim Ebu Halil, polisin onlarca kadının ve çocuğun katıldığı yürüyüşe olan muamelesini eleştirdi ve otoritelerin, gösterinin seyrini güvence altına almak için sözlü bir tutum ortaya koyacaklarına polisin göstericilere göz yaşartıcı gaz ve sopa kullanmak yoluyla kuvvetle karşı koymasının onları hayrete düşürdüğüne dikkat çekerek polisin, göstericilerden birçoğunu gözaltına aldığını da ekledi.

Ebu Halil, hükümete eleştiriler yönelterek şöyle dedi: (Biz onları desteklemek için geldik, onlar bizi çukurlara atarak karşıladılar). Hizb, "Şehitlerin Kanlarıyla Sulanmış Sudan-Ebiyi'nin Ordusuna" başlıklı beyanında, bu hususta tefrite kaçmanın, buranın bölünmesinin yada Afrikalı veya Uluslararası veya benzeri güçlere teslim edilmesinin caiz olmadığını ve bunun şeran batıl olduğunu söylemiştir.

Ayrıca beyan, Ebiyi krizini ortaya çıkarının Nifaşa Anlaşması olduğuna dikkat çekmiş, hastalığın ve belanın başı olması vasfıyla bu anlaşmanın iptal edilmesini ve Batının gayri meşru çocuğu olarak nitelendirdiği Güney devletçiğinin tanınmamasını talep etmiştir.

Aynı bağlamda polis kuvvetleri resmi sözcüsü amir Ahmed İmam et-Tihami, (Son Dakika)'ya şöyle dedi: Yürüyüşlerin onaylanması, siyasi odakların sorumluluğundadır. Polisin görevi, yürüyüş esnasındaki güvenliği korumaktır. Ve şöyle dedi: Onayın tamamlanması, ilgili odaklarla yapılan çalışmanın ve mevcut durumun okunmasının üzerine tamamlanmaktadır.

 

6- Otoriteler, Hizb-ut Tahrir'in Yürüyüşünü Engelliyor:

(362) sayılı eş-Şahid Gazetesi, ilk sayfasında aşağıdakileri aktardı:

Hartum: eş-Şahid:

Otoriteler dün, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nin, Sudan'ın toprak bütünlüğünü savunarak Silahlı Kuvvetlerine destek vermek amacıyla cumartesi günü yapmayı planladığı gösterisini, barışçıl olarak hareket etmeye dönük iznin olmadığı gerekçesiyle engelledi.

 

Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuh,,,

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Otoriteler, Kuvvet Yoluyla Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nin Barışçıl Gösterisini Dağıttı

Güvenlik birimleri ve polis, H. 10 Receb 1432 el-Muvafık 11 Haziran 2011 cumartesi günü gündüz vakti, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nin, Silahlı Kuvvetleri'nin tutumuna destek vermek, Ebiyi ve diğer bölgelerde onu desteklemek ve bu içerikli bir muhtıra teslim etmek amacıyla Genel Komutanlığa yürümeyi planladığı gösterisini dağıtmak için şiddet ve kuvvet kullandı. Zira baskıcı birimler, insanları hizbin bürosuna ulaştıran arabaları engellediler, erişim imkanı bulanlara sopalarla vurdular, yürüyüşe katılan yaşlıları, kadınları ve çocukları gözetmeksizin insanların üzerine göz yaşartıcı gaz sıktılar. Ayrıca bazı şebabı tutukladılar ve bazılarını serbest bıraktılar. (Hizbin iki üyesi olan kardeş İbrahim Admayi ve kardeş Ali Babiker olmak üzere) hala onlardan ikisi gözaltındadırlar.

Bizler, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak, bu şaşırtıcı tutuma karşın aşağıdaki hususları açıklarız:

Birincisi: Rejim bu barbar tutumuyla, insanları bastırmada ağaç yaprakları gibi dökülen İslam dünyası bölgelerindeki mevcut baskıcı rejimlerden farklı olmadığını kanıtlamıştır. Zira devletler, Müslümanlara baskı yapmakla değil İslam'daki adaletle korunabilirler.

İkincisi: Rejim bu davranışıyla, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nin yaptığı şekilde bildirim sonrası barışçıl gösterilere izin veren beşeri anayasasına bile muhalefet etmiştir. Zira bizler, güvenlik odaklarına, Ebiyi ve diğer bölgelerdeki ordunun tutumuna destek vermek için Genel Komutanlığa barışçıl bir yürüyüş yapmaya niyetli olduğumuzu bildirdik. Dolayısıyla rejim, son birkaç gün içerisinde birden fazla aynı maksat için Genel Komutanlığa yürüyüşler yapılacağına izin verildiğini bilmektedir. Buda engelleme kararının, hukukî değil siyasî bir karar olduğu anlamına gelmektedir!!

Üçüncüsü: Rejimin bu davranışı, ordunun, ülkenin çevresine bağlı kalıp onu parçalanmaktan koruyarak güçlü olarak kalması şeklindeki izzeti istemediğini teyit etmektedir. Ancak rejim, Güney Sudan'ı isyancılara ve şu anda Güney Kardufan, Güney Mavi Nil ve diğer yerlerdeki açgözlü ordularına teslim ettikten sonra ileride Sudan'ın Keşmir'i olması için Ebiyi'yi yabancı güçlere teslim etmek amacıyla sömürgeci kafirin özellikle de Amerika'nın planlarını uygulamaya devam etmektedir.

Dördüncüsü: Bu rejim, hakkı haykıran, sömürgeci kafir Batı ile içerideki araçlarının komplolarını ifşa eden ağızları tıkamak için her ne yarsa yapsın, onların işleri ümmet için açık bir hale gelecek, yalanları ve ihanetleri hiçbir kimseye gizli kalmayacaktır.

Beşincisi: Hizbten bir heyet, gösterinin dağıtılmasının ardından Genel Kurmay Başkanlığı Personeline muhtırayı teslim etti.

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak bizler, hala açık bir uyarıcı ve halkına yalan söylemeyen bir komutan olup komploları ifşa ederek, görevi ülkenin birliğini ve sınırlarını korumak olan hararetli koruyucu ordu da dahil ümmetin tüm kesimlerini uyaracağız. Rabbimizle olan ahdimizi sürdüreceğiz ki hak hususunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacağız. Ümmetimizle olan ahdimizi sürdüreceğiz ki zalimleri ve avenelerini harap edecek olan Hilafet fecri doğuncaya kadar onun hakları için tetikte olacağız.

إِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُ أَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَرِيبٍ "Onlara vaat olunan (helak) zamanı, sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?" "Hud 81"

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nden, Orduya Bir Muhtıra

  • Kategori Sudan
  •   |  

21 Mayıs 2011 günü, Ebiyi bölgesine muzaffer girişiniz ve burasını Güney Sudan'daki isyancı Sudan Halk Kurtuluşu güçlerinden temizlemeniz, Sudan halkı için bir serinlik ve huzur, mümin toplumun gönlüne bir şifa oldu ve politikacılarının yüzüstü bırakmaları dışında zayıflık göstermeden ve teslim olmadan on yıllarca bu ülkenin birliğini korumak için savaşan bu askerî kurumun şanlı zaferini tekrar hatırlattı.

Bugün, Hizb-ut Tahir / Sudan Vilayeti olarak sizlere sesleniyoruz: Açık bir uyarıcı ve halkına yalan söylemeyen bir komutan, Ebiyi ve ülkemizin diğer bölgelerindeki orduya şeri görevini idrak ettirir ve hatırlatır. Zira Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in buyurduğu üzere din, bir nasihattir.

 

Sizin boynunuzdaki şeri görevleriniz ise şunlardır:

Birincisi: Ebiyi ve Sudan'ın diğer bölgeleri, haracî olan İslami bir topraktır. Buraları, şehitlerin tertemiz kanlarıyla sulanmıştır. Dolayısıyla her kim olursa olsun bu hususta tefrite kaçmak caiz değildir. Yani şeran batıl olan düzenlemelerden dolayı buraların bölünmesiyle yada Afrikalı veya Uluslararası veya benzeri güçlere teslim edilmesiyle ilgili konuşmak caiz değildir.

İkincisi: Ebiyi krizini ortaya çıkaran, 2005 yılında imzalanan batıl Nifaşa Anlaşması'dır. Bu gizli anlaşmanın, - ki rüzgarın estiği yöne doğru gitmesi kaçınılmaz bir mesele olmuştur - ülkenin birliğini nasıl bir hale getirdiğini ve bu ülkenin bütün bölgelerinde nasıl bir kaos ve kargaşa yaydığını sizler herkesten daha iyi bilirsiniz. Bundan dolayı sizin göreviniz, Nifaşa Anlaşması'nın bağlayıcı olmayan batıl bir anlaşma olduğunu ilan ederek yılanın kuyruğunu değil başını koparmaktır.

Üçüncüsü: Nifaşa Anlaşması'nı iptal ediniz. Zira hastalığın ve belanın başı odur. Sakın bu bir ahit olup bizlerde ahitlerimizin yanında duruyoruz diyenlere iltifat etmeyiniz. Çünkü bu, batıl bir ahittir. Allahu [Subhânehu ve Te'âla], şöyle buyurmuştur: وَإِمَّا تَخَافَنَّ مِنْ قَوْمٍ خِيَانَةً فَانْبِذْ إِلَيْهِمْ عَلَى سَوَاءٍ إِنَّ اللَّهَ لا يُحِبُّ الْخَائِنِينَ " (Antlaşma yaptığın) bir kavmin hainlik yapmasından korkarsan, sen de (onlarla yaptığın ahdi) aynı şekilde bozduğunu kendilerine bildir. Çünkü Allah, hainleri sevmez." [Enfal 58] Bu ise korku ve hıyanet halidir. Zira bizler, defalarca sivillere ve orduya nasıl saldırıldığını, Darfur'daki isyancı hareketlerin nasıl desteklendiğini ve Güney Kardufan ve diğer yerlerde kaosun nasıl yayıldığını kendi gözlerimizle görmekteyiz?!

Dördüncüsü: Kafir Batı'nın gayri meşru çocuğu Güney Sudan devletçiğini tanımayınız ve gücünüzü tüm ülke geneline yayınız. Zira sizler, güç ehlisiniz ve itaat ettiğiniz sürece de Allah sizlerle beraberdir.

Beşincisi: Ülkemizin kazmayla yıkılmasına, Self-determinasyon hakkına, otorite ve servet paylaşımına dayalı bencil siyasî düzenlemelere izin vermeyiniz. Bütün bu fikirleri, sorunlarımıza bir çözüm olması sıfatıyla kafir Batı ortaya atmıştır. Sahih çözüm ise azim olan İslam ideolojisinde aranmalıdır. وَإِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ أَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِ "(Allah) İnsanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi (emreder)." [en-Nisâ 58]

Altıncısı: Sizlere, nusretin teçhizatta ve donanımda olmadığını ancak Allah katında olduğunu hatırlatırız. وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ "Allah'ın katından (gelenden) başka nusret yoktur." [Âl-i İmrân 126] Allah'a nusret veriniz ki Allah'ta size nusret versin. إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ "Eğer siz Allah'a [dinine ] nusret verirseniz Allah da size nusret verir ve ayaklarınızı [dini üzere] sabit kılar." " [Muhammed 7] Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet arzında İslam Devleti'ni kurmak için çalışanlara nusret vermekle Allah'a nusret vermiş olursunuz. Zira farzların kendisiyle tamamlandığı vacip, işte budur.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Kadınların Durumunu Yermelerinden Dolayı Strauss-Kahn ve Berlusconi ile Birlikte Yan Yana Liberalizm de Yargılanmalıdır

Cumhurbaşkanlığı seçimleri yarışında daha şanslı olan İMF eski başkanı Dominicue Strauss-Kahn'ın, New York otelindeki bir hizmetçiye cinsel tacizde bulunduğu suçlamasıyla tutuklanmasından sonra Fransa'nın bazı bölgelerindeki birçok kadın, Fransız politikası ile genel olarak Fransız toplumununa isabet eden cinsiyet ayrımcılığına karşı protesto gösterisi yaptılar. Kadınların taciz edilmesini, Fransa'da kabul gören normal bir stil olarak nitelendirdiler ve sex kültürünün, otoritedeki bir çok erkekler arasında mevcut olduğunu söylediler. Nitekim medya ve politika alanlarında çalışan birçok kadın, açıkça Fransız politikacılar tarafından maruz kaldıkları sıkıntı ve tacizlerden bahsettiler. Bundan dolayı Spor Bakanı Chantal Janoan, kadına karşı ayrımcılığı değerlendirirken politikacı kadınların erkek parlementerler tarafından karşı karşıya kaldıkları tufandan bahsetmiştir.

Böylece Strauss-Kahn'ın tutuklanmasının ardından, uzun zamandan beri var olan sessizlik duvarı kırılmış oldu. Buda liberal Fransız toplumu tarafından kadınların yerilmesinin gerçek boyutunu ortaya çıkarmıştır. Zira kadın dernekleri, kadınların cinsel tacizle ilgili şikayetlerinin %600 oranında artttığını açıkladılar. Geçen ay, daha önceki iki çalışan tarafından yapılan cinsel taciz iddialarının üzerine, Sivil Hizmet Bakanı George Tron, istifa etmek zorunda bırakıldı. Nitekim eski Kültür Bakanı Jack Long'un, "Herhangi bir kimseyi öldürmediğinden dolayı Strauss'un kefaletle bırakılması gerekir" şeklindeki açıklaması, kadınlara karşı cinsel zulmün yaygınlığının boyutunu yansıtmaktadır. Bundan dolayı Fransa'da yıllık olarak 75.000 kadının tecavüze maruz kalması şaşırtıcı değildir. Dolayısıyla her on madurdan biri, şikayetlerinden emin olmak için için saldırıları rapor etmelerine rağmen onlar için ne adalet nede istenilen koruma gerçekleşmiştir.

Aynı zamanda komşu İtalya, küçük bir serseriyle cinsel ilişkiye girdiği suçlamaları gibi skandalları meşalenin üzerindeki ateşten daha meşhur bir hale gelen hayasız başbakan Berlusconi'yle karşı karşıya kaldı. Şubat ayında yaklaşık 200 şehirde yüzbinlerce kadın, Berlusconi'nin kontrol ettiği İtalya basını tarafından işlenen kadına dönük saf cinsel algıya karşı protesto gösterisi yaptılar ve genellikle cinsel ilişkilerin iş kadınlarında meydana geldiği ve cinsel ilişkilerin işteki liyakata dayalı kalmayıp işverenlerle yapılmaya kadar ilerlediği liberal İtalya kültürüyle beslenmiş olan kadına karşı ayrımcılığa son verilmesini talep ettiler.

Hizb-ut Tahir Merkezi Medya Bürosu Temsilcisi Dr. Nesrin Nevaz, şöyle bir yorumda bulundu:

"liberalizm kültürünün propagandasını yaptığı pornografik bakış açısının yayılması, erkeklerin uygun gördükleri şekilde kadınlara kötü muamelede bulunabilecekleri fikrini ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla Strauss-Kahn ve Berlusconi gibi Liberalizm kültürü de yargılanmaya muhtaçtır. Zira bu kültürün gölgesinde, kudurmuş pornografik kültür pekişmektedir. Buda iki cins arasındaki normal ilişkilere zarar vermekte ve aile bütünlüğünü harap etmektedir. Yine liberalizm kültürünün, kadını küçük görme, ona bir meta ve kişisel özgürlük gerekçesiyle eğlenmenin meşru aracı olarak görme şeklindeki yaklaşımı, liberal kapitalist rejimlerdeki erkekler arasında, kadınların istendiği gibi zevk alınacak nesneler olduğu şeklindeki bakış açısının yayılmasına yol açmaktadır. Bundan dolayı "liberal" İngiltere'de haftada 2000 kadının tecavüze uğraması ve "liberal" Amerika Birleşik Devletleri'nde ise her bir dakikada bir kadının tecavüze uğraması şaşırtıcı değildir. "

Batılı devletlerin, tüm bu açık gerçekler karşısında kadın haklarının tek savunucusunun kapitalizm ve liberalizm olduğu söylentilerine dönük utanç verici propagandayı cesurca sürdürmesi büyük bir skandaldır.

İslam'a karşı atılan iftira ve onun, kadına kötü davranmakla suçlanması, hala tüm Fransa, İtalya ve Avrupa'daki siyasî ve medya çevrelerindeki konuşmalara hakim durumdadır. Daha yakından baktığımızda açıkça görürüz ki kadının onurunu korumada başarısız olan ve kadını erkeklerin arzularına bağlı aşağılık bir itaatkar haline getiren bizzat liberal değerledir. Kapitalizmin tam aksine İslam, paranın ahlakın önüne geçirilmesini reddetmekte, dolayısıyla para artırmak için kadının bedenini istismar eden tüm şekilleri yasaklamakta ve İslam, net bir şekilde kadına bakış açısının her zaman saygıya dayalı olması gerektiğini belirtmektedir. Kapitalizmin aksine İslam, bireyleri, sorumluluk duygularını besleyen ve insan ile toplum arasındaki muameleler sonucunda kendisini yansıtan isteklerinin kölesi yapan cinsel özgürlüklere inanmamaktadır. İslam, kadının onurunun korunmasını kendi hayatının saygınlığına dayalı olması olarak tanımlamakta ve dolayısıyla cinsel tacizin tüm şekillerini vahim sonuçları olan tehlikeli bir suç olarak görmektedir. Aslında kadına karşı önyargıyı ortadan kaldırmayı hedeflemesine, aile bütünlüğünü korumasına, hiçbir bir cinsel sapmalara engel olmayan yada karışmayan genel hayattaki iki cins arasında barışçıl bir ilişki ortaya çıkarmasına rağmen Batılı politikacılar ve medya tarafından baskıcı olarak nitelendirilen İslamî içtimaî yasalar, erkek ve kadın arasındaki ilişkileri düzenlemektedir.

Bundan dolayı kadınların ve mutluluklarının bir numaralı düşmanı olarak nitelendirilmesi gereken İslam değil, kapitalist liberal kültür ile onun ortaya çıkardığı hayvani davranışlara teşvik eden özgürlüklerdir.

Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Russell Trude ve Julie Bishop, Hizb-ut Tahrir Hakkında Yalan Propaganda Yapıyorlar

Avustralya Federal Konseyi'nin geçen haftaki anayasal ve yasal işler hakkındaki oturumu sırasında Senatör Russell Trude, Hizb-ut Tahrir'in siyasî hedeflerini gerçekleştirmenin meşru bir aracı olarak şiddeti desteklemeye çağırdığını iddia etti. Zira Hizb-ut Tahrir'in görüşlerini, çirkin ve iğrenç olarak nitelendirerek hizbin, Keşmir'deki Hinduların, Çeçenistan'daki Rusların ve "İsrail'deki" Yahudilerin yok olmasına çağırdığını ve toplumun belirli çevrelerine karşı şiddete teşvik ettiğini iddia etti.

Federal Muhalefet Lideri Yardımcısı Juile Bishop'a gelince; bu hafta içerisindeki iddiaları takip ederek Hizb-ut Tahrir'i, Yahudilerin katledilmesine çağıran antisemitizm bir kitle olmakla suçladı.

 

Hizb-ut Tahrir / Avustralya, bu iddialara cevap olarak insanlara hakikati açıklamak amacıyla aşağıdaki noktaları açıklar:

 

Birincisi: Tamamen bilindiği üzere Hizb-ut Tahrir, siyasî bir hizb olup İslam dünyasında Hilafeti geri getirmek için çalışan aktivistlerini, kültürel ve siyasî araçlarla sınırlandırmaktadır.

 

İkincisi: Hizb-ut Tahrir'in, Yahudilerin katledilmesine çağırdığıyla ilgili sahnelenen iddialar açık bir yalandır. Karalama iftiraları sadece bununla da kalmayıp daha önce Federal Muhalefet Lideri Tony Abbott da geçen mart ayında buna benzer bir iftiraya kalkışmıştır. Nitekim biz, bugüne kadar işe yaramayan iddialarını kanıtlaması için kendisine meydan okumuştuk. Aha şimdi de onun yardımcısı, hiçbir kanıt getirmeksizin aynı iddiaları gevelemektedir.

 

Üçüncüsü: Hizb-ut Tahrir'in, yerel ve küresel düzlemdeki eleştirileri sadece ve özellikle "İsrail" varlığına karşı olup tüm Yahudilere yönelik değildir. Zira bizler, "İsrail'in", Filistin halkını katledip yerinden etmek üzerine kurulmuş meşru olmayan bir varlık olduğuna inanıyoruz. İslam'ın ve dünya Müslümanlarının "İsrailliler" ile çatışma içerisinde olmaları onların Yahudi olmalarından dolayı değildir. Bilakis işgalci ve saldırgan olmaları vasfıyladır. İftiralar ne kadar çoğalırsa çoğalsın, siyasi yıldırmalar ne kadar şiddetlenirse şiddetlensin, bizi ve tüm Müslümanları bu yaklaşımdan geri döndüremeyecektir.

 

Dördüncüsü: Antisemitizm suçlaması, "İsrail'i" eleştirmekten uzak tutmaya dönük miadı dolmuş eski bir iftiradır. Aslında utanç verici hakikat, antisemitizm duygularının Avrupa'da doğup büyümesidir. Dolayısıyla Senatör Trude ve Julie Bishop, tarih bilgilerini tekrar gözden geçirmelidirler. Zira tarih kitaplarında geçtiği üzere Avrupa'nın Yahudilere yönelik muamelesi, İspanyol Engizisyon Mahkemeleri ile Nazi Almanya'sında Yahudileri attıkları ölüm fırınlarında ortaya çıkmaktadır. Bu net olayın aksine Yahudiler, Müslüman İspanya ve Osmanlı Hilafeti'nin gölgesinde hoş ve güzel bir muamele ile karşılaşmışlardır.

 

Beşincisi: Senatör Trude'nin, -özellikle Federal Senato'nun karşı karşıya kaldığı- müptezel basını ve soytarı gazeteleri destekleyeceğine başkalarına yönelik ciddi suçlamaları kanıtlamak için daha bilinçli hareket etmesi gerekir. Binaenaleyh aynı şekilde Keşmir, Çeçenistan ve Filistin'in durumlarına yönelik ortak paydanın, yabancı saldırganlar tarafından zalimce işgal edilmiş olması olduğunu anlamalıdır. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir, hiç çekinmeden bu zalim işgallerin durdurulmasına çağırdığı gibi çağırmaya da devam edecektir. Zira o, askerî işgalle muamele etme yönteminin şiddetli mukavemet olduğuna inanmaktadır.

 

Altıncısı: Ülkelerini işgal edenlere karşı direniş hakkı olanlar ile şiddete siyasî bir araç olarak itimat etme hakkı olanlar arasındaki ayırım, Senatör Trude ile Julie Bishop tarafından yapılan ucuz bir fırsatçılıktır. Ayrıca Afganistan'da aşırı şiddetle karakterize olmuş Avustralya'nın müdahalesini ve Irak'taki vahşi müdahaleyi desteklediklerinin ve 2009 yılında Gazze'ye yönelik vahşi saldırı sırasında meydana geldiği üzere "İsrail'in" şiddetini haklı çıkarmayı bir alışkanlık haline getirdiklerinin yayıldığı bir sırada bu ikisinin, başkalarını siyasi bir araç olarak şiddete teşvik etmekle suçlamaları çirkin bir husus sayılır.

 

Yedincisi: Senatör Trude'nin, Avustralya İstihbarat Başkanı ile olan çalışmaları sırasında, İngiltere'deki Hizb-ut Tahrir üyelerinin, 2010 temmuz ayında Sidney şehrinde düzenlenen Hizb-ut Tahrir'in konferansına katılmak için Avustralya'ya girmelerine izin verilmesinin nedenleriyle ilgili mülahazaları olmuştur. Bu tür bir davranış, son zamanlarda yükselen Avustralya politika üreticilerinin seviyesinin ne kadar da düştüğünün bir göstergesi sayılır. Dolayısıyla övündükleri ifade özgürlüğü ve demokrasiyle ilgili samimiyetin boyutu, kendi arzularıyla örtüşmeyen görüş sahiplerinin görüşlerini bastırmak isteyen eylemler ışında ölçülemez.

Bizler özenle, Senatör Trude ile gelecek ay düzenlenecek olup tüm bireylerin, politikacıların ve medya organlarının katılabileceği 2011 yılındaki büyük konferansımızın fikirlerini suçlayan herkese sesleniyoruz. Gerçek bir devler adamı, kendilerinden farklı olan kimselerin fikirleriyle ilgilenir. Şeytanlaştırma ve korkutmaya dayanmak ise fikren iflas etmiş olan kimselerin durumudur.

 

Sekizincisi: Dikkatle mülahaza edilmelidir ki Avustralya politikacılarının Hizb-ut Tahrir'e yönelik saldırıları, başbakan David Kameron gibi İngiltere'nin yönetim cihazının en yüksek makamlarının idare ettiği İngiltere'de hizbe karşı yapılan medyasal kampanyanın akabinde gelmiştir. Avustralya politika üreticilerinin bu yaptıkları, ana sömürgeci ülkenin siyasî bakışıyla yönlendirilmeyi sürdürmek olmuyor mu? Yada bundan daha kötüsü, İngiltere'deki muhataplarından emirler almak anlamına gelmiyor mu? Yada David Irvine'nin İngiliz İstihbarat Kurumları'nı işaret ederek, "Bizler, müttefik organlarıyla sıkı işbirliği içerisindeyiz" şeklideki sözleri ne anlama gelmektedir?

Dokuzuncusu: Hizbin fikirlerinin iğrenç olarak nitelendirilmesine gelince; öncelikle bu nitelendirmeyi hak eden, ülkelerin işgalini ve "İsrail'in" yaptığı gibi masum sakinlerin toplu olarak yerinden edilmesini haklı çıkaran fikirlerdir. İğrenç fikirler, Irak'ta meydana geldiği üzere bir ümmete, yalanlara dayalı olarak açılmış bir savaşı -ki bu savaş, yüz binlerce masum canın kaybına yol açmıştır- haklı çıkaran fikirlerdir. İğrenç fikirler, Afganistan'a karşı açılan savaş halinde olduğu gibi Amerika'nın ekonomik ve siyasî çıkarlarını destekleyerek Avustralyalı askerlerin ve Afgan sivillerin canlarının kurban verilmesini haklı çıkaran fikirlerdir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti'nden Bir Heyet, Rejimlerinin Vahşetini Protesto Eden Bir Mektup Teslim Etmek İçin Suriye Büyükelçiliğini Ziyaret Etti

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti'nden bir heyet, Hizb-ut Tahrir'in Pakistan'daki resmi sözcü yardımcısı İmran Yusufzay liderliğinde İslamabad'taki Suriye Büyükelçiliğini ziyaret ederek hizbin, tutuklamalara, vahşi işkencelere ve vahşi Suriye rejimi tarafından Müslüman vatandaşların katledilmesine yönelik protestosunu sunmak için büyükelçi ile görüşme talebinde bulundu. Ancak büyükelçilik görevlisi, büyükelçi ile bir görüşme düzenlemeyi reddetti. Böylece Suriye yöneticilerinin ve ajanlarının, ümmetin temsilcileriyle karşılaşmaktan korktukları ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine heyet, ödlek Suriye rejiminin ajanı korkak büyükelçiye vermesi amacıyla Urduca ve Arapça dilinde olmak üzere hizib tarafından yayınlanmış bir beyan ile Mekezî Medya Bürosu tarafından yayınlanmış bir basın açıklamasını büyükelçilik görevlisine teslim etti.

Beyanın içeriği, Suriye rejiminin Müslümanları katletmede Yahudi varlığı ile olan işbirliğini ifşa etmekte, "dirençli" devletlerden olduğunu iddia eden Suriye rejiminin, "İsrail" devleti için en büyük koruyucu olduğunu dahası Müslümanları katletmede "İsrail'e" doğru yol aldığını kanıtlamaktadır. Nitekim Merkezi Medya Bürosu tarafından yayınlanan basın açıklaması, 07 mayıs günü "Banyas'ta" kadın ve çocukların da olduğu bir topluluğa açtığı ateşten dolayı Amerikan ajanı Suriye rejimini muhasebe etmektedir. Ayrıca beyan, Suriye tagutunun analarına ve bacılarına silah doğrulttuğu, 8000'den fazla insanı zindanlara attığı ve Müslümanların evlatlarından 800 küsurunu katlettiği bir sırada Suriye ordusunun, Beşar tagutunun yanında yer almasını şaşırtıcı bulmuştur. Beyanda şöyle geçmektedir: "Aslan", korkusundan dolayı Suriye'de fare oldu. O halde ayağa kalkınız, bu fasit diktatörü kaldırıp atınız ve Hilafet Devleti'ni ikame ediniz. Zira İslam topraklarını savunmak ve kurtarmak için kuvvetlerini gönderecek olan bizzat Hilafettir. Böylece ümmetin düşmanları olmak yerine ümmetin kahramanları olun."

Buna karşılık büyükelçilik görevlisi heyete, beyanları Suriye Büyükelçisine teslim edeceğini vurguladı.

Dikkatle mülahaza edilmesi gerekir ki Hizb-ut Tahrir, Amerika ve Suriye'deki Beşar Esad gibi olan ajanlarıyla siyasî olarak mücadele etmektedir. Zira hizbin yüzlerce üyesi, bu ajanlara bağlı işkence hücreleri olan hapishanelerde yatmaktadırlar.


İmrân Yûsufzây
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İngiltere'de İkamet Eden Suriye Halkına

Deraa'daki çocukların tutuklanması, mübarek ayaklanmanın kıvılcımı olmuştur. Zira şehir halkı, akidemizi, tarihimizi ve hadaratımızı ifade etmeyen bir rejim olması vasfıyla rejimin devrilmesini talep ederek bu ayaklanmanın Suriye'nin dört bir tarafına yayılması için zulme ve despotluğa karşı harekete geçtiler.

Bizler bu bağlamda aşağıdaki noktaları kaydetmek isteriz:

-Ümmetin akidesine saygı göstermeyen, tarihini ve hadaratını ifade etmeyen her türlü sistem, despotik bir sistem olup kesinlikle insanların zulmüne yol açacak olması kaçınılmazdır. Buda her toplum için geçerlidir.

-Bu İslamî ülkelerin tarihinin ve hadaratının, İslamî bir hadarat olduğuna vakıa tanıktır. Kendisinden insanların akidelerini değiştirmeye zorlamayan bir sistemin fışkırdığı hadarat, işte bu hadarattır. Allahuteala şöyle buyurmuştur: لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ "Dinde zorlama yoktur." [el-Bakara 256] Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: من كان على يهوديته أو نصرانيته فإنه لا يفتن عنها "Yahudi veya Nasrani olanlar, dinlerinden (dönsünler diye) fitneye düşürülmezler." Dolayısıyla onların dindeki hususiyetleri ve Ahval-i Şahsiyeleri gözetilir ve akidelerine bakılmaksızın insanların hepsi yasalar önünde eşittirler. Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: لهم ما لنا من الإنصاف وعليهم ما علينا من الانتصاف "Bizim sahip olduğumuz insaf onlar için vardır ve bizim aradığımız insaf da onlar için vardır."

-Şam'daki ayaklananlar, bu tarihi ve İslamî hadaratı en güzel şekilde ifade etmişlerdir. Bunun en çarpıcı örneği, "Milyonlarca Şehit Cennete Gidiyor", "Ne Otorite Ne Makam İçin Sadece ve Sadece Allah İçin" şeklideki sloganlardır. Bunun yanı sıra onlar, tekbirleri, duaları ve salavatlarıyla şehadete ve Rablerinin cennetine nail olmak için ölümü göze almışlardır.

Bunların ışığında bizler inanıyoruz ki; ülkelerin halklarının büyük bir bölümünün akidesini ifade eden, başka akide sahiplerine saygı gösteren ve bütün sorunlar için ülkelerin acı çektiği çözümler sunan İslam Nizamı dışındaki herhangi bir nizam, zulmeden, baskıcı, despot ve dışlayıcı Baas rejimine varıncaya kadar son bulacaktır.

Devamını oku...

Hilafetin Yıkılış Yıldönümü Olan Receb 28'de Hilafet Yoluyla İslam'ı Kamil Olarak Tatbik Ediniz

  • Kategori Pakistan
  •   |  

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

"Her kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir." [el-Mâide 45]

Ey Pakistan'daki Müslüman Bacılarımız!

Yaratıcı Subhânehu ve Te'alâ olan Rabbinizin, önünden ve arkasından batılın yaklaşamadığı kitabından olan bu ayeti, hakkı ve batılı belirlemede tek yetki sahibinin Allahu [Subhânehu ve Te'alâ] olduğunu teyit ettiği gibi Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyen bir kimse sanki kendi hevasına ve meyillerine göre hükmetmiş gibi olup onun zalimlerden olacağını da teyit etmektedir. Bu ise ister demokratik isterse diktatör olsun Pakistan'daki yönetim sistemine intibak etmektedir. Zira başbakanlık, cumhurbaşkanlığı ve parlamenter yönetim ile bunların kendi hevalarına göre olan uygulamaları sebebiyle İslamî hükümler bir kenara atılmıştır.

Ey Pakistan'daki Müslüman Bacılarımız!

İslam yönetiminin yokluğu, diktatör ve demokrat yöneticilerin otoriteyi gasp etmesi, Pakistan'daki Müslümanları geçen altı on yıl boyunca birçok trajedilerin içerisine düşürmüştür. Dr. Afiyet Sıddıkî'nin akıbeti, çeşitli İslam ülkelerindeki akranlarıyla kesişen tek bir örnektir. Raymond Davis'in kurbanları, özel Amerikan katliam şirketleri tarafından katledilen birçok kişiye karşın başka bir örnektir. İnsansız uçakların saldırılarının sürmesi diğer bir örnektir. Amerika'nın hava sahalarımıza nüfuz etmesi, baskınlar yaparak evlerin mahremiyetini ihlal etmesi, içerisindeki Müslümanları katletmesine rağmen yargılanmaması yada cezasız kalması, git gide çöken ekonomik durumun devam etmesi, hatta halkımızın İslam'ın garantilediği en basit temel ihtiyaçlardan bile mahrum edilmesi, rupinin değişim değerinin düşmesi, yakıt ve elektrik fiyatlarının katlanılamaz düzeylere yükselmesi, yabancı kültürün yayılmasına, ihtilata ve dost hayatı yaşanmasına izin verilmesi sayesinde toplumda fesadın yayılması gibi başka örnekler de vardır. Allahu [Subhânehu ve Te'alâ], şöyle buyurmaktadır: وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا "Kim de benim zikrimden (Kur'an'dan) yüz çevirirse onun için sıkıntılı bir hayat olacaktır." [Tâhâ -24]

Ey Pakistan'daki Müslüman Bacılarımız!

Zalim yöneticiler, ümmetin İslam'dan başka bir şey istemediğine kesin kanaat getirince, insanların arasında İslam'ın bir kısmı yeterlidir İslam'ın tümünün tatbik edilmesine gerek yok şeklindeki şeytanın vesveselerini yaymaya başladılar! İslam'ın bazı hükümlerinin tatbik edilebilmesi için demokratik ve diktatör küfür rejimlerine katılmaya davet etmek yoluyla bir takım muhlis Müslümanları, kendi günahlarına ortak olmaya teşvik ettiler! Zira yöneticiler, gerçek otoriteyi hedefleme yolundan saptırsınlar diye muhlislerin siyasal rejimin ve mevcut yargının arkasında solumaya devem edebileceklerini ümit ediyorlar. Sömürgeci Amerikalılar tarafından desteklenen askeri liderlikteki hainleri idare eden de işte bu şeytanlıktır.

Bu üsluplar, Kureyş'in Müslümanları İslam'dan döndürmeye azmettiğindeki takip ettiği üsluplardan pek farklı değildir. Zira Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e yönetimde sistemlerine ortak olmasını teklif ederek onun hareketini durdurmaya çalışmışlardı. Hatta onların bu durumu, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e, başlarına kral olmasını ve "Bir yıl biz senin ilahına ibadet edelim bir yıl sen bizim ilahımıza ibadet et" şeklinde otoritenin dönüşümlü olarak hazırlanılmasını teklif etmelerine kadar ulaşmıştı. Ancak Allahu [Subhânehu ve Te'alâ] onlarla olan yolları kesmiştir. Zira Allahuteala, şu kavlini indirmiştir: قُلْ يَا أَيُّهَا الْكَافِرُونَ لاَ أَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ   "De ki: Ey Kâfirler! (1) Ben sizin taptıklarınıza tapmam!) Siz de ben taptığıma tapanlar değilsiniz... Sizin dininiz size, benim dinim de banadır." [el-Kâfirûn 1-6]

Ey Pakistan'daki Müslüman Bacılarımız!

Müslümanlara düşen, hayatlarında köklü ve inkılabi bir şekilde ve maksimum hızla şeri hükümleri tatbik etmeleridir. Bunun tedrici bir şekilde olması caiz değildir ve bu, Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın bir emridir. Mesela Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e, miras hakkında sorulduğunda susmuş ve kendisine vahiy gelinceye kadar cevap vermemiş ve vahyin inmesi üzerine doğrudan tatbik etmiştir. Hicap ve içkinin haram kılındığına dair ayetler indiğinde de aynı şekilde olmuştur. Zira kadınlar, avret yerlerini örtmek için elbiselerini yırtmışlar ve içkiler sokaklara dökülmüştür. Ayrıca Müslümanların fethettiği ülkelerde şeri hükümlerin bir gün dahi geciktirilmesine izin verilmemiştir. Bilakis şeri hükümleri bildirir bildirmez geciktirmeksizin doğrudan tatbik etmişlerdir. Yine ilk Halife Ebu Bekir es-Sıddîk [Radıyallahu Anh], o zaman dinden dönmenin yayılmasına ve bazı kabilelerin zekat vermemeyi arzu etmelerine rağmen devenin bir yuları bile olsa bazı insanların zekat vermemelerini kabul etmemiştir.

Ey Pakistan'daki Müslüman Bacılarımız!

H. 28 Receb 1432, o zaman İngiltere'nin desteklediği bir avuç Arap ve Türk hainleri tarafında yıkılan Hilafet Devleti'nin yıkılışının 90. yılıdır. Bundan dolayı bugün bizler sizleri, hain yöneticileri alaşağı etmeye ve İslam'ın tedrici olarak tatbik edilmesi iddialarını reddetmeye çağırıyoruz. Zira bu, batıl bir iddia olup bundan maksat, kafir rejimlerin kaçınılmaz devrilişini geciktirmektir.

Şunu iyi biliniz ki İslam, Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın hükümlerinde orta çözümler olmaksızın köklü ve kapsamlı bir şekilde yeryüzüne hükmetmek için tekrar geri dönecektir. Kuvvet ehli, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e nusret verdiklerinde İslam'ı geciktirmeksizin, kapsamlı ve köklü bir şekilde hayatın bütün işlerinde pratik olarak tatbik etmiştir. Durum aynıdır. Zira Hiz-ub Tahrir bugün, Silahlı Kuvvetler içerisindeki muhlis ensardan nusret aldığında geciktirmeksizin ve Allah'ın izniyle ilk günden itibaren bütün İslam'ı uygulayacaktır.

Ey Pakistan'daki Müslüman Bacılarımız!

Sizlere, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e biat eden ensarın arasından ikisinin kadın olduğunu hatırlatırız. Bugün sizlerde, Silahlı Kuvvetler içerisindeki muhlisler arasında bulunan eşlerinizi, kardeşlerinizi ve akrabalarınızı Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeye teşvik etmek yoluyla ensar kadınların üstlendiği aynı rolü üstlenebilirsiniz. Zira zaman, askerî ve siyasî liderlikteki hainleri alaşağı  etme, inkılabi ve köklü bir şekilde İslam ile hükmetmek amacıyla Hilafet Devleti'ni kurması için otoriteyi Hizb-ut Tahrir'e verme zamanıdır.

İyi biliniz ki Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışmak farz olup bu farza masiyet karıştırılmamalıdır. Dolayısıyla yöneticiler, Allahu [Subhânehu ve Tee'alâ]'nın indirdikleriyle hükmetmedikleri sürece bu günah sizin üzerinizden asla düşmeyecektir. Zira yaptıkları münker, vacibinizi yerine getirmenizi ve onlara karşı çıkmanızı engellememektedir. Şayet vacibinizi yerine getirmezseniz, Aziz ve Cebbar olan Allah'ın karşısına zillet ve utanç içerisinde çıkacak olanlar sadece yöneticiler olmayacaktır. Bilakis Azze ve Celle'nin azabı, aynı şekilde sizleri de yakalayacaktır. Nitekim Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ لاَ يُعَذِّبُ الْعَامَّةَ بِعَمَلِ الْخَاصَّةِ حَتَّى يَرَوْا الْمُنْكَرَ بَيْنَ ظَهْرَانَيْهِمْ وَهُمْ قَادِرُونَ عَلَى أَنْ يُنْكِرُوهُ فَلاَ يُنْكِرُوهُ فَإِذَا فَعَلُوا ذَلِكَ عَذَّبَ اللَّهُ الْخَاصَّةَ وَالْعَامَّةَ "Muhakkak ki Allah, özelin (belirli kimselerin) yaptıklarından ötürü geneli (insanların genelini) cezalandırmaz. Tâ ki onlar, kendi aralarında münkeri görürler ve onu reddetmeye muktedir oldukları halde onu reddetmezler. Ne zaman ki böyle yaparlar, o zaman Allah hem özeli hem de geneli cezalandırır."

O halde icabet edecek misiniz ey Müslüman bacılarımız?

Hizb-ut Tahrir Şebbatı

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER