Pazartesi, 10 Ramazan 1446 | 2025/03/10
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Kahire Zirvesi, Arap Yöneticilerinin Mübarek Toprak Filistin’i Yüzüstü Bıraktıklarının Açık Bir Göstergesi

Kahire’de düzenlenen olağanüstü Arap Birliği zirvesi, İslam dünyasının kritik bir süreçten geçtiği, özellikle de Yahudi varlığının Gazze’ye yönelik saldırılarının yoğunlaştığı ve Filistin meselesine ilişkin uluslararası baskıların arttığı bir dönemde gerçekleşti. Beklendiği gibi, zirve, kınama ve protesto ifadeleri içeren ve krizin köklerine inmek yerine yüzeysel çözümler öneren bir sonuç bildirisinin yayınlanmasıyla sona erdi. Peki, bu zirveyi nasıl değerlendirmeliyiz? Ve sonuçlarına karşı tutumumuz ne olmalı?

Arap yöneticileri, krizler tırmandığında olağanüstü zirveler düzenlemeye alışkınlar. Ancak bu zirveler siyasi veya askeri gerçeklikte köklü bir değişime yol açmıyor. Bu tür zirveler, halkın öfkesini yatıştırmak için “Arap dünyası harekete geçti” görüntüsü vermekten öteye gitmeyen ve Batılı güçlerin bölgedeki çıkarlarına dokunmayan şekilsel adımlardır. Son zirve de bu alışılmış tablonun dışında değildir. Yalnızca “Filistinlilerin zorla göç ettirilmesinin reddedilmesi” ve “Gazze’nin yeniden inşa edilmesi” yönünde bir bildiri yayımlandı. Öte yandan, zirve katılımcıları, Yahudilerin Batı’nın desteğiyle sürdürdüğü saldırıları durdurmak için hiçbir somut adım atmadılar.

Zirvede öne çıkan en kritik noktalardan biri, Birleşmiş Milletler kararlarına dayanan siyasi çözüme vurgu yapılmasıdır, oysa bu gerçeklikle bağdaşmamaktadır, çünkü bu kuruluş hiçbir zaman ümmetin yanında yer almamış, aksine Batı’nın sömürgeci projelerini hayata geçirmek için bir araç olarak kullanılmıştır. Arap yöneticilerinin, iki devletli çözümü bir çıkış yolu olarak pazarlamaya devam etmeleri, halklara, uygulanabilir bir siyasi çözüm olduğu algısı vermek amacıyla devreye sokulan siyasi bir manipülasyondur. İşgal ise, yeni yerleşim yerleri kurmak projelerini hız kesmeden sürdürmekte ve o sözde devletin kurulmasına hiçbir fırsat ve alan bırakmamaktadır.

Zirve, Filistin sorununa kökten çözüm getiren unsuru tamamen görmezden geldi. Filistin’in Yahudilerden kurtarılması, ancak Allah yolunda cihatla ve Hilafetin kurulması ile mümkündür. Hilafet, işgali derinleştiren Batılı projelere angaje olmak yerine ümmeti tek bir bayrak altında toplayıp ordularını işgalci Yahudilere karşı savaşa yönlendirecektir.

Filistin sadece insani veya siyasi bir mesele değildir, aksine derhal uygulanması gereken ve terk edilmesi günah olan şeri hükümlerle bağlantılı inançsal bir meseledir. Dolayısıyla, Filistin’in bütünüyle özgürleştirilmesi, en başta çevre ülkeler ve özellikle de Mısır olmak üzere, özgürleştirilinceye kadar Müslüman ordularının derhal seferber edilmesini gerektiren ümmetin asli meselesidir.

“Gazze’nin yeniden imarı” zirvenin yoğunlaştığı ana temalardan biridir. Oysa Gazze’nin yeniden inşası söylemi, halkın öfkesini yatıştırmak ve Filistinlilere, işgalin askeri bir müdahaleyle sona erdirilmesi gerektiği gerçeğini unutturup, sorunun maddi yardımlarla çözülebileceği algısını oluşturmak için kullanılan bir taktiktir. İşgale son verilmeden yapılan yeniden inşa çalışmaları, mevcut durumu pekiştirmekten başka bir şey değildir; kaldı ki yapılan her şey eninde sonunda tekrar yıkılacaktır. Çözüm yardım dilenmekte değil, ümmeti ve ordularını Filistin’i kurtarmak için seferber etmekte yatmaktadır. Filistin’in kurtarılması, ümmetin ve ordularının, bilhassa Mısır ve ordusunun asli sorumluluğudur.

Yeniden inşa, krizin devam ettirilmesinden başka bir şey değildir; zira yeniden imar saçmalığı ile Gazze, abluka ve sürekli tehdit altında kalmaya devam ederken, belirli devletler ve şirketler, yeniden inşa bahanesiyle aktarılan fonlardan ve yapılan anlaşmalardan devasa karlar elde edeceklerdir. Uluslararası ve Arap şirketleri projelere dahil olacaklar, milyarlarca dolarlık sözleşmeler kapacaklardır. İnşaat malzemelerinin girişini Yahudi varlığının kontrolünde olacak, bazen bu malzemeleri doğrudan kendi şirketlerinden tedarik edecektir. Böylece suçları nedeniyle gerçekleşen yeniden inşa sürecinden devasa kârlar elde edecektir. Buna ek olarak, başta işgalci varlığın en büyük ortağı olan ve Gazze Şeridi’ne giren her şeyi fiilen kontrol altında tutan Mısır olmak üzere, Arap ülkeleri de yeniden inşa sürecinden büyük karlar elde edeceklerdir.

Zirvenin sonuç bildirgesinde, işgalin Gazze halkına yönelik işlediği suçlarının ve saldırılarının durdurulması konusunda hiçbir somut adım yer almamıştır. Hatta, en azından kan dökülmesini geçici olarak durdurmak için diplomatik ilişkilerin kesilmesi, askeri iş birliğinin sonlandırılması veya güvenlik koordinasyonunun durdurulması gibi en basit adımlar bile atılmamıştır. İşgalci varlığı destekleyen ülkelere karşı ekonomik yaptırımlar uygulamak veya baskı kurmak gibi adımlar dahi gündeme alınmamıştır. Dahası, bazı Arap ülkeleri, direnişin safında yer almak yerine, işgalci ile direniş arasında bir köprü olmaya devam etmektedir. Mısır rejimi, Gazze halkına yönelik ablukayı sürdürmekte ve Batılı güçlerin dayatmalarını kabul etmeleri yönünde onlara sürekli baskı uygulamaktadır.

Bu zirvenin sonuçları, Arap yöneticilerinin çözümün bir parçası değil, bilakis sorunun ana kaynağı olduğunu gözler önüne sermektedir. Onlar, Batı’nın bölgedeki projelerini hayata geçiren işlevsel araçlardır. Eğer gerçekten Filistin’i kurtarmak gibi en ufak bir dertleri olsaydı, Müslüman ordularını hâlâ kışlalarında tutmak yerine Yahudi varlığının saldırılarını durdurmak için hemen seferber ederlerdi.

Zirvede yeni olan bir şey yok, aksine uzun başarısız zirveler serisinin yeni bir halkasıdır. Ümmetin acılarını dindirmek yerine acılarını daha da derinleştirmiştir. Bu zirve, söz konusu yönetimlerin gerçek kimliklerini halklarına ifşa etmeleri için yeni bir fırsattır. Halklar, kaderlerinin ihanet dolu girişimlerle değişmeyeceğini, ancak İslam’ı tekrar yönetimin merkezine koyan ve ümmeti kaybettiği onuruna kavuşturan fikrî ve siyasi bir devrimle değişeceğini artık fark etmelidir.

Ey Kinane askerleri! Sizler, Kudüs’ü Haçlılardan kurtaran Selahaddin’in torunlarısınız. Sizler, Moğolların ilerleyişini durduran ve onları bozguna uğratan Muzaffer Kutuz ve Zahir Baybars’ın torunlarısınız. Siz ümmetin kalkanı ve destekçisi idiniz. Öyleyse hadi Allah’ın sizlere farz kıldığı görevi yerine getirin. Siz, Filistin’deki kardeşlerimize yardım etmeye ve topraklarını birkaç saat içinde özgürlüğüne kavuşturmaya muktedirsiniz. O halde, Allah aşkına üzerinize düşen bu kutsal sorumluluğu yerine getirin ve sizleri bu büyük şereften alıkoyan zararlı yöneticileri bertaraf edin. Bu yöneticileri ve onların imzaladığı tüm batıl kararları ve yozlaşmış anlaşmaları tarihin çöplüğüne atın. Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurarak ümmetin destekçisi olun. Bu devlet, sizleri İslam’ı ve Müslümanları desteklemek ve kutsal değerleri korumak için seferber edecektir. Allah’tan, bu büyük zaferin sizlerin eliyle ve sizin öncülüğünüzde gerçekleşmesini niyaz ediyoruz, ey Kinane askerleri!

وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَـذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيّاً وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيراً“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” [Nisa 75]

Devamını oku...

Kahire’de Düzenlenen Entrika Zirvesi, Riyad’daki İhanet Zirvelerinin Bir Uzantısıdır

Yahudi varlığı liderleri ve suçlularının yeniden katliam, savaş ve soykırıma başlama tehditlerinin savurduğu bir dönemde, bir avuç zelil, Filistin halkına entrika kurmak için Kahire’de, “Filistin Zirvesi” adını verdikleri bir zirvede, Trump’ın planına alternatif bir plan sunmak ve zorla göçü reddetmek iddiasıyla bir araya geldi. Bu zavallı uşaklar, olayların gidişatını şekillendiriyormuş gibi bir görüntü verseler de aslında onlar, Amerika’nın işlediği suçların enkazını temizlemekle görevlendirilmiş piyonlardır.

Bu aşağılık güruh, daha önce de iki ihanet zirvesi düzenlemişti. Hem de Gazze’nin kan gölüne döndüğü, açlıktan can çekiştiği, çocuklarının lime lime edilmiş bedenlerinin her yeri sardığı ve çığlıklarının kulakları sağır ettiği bir dönemde... Bugün ihanet zirvesinde bir araya gelenler, Filistin halkına sözde şefkat göstererek yeniden inşa ve tehcirin önlenmesi için bir plan sunma iddiasında bulunan aynı kişilerdir. Oysa onlar, Yahudilerden izin almadan Gazze’ye bir lokma ekmek veya bir damla su bile sokamazlar. Üstelik Gazze’yi abluka altına alan, düşmanına lojistik destek sağlayan ve her defasında ona can simidi atanlar da yine onlardır.

Bu zirvenin tam anlamıyla bir komplo zirvesi olduğu ortada, çünkü Mübarek Toprak ile halkının kaderine ilişkin her konuda küstah suçlu Trump’ı söz sahibi yapmakta ve karar mercii haline getirmektedir. Başka bir deyişle ölümü göstererek sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar. Ama aslında sundukları plan, Amerikan politikalarının bir kopyasından başka bir şey değil. Trump’ın uygulamaya koymak istediği plan, bölgedeki işbirlikçilerinin diliyle ifade edilip, yeniden inşa ve zorla göçü önleme söylemleriyle süslenerek sunulmaktadır. Bunun yanı sıra, bu plan, Yahudi varlığının tek başına başaramadığı hedefleri gerçekleştirme amacı da taşımaktadır. Hatta planın bazı maddeleri, Arap güçlerinin Gazze’de güvenliği sağlamak için görevlendirilmesi ve bu sürece dahil edilmesi gibi Netanyahu’nun savaşın başında dile getirdiğiyle birebir örtüşmektedir.

Bu aşağılık güruh, sundukları planda Yahudi varlığının güvenliğini merkezî unsur olarak belirlemiş ve bunu tüm sürecin temel dayanağı haline getirmişlerdir. Geriye kalan her şey sadece birer ayrıntıdan ibarettir. Güya barışı korumak adına uluslararası gücün bölgeye konuşlandırılması planları, Yahudilerin işgaline yeni bir katman eklemekten başka bir şey değildir. Kendi kontrol ve gözetimleri altında eğitilen güvenlik güçlerinin bölgeye konuşlandırılmasını, sonra da Gazze’nin, Yahudi varlığının güvenliğini sağlamak için en çok çabalayan ve ona hizmette en mahir olan Filistin Yönetimi’ne devredilmesini öneriyorlar.

Buna karşılık, Filistin halkını, mücahitlerini ve silahlarını sorunun kaynağı olarak görüyorlar. Mücahitlerin Allah yolundaki cihadını terör olarak değerlendirip, Yahudiler adına onları silahlarından arındırmak, cihatlarını tasfiye etmek, güçlerini kırmak ve onları ya kendi rızalarıyla ya da zorla teslim olmaya sürüklemek istiyorlar. Tüm bunlar, yeniden imar söylemi ve iki devletli çözüm hakkındaki basmakalıp sözler örtüsü altında gerçekleşecek. Peki, yeniden inşa süreci, gazaba uğrayanların ve bozguncuların süngüsü altında mı gerçekleşecek? Peki, her gün verdikleri sözleri bozan bu insanların söz ve teminatına güvenilebilir mi? Yahudi varlığının sürekli topraklarını genişletmesi, ilhak politikaları ve yeni yerleşim birimleri inşa etmesi karşısında zaten ihanet ve teslimiyetle yoğrulmuş iki devletli çözümün hâlâ bir geçerliliği kaldı mı? Bu çözümü savunanlar, Yahudi varlığının bizzat kendi politikalarıyla bu çözümü baltalayarak verdiği açık mesajı hâlâ görmezden mi geliyorlar?

Ey Müslümanlar! Bu entrikacı yöneticiler artık ne bir çağrıya layık ne de muhatap alınacak bir taraftır. Çünkü çok uzun zaman önce düşman safına geçmişlerdir. O yüzden sadece size çağrıda bulunuyor ve diyoruz ki, onların bu ihanetine ve komplolarına daha ne kadar sessiz kalacaksınız? Mübarek Topraktaki kardeşlerinizi, onlara entrika kuran işbirlikçilerin ve onlara zarar vermek isteyen düşmanların cehenneminde daha ne kadar yalnız bırakacaksınız? İhanet rejimlerinin ortadan kaldırmak ve güçlerini dağıtmak için uğraştığı Filistinli mücahitler mi asıl sorun? Bizim asıl düşmanımız, kan döken ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaran suçlu Yahudi varlığı değil mi? Onunla savaşmak ve varlığını ortadan kaldırmak en öncelikli mesele değil mi?

Kırılmaz direnişleri ve tasfiye edilemez davalarıyla sabırlı Filistin halkı, Allah’ın izniyle, alçak yöneticilerin ve efendilerinin boğazında bir diken olarak kalacaktır ve ümmet, işbirlikçi yöneticilerden oluşan aşağılık güruhu yolundan kaldırdıktan ve devirdikten sonra kurtuluş için güçleri ve ordularıyla yardım ve desteğine yetişene kadar ümmetin en değerli cephelerinden birinde, Mescid-i Aksa’da, Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in İsra yurdunda ve Mübarek Toprakta nöbet tutmaya devam edecektir.

وَإِن تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئاً إِنَّ اللهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ“Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” [Ali İmran 120]

Devamını oku...

Mübarek Ramazan Ayının Gelişini En İçten Dileklerimizle Kutluyoruz

Ey Mısır ve her yerdeki Müslümanlar!

Es Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh

Hizb-ut Tahrir / Mısır Vilayeti olarak biz, hayır ve bereket ayı, oruç ve ibadet ayı, Kur’an ve mağfiret ayı olan mübarek Ramazan’ın gelişini en içten dileklerimizle kutluyoruz. Allah Subhânehu ve Teâlâ’dan, tuttuğumuz oruçları ve yaptığımız ibadetleri kabul etmesini ve bu mübarek ayı tüm İslam ümmeti için hayır ve bereketli kılmasını niyaz ediyoruz.

Ramazan, izzet ve şeref ayıdır, Müslümanların tarihe not düştüğü Büyük Bedir Savaşı’ndan, Mekke’nin fethi ve ümmetin tarihin farklı dönemlerinde düşmanlarına karşı elde ettiği zaferler bu ayda gerçekleşmiştir. Ramazan, teslimiyet ve zayıflık ayı değil, aksine Allah’ın kelimesini yeryüzünde yüceltmek için takva ve azimle çalışma ayıdır.

Ey Kinane yurdu Müslümanları! Hizb-ut Tahrir olarak biz, sizlerin zor şartlar altında yaşadığınızı biliyoruz. Çünkü ülkenin kaynakları hâlâ yozlaşmış yönetimlerin kontrolü altındadır ve bu yönetimler, Mısır’ın ve halkın menfaatlerini pahasına kendi çıkarlarını ve Batı’daki efendilerinin politikalarını öncelemektedir. Şunu unutmayın ki umut her daim diridir ve asla kaybolmaz. Eğer dinimize sımsıkı sarılır ve Allah’ın indirdikleriyle hükmedecek olan Raşidi Hilafet’in yeniden tesisi için çalışırsak, Allah’ın izniyle zafer kaçınılmaz olacaktır.

Ramazan, Allah’a ibadetlerle yaklaşmak, ümmetin birliğini sağlamak ve Doğu’ya ve Batı’ya olan her türlü bağımlılığı reddetmek için önemli bir fırsattır. Hadi Allah’ın bizden istediği gibi tek bir ümmet olalım ve hak sözünü yüceltmek, başta Yahudilerin zulmü altında acı çeken Filistin halkı olmak üzere tüm mazlum halklara İslam’ın adaletini ulaştırmak için çalışalım.

Allah Subhânehu ve Teâlâ’dan, bu mübarek Ramazan ayında bizlere oruçlarımızı ve ibadetlerimizi hakkıyla yerine getirmeyi nasip etmesini, amellerimizi kabul buyurmasını, bu ayı bizlere ve tüm İslam ümmetine hayırlı, bereketli ve huzurlu kılmasını niyaz ediyoruz. Ayrıca, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti’nin kurulmasıyla ülkemizin zulüm ve despotluktan kurtulmasını temenni ediyoruz.

Allah, bizlerin ve sizlerin Salih amellerini kabul buyursun. Her yılınız bereket, mutluluk ve huzur içinde geçsin.

Devamını oku...

Yüzleriniz Hiç Kızarmıyor Mu! Tarih Sizden Daha Büyük Bir Alçaklığa Ya Da Daha Büyük Bir İhanete Tanık Olmamıştır!

Haber-Yorum

Yüzleriniz Hiç Kızarmıyor Mu! Tarih Sizden Daha Büyük Bir Alçaklığa Ya Da Daha Büyük Bir İhanete Tanık Olmamıştır!

Şamar Üzerine Şamar Yiyorsunuz Ama Ne Sıkılıyor Ne De Utanıyorsunuz!

Haber:

Acil Arap zirvesi çalışmalarını 4 Mart 2025 Salı günü Kahire'de tamamladı; zirveye yirmi iki Arap ülkesinden yirmi iki temsilci katıldı ve Arap Birliği Genel Sekreteri de hazır bulundu.

Yorum:

ABD Başkanı Donald Trump'ın planına karşı Araplar olarak birleşik bir yanıtı vermek üzere toplanan zirvede, tamamı yazıldıkları mürekkebe bile değmeyen yirmi üç karar alındı; zira Yahudi varlığı Batı Şeria ve Gazze'de insanları öldürüp yok ederek yerlerinden ederken, acımasız saldırganlığı Lübnan ve Suriye'ye kadar uzanmış ve bu ülkelerin bazı bölgelerine de yerleşmişken, peki onların tepkisi ne oldu?!

Ordularının genelkurmay başkanlarına, toplanıp Yahudilerle savaşmak ve onların mutant varlıklarını ortadan kaldırmak için askeri bir plan hazırlamalarını mı emrettiler?!Trump'a şöyle başlayan yazılı bir cevap hazırlamak için bir komite mi oluşturdular; sen ey kafirin oğlu, cevap duyduğun değil, gördüğün olacaktır!

Ne yazık ki bizim için alışkanlık haline geldiği üzere on yıllar boyunca yaptıkları daha önceki zirveleri de talepler, kınamalar, selamlamalar, teyitler, koordinasyonlar ve ne besleyen ne de açlığı gideren diğer sözlerle doluydu!

Yahudi varlığı birçok ülkede öldürüyor, yok ediyor ve yerinden ediyor, bu ülkelerin başındaki Ruveybida yöneticiler ise “stratejik bir seçim” olarak tanımladıkları barışa vurgu yapıyorlar; kiminle barış? Öldüren, yok eden ve yerinden edenle mi ey aşağılık adam!

Güvenlik Konseyine, Filistin ve “İsrail” halkları için güvenliğin sağlanmasına katkıda bulunmak üzere uluslararası barış gücü konuşlandırması çağrısında bulunuyorlar; işiniz bu noktaya kadar mı ulaştı ey Ruveybidalar? Sizlerin Yahudi varlığının sahip olduğundan daha fazla ordunuz, silahlarınız ve cephaneniz yok mu?

Ey Ruveybida yöneticiler: Trump, Gazze halkını yerinden etme planını önerdiğinde ve sizden veya içinizden herhangi birinizden bu öneriye uygun bir yanıt alamadığında yüzünüze sert bir tokat atmıştır; bakın işte sizler, Beyaz Saray'ın Gazze'nin yeniden inşasına yönelik önerilerinizi reddettiğini ve yerinden edilme önerisine tutunduğunu açıklamasıyla daha sert bir tokatla karşılaştınız. Ayrıca toplantınızdan önce Yahudi varlığından da tokat yediğiniz gibi toplantınızdan sonra da Yahudi varlığının dışişleri bakanlığının tekliflerinizi reddetmesiyle daha güçlü bir tokat daha yediniz; peki hiç utanmıyor veya sıkılmıyor musunuz?!

Ey Ruveybida yöneticiler:Ülkenizdeki halklar her geçen gün sizin ihanetinizden daha da emin bir hale geldikleri gibi sizin Yahudi varlığıyla, onun arkasındaki efendileriyle ve sizin efendilerinizle bu ümmete karşı işbirliği yaptığınızdan daha da emin oluyorlar; ayrıca Yahudilerle savaşmalarını engelleyenlerin de siz olduğunuza daha çok inandıkları gibi düşmanlarımızın emin olduğu gibi bizim cihat ümmeti, savaş ümmeti ve çember halkı olduğumuza daha çok inanıyorlar;bu nedenle sizleri bizim başımıza yöneticiler olarak atadılar ve ümmetin Yahudilerle savaşmasını önlemek için sizin varlığınızı korudular.

Ancak bu durum sizin için uzun sürmeyecek ve çok geçmeden ümmet sizi ortadan kaldıracak, böylece tarihin kara sayfalarında yer alacaksınız ve Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin altında Allah'ın hükmü ikame edilecektir; işte o zaman Hilafetin orduları Yahudi varlığından hiçbir iz bırakmamak ve arkalarında bıraktıklarını da yerinden etmek için kükreyerek koşacak ve Müslümanların Halifesi, küfrün liderlerine kibir ve gururlarına yakışır bir şekilde hitap edecek ve böylece onlar büyük İslam ümmeti karşısındaki gerçek boyutunu bileceklerdir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Halife Muhammed – Ürdün

Devamını oku...

İç Bölünmeleri Körükleme Politikası ve Batı'nın Taliban'a Yaklaşımı!

Haber-Yorum

İç Bölünmeleri Körükleme Politikası ve Batı'nın Taliban'a Yaklaşımı!

Haber:

Afganistan İçişleri Bakanı'nın Dubai'ye gitmesinin üzerinden bir aydan fazla bir zaman geçti ama şu ana kadar geri dönmedi. Adalet Bakanı Dubai ziyaretinin ardından istifa etti ve Taliban hükümetinin dışişleri bakan yardımcısı Abbas Stanikzai hala bu şehirde bulunuyor.Medya organları bu gelişmeleri, söz konusu yetkililerin Taliban lideri Şeyh Hibetullah Ahundzade'den memnuniyetsizliklerinin bir kanıtı olarak değerlendirip hareketin liderliği içindeki bölünmelerin bir göstergesi olarak gördüler.

Yorum:

Taliban karşıtları ve Batılı güçler, bu grup üzerinde baskı kurmak için ellerinde sınırlı seçenekler olduğunu fark edince, iç bölünmeleri körükleme politikasına başvurdular.Daha çok medya organları aracılığıyla yürütülen bu politika, Taliban içinde bir bölünme olduğu fikrini yaymaya odaklanıyor.Dolayısıyla medya organları Taliban'ı “ılımlı” ve “sertlik yanlısı” olarak ikiye ayırmaya çalışmaktadır; bu yüzden Kandahar'daki Taliban liderliği sertlik yanlısı ve dünyadan soyutlanmış olarak sunulurken Kabil'deki Taliban ise ılımlı ve Batı ile ilişki kurmaya meyilli olarak gösterilmektedir.

Batı'nın politikasının uzun vadeli hedefi, Kandahar'daki liderliğin etkisini sınırlandırmak ve zayıflatmak için sözde “ılımlı kanadı” kullanmaktır. Nitekim bu strateji daha önce komünist gruplara karşı uygulanmış, ABD bu grupları “ılımlı” ve “aşırıcı” olarak ikiye ayırmış ve birinci grubu diğer grubu zayıflatmak ve tasfiye etmek için kullanmıştı.Bu deneyim Afganistan'da yeni değildir; zira Afgan iç savaşları sırasında Zalmay Halilzad, Batı'nın ülkeye yönelik politikalarını meşrulaştırmak için bu bölünmeyi teşvik etmeye çalışmıştı. Yine aynı bağlamda (Zalmay Halilzad'ın) eşi Cheryl Benard da 2004 yılında RAND araştırma merkezi aracılığıyla “Sivil Demokratik İslam” başlıklı bir kitap yayınlamış ve bu kitapta Müslümanları dört kategoriye ayırmış, ideolojik grupların etkisini sınırlamak ve zayıflatmak için ABD’nin ılımlı ve pragmatik grupları desteklemesini önermişti.

Bu strateji, ulus-devletler çerçevesinde siyaset yapmanın, bireylerin siyasi normlarında bir değişime yol açtığını göstermektedir.Bu politikacılar Müslüman olsalar bile, onların politikalarının İslami değerlerle uyumlu olmasına gerek kalmayacaktır.Zira otoriteyi korumak ve dünyayla başa çıkabilmek için bu kişiler, ilke ve değerlerini değiştirmeye, hatta bölünmeleri kışkırtan politikalara katkıda bulunmaya hazırdırlar.Nihayetinde tarihi deneyim ortaya çıkmıştır ki, ister milliyetçi ister ideolojik olsun Raşidi Hilafet hariç her türlü siyasi sistem, sadece İslami değerleri aşındırmakla kalmayıp, aynı zamanda siyasetçileri ve siyasi normları da doğru rayından saptırmaktadır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Yusuf Arslan - Afganistan

Devamını oku...

Ramazan, Yahudi Varlığını Ortadan Kaldırmak İçin En İyi Fırsattır, O Halde Ne Bekliyorsunuz?!

Haber-Yorum

Ramazan, Yahudi Varlığını Ortadan Kaldırmak İçin En İyi Fırsattır, O Halde Ne Bekliyorsunuz?!

Haber:

Deraa kırsalındaki yerel kaynaklar, Yahudi varlığına bağlı askeri güçlerin Dera ilinin kuzey kırsalındaki Tel el-Mal ve eski askeri bölüğün civarına doğru ilerlediklerini ifade ettiler ve bölgede bu güçlere eşlik eden buldozer seslerinin duyulduğuna dikkat çektiler; bu ise Yahudilerin 3 Mart Pazartesi günü Suriye kıyılarında bir hava savunma taburunu hedef alan hava saldırılarının ardından gelmiştir.

Bu bağlamda Kuneytra kırsalından kaynaklar, Yahudi askeri araçlarının Kuneytra kırsalının merkezindeki Mashara kasabasına girdiğinden ve Mashara ile El-Tayha kasabasını birbirine bağlayan yola ulaştıklarından bahsettiler; bu ise Deraa ilinin batı ve kuzey kırsalında ve Kuneytra ilinde duyulan helikopter uçuşu ve keşifle aynı zamana denk gelmiştir.

Yorum:

Yahudiler cezadan emin oldukları için diledikleri gibi davranıyorlar. Bu suçlu katillere karşı ne zaman kadar sessiz kalınacak? Ülkemizi bölge bölge işgal edip kemirmelerini, daha ne zamana kadar sessizce izlemeye devam edeceğiz?! Nitekim kurtuluş günü ve ondan önceki günden beri Yahudi varlığı hiç sakinleşmedi, bombalamadığı bir yer veya yok etmediği bir nokta dahi bırakmadı, bununla da yetinmedi, aksine güçleri iç bölgelere doğru ilerlemeye ve bölgeleri birbiri ardına kemirmeye başladı ve buna da sınırlarını güvence altına almak istediğini bahane gösterdi. Yahudiler iftiracı bir kavim olduğu gibi gaddar ve hain bir kavim olup hepsinden de önemlisi akıl almaz derecede korkaktırlar. Nasıl olmasınlar ki; zira Allah Subhanehu onlar hakkında şöyle buyurmuştur: لا يُقَاتِلُونَكُمْ جَمِيعاً إِلاَّ فِي قُرًى مُّحَصَّنَةٍ أَوْ مِن وَرَاء جُدُرٍOnlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar.” [Haşr 14] Peki bu korkaklara karşı daha ne zamana kadar sessiz kalacağız?!

Ulaştığımız şeyleri güvence altına almak, hele hele bu mutant varlıkla birlikte diplomatik yollarla olmayacaktır ancak Rantisi'nin (Allah ona rahmet etsin) dediği gibi, "mızrakların gücüyle" olacaktır. Zira bu katiller bizim onlardan korktuğumuzu ve onlarla yüzleşmekten çekindiğimizi düşüneceklerdir. Bu nedenle asla zayıflık göstermeyelim. Nitekim Gazze'nin mücahitlerinden bir grup, onlara felaketler tattırdı ve Gazze'nin mücahitleri bizim mücahitlerimizden daha güçlü değillerdi; bu nedenle bu cani düşmanla karşılaşmaya hazır olmamız gerektiği gibi ona, geride hiçbir şey bırakmayacak ölümcül bir darbe vurmaya da hazırlıklı olmamız gerekmektedir.

Bugün bölge, öncülleri 2011'de başlayan ve Ekim 2023'teki Aksa Tufanı operasyonuna kadar devam eden ve 2024 zaferiyle doruğa ulaşan büyük bir tarihi olaya hazırlanıyor; dolayısıyla bu olayın gerçekleşmesini engellemeye çalışıyorlar ve bunun için tüm enerjilerini ve yeteneklerini kullanıyorlar ancak Allah'ın izniyle çabaları boşa çıkacak ve yaptıkları kendileri için bir yürek acısı olacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdu ed-Della - Suriye

Devamını oku...

ABD'nin Tek Taraflılığı, Müslümanların Başındaki Yöneticilerin İhanetiyle Mümkün Hale Gelen Sömürgecinin Bir Uzantısıdır!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

ABD'nin Tek Taraflılığı, Müslümanların Başındaki Yöneticilerin İhanetiyle Mümkün Hale Gelen Sömürgecinin Bir Uzantısıdır!

Donald Trump yaptığı açıklamada şöyle demiştir: “ABD Gazze Şeridi'nin kontrolünü ele geçirecek ve biz de orada bir projeyi hayata geçireceğiz... Bölge halkına sınırsız iş ve konut imkânı sağlayacak ekonomik kalkınmayı uygulayacağız ve gerçek bir görev yerine getireceğiz, farklı bir şey yapacağız.” Bu açıklama, yüzyıllardır ABD dış politikasına yön veren kökleşmiş sömürgeci zihniyet bağlamında gerçekleşmiştir. Bu açıklamalar, Amerika'nın tek taraflılık yönlerinden birini yansıtmakta olup bu ise ABD'nin diğer ülkelere kıyasla istisnai ve örnek bir varlık olduğu inancıdır; nitekim bu inanç tarihsel olarak soykırımı, sömürgeci yayılmayı ve “barış ve özgürlüğü” yaymayı temsil eden sahte bir gerekçe altında küresel hegemonyayı meşrulaştırmıştır.

Amerika'daki yerli halkın yok edilmesinden birçok ülkenin işgaline kadar Amerikan tek taraflılığı sömürgeci arzuları gizleyen bir sis perdesi mesabesinde olmuştur; zira bu ideoloji çerçevesinde Amerika, “açık kader” yanılsaması altında toprakları işgal etme ve kontrol etme hakkına sahip “seçilmiş ulus” olarak tasvir edilmiştir. Ancak bu, soykırımın Amerikan imparatorluğunun inşası için bir araç haline geldiği Amerikan yayılmacılığının uzun tarihinin sadece ilk faslıydı; zira Vietnam'dan Irak'a, Afganistan'dan Filistin'e kadar ABD dış politikası, kitlesel katliamları her zaman “özgürlük” ve “demokrasi” için gerekli bir bedel olarak meşrulaştırmış olup Trump'ın Gazze vizyonu da aynı modeli takip etmektedir; zira ABD'nin harap olmuş bir toprak üzerindeki hegemonyası, baskının ve sömürgenin bir devamı olmak yerine bir çözüm olarak sunulmaktadır. Nitekim Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ قَالُواْ إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَOnlara “Yeryüzünde düzeni bozmayın” denildiğinde, “Hayır, biz yalnızca ıslah edenleriz” derler.” [Bakara 11]

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika, uluslararası sistemi kendi çıkarlarına hizmet etmesi için stratejik olarak yeniden şekillendirdi; bu yüzden BM, IMF ve Dünya Bankası dünya barışını ve ekonomik istikrarı sağlayacak mekanizmalar olarak sunuldu ancak bunlar gerçekte sadece hegemonyalarını güçlendirmek için çalıştılar; nitekim İngiltere ve Fransa'nın savaşın bir sonucu olarak zayıflamasıyla birlikte sömürgeci imparatorluklarından çıkarılmaları için birçok baskı uyguladı ama bu asla sömürgeciliğe bir son vermek için değildi, aksine kendi hakimiyetini Avrupa hegemonyasıyla değiştirmek içindi.

Amerika BM'yi müdahalelerini meşrulaştırmak için kullanırken, IMF ve Dünya Bankası'nı da ülkeleri borç tuzağına düşürmek ve ekonomik olarak boyunduruk altına almak için kullandı; dolayısıyla bu yeni dünya düzeni, tartışmasız olarak ABD'nin askeri, siyasi ve mali gücünün kalmaya devam etmesini sağladı, bu da demokrasi ve uluslararası işbirliği kılıfı altında uluslararası ilişkilere kendi iradesini dayatmasına izin verdi ve böylece dünyayı, Avrupa sömürgeciliğinden diplomasi ve kalkınma sloganlarının arkasına gizlenerek ABD sömürgeciliğine kaydırdı.

Trump'ın Gazze vizyonu askeri hegemonyanın ötesine geçerek ekonomik köleleştirmeye ulaşmıştır; bu ise halkının kanıyla sulanan bir toprağı Batılı elitler için bir oyun alanına dönüştürmek, Filistin direnişinin tarihini silmek ve Filistin halkından ziyade yabancı yatırımcılara fayda sağlayan bir sistemi dayatmak için kasıtlı bir girişimdir; bu da savaşlarda harap olmuş bölgelerde tekrarlanan bir Batı tarzı olarak kabul edilmektedir; zira kapitalizmin yeniden inşa projeleri, tıpkı 2003'ten sonra Irak'ın ABD-İngiliz işgali sırasında olduğu gibi gerçek bir yeniden inşa çabalarından ziyade uzun vadeli kontrol araçları olarak kullanılmaktadır.

Amerikan tek taraflılığı küresel sömürgeciliği beslerken ancak sadece Batı'nın elindeki birer araç olan ve Müslüman ülkelerin yabancı kontrolü altında zayıf ve bölünmüş olarak kalmasını sağlamak için çalışan Müslümanların başındaki yöneticilerin ihaneti olmasaydı bu durum devam etmezdi; zira devam eden suçlarına rağmen Yahudi varlığıyla ilişkileri normalleştirmekten, İslam topraklarında Batılı askeri üslerin varlığına izin vermeye kadar bu yöneticiler, ümmetin çıkarları pahasına Amerikan hegemonyasını kutsadılar ve işgali kolaylaştıran kollara dönüştüler, direniş hareketlerini suçlu hale getirirken Batılı şirketlerin ümmetin kaynaklarını yağmalamasına izin verdiler; dolayısıyla bu yöneticilerin Amerikan nüfuzuna imkan vermeleri, onların Müslüman ülkelerdeki Batı çıkarlarını korumak için ajanlar olduklarına dair gerçek doğalarını ortaya çıkarmaktadır.

Bu mesele sadece Filistinlilerin sorumluluğunda değildir, aksine küresel İslami bir mücadeledir; bu yüzden Müslümanlar olarak bizim şerî vacibimiz, ABD'nin ülkelerimizdeki yayılmasına direnmek, onu kökünden söküp atmak, Batı kapitalizmini ve ithal yönetim modellerini reddetmek, sömürgecilerle iş birliği yapan ve halklarını savunma konusunda başarısız olan yöneticilere karşı koymaktır; ancak bu şekilde Batı'nın ekonomik ve askeri hegemonyasından kurtulabiliriz. Dolayısıyla kâfir laik modeli reddetmek, karar alma sürecinde bağımsız ve sömürgeci çıkarlara tabi olmayan birleşmiş ve kalkınmış bir ümmet aracılığıyla ümmetin birliğine ve alemlerin Rabbinin adaletine öncelik veren vahiy kaynaklı İslami sistemimizi yeniden tesis etmek bizim görevimiz haline gelmiştir. Zira hiçbir yabancı gücün bize işlerimizi dayatma hakkı yoktur ve bizim önümüzdeki yol açıktır ki o da şudur; bağımlılık zincirlerini kırmak, Batı hegemonyasını reddetmek ve Peygamberimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Minhacı üzere Hilafet Devleti'ni kurmak yoluyla ümmetin egemenliğini yeniden tesis etmektir.

يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ
Onlar, ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu tamamlayacaktır. Müşrikler istemese bile dinini bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidayet ve hak ile gönderen O’dur.” [Saf 8-9]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Meryem Ensâri

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER