Cuma, 28 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/19
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Soru-Cevap

İslam Şahsiyeti kitabının ikinci cüzünün 417. sayfasında şu ifade geçmiştir: "...Zira mesela, bir sene bir evde oturmaya karşılık bir hayvanın satılması caiz olmaz. Fakat bir evde oturmaya karşılık bir bahçenin kiralanması sahih olur. Çünkü alış-veriş malın mal ile değişimidir. Dolayısıyla malın menfaat ile değişimi alış-veriş sayılmaz. Kiralama ise böyle değildir. Zira o, bir bedel karşılığı menfaat üzerine sözleşmedir. Bu bedelin, mal olması zaruri değildir, menfaat de olabilir."

İktisat Nizamı kitabının 375. sayfasında ise şu ifade geçmiştir: "...İslam, kira ve alış-veriş hükümlerini açıklarken mal ve hizmetlerin kıymetleri ile ilgili belirli bir mübadele aracı belirtmemiştir. İslam, karşılıklı rızaya dayanan mübadele konusunda insanı serbest bırakmıştır. Örneğin; Kur'an öğrenmesi şartıyla, bir erkeğin bir kadınla evlenmesi caiz olduğu gibi, bir malı, bir gün çalışma karşılığında alabilmesi ve belirli miktarda hurma karşılığında başka bir kişinin yanında bir gün çalışması da caizdir..."

Benim Burada İki Sorum Var:

Birincisi: İslam Şahsiyeti kitabının ikinci cüzünde geçtiği üzere alış-veriş malın mal ile değişimi/mübadelesi olması itibarıyla bir evde oturma karşılığında bir hayvanın satılması caiz değildir. Oysa bu durum, bir malın evin menfaati ile mübadelesidir. Ancak bir evde oturmaya karşılık bir bahçenin kiraya verilmesi caizdir. İktisat Nizamı kitabında ise bu alış-veriş caiz kılınmış ve şöyle denmiştir: "Bir malı, bir gün çalışma karşılığında alabilmesi caizdir." Yani malın bir hizmetin menfaati karşılığında satılmasıdır. Dolayısıyla müşteri, sahibinin yanında çalışmasının menfaati karşılığında malı almaktadır. Görüldüğü üzere Şahsiyet ile İktisat kitapları arasında bir çelişki vardır. O halde bunun hangisi doğrudur? Bir malı menfaat karşılığında satmak caiz midir yoksa caiz değil midir?

İkincisi: Şayet caiz değilse haracî arazinin satışı menfaatinin satışı olduğu bilindiği halde bu nasıl gerçekleşmektedir? Çünkü haracî arazinin rekabesi, Müslümanların mülkü olup haracî arazinin sahibi onun menfaatinden başka hiçbir şeyine sahip olamaz. O halde haracî arazinin menfaatinin mal ile mübadele edilmesi bir satış olarak isimlendirilir ve buna alış-veriş hükümleri intibak eder mi?

Birinci Sorunun Cevabı:

1- Bir yerde (mübadele), başka bir yerde (alış-veriş), bir başka yerde (kira/icara) olarak isimlendirilmiştir.

2- İslam mübadeleyi, haram olmadıkları sürece mal, hizmet ve menfaat arasında kullanmıştır. Dolayısıyla bir arabanın veya iki arabanın bir ev ile mübadele edilmesi caiz olduğu gibi bir arabanın bir evde birkaç ay oturma ile mübadele edilmesi de caizdir.

Yine bir günlük veya bir aylık çalışmanızı belirli meblağda bir para ile mübadele etmeniz caiz olduğu gibi bir günlük veya bir aylık veya bir senelik çalışmanızı bir ev veya araba ile mübadele etmeniz de caizdir...

Yani -dediğimiz- gibi haram olan bir mal veya haram olan bir menfaat veya haram olan bir işte verilen hizmet olmadığı ve karşılıklı rıza olduğu sürece bir hizmetin bir mal veya bir emtia veya bir menfaat ile mübadele edilmesi caizdir.

3- Alış-veriş bir tür mübadele olup malın mal ile mübadelesidir. Bu nedenle iki nakit arasında veya nakit ile emtia arasında olması gibi mübadele, bir mal ile başka bir mal arasında olduğu sürece bu, bir alış-veriştir ve buna alış-veriş hükümleri intibak eder.

4- İcara/kira, mübadelenin başka bir türü olup bir bedel karşlığında menfaat üzerinde yapılan akittir. Bedel ise mal olabileceği gibi menfaat te olabilir. Dolayısıyla belirli meblağda bir nakit veya buğday yada hurma gibi bir mal karşılığında bir gün veya bir ay çalışmanız caiz olduğu gibi... bir evde bir ay oturmanız karşılığında birgün veya bir ay çalışmanız da caizdir.

Dolayısıyla mübadele, menfaat ve emtia veya mal arasında olduğu sürece bu, bir icaradır ve buna icara hükümleri intibak eder.

5- Bunları öğrendiğimizde İktisat Nizamı'nda ve İslam Şahsiyeti'nin ikinci cüzünde geçen ifadeleri aşağıdaki şekilde anlamamız kolaylaşlacaktır:

a- İktisat Nizamı'nda geçenler nakit babı hususunda olup mübadele genel olarak zikredilmiş ve emtia, hizmet ve menfaat arasında olmasına cevaz verilmiş... Ardından da İslam'da nakitte mübadele aracının altın ve gümüş olduğuna ulaşılmıştır.

Dolayısıyla nakit babındaki bahs mübadele hakkında olup bu, sahihtir. Yani mübadele mal, emtia ve hizmet arasında olmaktadır.

b- İslam Şahsiyeti'nin ikinci cüzünde geçenler ise icara/kira hakkında olup icara ile alış-verişin arasını ayırmak içindir. Dolayısıyla İslam Şahsiyeti'nde araçlarından her birinin (mal) olduğu genel mübadelenin bir türünden bahsedilmektedir. Bu da alış-veriş olarak isimlendirilir ve kendisine has hükümleri vardır. Keza araçları (menfaat veya hizmet ile) (mal) veya (menfaat ve hizmet) ile (menfaat ve hizmet) olduğu genel mübadelenin başka bir türünden bahsedilmektedir ki bu da icara olarak isimlendirilir.

c- Binaenaleyh İktisat Nizamı ve İslam Şahsiyeti kitaplarında geçenlerden her biri kendi babında sahihtir.

d- Ancak İktisat Nizamı'nda mübadeleden bahsedilirken verilen misalde (alma) lafzının kullanılmasından dolayı bir karıştırma olmuştur ki bu, şu ifadedir: "...bir malı, bir gün çalışma karşılığında alabilmesi caizdir..." Bundan maksat şudur: "Malı, sahibinin yanında bir günlük çalışma ile mübadele etmesi caizdir" Zira konu, mübadele hakkında olup bu şekilde belirtilmiş olsaydı karışıklık ortadan kalmış olurdu. Çünkü bize göre bu tür bir mübadele, icara babına girer ve buna alış-veriş hükümleri değil icara hükümleri intibak eder. Zira bir gün çalışan bu adamın ücreti, bu mal olup bu duruma alış-veriş hükümleri intibak etmez.

İslam Şahsiyeti kitabının ikinci cüzünün 375. sayfasında alış-veriş bahsinin başında: "Alış-veriş lügatte mutlak olarak mübadele olup almanın zıttıdır..." şeklinde geçtiği üzere alış-veriş, lügatte mübadele olarak isimlendirlmesine rağmen şeran mübadele türlerinden bir tür olup malın malla mübadelesidir. Nitekim yukarıdaki ifadenden sonra şu ifade geçmiştir: "Şeriata göre alış-veriş; karşılıklı mülkiyet hakkını devretme ve devir alma şeklinde bir malın bir mal ile değişimidir..."

Bundan dolayı karışıklığı ortadana kaldırmak için bu cümleyi yukarda belirtiğim şekilde tashih edeceğiz. Yani: "..bir malı, bir gün çalışma karşılığında alabilmesi caizdir..." cümlesi yerine şu cümleyi koyacağız: "Malı, sahibinin yanında bir günlük çalışma ile mübadele etmesi caizdir."

Çünükü bize göre doğru olan şeran alışveriş, İslam Şahsiyeti kitabının ikinci cüzünün 375. sayfasında geçen alış-verişin tanımında olduğu gibi (malın malla mübadele edilmesidir).

Ayırca menfatin, hizmetin ve malın mübadelesini belirli şartlarda alış-verişe dahil eden ve malın malla mübadelesi ile sınırlandırmayan fakihlerin olduğu da bilinmelidir. Ancak bize göre râcih olan; yukarıda belirtiğimiz gibidir.

 

İkinci Sorunun Cevabı:

İcaranın tanımı, bir bedel karşılığında menfaat üzerinde yapılan akittir. Burada menfatten maksat, geçici menfaattir. Yani menfaatin, onu geçici bir sınırla sınırlandıran muayyen şartları ve keyfiyetleri taşımasıdır. Mesela oturmak için bir evin bir seneliğine kiralanması, kiralanan şeyin geçici bir menfaati taşıması demektir ki bu da belirli bir süre zarfıdır.

Haracî arazinin menfaatine gelince; rekabesi Müslümanların mülkü olmasına rağmen bu menfaat, sürekli olarak sahibinin mülküdür. Bu nedenle haracî arazinin menfaatinin satılması ve buna alış-veriş hükümlerinin intibak etmesi sahihdir. Bunun delili ise sahabe [Rıdvanullahi Aleyhim]'in, Ömer'in haracî arazi hakkındaki fiilinden çıkarılan hüküm üzerindeki icmâsıdır.

Nitekim İslam Şahsiyeti kitabının ikinci cüzünün 317. sayfasının son paragrafının son satırında şöyle geçmiştir: "Ancak haracî arazisinde miras bırakılan, ancak onun daimi menfaatidir. Arazinin bizzat kendisi miras bırakılmaz. Çünkü o arazi, bütün Müslümanlara ait bir mülktür. Menfaatine gelince: Ömer Bin el-Hattab, onun sürekli menfaatinin zamanın sonuna kadar sahiplerinin elinde kalmasına onay vermiştir... Menfaat, mülk edilir ve miras bırakılır. Menfaatin sahibi, onda satmak, rehin-ipotek, vasiyette bulunmak, hibe etmek gibi bütün tasarruf çeşitleriyle tasarrufta bulunma hakkına sahiptir." Ardından aynı kitabın 319. sayfasının dördüncü paragrafının birinci satırında şöyle geçmiştir: "Arazinin menfaatine sahip olan kimsenin bu menfaati satması, fiyatını-değerini istemesi hakkı vardır. Çünkü menfaatler satılırlar ve değerleri de hak edilir." İşte tüm bunlar bahsin, haracî arazi hakkında olması bakımından daimi menfaat hakkındadır.

 

Velhasıl:

-Mubah ve karşılıklı rıza olduğu sürece mal, emtia, hizmet ve menfaatlerde mübadele caizdir.

-Mübadele, alış-veriş ve icardan daha kapsamlıdır. Eğer mübadele, malın mal ile mübadelesi olursa bu alış-veriş olur. Yok eğer mübadele, mal, menfaat ve hizmet şeklinde olursa bu icara olur.

-Daimi menfaatin mübadelesine haracî arazide olduğu gibi alış-veriş hükümleri intibak eder.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Alarm Sinyali Veriyoruz: Hamas, Fetih'in Ulaştığı Noktaya Doğru Koşuyor Her İkisine de Deriz ki: Filistin, Sizin Mülkünüz Değil Bilakis Kıyamet Gününe Kadar Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Ümmetinin Mülküdür

Haber ajansları Vikileaks'in, "Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Hamad Bin Casim'e göre Hamas Hareketi liderliğinin "İsrail'i" tanımaya hazır olduğunu" içeren sızıntılarını aktardılar.

01.12.2010 çarşamba günü bir gurup yabancı gazetecilerle bir araya gelen Hamas Otoritesi Başbakanı İsmail Heniye: "Hükümetinin, Hamas Hareketi'nin ideolojik kanaatlerine aykırı olsa bile İsrail ile herhangi bir anlaşma hakkında Batı Şeria, Gazze Şeridi ve mültecileri kapsayan yapılacak genel bir referandumdan çıkacak her türlü sonucu kabul edeceğini" vurguladı. Ve şöyle ekledi: "Başkenti Kudüs olan 67 sınırları içerisinde bir Filistin devletini, esirlerin serbest bırakılmasını ve mülteciler meselesinin çözümünü kabul ediyoruz. Hamas, ideolojik kanaatlerine ve ilkelerine aykırı olsa bile genel referandumun her türlü sonucuna saygı duyacaktır."

Bu tehlikeli açıklamalara bir yorum olarak deriz ki:

Heniye, gazetecilerle buluşmasında Vikileaks belgelerinde geçenlere karşı çıkmamasına rağmen Hamas liderliğinin Yahudi varlığını tanımaya hazır olduğuna dair geçen ifadeleri yalanlamamıştır. Bilakis gerek hükümetinin, 67 sınırları dahilinde bir Filistin devletini kabul edeceğine gerekse Hamas'ın, ideolojik kanaatlerine ve ilkelerine aykırı olsa bile "İsrail" ile herhangi bir anlaşma hakkında yapılacak genel bir referandumun her türlü sonucunu kabul edeceğine ilişkin sözleri sızıntılarda geçen ifadelerin doğru olduğunu teyit etmektedir.

Heniye, Filistin meselesinin Allah'ın mübarek kıldığı İslami bir arz meselesi olduğunu, Avrupa, Amerika ve Müslümanların beldelerine tamah eden devletlerin genelinin desteği ve İslam dünyasındaki mevcut nizamların ilgisizliği sayesinde Yahudilerin onu gasp ettiğini ve halkını kovduğunu yakinen bilmektedir. Filistin arzı, kıyamet gününe kadar tüm Müslümanların vakfesi olup ne Hamas otoritesi ne Fetih otoritesi ne de İslam dünyasındaki yöneticilerden hiçbir kimse, onun üzerinde müzakere yapma veya bir karışından dahi feragat etme hakkına sahip değildir. Müslümanların onu bir bütün olarak kurtarması gerekir hele hele ki Allah, şu kavli ile bu arzı Müslümanların akidesine raptetmişken: سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلا مِنْ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ "Bir gece, (Muhammed) kulunu Mescid-il Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-il Aksa'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir." [el-İsrâ 1]

Alarm sinyali veriyoruz: Çünkü son zamanlarda Hamas Hareketi'nin; aşama aşama ve sabit adımlarla silahlı mücadeleden ve denizden nehre kadar kurtarma sloganından işgalci ile müzakerelere, onu tanımaya ve onun lehine Filistin'in genelinden taviz vermeye ardından da onun güvenliğinin bekçisi olmaya doğru giden Fetih Hareketi'nin -ardından otoritesinin- gittiği yöne doğru koştuğunu görmekteyiz.

Rabb olarak Allah'a, din olarak İslam'a ve Nebi olarak Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e iman eden herkesçe kabul edilmiştir ki tüm insanlar, şeriata aykırı bir iş üzerinde ittifak etseler dahi bu, sahiplerinin yüzüne çarpılması gereken batıl ve merdut bir iştir. Çünkü bu, yasamayı Allah'ın dışında insanlara vermektir. Şimdi bu, İslam sloganları atan Hamas ve otoritesine gizli olan bir şey midir? Allah'ın düşmanı işgalci Yahudilerle yapılacak her anlaşmanın, onların devletlerinin varlığını ve bu devletin mübarek arzın temiz toprakları üzerinde olmasını kabul etmeye dayalı olacağı açık değil midir? Yoksa Yahudi devleti ile yapılacak bu anlaşma, intihar etmek ve kökten yok olmak mı olacak?

Hamas, Fetih ve diğer hareketlerin evlatlarının verdiği kurbanlar ve akıttıkları kanlar da dahil Filistin halkının bu arz uğrunda verdiği kurbanlar ve akıttıkları kanlar, tüm İslam ümmetini Yahudi varlığını kökünden söküp atmaya motive etmelidir. Akıtılan bu kanlar ve verilen bu kurbanlar, şeran haram olan referandum kağıtlarıyla paketlenmiş olsa dahi 67 yılında işgal edilen sınırlar dahilindeki kıytırık bir varlık karşılığında Yahudiler lehine Filistin'in genelinden taviz vermenin bir aracı olarak istismar edilmemelidir.

Hamas Hareketi'nin evlatları, kendilerini daha öncekiler gibi 67 sınırları veya küçük bir kısmının dahilindeki kıytırık bir devlet içerisinde Yahudilerin güvenliğini sağlayan birer bekçi olarak bulmadan önce durumlarının farkına varmalıdırlar. Eğer buna icabet ederlerse dünyanın ve ahiretin izzetine nail olurlar. Lakin kim rıza gösterir ve tabi olursa o başka?!

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene davet ettiğinde icabet edin." [el-Bakara 183]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Pakistan Yöneticilerinin Amerikan Kuvvetlerinin Ülkedeki Varlığına İzin Vermesi Ümmete Hıyanettir

Pakistan yöneticilerinin, Amerikan kuvvetlerinin ve CIA ajanlarının Kuta'daki On İkinci Kolordu bölgesindeki varlığına izin vermesi ümmete hıyanet ve ülkenin egemenliğine indirilmiş ağır bir darbedir. Yöneticiler, düşmanları Pakistan'ın oldukça kritik bir kurumu olan orduya yerleştirerek hıyanet etmişlerdir. Amerikan kuvvetlerinin Pakistan ordusunun kolordu merkezindeki varlık maksadı, ordunun Pakistan halkına karşı kullanılmasının ayrıntılarına tahakküm etmektir. Zira CIA'ya Kuta'daki operasyonları idare etme yetkisi verilmiştir. Bunun sonucunda ise şehir, Svat Vadisi'nden başlayıp tüm kabileler bölgesine uzanan askeri operasyonlarla yanıp tutuşacaktır.

Pakistan, CIA ve Blackwater'ın varlığı sonucunda bilfiil mescitlerde, türbelerde, ordu karargahlarında patlamalar ve intihar saldırıları silsilesine tanık olmuştur. Yöneticilerin bu haberleri inkar etmesi ise utanmazca söylenmiş birer yalan ve ümmeti aldatmaya dönük bir girişimdir.

Amerika, kendi ordusunun korkaklığı, ödlekliği ve beceriksizliği yüzünden Pakistan yöneticilerini, "Önce Pakistan" sloganı altında Pakistan'ı iç savaş bataklığına sürükleyen kendi savaşına ortak etti. Aslında Amerikan savaşının görünürdeki maksadı, terörizmi bitirmektir. Ancak terörizmi bitirmek, Amerikan büyükelçiliğini genişletmek, "diplomatların" sayısını arttırmak, Amerikan kuvvetlerini konsantre etmek ve sözde stratejik diyalog yoluyla CIA ajanlarına giriş vizesi vermek amacıyla Amerika'nın istismar ettiği kılıftan öte bir şey değildir.

Pakistan'ı Amerikan savaşının yıkımından korumanın tek bir yolu vardır ki; o da Pakistan'ın derhal bu savaştan çekilmesi ve Amerika'ya yaptığı her türlü yardımlara son vermesidir. Şayet Pakistan, Müslümanın Müslüman kardeşini yüz üstü bırakmasını haram kılan İslam'a göre hareket etmiş olsaydı bu sayede hem Afganistan ve Pakistan'daki yüz binlerce Müslümanı hem de Pakistan'ı bu savaşın yakıtı olmaktan dolayısıyla bu kaostan korumuş olurdu.

Bundan dolayı Hizb-ut Tahrir, Pakistan ordusu ve Pakistan Irak ve Afganistan gibi birer Amerikan sömürgesine dönüşmeden ordunun muhlis subaylarını harekete geçmeye davet eder! Keza Hizb-ut Tahrir, muhlis subayları Hilafeti kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret vererek bu hıyanete son vermeye davet eder. Böylece bu hain yöneticilere akıbetlerinin nasıl olacağını göstersin. Pakistan toprakları, işte o zaman Amerikan pisliğinden temizlenecektir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İnsanların Güvenliğiyle Oynamak, Kanunsuzluk ve Siyasi Tutuklamalar, Abbas'ın Güvenlik Birimlerinin En Bariz Özelliğidir

Filistin Otoritesi Başkanı Mahmud Abbas, dün perşembe günü Fetih Hareketi Devrim Konseyi'nin beşinci oturumunda yaptığı konuşmasında şöyle dedi: "Sizlere birçok kez kimlikleri her ne olursa olsun herhangi bir kişiyi siyasi gerekçelerden dolayı tutuklamamızın imkansız olduğunu söylemiştim. Tutuklamaların gerekçesi sadece güvenlik ihlali veya suç ihlalleri olup bunların hepsi kanuna göre yapılmaktadır." Ve şöyle ekledi: "Güvenlik sorunu bizim için kutsal olup onunla oynamak kesinlikle haramdır. Kanunsuzluğa izin vermeyiz. Çünkü biz, kanunsuzluğun deneyimini yaşadık. Oynanmasına da izin vermeyiz. Çünkü biz bunun da deneyimini yaşadık. Hiçbir kimsenin insanların geleceği ile oynamasına izin vermeyiz."

Mevcut somut vakıalar, Abbas'ın güvenlik, kanunsuzluk ve siyasi tutuklamalar hakkındaki açıklamalarını yalanlamaktadır. Zira güvenlik birimlerinin özellikle de askeri yargı destekli kötü hatıratlı istihbarat birimlerinin sürekli bir şekilde uyguladığı siyasi tutuklamalar, insanların güvenliğiyle oynamak, kanunsuzluk ve insanların geleciğiyle oynamak, Batı Şeria'nın tüm bölgelerinde günlük olarak yaptığı işlerdendir.

Abbas'ın yalanını açıklamak için misal olarak sadece aşağıdaki vakıaları hatırlatırız:

1- Özellikle Hizb-ut Tahrir'in Hilafetin yıkılış yıldönümünde yaptığı siyasi barışçıl faaliyetlerden sonra olmak üzere Batı Şeria'nın tüm şehirlerinde hizbin şebabı ile taraftarlarından yüzlercesinin tutuklanması, 23 şebabtan oluşan ve davaları bugün ertelenen bir gurubun birkaç aydan beri siyasi kimlikleri yüzünden Kalkilya'da hala yargılanması.

2- 10.08.2010 günü Ramallah'ta istihbarat birimlerince tutuklanan ardından Yüksek Adalet Mahkemesi'nin 30.08.2010 tarihinde derhal serbest bırakılmasına karar vermesine rağmen istihbarat birimlerinin en üst yargı organı olduğu halde onun bu kararını uygulamayı reddederek Hatib'i keyfi şekilde tutuklamaya devam edip 13.10.2010 tarihinde avukatın ve şahitlerin salona girmesine izin verilmeksizin askeri mahkemeye çıkarttığı, askeri hakimin de yetkilerini aşarak altı ay hapsine hükmettiği ve halen tutuklu bulunan siyasi tutuklu Üstaz Muhammed'in durumu. Bu durumun, Abbas'ın ofrisine ve Feyad'a ulaştığı gibi siyasiler, medya organları ve insan hakları örgütleri nezdinde bilinmesi, siyasi tutuklamaları inkar eden ve bunların bir suç olup "kanununa göre yapıldığını" söyleyen Abbas'ın yalanının ortaya çıkması için yeterlidir.

3- Güvenlik birimlerinin özellikle de istihbarat birimlerinin, 23.11.2010 çarşamba günü el-Halil'deki Politikinik Üniversitesi'ndeki Hizb-ut Tahrir'in taraftarlarından olan onun üzerinde öğrenciyi kaçırması. Bu kaçırma olayı ise üniversitede Hizb-ut Tahrir'e bağlı talebelerin kitlesi olan "Vai Kitlesi'nin" başarısının ve üniversiteden yüzlerce talebinin katıldığı "Kaynaklar Savaşı" başlıklı bir sempozyum düzenleme izni almasının ardından gerçekleşmiştir. Zira güvenlik birimleri bu öğrencileri, üniversitenin kapısında ve çevre yollarında tutuklamış ve istihbarat birimi merkezine götürmüştür. İstihbarat birimi de perşembe günü onlardan bir gurubu, sivil siyasi aktivistlerin yargılamasında olduğu gibi yetkilerini aşarak gözaltı sürelerini on beş gün uzatması amacıyla askeri mahkemeye çıkarmıştır.

4- Hatta Ramallah, Beyt-i Kâhil, el-Uyzuriyye ve el-Halil'deki Habbâb Mescidi'nde olduğu gibi mescitlerin kapatılması, cemaatin saldırılara ve baskınlara maruz kalması.

Abbas, kendilerini siyasi hususta aldattığı gibi insanlara ve Devrim Konseyi'ne yalan söylemekte ve onları aldatmaktadır. Zira Filistin'i heba etti, genelinde Yahudiler lehine taviz verdi ve geri kalanı üzerinde de müzakere yapmaktadır. Dolayısıyla Fetih Hareketi Devrim Konseyi, siyasi cürümlerinde, güvenlik birimlerinin insanlara saldırılarında, onları tutuklamalarında ve onlara işkence yapmalarında Abbas'ın ortağı olmamalıdır. Zira otorite, siyasi gidişatında Fetih'e dayanmaktadır.

Filistin halkı, otoritenin Filistin arzı hakkındaki siyasi cürümlerini asla unutmayacağı gibi güvenlik birimlerinin evlatlarına yönelik cürümlerini de unutmayacaktır. Gerek otorite gerekse güvenlik birimleri, ümmet işinin dizginlerini eline geçirmeden bu cürümlerden vazgeçmelidirler. Yoksa otoriteye ve güvenlik birimlerine dünyada hak ettiklerini gösterecektir. Ahretin azabı daha büyük ve daha şiddetlidir. Keşke bilselerdi! وَلَعَذَابُ الآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ "Ahiretin azabı, elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!" [ez-Zumer 26]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İslam Ümmeti Adına İfa Edilmesi Gereken En Acil İnsani ve İslami Görev, Gayri Meşru Yahudi Varlığının Yok Edilmesidir!

02 Aralık 2010 tarihinde Filistin kenti Hayfa'da gasıp Yahudi varlığının söndürmede aciz kaldığı büyük bir yangın çıkmış ve Başbakan Erdoğan'ın talimatıyla iki yangın söndürme uçağı gönderilmişti. Başbakanlık Basın Merkezi'nin internet sitesinde gayrimeşru Yahudi varlığının Başbakanı Netanyahu'nun Erdoğan'ı telefonla arayarak teşekkür ettiği bilgisine yer verilmiş, Erdoğan'ın da cevaben ''41 vatandaşınızın hayatını kaybetmesini üzüntüyle öğrendim. Bu afet karşısında "insani ve İslami" bir görev olarak yardım etmemiz gerekiyordu." dediği belirtilmişti. Bunun ardından 05 Aralık 2010 tarihinde Türkiye ve Yahudi varlığı temsilcisinin Cenevre'de bir araya gelerek, Mavi Marmara baskını sonucu sözde gerilen ilişkileri düzeltmek amacıyla pazarlığa giriştikleri haberlere yansıdı.

Bilindiği üzere AKP yönetimi, Gazze'ye insani yardım taşıyan Mavi Marmara gemisini korunmasız bir şekilde göndererek tüm dünyanın gözleri önünde, geminin uluslararası karasularında seyir halindeyken gayri meşru Yahudi varlığının saldırısına uğramasına, 9 Müslüman kardeşimizin şehit edilmesine seyirci kalmış, gasıp Yahudi varlığına anladığı dilden cevap vermek yerine aciz bir şekilde özür ve tazminat beklemeyi bir üstünlük olarak Türkiye kamuoyuna ve İslami beldelerdeki Müslümanlara yutturmaya çalışmaktadır.

Ey Türkiye'deki Müslümanlar!

Eğer AKP yönetimi özür ve tazminat mizansenini, Yahudi varlığının İslami ümmet tarafından meşru bir devlet olarak  tanınıp güvence altına alınması amacıyla Yahudi varlığı ile barış konusunda uzlaşma sağlanıncaya kadar sürdürür, Peres'in "one minute" sonrası yalanlanan özrü gibi bir özür haberlerde geçer, tazminatın ise Yahudi varlığı yerine Başbakan'ın örtülü ödeneğinden karşılandığı ortaya çıkarsa hiç şaşırmayınız. Ayrıca AKP yönetiminin, ister özür ve tazminat konusu üzerinden ister yangın yardımı adı altında Yahudi varlığı ile resmi yada gayri resmi görüşme yapması, pazarlık etmesi, ilişki kurması Yahudi varlığının kendisi gibi gayri meşrudur, Allah'a, Resulü'ne ve müminlere ihanet etmektir. İslam ümmeti adına yapılması gereken en acil insani ve İslami görev, gayri meşru Yahudi varlığının yok edilmesi, Filistin topraklarından sökülüp atılmasıdır. Bu da ancak Allah'ın izniyle pek yakında, Allah'tan gereği gibi korkan muhlis bir halifenin emriyle top yekûn harekete geçecek olan İslam orduları eliyle olur.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ Zulmedenler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini bileceklerdir.[Şuarâ 227]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir Şebabı Derhal Serbest Bırakılsın!

01 Aralık 2010 tarihinde Gaziantep'te Hizb-ut Tahrir şebabından 6 yiğit Müslüman, sabahın erken saatlerinde demokratik-laik küfür sisteminin şerir zebanileri tarafından evlerine yapılan meşum bir baskın sonucu hiçbir sebep yokken cani terörist muamelesi yapılarak gözaltına alınmış, şebabın dördü tutuklanarak hapishaneye gönderilmiş, ikisi ise serbest bırakılmıştır. Ardından geçen hafta içerisinde meşum baskınlara devam edilmiş ve birçok Hizb-ut Tahrir şebabı yeniden gözaltına alınmıştır.

Bu olay elbette ki Gaziantep Emniyeti'nin işgüzarlığı ile gerçekleşmiş basit bir olay değildir. Bilakis Emniyet güçlerinin bağlı bulunduğu İçişleri Bakanlığı ve dolayısıyla AKP hükümetinin iktidara geldiğinden beri Hizb-ut Tahrir şebabına karşı sürdürdüğü bastırma, sindirme, korkutma, yıldırma ve susturmaya yönelik çirkin bir kampanyanın devamıdır. Bu kampanya kapsamında silah veya şiddetle hiçbir ilişkisi bulunmadığı halde Hizb-ut Tahrir şebabı hakkında "silahlı örgüt" dosyaları icat edilmektedir.  Halen yargılaması süren, hakkında hükmü kesinleşen ve zindanlarda tutulan onlarca şebab bulunmaktadır.

AKP Hükümeti'nin, toplumu kokuşmuş demokratik fikirlerle zehirleme çabasına karşı Hizb-ut Tahrir, Müslüman Türkiye halkı nezdinde Peygamberimiz Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in metodu gereği sahih İslami fikirler doğrultusunda sadece siyasi ve fikri çalışmayla iktifa eden bir siyasi parti olarak direnç hattını oluşturmakta, İslami ümmeti layık olduğu izzete kavuşturacak Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet'i kurmak için kitleleştirmekte, İslam'a dayalı siyasi bir duyarlılık ve uyanıklılık oluşturmak için çalışmaktadır. İşte Hizb-ut Tahrir şebabı hayatın, Allah Subhanehu ve Teala'nın emir ve nehiylerine göre tanzim edilmesi talebini yükselttikleri, "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için yani sırf fikirleri nedeniyle terörist muamelesine layık görülmektedir. Çevrelerinde İslami şahsiyetleriyle barizleşmiş, Hizb-ut Tahrir şebabına yönelik bu zalimce tutum, Türkiye'deki Müslümanları İslami bir görüntüyle aldatmaya çalışan AKP hükümetinin ikiyüzlülüğünü bir kez daha ifşa etmiştir.

Bu vesileyle tüm duyarlı kesimlere bilhassa Türkiye'deki Müslümanlara sesleniyoruz;

Vicdan sahibi hiç kimsenin kabul etmeyeceği bu haksız uygulamalar karşısında suskun kalmayınız; yakın veya uzak çevrenizden olup AKP hükümeti veya parti yönetim kadrolarında görevli kişilere ulaşarak yapılan bu uygulamalara tepkilerinizi keskin bir şekilde dile getiriniz; bu haksızlığı mazur ve meşru göstermeye çalışırlarsa kabul etmeyiniz;  işleyegeldikleri bu cürümlerden dolayı onları hesaba çekiniz ve ayıplayınız, çevrenizi bu yapılan haksızlıktan haberdar ediniz. Öyle ki bu kamuoyu baskısıyla bir daha böyle çirkin girişimlere cüret edecek mecal bulamasınlar. Zira bir yandan her konuşmada demokratik açılım ve özgürlük palavralarını savururken diğer yandan Müslümanlara zulmeden, koltuk uğruna her türlü kılığa girebilen ve Allah'tan korkmayı çoktan unutmuş bir zümrenin, genel seçim sürecinde en çok korkacakları husus aleyhlerinde oluşabilecek kamuoyudur.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Devamını oku...

Wikileaks Sızıntıları Başımızdaki Yöneticilerin Sömürgeci Kâfir Efendilerine Hizmetlerini İfşa Ediyor

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Wikileaks internet sitesinin kısmen yayınladığı Amerikan diplomatlarının yazışmalarını içeren binlerce belgede Türkiye, Türk Hükümeti ve Türkiye siyaseti hakkındaki bilgiler önemli yer tuttu. Henüz belgelerin tamamı yayınlanmadığı için başka ne tür ifşaatların görüleceği belli olmasa da mevcut durumdan da anlaşıldığı gibi, bu belgeler malumun ilanından başkası değildir.

Amerika'nın Ankara Büyükelçiği'nden çıkan belgeler Eric Edelman, James Jeffrey ve Wilson dönemlerini içermektedir. Bu büyükelçiler yazdıkları raporlarda, kendi dönemlerinde Türkiye siyasetine ilişkin değerlendirmelerde bulunmakta, Türkiye'deki bakan düzeyine varan bağlantılarından öğrendikleri bilgileri paylaşmakta, medyada yer alan haberleri alıntılamaktadır. Şer'an fâsığın verdiği haberle hüküm verilemese de yapılan bu ifşaatlar, gören gözler için hakikatlerin teyidi niteliğindedir. Zîra Müslümanların başındaki yöneticilerin nasıl iktidara geldikleri, kimin eliyle güçlendikleri, hangi politikalarla hareket ettikleri, kimin hizmetinde oldukları aydın akıllar için malumdur. Malumdur ki bunlar, başta Amerika olmak üzere, Sömürgeci Kâfirlerin güdümünde olan hâin yöneticilerdir ve izledikleri dahili ve harici politikalarda efendilerinin bölgemize yönelik emellerine hizmet etmektedirler. Bu gerçeğin görülmesi için Wikileaks'in sızıntılarına ihtiyaç yoktur. Sömürgeci Kâfirler arasındaki küresel çatışmanın sonucu olarak ortaya çıkan bu sızıntılar ancak bu gerçeği pekiştirmektedir. Burada bizim için yeni veya şaşırtıcı bir şey yoktur. Asıl kızanlar ve şaşıranlar, kendilerine dost görünen efendilerinin kendilerinden aslında ne kadar nefret ettiklerini, aleyhlerinde nasıl kötü konuştuklarını, çalışma arkadaşlarının ve dost saydıkları kimselerin yabancı büyükelçilere kendilerini nasıl şikayet ettiklerini, ispiyonladıklarını, farkında olmadan hangi politikalara hizmet ettiklerini bu sızıntılar sayesinde bir nebze olsun görebilenlerdir.

Sızıntıların Arap yöneticilere ilişkin kısmında ise az önceki hakikatlere ilaveten, İran'ı nasıl düşmanca kötülediklerinin ve Müslüman halklarına rağmen Yahudi varlığı "İsrail"e olan pervasız desteklerinin izleri görülmektedir. Sızıntıların Irak ve Afganistan'a ilişkin kısımlarında ise işgâlin, katliamın, tecavüzün ve akla hayale sığmayan iğrençliklerin belgeleri ve görüntüler vardır. Wikileaks belgelerinin gerçek olup olmadığının -ki ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerin doğruluğunu onayladı- kimin sızdırdığının, Yahudi varlığının işine gelip gelmediğinin, yöneticileri birbirlerine düşürüp düşürmediğinin bir önemi yoktur. Önemi olan ve net olarak görülmesi gereken husus şudur: Sömürgeci Kâfir devletler Müslümanların apaçık düşmanıdır ve bu uğurda başımızdaki yöneticileri kullanmaktadır. Başımızdaki yöneticiler bunu görüp ibret alacaklarına, Allah'a tevbe edip hıyanetten vazgeçeceklerine, bütünüyle İslâm'a ve Müslüman kardeşlerine yöneleceklerine, hiç değilse istifa edip bu büyük cürümden geri duracaklarına... tam aksine ya susmakta, ya lafta kalan eleştirilerle yetinmekte, daha da kötüsü bu ifşaatların ilişkilerine ve hizmetlerine etki etmeyeceğini söylemekten utanç duymamaktadırlar.

Ey Müslümanlar!

Küfrün üzerimizdeki egemenliğini, ajanlarıyla ve uşaklarıyla ülkelerimizi örümcek ağı gibi sardıklarını, devlet aygıtı ve kitle iletişim araçlarıyla üzerimize karabasan gibi çöktüklerini, başımızdaki yöneticilerin Kâfirlere bağımlılıktan vazgeçmediklerini anlayıp onlardan yüz çevirmemiz için daha kaç bin belgenin sızdırılmasını bekleyeceğiz? İslâm'ın yegâne hak dîn olduğunu, hayatın her alanını kapsayan kuşatıcı bir hayat nizâmı olduğunu, kurtuluşumuzun ancak Râşidî Hilâfet Devleti'nin kurulmasıyla İslâmî hayatı yeniden başlatmaktan geçtiğini, Sömürgeci Kâfirlerin topraklarımızdaki işgallerini, kardeşlerimize yönelik katliamlarını, evlatlarımıza yönelik ifsatlarını yok etmenin tek yolunun bu olduğunu görmek için daha ne kadar bekleyeceğiz?

قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُوا فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِىِّ وَمَنِ اهْتَدٰى  "De ki: Herkes beklemektedir: Öyleyse siz de bekleyin. Yakında anlayacaksınız; doğru düzgün yolun yolcuları kimmiş ve hidayette olan kimmiş!" [Tâ-Hâ 135]

Devamını oku...

09 Aralık 2010 Perşembe 09:39 Medya73 "Hukukun Hakimi de Savcısı da Polis"

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Gaziantep'te düzenlenen son Hizbut-Tahrir operasyonunda tutuklanan zanlıların İslam devleti benimsiyoruz dedikleri için tutuklandığını belirten zanlı avukatları, Türkiye'de hukukun hakiminin de savcısının da polis olduğunu söyledi.

 

GAZİANTEP - Gecen hafta içerisinde Hizbut-Tahrir üyesi oldukları iddiası İle Gaziantep'te 6 kişi çalıştıkları işyerlerinde ve bindikleri toplu taşıma araçlarında çok sayıda TEM polisinin katıldığı eş zamanlı bir operasyonla gözaltına alındı.

Zanlılardan dördü çıkarıldıkları Mahkemece tutuklanırken ikisi serbest bırakıldı. Gözaltına alınan ve tutuklanan zanlıların üzerlerinde ve evlerinde yapılan aramalarda hiçbir suç delili bulunmazken, tutuklanmalarının nedeninin zanlıların; polisin, ‘İslam Devletini benimsiyor musun?' şeklindeki sorusuna, inanç ve düşüncelerini saklamayarak, ‘Evet' demeleri, olduğu belirtildi.

Gözaltı ve tutuklama alenen hukuksuzluktur

Hizbut-Tahrir'in, Emniyet veritabanında bile ‘terör örgütü' olarak geçmediğini ifade eden sanıkların Avukatı, tutuklanan kişilerin yalnızca evlerinde yasak olmayan İslami içerikli dergi, kitap ve yayınların bulunmasının yanı sıra İslam devleti fikrini benimsedikleri için tutuklandığını söyledi.

Mazlum-Der Gaziantep şube başkan yardımcısı Av. Hüseyin Kurşun ise şahısların gözaltına alınmasının yanı sıra tutuklanmalarının da yasal olmadığının altını çizdi.

Anayasada bile Hiç kimsenin inanç ve düşüncesinden dolayı yadırganamayacağı gibi suçlu olarak görülemeyeceğine dair yasaların var olduğunu belirten Kurşun; "sanıkların tek suçu hilafete dayalı bir İslam devletini fikrini benimsemeleri. Şimdi siz buna terör suçu derseniz o zaman hilafeti öven her kes suçlu olur, bunun yanında Osmanlı tarihçileri, İslam tarihini okuyan ve benimseyen her kes suçludur. Oysa anayasa hiç kimsenin inancından ve fikrinden dolayı kınanamayacağı fikir ve düşüncenin rahatça ifade etmenin temel hak ve hürriyetlerden olduğunu beyan ediyor. Yani kişilerin görüşü ne olursa olsun; sisteme karşı olabilir. Görüşünden dolayı suçlanamaz. Sisteme karşıt görüşleri cezalandırmak hukuk devleti ile bağdaşmaz" dedi.

Sistemin İslam'ın siyasal düşüncesine bile tahammül etmediğini belirten Kurşun; "sanıkların hiçbiri Hizbut-Tahrir veya başka legal veya illegal bir örgüt üyeliğini kabul etmediği halde sadece ‘İslam hilafetine dayalı bir devlet istiyor musunuz?' sorusuna samimiyetle ‘evet biz İslami bir devlet istiyoruz' demeleri nedeni ile tutuklandı. Bundan şunu anlıyoruz; Türkiye Cumhuriyetinin İslam devleti fikrine dahi tahammülü yoktur" şeklinde konuştu.

Bu tür davaların hakimi de savcısı da Polis

Av. Kurşun, bu tür operasyonlar sırasında, savcılık ve mahkeme sürecinde yaşananların Türkiye'deki hukukun, hakiminin ve savcısının da polis olduğunu gösterdiğini belirterek; "Türkiye'de bu tür davaların hâkimi de savcısı da polis. Bu davaların savcıları polisin hazırladığı Fezlekeyi olduğu gibi alıp iddianame ye geçiyor. Buna karşı sanık ve sanığın vekilinin lehi olan delileri reddediyor. Normalde Basit bir hırsızlık suçunda bile mahkeme bütün delilleri toplar ona göre karar verir. Ama maalesef bu tür dosyalarda öyle değil inceleme araştırma yok direk terörle mücadele polisinin hazırladığı fezlekeyi suç olarak mahkemeye sunuyor. Bu yetmiyor gibi polisler savcıya dosya hakkında yol gösteriyor. mahkemelerde bile zanlıların adeta tepesinde duruyor" diye konuştu.  (Şefik Mert - İLKHA)

 

Kaynak:

http://www.medya73.com/hukukun-hakimi-de-savcisi-da-polis-haberi-432784.html

http://www.medya73.com/kpds-sorulari-ve-cevaplari-ayrinti-haber-kpds-2010-sorulari-osym-bilgi-sayfasi_MRYN-haberi-427589.html

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER