Salı, 25 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/16
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir'in Cesur Şebabı, Hükümetin Aldığı Sıkı Önlemlerden Korkmaksızın Meydan Okuyarak Güç ve Kuvvet Sahiplerinin Amerika'yı Çıkarmasına, Hain Yöneticileri Devirmesine ve Hilafeti Kurmasına Dönük Kapsamlı Bir Program Yayınl

Hizb-ut Tahrir'in aslan parçaları, bugün önceden ilan edildiği üzere hain yöneticiler karşısında kararlılıkla durarak Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'ya ve müminlere verdikleri sözü yerine getirdiler. Hizb-ut Tahrir şebabı, Lahor, Karaçi, Paşaver ve Revalpindi'deki toplanma yerlerinde bir araya geldiler. Hizbin şebabı, hain yöneticilerin kendilerini engellemek için ellerinden geleni yapacağını önceden bilmelerine rağmen zalim yöneticiler karşısında hak söze sımsıkı sarılarak sarsılmaz güçlü bir imanla en hayırlı cihadı yerine getirmek için tazyikli sulara ve coplara karşı durdular ve zerre kadar geri adım atmadılar. Lahor'da 16, Karaçi'de 6, Paşaver'de 5 ve Revalpindi'de 1 şâb tutuklandı. Konuşmacılar, birer konuşma yaparak Pakistan silahlı kuvvetlerinden Amerika'yı kovmalarını, hain yöneticileri devirmelerini ve Hizb-ut Tahrir'e nusret vererek Hilafet Devleti'ni kurmalarını talep ettiler.

Hizbin Revalpindi'deki şebabı, önceden ilan edilen esas yürüyüş başlamadan önce herhangi bir mekanda küçük bir yürüyüş düzenledi ve bunu bastırması için polis kuvvetlerinin genelini oraya yönlendirerek onları atlattı ardından şâb Cüneyd Hân, medya organlarının, hükümete bağlı baltacıların ve yürüyüşe katılan yüzlerce kişinin karşısında güçlü bir konuşma yaptı.

Paşaver'deki gösteri, ilan edilen mekana intikal eder etmez polis kuvvetleri, birden barışçı gösterilerin arkasından gelerek onlardan 5'ni tutukladı.

Lahor'daki yürüyüş, toplanma yerine doğru harekete geçer geçmez polis, göstericilere coplarla saldırdı ve katılımcılardan 16'sını tutukladı.

Bu münasebetle Hizb-ut Tahrir, içerisinde Hilafet Devleti'ni kuruncaya kadar mücadelesini sürdüreceğini ilan ettiği ayrıntılı bir beyan yayınladı.

Katılımcılar, yürüyüşlerden sonra dağıldılar.

Facebook Yürüyüş Adresi: http://ht-facebook.notlong.com

Devamını oku...

İlk Rapor

  • Kategori Pakistan
  •   |  

17 Nisan 2011 günü, Paşaver, İslamabad, Lahor ve Karaçi gibi Pakistan'ın çeşitli büyük şehirlerinde kalabalık yürüyüşler düzenlendi.

Bu yürüyüşlerin öncesinde insanları haberdar etmek ve yürüyüşlere katılmaya davet etmek amacıyla bir aydan fazla süren bir kampanya yürütüldü. Bu kampanya, birçok yazar gazetelerde üniversite hakkında yazacak derecede toplumda dikkat çekici bir yankı uyandırdı. Hizb-ut Tahrir ve Hilafet hakkındaki tartışmalar, ilk kez Hilafeti Hizb-ut Tahrir'le ilişkilendirme ve hizbin Hilafeti kurmak için çalıştığı boyutuna ulaştı.

Yine bu yürüyüşlerin öncesinde Paşaver, Karaçi ve Lahor'daki basın kulüplerinde medyanın ilgisini çeken fuarlar düzenlendi. İslamabad'da hükümete bağlı baltacılar, basın kulübene saldırdılar ve bu da Allah'a hamdolsun kampanyanın güçlü bir yankı yapmasına neden oldu.

Hükümet, yürüyüşleri dağıtırken şiddet kullandı. Zira coplar ve tazyikli su kullanan güvenlik güçleri, aşırı güç kullanmasına rağmen şebaba, güçlü ve cesur bir şekilde direndiler.

Medyanın yürüyüşlere olan ilgisi, gerçekten çok iyiydi. Zira birçok büyük yerel ve uydu kanalları yürüyüşlere haberlerinde yer verdiler.

Yürüyüşlerde görevli olan 29 kişi hapse atıldı ve ileri gelenler ile kadınlar serbest bırakılmaları amacıyla polis merkezlerine gittiler.

Şu anda Hizb-u Tahrir şebabı, yoğun bir şekilde insanlara yürüyüşlerdeki hitabı dağıtmaktadır.

Hamd Allah'adır.

Devamını oku...

17 Nisan 2011 Hilafet Yürüyüşleri Beyanı Hain Yöneticileri Reddediyoruz

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmaktadır: إني لا أخاف على أمتي إلا الأئمة المضلِّين، وإذا وضع السيف في أمتي لم يرفع عنهم إلى يوم القيامة "Ümmetim için sadece saptırıcı liderlerden korkuyorum. Ümmetimin içinde kılıç (bir kere) kalktı mı kıyamet gününe kadar onların üzerinden inmez." [Sahih-i İbn-u Hibban]

Bizler Pakistan halkı olarak, hain yöneticilerin İslam'a ve Müslümanlara yönelik süregelen cürümlerini kınıyoruz. Bu cürümlerden bazıları şunlardır:

1- Fitnenin fitilini tutuşturmak için atmosferler oluşturmak amacıyla katliam cürümleri işleyen, genel mekanlarda, ibadethanelerde, okullarda, güvenlik kurumlarında ve pazarlarda bombalama eylemlerinde bulunan ve orduya saldırılar düzenleyen Amerikan özel askerî kuruluşlara kapıların arkasına kadar aralanması.

2- Kabileler bölgesindeki Müslümanların evlerini başlarına yıkması için insansız uçaklarda olduğu gibi Amerikan hava kuvvetlerine kolaylıklar sağlanması.

3- Genel mahallelerde dolaşmaları için Amerikan ordu subaylarının güvenliğinin sağlanması ve Amerikan deniz piyade kuvvetlerinin Afganistan sınırı yakınındaki Belucistan'a konuşlanmasına izin verilmesi.

4- Yöneticiler klimalı konteynırlarda otururlarken Amerikan istihbarat birimlerinin Müslümanları hedef alan ve onlara yoğun acılar çektiren terör operasyonları düzenlemesine izin verilmesi.

5- Amerika Birleşik Devletleri'nin korunaklı büyükelçiliklerinin ve konsolosluklarının, Amerikalı yetkililerin ülkeyi ve hain yöneticileri yakından kontrol etmeleri için ülkede çalışmasına izin verilmesi.

6- Afganistan ve Pakistan'daki Amerikalı haçlılara içki, gıda, silah ve patlayıcı madde sağlayan ikmal hatlarının temin edilmesi.

7- Askerlerimiz, Amerika'nın Afganistan'daki ve kabileler bölgesindeki savaşına yakıt yapılırken kurtarılmaları ve Pakistan'daki kardeşlerine ilhak edilmeleri için Keşmir'deki Müslümanlara destek vermeleri engellenmektedir.

8- Sömürgeci kapitalist ekonomik nizamı tatbik edilerek on milyonlarca Müslümanın temel ekonomik ihtiyaçlarından mahrum edilmesi, altın, kömür ve bakır da dahil Pakistan'daki muazzam kaynaklara rağmen Müslümanların fakirleştirilmesi.

9- İslam'la savaşılması ve sömürgeci kurumların eğitim reformu altında eğitim müfredatını kirletmesine ve Batılı şirketlerin reklam ve kültür festivalleri kılıfı altında iğrenç kültürlerini yaymasına izin vererek Müslüman gençlerin yok edilmeye çalışılması.

Hilafet Nizamını İstiyoruz

Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: إنما الإمام جنة يقاتل من ورائه ويتقى به "İmam [Halife], bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur." [Muslim]

Hain yöneticiler, demokratik ve diktatör yönetim sistemlerinin altında hıyanetler işleme imkanı buldu. Çünkü her iki sistem de seçkin fasit bir gurubun heva ve arzularına dayanmakta ve sömürgeci efendileri tarafından desteklenmektedir. Onları İslam'a bağlayan hiçbir şey bulunmamaktadır. Bu nedenle onlar, Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın emir ve nehiylerini gözetmeksizin diledikleri gibi kanunlar çıkarmaktadırlar.

Ümmeti layık olduğu konuma geri getirecek olan sadece Halifedir ki Halife:

1- Haçlı Amerikalılarla olan her türlü işbirliğine son verecek, İslamî beldelerimizdeki diplomatik ve askerî görevlilerinin hepsini kovacak, büyükelçiliklerini, konsolosluklarını ve istihbarat bürolarını kapatacaktır.

2- Ülke üzerinden geçerek ödlek haçlılara ulaşan tüm ikmal maddelerini keserek cesur Müslümanlara, kabileler bölgesi ve Afganistan üzerinden onları yok etme fırsat verecektir.

3- Tüm İslam beldelerini tek bir devlette birleştirmeye çalışacak, Keşmir, Filistin, Çeçenistan ve işgal edilmiş diğer toprakları kurtaracaktır.

4- Petrol, doğalgaz ve maden gibi kamu mülkiyetleri üzerindeki bireylerin tasallutlarına son verecek, muazzam gelirlerini Hilafet Devleti'nin tüm tebaasına döndürecek, enerji ve yakıtı ucuz fiyatla temin edecektir.

5- Sömürgeci kuruluşlara hizmet eden tüm faiz şekillerine son verecek, fakirlere yardım için toplanan ve sadece gücü yeten zenginlerden alınan gelirlerden İslamî malî sistemi kurarak vergi sistemine son verecektir.

6- Ağır sanayi ve sanayi fabrikaları inşa edecek, milyonlara iş imkanı sağlayacak, teknolojide kafirlere bağımlılığı bitirecektir.

7- İnsanları küresel kapitalizmin karanlığından ve sefaletinden çıkarmak için İslam'ı bir risalet nuru olarak taşıyacak, en yüce olması için Kelimetullah'ı yükseltecek ve tüm insanlığı İslam'la temsil edilen gerçek adalete tatbik etmeye çağıracaktır.

Silahlı Kuvvetleri, Hilafeti Kurması İçin Hizb-ut Tahrir'e Nusret Vermeye Çağırıyoruz

Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: إنَّ النَّاسَ إَذا رَأوُا الظَّالِمَ فَلمْ يَأْخُذُوا عَلى يَدَيْهِ أوْشَكَ أن يَعُمَّهُمُ اللَّهُ بعِقَاب "İnsanlar zalimi görür de onu engellemezlerse Allah'ın onları katından bir azap ile kuşatması yakındır." [Ebu Davud, Tirmizi, İbn-u Mace]

Demokrasiyi veya diktatörlüğü yerleştirmek için icat edilen parlamento seçimleri yoluyla İslam'ın tatbikinin geri gelmesi asla mümkün değildir. Bilakis gelmesi, Müslümanlar için bir Halife nasbetmekle mümkündür. Burada bizler, Pakistan silahlı kuvvetlerine hain yöneticileri söküp atma ve Hizb-ut Tahrir'e nusret vererek Hilafet Devleti'ni kurma görevlerini yerine getirmeye çağırıyoruz.

Bu adım, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in yönetime ulaşmadaki metodunu örnek edinmek, dünyada ve ahirette kurtuluş yoludur. Zira Allah onlardan razı olsun güç ve kuvvet sahibi olan Ensar, akabinde Medine-i Münvvera'da ilk İslam Devleti'nin kurulduğu savaş biati olan İkinci Akabe biatinde Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e nustet vermiştir. İşte Allah'ın onlardan ve onların da Allah'tan razı olduğu bu Ensar, tarihin akışını Müslümanların lehine değiştiren kimselerdir.

Sürdürmeye Ahdediyoruz

Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın nusreti gelinceye kadar hain yöneticilere karşı mücadelemizi sürdürmeye ve Hilafeti kuracak Ensarı aramaya ahdediyoruz.

وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ (4) بِنَصْرِ اللَّهِ يَنصُرُ مَن يَشَاء وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ "İşte o gün, müminler de Allah'ın nusretiyle, zaferiyle ferahlayacaklardır. Allah dilediğine nusret, zafer verir. O, Azîz'dir, Rahîm'dir." [er-Rûm 4-5]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Pakistan, Nusret Ehlinden Hilafeti Kurmaya Çalışmasını ve Pakistan'daki Amerikan Nüfuzunu Bitirmesini Talep Etti

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti şebabı, kamuoyunu kendileriyle birlikte Kerim Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in müjdelediği Hilafet Devleti'ni kurma çalışmasına seferber etmeye dönük sürdürdüğü çalışması çevresinde pazar günü İslamabad, Lahor, Revalpindi, Karaçi ve Paşaver gibi Pakistan'ın büyük şehirlerinde kitlesel yürüyüşlere öncülük etti. Göstericiler, Pakistan'ı egemen olan Amerikan nüfuzundan, ülkeyi ve insanları CIA çetelerine ve hiçbir kimsenin engelleyemediği ülkenin dört bir tarafındaki ölüm mangalarına ipotek eden fasit siyasî tabakadan kurtarmak için ümmetten kendileriyle birlikte çalışmasını talep etti.

Göstericiler, Pakistan ordusundaki komutanlardan ve subaylardan Müslümanların beldelerini birleştirmek, ümmetin enerjisini, milletler arasındaki konumuna geri döndürmek ve dünyaya tüm insanlığın barışını ve adaletini sağlamaya kefil bir hadarat modeli sunmak için harcayacak olan Müslümanların Halifesine biat ederek Amerika'nın hakimiyetin kurtulma savaşında ümmetin yanında yer almalarını talep ettiler.

Pakistan güvenlik birimlerindeki CIA elemanları, Karaçi, Lahor, İslamabad ve Paşaver'deki göstericilerden onlarcasını tutuklama girişiminde bulundular. Zehirli demokrasilerindeki ifade özgürlüğü alametleri olan cop ve tazyikli su gibi alışılagelmiş bastırma araçlarını kullanmalarına rağmen geniş bir katılımın olduğu yürüyüşleri bastırmayı ve eylemlerin tamamlanmasını engellemeyi başaramadılar.

Hizb-ut Tahrir, Batılı nüfuzdan kurtulmak ve İslamî hayatı yeniden başlatmak için ümmetin muhlis evlatlarıyla çalışmasına devam edecektir. Ümmetin, bu tarihi günlerde tanık olduğu olaylar, şeri bir farz olmasının ötesinde insanlığı inim inim inleten Batının maddiyatçı hadarat belasından kurtulmak için hayatî bir gereksinim haline gelen Hilafetin geri dönüşünün belirtilerinden başka bir şey değildir.

Merkezî Medya Bürosu'nun, 17.04.2011 pazar akşamı Medine-i Münevvara saatiyle saat 20:00'da Pakistan'daki yürüyüşlere ilişkin bir medya görüntüsü sunacağını ve bu görüntüyü internet üzerinden http://htmedia.info sitesinden takip edebileceklerini medya organlarının bilgisine arzederiz.

Daha fazla görüntü ve ayrıntı isteyenlerin aşağıdaki adres üzerinden bizimle bağlantı kurması rica olunur.


Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yahudi Varlığı Hükümeti, Filistinli Kadınlara Pazı Göstermede Bir Kez Daha Eşsizliğini Gösterdi

Yahudi varlığı kuvvetleri, 07 Nisan 2011 Perşembe sabahı, geçen ay Itamar Yahudi yerleşim biriminde öldürülen bir Yahudi ailenin sorumlularını arama gerekçesiyle Nablus şehri yakınındaki Avrata köyünü bastı ve yüz Filistinli kadını tutukladı. Mücrim Yahudi devleti, geçen dört hafta içerisinde birçok kez köyü ev ev basmış ve onlarca Filistinli Müslümanı tutuklamıştı. Belediye Başkanı Yardımcısı Hasan Ivad, "İsrail" ordusunun geçen hafta çocuk ve erkek olmak üzere köyde 300 kişiyi tutukladığını ifade etti.

Bu ödlek ırkçı devlet, 1967'den beri 10,000 siyasî kadın mahkumu hapsetti. Bu kadınlardan onlarcası hala tutuklu bulunmakta ve bazıları hiçbir suçlama olmaksızın gözaltındadır. Bu kadınlar, içler acısı şartlarda yargılandılar, sistematik aşağılamaya, türlü türlü tehditlere, vahşi fiziksel ve psikolojik işkencelere maruz kaldılar... Keza tekli hücrelerde tutulmaya ve aile ziyaretlerinin yasaklanmasına maruz kaldılar. Nitekim geçen Mart ayında Kadın Hakları Derneği Müdiresi Fabrizia Falcone, "İsrail" hapishanelerindeki Filistinli kadın mahkumlarını durumunu nitelendirirken haşereler, hamam böcekleri, kemirgenler ve kanalizasyon sularıyla dolu iğrenç hücrelerde yaşadıklarını, kanunî temsil ve sağlıklı gözetimden mahrum olmalarının yanı sıra doğum sırasında zincirlerle bağlandıklarını ifade etti.

Hizb-ut Tahrir Merkezî Medya Bürosu Üyesi Dr. Nesrin Nevaz, bu hususta şu değerlendirmelerde bulundu: "İnsafsız bu mücrim Yahudi devleti, hiçbir suçu olmayan masum Filistin halkını kaçırmaya ve zulmetmeye hakkı olduğuna dair sonsuz inancını yinelemektedir. Öyle bir devlet ki adaleti, insan hayatını ve haklarını veya her türlü ahlakı tanımadığını defalarca göstermiştir. Onun varlığı, İslam ümmetinin bağrında kanayan bir yara ve bölge halkının barış ve güvenlik içerisinde yaşamasının önünde temel bir engel olarak kalacaktır."

"Açıkça İslam düşmanı olmasına rağmen İslam dünyasındaki rejimler, utanmadan ümmetin kızlarını aşağılamaktan zevk alan bu mücrim devletle olan dostane ilişkilerini korumaktadırlar. Bu hain yöneticiler var ya onlar, elleri Müslümanların kanlarına bulaşmış olup Filistin ve bölge halkının güvenliğine, barışına ve haklarına hiçbir değer vermeyen bu varlıkla olan anlaşmalara küstahça saygı duymaya devam etmekteler. Mısır ve bölgedeki Müslümanların ordularının içerisindeki Müslüman evlatları, Filistin'deki bacılarının sıkıntılarını sessizce seyretmeye ne zamana kadar tahammül edecekler?"

Sizleri, Müslüman bacılarınızın sefaletinden ve namuslarının çiğnenmesinden beslenen bu devlete kucak açan bu ödlek liderliklerin arkasında durmaya iten hangi onurdur? Kendilerini hapishanelerden ve cellatlarının pençelerinden kurtarmanız için bacılarınızın size imdat çığlıkları attığını işittiğiniz ve kılınızı dahi kıpırdatmadığınız halde analarınızın, kızlarınızın ve eşlerinizin karşısında başlarınızı nasıl dik tutacaksınız?!

Ayaklanın... Karşı çıkın... Bacılarınızı ve kardeşlerinizi kurtarın. Bu ümmete hıyanetten ve sefaletten başka bir şey getirmeyen sistemlere ve yöneticilere bağlanmayı bırakın. Onlar ki ellerinizi bağlayarak birer kurtarıcı ve kahraman olarak gerçek rolünüze bürünmenizi engellediler. Bu terörist gasıp varlığın vahşetini sonsuza dek bitirmek ve işgal altındaki tüm İslam topraklarını kurtarmak için orduları seferber edecek olan Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışın.Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şeriatını tatbik edecek, ümmetin analarının ve kızlarının onurunu geri iade edecek, Müslümanların uzun dönemdir yaşadığı korku halini yok edecek ve İslam beldelerinde emniyeti ve güvenliği yayacak olan sadece Hilafet Devleti'dir. SallAllahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurmuştur: الإمام جنة يقاتل من ورائه ويتقى به "İmam [Halife], bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur." [Muslim]

Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...

Sorular-Cevaplar

Soru-1: Şahsiye Kitabının 3. cüzünün 106. sayfasındaki "Aleyhi's Selam'ın Sükut Etmesi" konusunda şöyle geçmektedir: "Bir kimse, Nebi Aleyhi's Selam'ın önünde veya döneminde onun bildiği ve karşı çıkmaya muktedir olduğu bir fiil işlese o da buna sükut etse..." Bir sonraki sayfada ise şöyle geçmektedir: "Resulün, buna karşı çıkmaya muktedir olması..."

Bu kaydın, yani "Resulün, buna karşı çıkmaya muktedir olması" şeklindeki bir kaydın Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in hayatında fiili bir vakası var mıdır? Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], risaleti tebliğ etmeye, daima münkere karşı çıkmaya ve gerektiğinde açıklama yapmaya muktedir olduğu halde herhangi bir vakitte bu fiile karşı çıkmaya muktedir olmaması düşünülebilinir mi? Bunu açıklamanızı rica ediyoruz.

Cevap-1: Aleyhi's Salatu ve's Selam'ın sükut etmesi açısından olana gelince; Usulcüler, herhangi bir meseleyi tarif ederlerken tarifin egyarına mani ve efradını câmi olması için onu tüm yönleriyle kuşatırlar.

Bunun içindir ki onlar, burada bu tarifte bu kaydı, yani "karşı çıkmaya muktedir olduğu" kaydını koydular ki hiçbir kimse tarife itiraz edemesin ve beşere isabet eden herhangi bir sebepten dolayı karşı çıkmaya muktedir olamamanın Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e de isbabet etmesi ihtimalinin olduğunu söyleyemesin. Dolayısıyla sükut etmesi, ikrar etmesine dair bir delil değildir!

Velhasıl: Bu kayıt, tarifi egyarına mani ve efradına câmi kılmak babındandır. Yoksa Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in döneminde bunun fiili bir vakıası yoktur. Nitekim el-Âmidî, İhkâm adlı eserinde "muhtemelen SallAllahu Aleyhi ve Sellem, karşı çıkmasına engel olan bir mania olduğundan dolayı buna karşı çıkmamıştır" sözlerini delil göstererek sükut etmeye karşı çıkanlara cevap verirken tarifteki bu kayıt hakkında şöyle demiştir: "Bu kişilerin belirttiği bir manianın olması ihtimali aklen mümkün olsa da -resul açısından- aslen bu mümkün değildir."

Soru-2: Alimler, besmelinin Fatiha veya diğer surelerden bir ayet sayılması hakkkında ihtilaf ettiler. Bazıları, tevatür olmaması gerekçesiyle buna karşı çıkarlarken bazıları, Mushaf'ta yazılı olarak geçtiği gerekçesiyle kabul ettiler ve bir takım hadisleri bu görüşlerine delil getirdiler. Bu meselede sahih olan hangi görüştür? Bu gibi bir meselede ihtilaf olması caiz midir? Allah, sizleri mübarek kılsın.

Cevap-2: Besmeleye gelince; Neml suresinin şu ayetinin, إِنَّهُ مِنْ سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ "Bu (mektup) Süleyman'dandır, Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla (başlamakta)dır."bir parçası olarak Kur'na-il Kerim'dendir. Fatiha'nın veya diğe surelerin başındaki besmeleye gelince; sureden bir ayet mi yoksa sadece surelerin arasını ayırmak için mi olduğu hakkında ihtilaf vardır. Bu ihtilafın bir sakıncası yoktur. Çünkü her iki gurup da Neml suresindeki besmelenin Kur'an'dan bir ayet olduğunu kabul etmektedirler. İhtilaf, Tövbe suresi dışında surelerin başındaki durumundadır. Yani surelerin veya Fatiha suresinin başındaki besmele, bir ayet midir yoksa değil midir..? Madem ki hepsi, Neml suresindeki besmelenin Kur'an'dan bir ayet olduğunu kabul etmektedir o halde surelerin başındaki durumunda ihtilaf edilmesi, salahta Fatiha'nın veya diğer surelerin başındaki besmelenin müçtehitlerin istinbat ettiği şeri hükümlere göre açık veya gizli okunmasının veya hiç okunmamasının dışında bir şeye etki etmez.

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Filistin'deki Temîm el-Dârî vakfı ve başka yerlerdeki vakıflar gibi vakfa intikal eden ve aslî niteliği haracî arazi olan bir arazi için harac ödenir mi?

Cevap:

Haracî arazi, vakfedilmez. Dolayısıyla haracî arazi olarak kalır ve onun için harac ödenir.

Nitekim Anayasa Mukaddimesi'nin 2. cüzünün 133. maddesinde şöyle geçmiştir:

"Her fert öşrî ve haracî arazisini mübadele etme ve sahibinden miras edinme hakkına sahiptir. Çünkü sahibinin gerçek mülküdür ve mülk hükümlerinin tamamı bunlara intibak eder. Bu ise öşrî arazi açısından açık bir durumdur. Haracî arazi açısından olana gelince; haracî arazisinin mülkiyeti, mülkiyet bakımından aynen öşrî arazisinin mülkiyeti gibidir. Sadece şu iki husus dışında bu ikisinin arasında hiçbir fark yoktur: Birincisi: Sahip olunulan malın ayni açısından. İkincisi: Araziye düşen şey açısından. Sahip olunulan malın ayni açısından olana gelince; öşrî arazinin sahibi onun rakabesine ve menfaatine sahip olurken haracî arazinin sahibi sadece onun menfaatine sahip olur. Bunun bir sonucu olarak da öşrî arazinin sahibi, sahip olduğu araziyi vakfetmek istediğinde dilediği herhangi bir zamanda bunu yapabilir. Çünkü o, onun aynine, yani rakabesine sahiptir. Fakat haracî arazinin sahibi, sahip olduğu araziyi vakfetmek istediğinde bunu yapamaz. Çünkü vakfetmede vakfeden kimsenin vakfettiği malın aynine sahip olması şarttır. Haracî arazinin sahibi ise arazinin aynine, yani rakabesine sahip olmayıp sadece onun menfaatine sahiptir. Çünkü haracî arazisinin rakabesi Beyt-ul Mâl'e aittir.

Araziye düşen şey açısından olana gelince;"

2- Temîm el-Dârî'nin arazisi, haracî arazi değildir. Zira o, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] tarafından fetihten önce Temîm'e ikta edilmiştir. Dolayısıyla o, öşrî arazidir...

Nitekim Şahsiye Kitabının 312. sayfasındaki Öşrî Araziler Babının öşrî arazi sayılması ifadesinin geçtiği paragrafında şöyle geçmiştir:

"Aynı şekilde İmamın henüz fethedilmemiş her araziden tımar (ıkta) olarak verdiği bölüm de Allah, Müslümanlara o araziyi fethetmeyi nasip etmesinden sonra kendisine tımar olarak verilen kimseye hibe olunur. Nitekim Halil'de Aynun, el-Martüm, Habrün ve Habrî arazisini Temîm el-Dârî, cemaatiyle birlikte Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in huzuruna çıktığında Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'den Allah Müslümanlara fethetmeyi nasip ederse bu yerleri kendilerine ikta etmesini/tımar olarak talep etti. Bunun üzerine Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], oraları ona tımar olarak verdi. Buna dair de ona bir yazı verdi. Ömer de bu yazıya şahit olan iki şahidin birisi idi. Allah, Ömer zamanında oraları Müslümanlara fethetmeyi nasip ettiğinde Temîm oraları Ömer'den talep etti. Ömer de Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in vermesine bağlı kalarak oraları ona teslim etti..."

Hakeza Temîm el-Dârî [RadiyAllahu Anh]'ın arazisi, Müslümanlara vakfedilmiş olması bakımından öşrî arazidir. Dolayısıyla ona zekat gerekmez. Çünkü zekat, genele ait olan mallara değil sahibi belli olan mallar için vardır...

Devamını oku...

Sorular-Cevaplar

Soru-1: İktisat Nizamı Kitabının 89. sayfasının sondan 3. satırında şöyle geçmektedir: "Çünkü icaranın, bilinen olması lazımdır. Bazı işlerde süreyi belirtmemek işi meçhul kılar. İcara meçhul olunca caiz olmaz."

Yine aynı kitabın 90. sayfasının 7. satırında şöyle geçmektedir: "Cehaleti kaldırmak için müddeti zikretmek zaruret olduğu zaman bu müddetin dakika, saat, hafta, ay veya sene olarak belirlenmesi gerekir."

Yine aynı kitabın 91. sayfasının 8. satırında şöyle geçmektedir: "Özet olarak icaranın, bilinmezliği ortadan kaldıracak şekilde bilinen bir yapıda olması gereklidir. Çünkü bütün sözleşmelerde, ücret üzerinde ittifakın olması temel esastır. Ücret üzerinde ittifak sağlanmadan işçiyi çalıştırmak mekruhtur."

Soru Şudur: Buradaki [يجب] "gerekir" kelimesi, teklif hükümlerinde bilinen ve terk edeni günahkar yapan farz anlamındaki vacip anlamına mı gelmektedir? Şayet böyleyse 91. sayfasının 10. satırında neden "ücret üzerinde ittifak sağlanmadan işçiyi çalıştırmak mekruhtur" denilmiştir? O halde önceki metindeki [يجب] "gerekir" kelimesi ile son metindeki [يكره] "mekruhtur" kelimesinin arasını nasıl örtüştürürüz? Bütün nasslar, cehalet/belirsizlik üzerine olan sözleşmenin/akdin, caiz olmayacağını belirtmektedir.

Sözleşme/akit, ücretin belirtilmemesinden dolayı fasit olduğunda ecr-i misil gerekir. Fasit akit, fesat düzeltilinceye kadar kişiyi günahkar yaparken kerahette günah olmadığını söylemekteyiz. O halde ücret belirtilmediğinde akdi ifsat edeceğinden kişi, nasıl olur da önce mekruh sonra da günah işlemiş oluyor?

Bunun izah edilmesini rica ediyorum. Allah, sizi mübarek kılsın.

Cevap-1:

İktisat Nizamı Kitabının 89. sayfasında şöyle geçmektedir:

- "Çünkü icaranın, bilinen olması lazımdır. Bazı işlerde süreyi belirtmemek işi meçhul kılar. İcara meçhul olunca caiz olmaz... Cehaleti kaldırmak için müddeti zikretmek zaruret olduğu zaman bu müddetin dakika, saat, hafta, ay veya sene olarak belirlenmesi gerekir."

- 91. sayfasının 8. satırında şöyle geçmektedir: "Özet olarak icaranın, bilinmezliği ortadan kaldıracak şekilde bilinen bir yapıda olması gereklidir. Çünkü bütün sözleşmelerde, ücret üzerinde ittifakın olması temel esastır. Ücret üzerinde ittifak sağlanmadan işçiyi çalıştırmak mekruhtur..."

Siz, "bir yerde gerekir ve başka bir yerde mekruhtur" şeklinde söylediğimizden bir çelişki olduğunu zannederek bunu soruyorsunuz!

* 89. sayfada geçene gelince; bu, açıktır ve bunda bir şey yoktur. Zira müddetin belirlenmesinin "vacip" olduğu ve cehaleti ortadan kaldıracak şekilde belirlenmediğinde icaranın caiz olmadığı, yani sahih olmayacağı belirtilmektedir. Bu, açıktır ve bunda bir sorun yoktur.

* 91. sayfada belirtilene gelince; burada iki mesele olduğu halde siz tek bir mesele olduğunu zannetmektesiniz:

Birinci Mesele: Ücret, cahaleti/belirsizliği ortadan kaldıracak şekilde belli olmalıdır. Dolayısıyla ücretlinin ücretinin, aynı sayfanın, yani 90. sayfanın sonunda geçen ücretliye, "Senin ücretin, hasat edeceğin ekinin bir kısmıdır" demeniz misalindeki gibi belirlenmesi caiz değildir. Bu caiz değildir. Bilakis ücretin, anlaşmazlığı kaldıracak şekilde belirli ve bilinen olarak belirlenmesi gerekir. Şöyle demeniz gibi: "Senin ücretin, bir ölçek veya bir kiledir" yada "Benim için şu on dönüm ekini hasat et, senin ücretin şu bir dönüm ekindir." Yani burada hüküm, vaciptir.

İkinci Mesele: Belirsizliği ortadan kaldıracak şekilde belirtildiğinde ücretin vacip olması ile ilgili değildir. Bilakis ücretlinin ücretinin çalıştırılmadan önce belirtilmesi ile ilgilidir: Ücretlinin ücreti, çalıştırılmadan önce bildirilir mi veya ücreti belirlenmeden önce çalıştırılır mı? Bu durumda hüküm, mekruh olur. Yani haram olmaz. Dolayısıyla icara akdi batıl olmaz. Bilakis ecr-i misline hükmedilir...

* Görüldüğü üzere mesele, iki meseledir:

Birincisi: Ücret belirtilirken belirlisizliği ortadan kaldıracak şekilde belli olması gerekir. Aksi takdirde sahih olmaz.

İkincisi: Ücretli kiralanırken ücreti belirtildikten sonra mı yoksa ücreti belirtilmeden önce mi kullanılır? Burada hüküm, mekruhtur. Yani icara sahih olur ve ecr-i misil gerekir. Diğer bir ifadeyle:

- Ücretli kiralanırken, ücreti belirtilmeden önce kullanılması mekruhtur.

- İcara akdinde ücretlinin ücreti belirtilirken belirsizliği ortadan kaldıracak şekilde belli olması gerekir.

Soru-2: Şeri hakikat ile şeri mana arasında bir fark var mıdır?

Bu hususta kafamız karıştı. Zira şebabtan biri, aylık halakada şöyle dedi:

Şeri hakikat: Lügat manasının, salah kelimesi gibi aslından farklı yeni bir manaya nakledilmesidir.

Şeri mana: Lügat manasının aynısının kullanılması ve buna bir kayıt veya sınırlama getirilmesidir. Kıble kelimesi gibi. Bu doğru mudur?

Eğer bir fark varsa aşağıdaki hususların açıklanmasını rica ediyorum:

a- İktisat Nizamı Kitabının 222. sayfasındaki israf ve tebzir konusunda şöyle geçmektedir: "İsrafın manasına gelince; malın Allah'ın yasakladığı yerlerde harcanmasıdır." Şebabtan biri, bunun şeri mana olup şeri hakikat olmadığını söyledi.

b- et-Teysîr Fî Ahvali't Tefsîr Kitabının 190. sayfasında [مَا وَلاَّهُمْ عَن قِبْلَتِهِمُ] "Yönelmekte oldukları kıbleden onları çeviren nedir?" ayetinin tefsirinde şöyle geçmektedir: Ayetteki [قِبْلَتِهِمُ] kelimesinin tefsirindeki kıblenin, müveceheden gelen veche gibi mukabeleden gelen bir fiil olduğu söylenmiştir. Şeri bir manası olmuştur ki o, Müslümanın salahta yöneldiği cihettir. Bu, şeri hakikat olarak değil şeri mana olarak isimlendirilir.

c- Şahsiye Kitabının 3. cüzündeki şeri hakikat bahsine baktığımızda bir fark olduğunu göremedik.

Şayet şeri hakikat ile şeri mana arasında bir fark varsa bizi bilgilendiriniz. Allah, sizleri mübarek kılsın.

Cevap-2:

Şeri hakikat, lafızdır...

Şeri mana, manadır...

İki husus birbiri ile çelişmemektedir!

- Şahsiye Kitabının 3. cüzünün 155. sayfasının sondan 11. satırında şöyle geçmektedir: "Şeri hakikat, şeriatın, kendisi için belirlenen mana dışındaki bir manada kullandığı lafız olup Araplar onu, şeriat kullandıktan sonra şeriatın kullandığı manada kullanmışlardır. Böylece önce şeriatın ardından Arapların kullanması ile başka bir manaya nakledilmiş ve ilk mana ortadan kalkmıştır..."

- Yine 149. sayfasının 14 ila 15. satırlarında şöyle geçmektedir: "Şeri hakikat, şeri örfte kendisi için konulana göre kullanılan lafızdır..."

- Yine 150. sayfasının 2 ila 3. satırlarında şöyle geçmektedir: "Şeri hakikat, şeriatın bir karine olmadan kendisine delalet ettiği mana için koyduğu lafızdır..."

Yani şeri hakikat, Arapların lügat mananın dışında şeri manada kullandığı, lügat mananın ortadan kalktığı ve şeri mananın meşhur olduğu lafızdır. Salah gibi. Zira salahın lügat manası, duadır ve şeriat, ona şeri bir mana vermiştir. Yani şeriat, onu lügat manasından şeri manaya nakletmiş sonra bununla meşhur olmuştur. Böylece bu lafız, yani "özel hareketlerin" olduğu şeri manadaki "salah" lafzı, şeri bir hakikat haline gelmiştir.

Binaenaleyh lafzın ne olduğunu öğrenmek istediğinizde bakılır:

1- Lügat manasında kullanılmışsa lügavî hakikattir.

2- Lügat manadan örfi manaya nakledilmiş, bununla meşhur olmuş ve lügat mana ortadan kalkmışsa örfi hakikattir.

3- Lügat manadan şeri manaya nakledilmiş, bununla meşhur olmuş ve lügat mana ortadan kalkmışsa şeri hakikattir.

Bunun içindir ki lafzı incelersiniz ki şeri manada kullanılmışsa bu durumda o, şeri hakikattir:

Dersiniz ki: Salahın, kullanıldığı şeri bir manası vardır ve bununla meşhur olmuştur. Bu durumda salah lafzı, bu şeri manasıyla şeri hakikattir.

Ve dersiniz ki: Kıblenin, kullanıldığı şeri bir manası vardır ve bununla meşhur olmuştur. Bu durumda kıble lafzı, şeri hakikattir.

Bununla birlikte salah lafzının, şöyle şöyle şeri bir manası vardır dememiz mümkün olup bu durumda ona, şeri hakikattir demeye gerek yoktur.

Aynı şekilde kıble lafzının, şöyle şöyle şeri bir manası vardır dememiz mümkün olup bu durumda ona, şeri hakikattir dememiz zorunlu değildir.

Dolayısıyla şeri hakikat, bir şeri manası olan ve bununla meşhur olan lafızdır.

Ümit ederim ki sizin açınızdan şeri hakikat ile şeri mana arasındaki fark açığa çıkmıştır. Zira bu ikisi müteradif/eşanlamlı değildir. Bilakis bu ikisi, şu düzen içerisindedir: Şeri hakikat, şeri manada kullanılan, bununla meşhur olan ve lügat manası ortadan kalkan lafızdır. Buradaki [هجر] "ortadan kalkma" kelimesinin manasının lügat manası olduğu da bilinmelidir. Yani lafız işitildiğinde, zihin bir karine olmadıkça lügat manasına yönelmez.

Soru-3: Kitleleşme Kitabında "Felsefe" ıstılahı geçmiştir. Bundan felsefe ile kastedilenin İslam fikri olduğunu anlıyoruz. Ancak hizb, içeriğine rağmen neden bu ıstılahın kullanımına başvurmuştur. Ortaya çıkabilecek itirazları savuşturmak amacıyla başka bir ıstılah veya fikir gibi başka bir kelime kullanılamaz mıydı? Çünkü hizb, kitaplarının birçok yerinde filozofları eleştirmiştir.

Cevap-3: Felsefe kelimesi, Kitleleşme Kitabında felsefeye ilişkin maddenin ruhla mezcedilmesi, yani maddenin Allah ile ilişkiyi idrak etmekle mezcedilmesi, yani Allah'ın şeriatını hayatta, devlette ve toplumda hakim kılmak şeklindeki tarifimize göre kullanılmıştır.

Mefhumlar Kitabının 32. sayfasında şöyle geçmektedir:

"Buradan, İslam felsefesi, maddenin ruh ile mezcidir, yani amelleri Allah'ın emirleri ve nehiyleri ile müseyyer kılmaktır. Ne kadar az yahut çok olursa olsun, ne kadar küçük yahut büyük olursa olsun, bu felsefe her amel için daima elzemdir. İşte hayat tasviri budur. İslamî akidenin, hem hayatın esası, hem felsefenin esası, hem de nizamların esası olmasından ötürü, -İslam'ın bakış açısından hayat hakkındaki mefhumların toplamı olan- İslamî Hadarat, tek bir ruhî esas üzerine bina edilmiştir ki o, akidedir. Onun hayat tasviri ise, maddenin ruh ile mezcidir ve onun nazarında saadetin manası da Allah'ın rıdvanıdır."

Gördüğünüz üzere "felsefe" kelimesinin yukarıda geçtiği üzere kullanılmasında bir sakınca yoktur.

Yine felsefe kelimesinin kullanıldığı yerlerin tedebbür edilmesiyle bu mananın açık olduğunu, bunun fasit filozoflara bir cevap olduğunu ve bunun, felsefede açıkladığımız bu esasın dışında hareket ederek dalalete düşen veya küfre giren filozofların durumlarıyla karıştırmaktan uzak olduğunu göreceksiniz.

İşte size bu yerlerden bazıları:

Kitleleşme Kitabının 4. sayfasında şöyle geçmektedir: "Fikir ve metot mevzuuna gelince; bunlar, bir felsefelerinin var olduğu farz edilirse, bu hareketlerin üzerine kaim oldukları felsefenin hatasında zahirdir..."

6. sayfasında şöyle geçmektedir: "İşte biz inanıyoruz ki kalkınmanın hakiki felsefesi; fikir [el-fikra الفِكْرَة] ve metodu [el-tarika الطَرِيْقَة] beraber bütünleştiren ideolojidir [mebde' مَبْدَأ] ve bu ideoloji de İslâm'dır zira kendisinden tüm devlet ve ümmet işleri için bir nizam kaynaklanan ve tüm hayat sorunlarını çözen bir akidedir..."

7. sayfasında şöyle geçmektedir: "Dedik ki kalkınmanın hakiki felsefesi; fikir ile metodu beraber bütünleştiren ideolojidir ki bu ikisinin kavranması, kalkınmaya götüren ciddî bir çalışma ile kaim olmayı hedefleyen her kitleleşme için kaçınılmazdır."

10 ila 11. sayfalarından şöyle geçmektedir: "Küfür ve sömürgecilik fikirlerinin terkiz edişinde, kalkınmanın başarısızlığında ve gerek cemiyetçi gerek hizbî kitleleşme hareketlerinin fiyaskosunda bu ecnebi kültürünün büyük etkisi vardır. Zira kültürün, hayatın mecrasına etki eden insanî fikirde büyük etkisi vardır. Nitekim sömürgecilik, öğretim ve kültür minhaclarını sabit bir felsefe esası üzerine koydu ki o, kendisinin hayattaki bakış açısıdır [vichet el-nazar fi el-hayâ وِجْهَة النَّظَر فِيْ الحَيَاة]. Bu da maddenin ruhtan ayrılması ile dinin devletten ayrılmasıdır. Yine hem kendi şahsiyetini, içerisinden kültürümüzün çekilip çıkarıldığı yegâne esas kıldı, hem de hadâratını, mefhumlarını ve ülkelerinin teşekküllerini, tarihini ve tabiatını, akıllarımızı tıka-basa doldurduğumuz aslî kaynak kıldı..."

Ve 23. sayfasında şöyle geçmektedir: "...bu hizbî bağ; kendisinden hizbin felsefesinin kaynaklandığı akide ve hizbin, mefhumları ile vasıflandığı kültürdür. İşte o zaman hizbî kitle oluşturulmuş ve hayat meydanında seyrettirilmiş olur..."

Bu yerlerde bir karışıklığın olmadığı açıktır.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER