Cumartesi, 12 Zilkâde 1446 | 2025/05/10
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Sömürgeci Kafirler, İslam'ı Yalan Yere Suçlayıp Gerçeklikleri Çarpıtırken “Demokratik Taş Devrini” Uzatmak İçin Komplo Kuruyorlar

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Sömürgeci Kafirler, İslam'ı Yalan Yere Suçlayıp Gerçeklikleri Çarpıtırken “Demokratik Taş Devrini” Uzatmak İçin Komplo Kuruyorlar

Haber:

Dakka'nın duvarlarına, İslami Hizb-ut Tahrir afişleri asıldı ve ordunun kontrolü ele almasını talep ettiler.Hizb-ut Tahrir, gayrimüslimlerin oy hakkına sahip olmadığı, ancak “yöneticiler tarafından işlenen adaletsiz eylemler veya İslam'ın kendilerine yanlış uygulanması hakkında şikayetlerde” bulunabilecekleri bir devlete inanmaktadır.Böylesine fanatik, hatta faşist bir örgütün demokratik bir devlette faaliyet gösterme hakkı olmaması gerekir; Bangladeş Ordusu ve ülkenin istihbarat teşkilatı İstihbarat Genel Müdürlüğü, Hizb-ut Tahrir'in kuvvetlere ne ölçüde sızdığını ortaya çıkarmak için bir iç soruşturma yürütmeli ve Yunus yönetimi, partinin "sivil, askeri ve diğer destekçilerini" ortaya çıkarmak ve adalete teslim etmek için elinden geleni yapmalıdır.Bunun yapılmaması, Bangladeş'i taş devrine geri götürecektir. (The Print Gazetesi, Hindistan)

Yorum:

Hilafet Devleti'nde “gayrimüslimlerin oy kullanma hakkı yoktur” sözü, aslında İslami yönetim sistemine karşı batıl bir suçlamadır; zira Hilafet Devleti'nde gayrimüslim tebaanın belirli oy hakları vardır ve tıpkı Müslümanların ümmet meclisine Müslüman üyeler seçmesi gibi, kendi dini gruplarından ümmet meclisi üyeleri seçme hakkına sahiptirler.Bu oy hakkı, devletteki her tebaa için “temsil hakkını” sağlamaktadır ancak bu meclisin kesinlikle yasama yetkisi yoktur, çünkü yasama Allah'a aittir; bu yüzden tebaanın Müslüman ya da gayrimüslim olmasına bakılmaksızın yargı, yönetim ve işlerinin idaresi açısından yasamaya katılım yoluyla tebaanın sivil haklarının korunması ve garanti altına alınması söz konusu değildir.Ayrıca şerî hükümler, gayrimüslimlerin kendi dinlerinin metinlerinde geçtiği gibi dini haklardan yararlanacaklarını ve Müslüman ya da gayrimüslim olmalarına bakılmaksızın devletin tebaası olarak tüm sivil haklardan yararlanacaklarını belirtmektedir.İnsan aklı tarafından değiştirilemeyen bu Rabbani yasama sayesinde, Müslümanlar ve gayrimüslimler Hilafetin gölgesinde tarihsel olarak müreffeh bir hayat yaşamışlardır.Öte yandan Hindistan'daki laik demokrasinin altında, tebaası için oy kullanma hakkını savunuyor ancak ülkedeki Müslüman “azınlık” baskıya maruz kalmakta ve devlet, nüfus kayıtlarını manipüle etme ve vakıf mallarına el koyma yasaları adına onların sivil haklarını yok etmektedir.Çünkü laik demokraside tüm baskıların kaynağı yasamadır; zira oy hakkı, devletin genel olarak halka ve özel olarak da Müslümanlara “azınlığa” uyguladığı baskıyı engelleyememektedir.

Gerçek şu ki laik demokrasi, bir yönetim sistemi olarak, insanlar için adaleti sağlamada, temel ihtiyaçları ve sivil hakları garanti altına almada ciddi şekilde başarısız olmuştur. Bu acizliği ve başarısızlığı gizlemek için kafirler, IŞİD gibi hayali düşmanlar türetmeye, sahte terör saldırıları düzenlemeye, insanlar ve ülkeler arasında mezhepsel gerginlikleri alevlendirmeye başladılar. Bu da sonunda ülkelerin tek taraflı, haksız ve vahşice yok edilmesine yol açmış ve insanlığı taş devrine sürüklemiştir. Sömürgeci kâfirlerin laik demokrasi adına insanlığa yaptıkları, sözde taş devrinden bile daha kötüdür.Taş devrinde demokrasi ve özgürlüğü yayma adına egemenlik sahibi üç ülkeden (Irak, Afganistan ve Suriye) yaklaşık üç milyon insanı yok eden hiç kimse yoktu! Hiç kimse bir şehri kuşatıp kum ve toprağa sahip olduğu için 50.000 masum insanı soğukkanlılıkla yavaş yavaş öldürmemişti! Taş devrinde hiç kimse masum insanları kaçırıp onları onlarca yıl boyunca gizli zindanlarda tutmamıştır! Taş devrinde %1 kesim, %99'un servetini yağmalayıp onların açlıktan ölmesine sebep olmamıştır! Taş devrinde Amerika ve Avustralya topraklarının gerçek sahipleri, yok olmaktan kurtulmuşlardır. Gerçek şu ki insanlık, laik demokrasi altında asla güvende olmamış ve dünya, ilahi İslami bir yönetim sistemine acil ihtiyaç duymaktadır. Fakat sömürgeci kâfirlerin cahil ahmakları ve ajanları, gözlerinin önünde olduğu halde bu gerçeği görmüyorlar! Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: لَهُمْ قُلُوبٌ لَّا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لَّا يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لَّا يَسْمَعُونَ بِهَا أُولَئِكَ كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُولَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” [Araf 179]

Bangladeş'teki askeri liderler ve istihbarat subayları Müslümandır ve onlar, Peygamberimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ümmetinin bir parçasıdırlar; dolayısıyla onların İslam'ı desteklemeleri, onun bayrağını dalgalandırmaları garip bir durum değildir; bilakis garip olan, muvahhit oldukları halde laik demokratik sistemi desteklemeleri ve kâfirlerin bayrağını dalgalandırmalarıdır. Müslümanların sadık bir koruyucusu olarak Hizb-ut Tahrir, iyiliği emredip kötülükten nehyetmekte. Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetini takip etmekte, orduyu ve güvenlik adamlarını, İslam'a yardım etmeye ve kâfirlere karşı ideolojik bir tavır almaya davet etmektedir. Bu konuda gizli olan bir şey yoktur; dolayısıyla bundan ancak sırtlanlaşmış akıllara sahip olanlar ve kâfirlerle iş birliği yapanlar endişe duyarlar. Aslında Allah ve Müslümanların düşmanı olan sömürgeci kâfirler, Hilafetin geri gelmesinden çok korkuyorlar. Zira Doğudan Batıya kadar kâfirlerin liderleri, Hilafetin ortaya çıkmasından duydukları korkuyu açıkça dile getiriyorlar.Tulsi Gabbard ve Netanyahu'nun son açıklamaları bu korkunun açık bir kanıtıdır; özellikle Bangladeş'teki tüm insanların, özellikle de genç neslin İslami tevhid bayrağını taşımalarından ve Hilafet çağrısı yapan sloganlar atmalarından. Bu nedenle kâfirler, barbar laik demokrasiyi korumak için propaganda ve sahteciliği temsil eden saçma eylemlere başvurmaktadırlar. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَهُمُ اللهُ مَرَضاً وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَOnların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elim bir azap vardır.” [Bakara 10]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Risat Ahmed - Bangladeş

Devamını oku...

Pakistan: Mescid-i Aksa'dan Pakistan Ordusuna Çağrı!

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Hizb-ut Tahrir/ Pakistan Vilayeti:

Mescid-i Aksa'dan Pakistan Ordusuna Çağrı!

Ey Pakistan Ordusundaki Oğullarımız, Kardeşlerimiz ve Babalarımız:
İnsanların en korkaklarının Filistin'deki kızlarımıza, kız kardeşlerimize ve annelerimize saldırmasının üzerinden on sekiz ay geçti.
Allah (c.c.) sizi birkaç saat içinde mübarek toprakları özgürleştirmeye muktedir kıldı.
Öfkelisiniz ve korkak Yahudi güçlerini yenmek istiyorsunuz.
Eğer liderliğiniz sizi harekete geçirirse, tüm ümmet sizi destekleyecektir.
Eğer liderliğiniz Batı'nın ajanlarıysa, onları uzaklaştırın ve harekete geçin.
Seferber olun ve iki hayırlı ameli, şehitliği ve zaferi isteyin.
Mescid-i Aksa'da zafer tekbirleri yükselinceye kadar seferber olun.
Seferber olun ey Selahaddin'in evlatları!

#TimeforKhilafah

Hizb-ut Tahrir Pakistan Vilayeti Medya Bürosu

Cuma, 4 Zilkade 1446 - 2 Mayıs 2025

pakistan vilayeti

#طوفان_الأقصى
#الجيوش_إلى_الأقصى
#الأقصى_يستصرخ_الجيوش

#AksaTufanı
#OrdularAksaya
#ArmiesToAqsa
#AqsaCallsArmies

pakistan vilayeti

İlgili Bağlantılar:

E- mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.          WhatsApp: +967 713 645 449

pakistan vilayeti

Devamını oku...

Zalim Arakan Ordusu’na Yardım Elini Uzatan Ama Zulme Uğrayan Rohingya Müslümanlarını Yüzüstü Bırakan Bu Geçici Hükümet Ne Kadar da Vicdansız ve Duyarsız!

Buthidaung ve Maungdaw bölgelerinde, Arakan Birliği (ULA) ve silahlı yapılanması Arakan Ordusu’nun denetimi altındaki alanlarda yaşayan Rohingya Müslüman siviller, giderek sistematik hâle gelen bir baskı ve insan hakları ihlalleri zinciriyle karşı karşıyalar. Zorla çalıştırma, seyahat izni için haraç alınması, genç kadınların kaçırılıp tecavüze uğraması, genç erkeklerin zorla alınarak kaybolması gibi olaylar, kuzey Arakan’daki durumun ne kadar korkunç olduğunu açıkça gösteriyor. Öte yandan Myanmar’daki askerî cunta, Rohingya Müslümanlarını zorla cepheye göndererek onları adeta canlı kalkan olarak kullanmaktadır. Bu durum, Rusya’nın Bangladeş’ten insan kaçırıp onları Ukrayna savaşında kullanmasına çok benziyor. Bu arada, geçici hükümetin tepkisizliği altında Arakan Ordusu’nun Bangladeş sınırını 10 km ihlal edip su festival düzenlediğine tanık olduk. İçişleri Danışmanı tepkilere karşılık, Rohingyaları “damat” diye nitelendirerek (kendi ifadesiyle “çoğu burada evlendi”) halkla adeta alay etti ve büyük bir sorumsuzluk örneği sergiledi. Öte yandan, ABD güdümünde hareket eden geçici hükümet, Washington’ın yönlendirmesiyle Rakhine bölgesinde bir “insani koridor” oluşturma yönünde politika değişikliğine gitmiş ve bu adım, fiilen Arakan Ordusu’na destek anlamına gelmiştir. Bu bağlamda, Arakan Ordusu’nun Rohingya Müslümanlarına yönelik saldırganlığı da kayda değer şekilde artış göstermiştir. Budist çete Arakan Ordusu’nun kontrolündeki bölgelerde Rohingya Müslümanlarına yönelik zulüm o kadar arttı ki, yıllardır bu zulme katlanan insanlar bile artık Bangladeş’e kaçmak zorunda kalmaktadır. Böylece vicdansız geçici hükümet, Budist çetelerden oluşan Arakan Ordusu’na yardım elini uzatmış, mazlum Rohingya Müslümanlarını ise kaderlerine terk etmiştir.

Ey insanlar! Toplumun her kesiminden insanlar, ABD’nin “insani koridor” bahanesiyle ülkeyi vekâlet savaşına sürükleme girişimine öfkeli. Bu bağlamda, ABD ajanlarının gerçek kimlikleri kamuoyu önünde giderek daha görünür hâle gelmektedir. Gerek yerel ve uluslararası platformlarda gerekse dijital ve fiziksel ortamlarda, bu ajandayı destekleyen siyasi aktörlerin ve kendilerini güvenlik analisti olarak tanıtan şahısların, söz konusu koridoru meşrulaştırmaya çalıştıkları gözlemlenmektedir. Ayrıca, bazı siyasi partiler de Arakan’da sözde bağımsız bir Müslüman devleti çağrısıyla ABD’nin bölgesel planlarına dolaylı fakat etkili bir destek sağlamaktadırlar.

قَاتَلَهُمُ اللهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ“Allah onları kahretsin! Nasıl da döndürülüyorlar!” [Münafikun 4] Biz, Hizb-ut Tahrir olarak, Gazze’deki soykırımı destekleyen Haçlı Amerika’nın bu coğrafyada uygulamaya koymayı planladığı her türlü sömürgeci projeye karşı halkın yekvücut hareket edeceğini açıkça beyan ediyoruz.

Ülkenin uyanık insanlarına, vicdanlı politikacıları, aydınlara ve ordudaki dürüst subaylara sesleniyoruz: ABD’nin Afganistan’daki hezimeti onun ne kadar güçsüz olduğunu gösterdi. Bu yüzden başka ülkeleri kullanıyor, ajan rejimlerin askeri gücünü ve kaynaklarını kendi sömürgeci planları için harcıyor. Dolayısıyla bu işbirlikçilere karşı topyekûn direnmeli ve sözde ‘insani koridorlar’a karşı hem yurt içinde hem yurt dışında güçlü bir kamuoyu oluşturmalıyız.

لاَّ يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُوْنِ الْمُؤْمِنِينَ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللهِ فِي شَيْءٍ“Müminler, müminleri bırakıp inkârcıları dost edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah ile bir ilişiği kalmaz.” [Ali İmran 28]

Devamını oku...

Bu Bitmek Bilmeyen İhlaller ve Kan Deryası Ancak Hilafetle Son Bulacaktır

Batı Kordofan Geçici Yönetimi’nin idarî merkezi konumundaki En-Nuhud şehrinin, 5. Tümen’e bağlı 18. Piyade Tugayı’nın çekilmesinin ardından Hızlı Destek Kuvvetleri’nin eline geçmesini büyük bir üzüntüyle ve acıyla takip ettik. Bu güçler, daha önceki şehirlerde olduğu gibi, sivillere yönelik ağır insan hakları ihlalleri ve vahşi katliamlar gerçekleştirdiler. Bu bildirinin kaleme alındığı sırada bile, El-Nuhud ve çevresindeki köyler ile kasabalarda masum sivillere yönelik insan hakları ihlalleri sistematik şekilde devam etmekteydi.

Yaşanan tüm bu gelişmeler ışığında Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak biz, aşağıdaki gerçekleri kamuoyuna açıklıyoruz.

Birincisi: Sudan’daki şehirlerin ordu birliklerinin çekilmesini takiben ardı ardına düşmesi, ülke halkına yönelik açık ve sistematik bir komplonun varlığını ortaya koymaktadır. Bu oyunun arkasında da Amerika var. ABD hem bu kirli savaşın planlayıcısı hem de uygulayıcısıdır. Sudan’da kendi gündemini dayatmayı amaçlıyor.

İkincisi: İnsanları korumak yöneticinin sorumluluğundadır ve bu sorumluluk savaşla veya başka bir şeyle askıya alınamaz. Görevini yerine getirmeyen yönetici günahkardır. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ“İmam ancak bir kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla korunulur.”

فَالْإِمَامُ الَّذِي عَلَى النَّاسِ رَاعٍ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ“İman çobandır ve güttüklerinden sorumludur”

Üçüncüsü: Devam eden bu savaş, sömürgeci Batı’nın fikrî temelleri üzerine kurulu mevcut yönetimlerin — gerek askerî gerekse sivil formda — halkın güvenliğini sağlamada ve kamu işlerini yürütmede ciddi şekilde yetersiz kaldığını açıkça ortaya koymuştur. Bu da İslam’ın doğruluğunu ve halkı gerçekten koruyabilecek ve işlerini güdebilecek tek siyasal modelin Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet olduğunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.

Son olarak, güç ve kuvvet ehli samimi kimseler, kardeşlerini koruma görevlerini üstlenmeli, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet projesine destek olmalı, daveti taşıyanlara yardım etmeli ve yalan söylemeyen bir lider olan Hizb-ut Tahrir’e nusret vermelidirler. Umulur ki Allah, onları Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafet kuran Ensarlardan eyler. Hilafet, kâfir sömürgecilerin nüfuzunu topraklarımızdan söküp atacak, hayatı yüce İslam akidesi üzerine bina edecek, ırzları koruyacak, malları muhafaza edecek ve kan dökülmesini durduracak, böylece insanlar, izzetli ve onurlu bir yaşam süreceklerdir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Gazze ve Mücahitlerine Küfreden Bir Yönetim, Aynı Pervasızlıkla Hizb-ut Tahrir Üyelerini ve Filistin Halkını Gözaltına Almaktan Zerre Kadar Çekinmiyor

Filistin yönetimine bağlı güvenlik birimleri, 18 Nisan 2025 Pazar günü tanınmış hatip Şeyh Cendel Salih’i gözaltına aldı. Cendel Salih hâlen gözaltında tutuluyor. Filistin yönetimi iyiliği emretmesi, kötülükten sakındırması, rejimlerin Gazze ve halkına karşı sergilediği beceriksizlik ve gizli planlarını ifşa etmesi nedeniyle ondan intikam alıyor!

Ardından Filistin yönetimi, yeni bir suç daha işledi. 2025 yılı 24 Nisan Cumartesi günü, Nablus’taki Firdevs Camii’nde akşam namazından sonra yönetimin milislerinden iki kişi, mühendis Hüsam Malhas’a saldırdı. Sebep? Bir gün önce Uhud Gazvesi’nden ve münafıklardan söz ettiği derste, BM çözümlerine sığınanların bugün de aynı tutumda olduklarını söylemiş olmasıdır. Çünkü Filistin Yönetimi “beni alın” diyecek kadar şüpheli bir durumdadır ve milisleri de her feryadı kendilerine yönelik bir tehdit olarak algılamaktadırlar.

Bu nedenle söz konusu iki milis, mühendis Hüsam’ın verdiği dersi kendilerine yönelik bir saldırı olarak değerlendirmiş, camide kargaşa çıkarıp cemaati tahrik etmişlerdir. Cemaatin ve imamın araya girmesiyle bu taşkınlık engellenmeye çalışılmış, ancak milisler daha sonra güç takviyesi çağırarak hem mühendis Hüsam’ı hem de öğretmen Muhammed Subh’ı gözaltına almışlardır. Bu iki kişi hâlâ, Allah’ın evlerine ve kullarına zorbalık yapan, fikir özgürlüğünü bastıran otoritenin elinde rehindir.

Hizb-ut Tahrir gençlerinin sesini kısmak amacıyla Filistin Yönetimi tarafından tutuklanmaları, halka karşı uygulanan baskı politikalarının bir parçasıdır. Bu yönetim, Yahudi varlığı hakkında tek kelime eden herkesi hedef alıyor. Hizb-ut Tahrir’in gençlerinden ise nefret ediyor, çünkü doğruyu söylüyorlar, ihaneti açığa çıkarıyorlar ve bu yönetimin Yahudilerle yaptığı suç ortaklığını açıkça dile getiriyorlar. Söz konusu iş birliği ve suç ortaklığı öyle büyük ki, insanların yanı sıra ne ağaç bırakıyorlar ne taş!

Filistin Yönetimi’nin işlediği bu suçlar, İslam beldelerindeki diğer rejimlerin özellikle de Ürdün rejiminin işlediği baskı ve zulüm çizgisiyle paralellik arz etmektedir. Ürdün yönetimi, cihat, Filistin’in kurtuluşu ve Gazze’ye destek çağrısı yapan halkını baskı altına almakta ve hapse atmaktadır. Ama unutulmasın ki bu otorite, ne İslam ümmetine karşı durabilecek güçte ne de Hizb-ut Tahrir’in yürekleri fetheden hilafet çağrısını engelleyebilecek kudrettedir.

Tüm bu rejimler ve aslan gibi kükreyen ama aslında şişman kedi görünümündeki Yahudiler, Müslüman topraklarında sağa sola saldırmaktadırlar. Ama hiçbiri İslam ümmetinin dirilişini engelleyemeyecek! Filistin Yönetimi ve diğer kukla rejimlerin zulmü, boğulmak üzere olan birinin dalgalara karşı çırpınışı gibi beyhude! Çünkü büyük tufan kapıda ve zalimlerin sonu geldi!

Biz ne Filistin Yönetimi’nden ne de diğer rejimlerden, ümmetin üzerinden ellerini çekmelerini bekliyoruz. Zira onlar çoktan kararlarını vermişler, düşmanlık ve sapkınlığı kendilerine yol ve yöntem edinmişlerdir.

Filistin Yönetimi Başkanı’nın Gazze halkına ve mücahitlerine hakaret etmesi ve ardından Yahudilerle güçlü ilişkileriyle tanınan, güvenlik koordinasyonunun mimarı Hüseyin eş-Şeyh’in, Filistin Kurtuluş Örgütü İcra Komitesi Başkan Yardımcılığına getirilmesi bunun en açık delilidir. Ancak biz, bu mübarek toprakların evlatları olan ancak zalimlerin safında yer alan güvenlik güçleri ve yargıçlara Filistin halkından önce kendi nefislerinden sakınmalarını tavsiye ediyoruz. Zira tövbe kapısı hala açıktır. Onları dinlerine ve ümmetlerine dönmeye, zalimlerin eli ve dili olmamaya çağırıyoruz.

Allah’ın azabı zalimleri ansızın yakalayacak ve şu an zayıf görünen bu ümmet yeryüzünün doğusunu ve batısını miras alacaktır. Bu nedenle, aklı başında olan ve kalbinde bir nebze olsun Allah korkusu taşıyan kim varsa vakit geçmeden tövbe etmeli ve zalimlerin safından uzaklaşmalıdır.

قُلْ إِنَّ رَبِّي يَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَّامُ الْغُيُوبِ * قُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ“De ki: Kuşkusuz, Rabbim gerçeği ortaya koyar. Çünkü O, gaybı çok iyi bilendir. De ki: Hak geldi; artık bâtıl ne bir şeyi başlatabilir ne de geri getirebilir.” [Sebe 48-49]

Devamını oku...

Birleşmiş Milletler ve Bölgesel Aktörlerin Afganistan’ı Küresel Seküler Sisteme Entegre Etme Çabaları

Birleşmiş Milletler, son günlerde Afganistan’daki faaliyetlerini önceki dönemlere kıyasla daha da yoğunlaştırdı. BM İnsani İşler Genel Sekreter Yardımcısı’nın Kabil ve Kandahar’a gerçekleştirdiği ziyaretin yanı sıra, mevcut yönetimin dışişleri bakanı Emirhan Muttaki’nin Katar’a davet edilmesi, uluslararası toplumun Afgan yönetimini küresel diplomatik sürece dâhil etme yönündeki çabalarının yeniden ivme kazandığını ortaya koymaktadır.

Bu gelişmelerin ışığında, Hizb-ut Tahrir / Afganistan Vilayeti Medya Bürosu önemli bazı noktaların altını çizmek ister:

Birleşmiş Milletler’in Afganistan’daki rejimi küresel seküler sisteme entegre etme amacı taşıyan sözde “yol haritası” ciddi uygulama sorunlarıyla karşılaştığı ve başarısızlığa uğradığı açıkça görülüyor. Bunun nedeni, Batı’nın beklentilerinin aksine, Afgan yönetiminin temel politikasında ciddi bir değişikliğe gitmeye yanaşmamasıdır. Ama bu başarısızlığa rağmen, Amerika liderliğindeki Batı hâlâ pes etmiş değil. Bu nedenle aynı hedefe ulaşmak için yeni yollar ve alternatif planlar masaya yatırılmış durumda. Bu girişimlerin özünde, Afganistan’daki rejimin küresel seküler sisteme kademeli ve kontrollü biçimde entegre edilmesini hedefleyen bir strateji yer almaktadır; Bu strateji, rejimin İslami karakterini zamanla aşındıracaktır.

ABD, bu ‘yumuşak eritme’ politikasını hem sopa hem de havuç siyaseti üzerinde uygulamaktadır. ABD, kimi zaman yaptırım listelerinden belirli kişilerin çıkarılması ya da sembolik düzeyde siyasi ödüller verilmesi gibi doğrudan teşvik araçları kullanmakta, kimi zamansa uluslararası yardımların kesilmesi yoluyla baskıyı artırmaktadır. Bununla birlikte, aynı stratejik hedef doğrultusundaki gündemini Birleşmiş Milletler ve Katar gibi aracı aktörler vasıtasıyla daha örtük ve diplomatik kanallardan yürütmeye devam etmektedir. Uygulanan diğer taktiklerden biri de, yönetimi içerden bölerek mensuplarını “ılımlı” ve “aşırı” olarak sınıflandırmak suretiyle rejimin iç bütünlüğünü zayıflatmak ve bazı kesimlerini sözde “ılımlı İslam” çizgisine çekmeye çalışmaktır.

Bu sürecin kilit uygulayıcılarından biri ise, uzun süredir Batı’nın bölgedeki vekil aktörü olarak kabul edilen Katar kilit bir rol üstlenmektedir. Birleşmiş Milletler’le eşgüdüm içinde hareket eden İran, Trump döneminin konfrontatif politikasını dengelemek amacıyla Afgan yönetimi içerisindeki bazı fraksiyonlara diplomatik ve siyasi teşvikler sunmaktadır. Bu çabaların etkisi, Dışişleri Bakanı Emirhan Muttaki’nin açıklamalarında açıkça görülmektedir. Nitekim El-Cezire’ye verdiği röportajda, uluslararası topluma Afganistan’ı “olumlu ekonomik rekabetin yaşandığı bir saha” haline dönüştürme çağrısında bulundu. Tarihsel arka plan ve çağdaş tecrübeler, ekonomik olarak daha zayıf ülkelerde gerçekleştirilen bu tür rekabetçi girişimlerin çoğu zaman yabancı etkilerin meşrulaştırılması, yapısal bağımlılık ilişkilerinin kurulması ve nihayetinde ekonomik sömürgeleşme süreçlerine zemin hazırladığını ortaya koymaktadır.

Filistin konusunda ise Dışişleri Bakanı şu ifadeyi kullandı: “Filistin karşısında ahlaki bir sorumluluğumuz var” Gerçekte, Müslümanların özellikle yöneticilerin Filistin’e karşı sorumluluğu sadece bir vicdan meselesi değil, şer’i bir görevdir. Müslümanların yöneticileri, zulme uğrayanları savunmak için ordularını seferber etmekle yükümlüdür; Soyut “ahlaki sorumluluk” söylemleri ise, gerçek adımı atmayı ertelemekten başka bir şey değildir. Bu ahlaki öfke, Batı’daki bazı gayrimüslimlerde daha da görünür hâle geldi. Bazıları sokaklara döküldü, bir Amerikan askeri ise ABD’deki İsrail elçiliği önünde kendini yakarak bu öfkeyi gösterdi.

Aynı röportajın başka bir bölümünde, Emir Han Muttaki Donald Trump’a Afganistan konusunda “siyasi cesaret” göstermesi çağrısında bulundu. Ancak sosyopolitik gerçeklik göstermektedir ki, bireyler ve devletler sahip oldukları değer sistemine olan inanç düzeyleriyle orantılı olarak cesaret sergilerler. Dolayısıyla, Trump’ın sergileyeceği herhangi bir “cesaret”, muhtemelen kendi kişisel ve siyasi çıkarlarını önceleyen bir motivasyona dayanacaktır. Sorulması gereken soru şu: İslam’a sahip çıkacak, onu hayata hâkim kılmak için mücadele edecek, kimseden korkmadan konuşacak bir Müslüman lider nerede? Böylesi bir lider, Raşidi Hilafetin kurulması yönünde adım atacak ve dış politikasını davet ve cihad ekseninde şekillendirecek bir cesarete sahip olmalıdır. Evet gerçekten de, İslam’ın hakikatlerini ilan etmek siyasi cesaret gerektirir ve biz yöneticilerden tam olarak bu cesareti talep ediyoruz.

الَّذِينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ أَحَداً إِلَّا اللهَ“Onlar ki Allah’ın mesajlarını tebliğ ederler, O’ndan korkarlar ve Allah’tan başka kimseden korkmazlar.” [Ahzâb 39]

Devamını oku...

Pakistan Savunma Bakanı İtiraf Etti: ‘30 yıl Boyunca Amerika’nın Kirli İşlerini Biz Yaptık!’ O Hâlde, Hâlâ Sessiz Kalanların Bahanesi Kaldı mı?

Pakistan Savunma Bakanı Khawaja Muhammed Asıf, bir televizyon programında yaptığı açıklamada, ülkesinin geçmişte ABD ve İngiltere adına silahlı gruplara destek sağladığını, onları eğittiğini ve finanse ettiğini kabul etti. Bakan açıklamasında şu ifadeleri kullandı: “Neredeyse otuz yıl boyunca Amerika ve Batı, özellikle de İngiltere’nin kirli işlerini biz yaptık. Bunun bir hata olduğunu fark edemedik, bedelini ağır ödedik. Sovyetler’e karşı savaşa girmeseydik, 11 Eylül sonrası oyunlara alet olmasaydık, Pakistan bugün çok farklı bir konumda olurdu!”

Rejimin simgesi olan bu kişi, Pakistan’da iktidara gelen ardışık hükümetlerin aslında sadece Müslüman coğrafyalarda sömürgeci kâfirin kirli işlerini yürüten birer araç olduğunu kabul etmiştir, bu söylerken yüzünde en ufak bir pişmanlık belirtisi olmamıştır. Bu durum, bu yöneticilerin ümmete mensup olmadıklarını, aksine, ona yabancı olduklarını, ümmetin çocuklarının kanı pahasına düşmanlarının çıkarlarını korumak için atanmış ajanlar olduğunu doğrulamaktadır.

Aslında ümmeti savunmakla görevli olan bakanın bu itirafı, bu yöneticilerin gerçek yüzünü tüm açıklığıyla gözler önüne seriyor. Onlar, sürüyü koruyormuş gibi görünen ama aslında onu parçalamak için bekleyen kurtlardır. Daha da kötüsü, bu ihanetleri itiraf ederken zerre kadar utanç duymamıştır. Fedakârlıklarının İslam uğruna olduğunu sanan ama fedakârlıklarının, Amerika ve İngiltere’ye hizmet etmekte kullanıldığını gören Müslümanların duygularını hiçe saymıştır. Bu açık itirafı hâlâ görevdeyken yapmış olması ise daha vahim bir durumdur. Yargılanmamış, hesap vermemiş, Müslüman kanı pahasına işlediği ihanetten dolayı herhangi bir cezaya çarptırılmamıştır.

Ey Pakistan Müslümanları! Gerçek gün yüzüne çıkmıştır; artık inkâr etmeye, bahane bulmaya veya kaçmaya imkan kalmamıştır. Unutmayın, sadece Amerika, İngiltere ya da Hindistan düşmanımız değildir; bu Pakistan rejimi ve onu takip eden tüm hükümetler de düşmanımızdır. Çünkü bu yönetimler ümmete sadece yoksulluk, aşağılanma ve Haçlılara karşı zillet getirmişlerdir. Daha da kötüsü, onlar Allah’ın indirdiği hükümlerle değil, insani kanunlarla hükmetmekle, ümmete ihanet etmekle, Allah ve Rasûlü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in düşmanlarına hizmet etmekle Allah’ın gazabını maruz kalmışlardır. Artık mazeret arayanlar için hiçbir mazeret kalmamıştır. Eğer bu rejim karşısında sessiz kalırsanız, onun işlediği suçlara ortak olmuş olursunuz. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَتَأْمُرُنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلَتَنْهَوُنَّ عَنْ الْمُنْكَرِ أَوْ لَيُوشِكَنَّ اللَّهُ أَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عِقَابًا مِنْهُ ثُمَّ تَدْعُونَهُ فَلَا يُسْتَجَابُ لَكُمْ  “Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi yanıt verdiler zamanda üzerinize bir azap gönderir. Ve Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama, duanız kabul edilmez.” [Tirmizi]

Ey Pakistan ordusunun samimi subayları! Sizi Amerika’nın emirleri doğrultusunda kirli işlerde kullandığını açıkça itiraf eden bu rejime karşı daha ne kadar sessiz kalacaksınız?!

Sizler Amerika’nın savaşları için kullanılan paralı askerler misiniz, yoksa İslam’ın muhafızları mısınız? O zaman bu ihanet şebekesinin ve hain yöneticilerinin parçası olmadığınızı ispat edin! Bu kurtları iktidardan uzaklaştırın ve İslam’a ve Müslümanlara destek olun. Hadi gelin Allah’ın hükümleriyle yönetmek, ümmeti birleştirmek, Filistin’den Keşmir’e, tüm İslam beldelerini Batı’nın hakimiyetinden kurtarmak için Raşidi Hilafeti kurmak üzere Hizb-ut Tahrir ve Celil âlim Ata Bin Halil Ebu Raşta’ya gönülden biat edin! Vakit daralıyor! İhanetlerini çekinmeden itiraf eden bu hainler artık tüm sınırları aşmıştır!

Ya onları görevden alırsınız ya da suskunluğunuzdan dolayı Allah huzurunda sorguya çekilirsiniz. Unutmayın, sessiz kalmak suça ortak olmak demektir! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَا أَطَعْنَا اللهَ وَأَطَعْنَا الرَّسُولَا * وَقَالُوا رَبَّنَا إِنَّا أَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَاءَنَا فَأَضَلُّونَا السَّبِيلَا  Yüzlerinin ateşte bir yandan bir yana döndürüleceği gün, “Keşke Allah’a ve Rasûl’e itaat edeydik” diyecekler. Yine şöyle diyecekler: “Ey Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi yoldan saptırdılar.” [Ahzab 66-67]

Devamını oku...

Kırgızistan’da Yakalanan Rus Casusları: Amaçları Paralı Asker Devşirmek miydi, Yoksa Bir Darbe Girişiminde mi Bulunacaklardı?

17 Nisan’da Kırgızistan Ulusal Güvenlik Komitesi (GKNB), Ukrayna savaşına savaşçı devşirme suçlamasıyla Oş şehrinde dört kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınanlar arasında Rusya’nın uluslararası işbirliği ajansı Rossotrudniçestvo tarafından finanse edilen Rus Evi çalışanı Natalya Sikirina, Oş Belediyesi medya biriminden uzman Sergey Lapoşkin ve Celal-Abad bölgesindeki Mayluu-Suu fabrikasında görevli Rus vatandaşı Viktor Vasiliev bulunmaktadır.

Söz konusu gözaltıların ardından Rus medyasında Kırgızistan yönetimini hedef alan sert açıklamalar yer aldı. Rusya Uluslararası İşbirliği Ajansı Başkanı Yevgeny Primakov, Natalya Sekrina’nın serbest bırakılacağını kaydederek, “Bu düpedüz bir provokasyondur. Natalya mutlaka serbest kalacak. Bizim için değerli olan insanları asla yalnız bırakmayız ve bu işin sonu onlar için hiç de iyi olmayacak.” ifadelerini kullandı.

Soruşturma kapsamında gözaltına alınan Natalya Sikirina’nın, Temmuz 2024 itibarıyla Rus Evi bünyesinde görev yaptığı belirlendi. Sanıklardan Viktor Vasiliev’in ise birden fazla Telegram kanalı üzerinden Rus propagandası yaptığı, bu mecraları aktif biçimde yönettiği tespit edildi. Vasiliev, iki hafta önce yapılan bir söyleşide, yaklaşık altı aydır Afrika’da yaşadığını belirtti. Wagner özel askeri şirketinin başkanı Yevgeniy Prigojin’in ölümünün ardından, Viktor Vasiliev’in, Rusya’nın Afrika’daki jeopolitik etkisini artırmak amacıyla Burkina Faso’da bir etki kampanyası yürüttüğü kaydedildi. Vasiliev’e ait Telegram kanalları ve dijital medya ağları, Kırgızistan’da da aktif biçimde faaliyet göstermektedir. Regnum Haber Ajansı’nın genel yayın yönetmeni Marina Ahmedova, Telegram üzerinden yaptığı açıklamada, Vasiliev’in Afrika ve Orta Asya uzmanı olarak görev yaptığını söyledi.

25 Nisan’da Kırgızistan Devlet Ulusal Güvenlik Komitesi Başkanı Kamçıbek Taşiyev ile Rusya’nın Kırgızistan Büyükelçisi Sergey Fakanov arasında gerçekleştirilen görüşmenin ardından, Natalya Sikirina ve bir diğer sanık hakkında ev hapsi kararı verildi. Bu durum, Kırgız rejiminin Moskova karşısında pozisyon değiştirdiğine, hatta kısmen teslimiyet gösterdiğine işaret etmektedir.

Rusya-Kırgızistan ilişkilerindeki gerilimin temel nedenleri şunlardır:

Birincisi: Sovyetler çöktükten sonra bile Rusya, Orta Asya’da — özellikle de Kırgızistan’da — etkisini kaybetmedi. Kırgızistan özelinde ise halk ayaklanmalarını, tıpkı 2005’te Akayev’in devrilip yerine Bakiyev’in geçirilmesinde olduğu gibi, kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirerek siyasi krizleri manipüle etti. Ardından Bakiyev’in Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkiler kurmaya başlaması üzerine, 2010 yılında yerine Atambayev getirildi. Ardından Atambayev sorun çıkarınca, Rusya kontrolündeki Ceenbekov başa geçti. Bu süreç boyunca Moskova, geleneksel sert baskı politikalarını sürdürdü. Ne var ki, 2020 seçimlerinin ardından patlak veren halk ayaklanması, Rusya’yı olağan dışı bir hamle yapmaya ve cezaevinde bulunan Sadır Japarov’u desteklemeye zorladı. 2022’de başlayan Ukrayna Savaşı, Rusya’yı Orta Asya’yı kendi yörüngesinde tutmak için politikalarında bir esneklik göstermeye mecbur etti. Bunun üzerine Kırgızistan hem Çin’le iş birliğini artırdı hem de Batı’ya bazı kapılar açtı. Çin’le imzalanan stratejik anlaşma, önemli ulusal kaynakların Çinli şirketlere devredilmesi ve hızla büyüyen ticaret hacmi, Kırgızistan’ın doğuya yönelişinin en net göstergeleri arasında. Ayrıca, Rusya’nın yıllardır engellediği Çin-Kırgızistan-Özbekistan demiryolu projesi, 27 Aralık 2024’te resmen hayata geçirildi.

Yukarıda belirtilenlere ek olarak, 25 Haziran 2024 tarihinde Kırgızistan yönetimi, Avrupa Birliği ile “Ortaklık ve İş Birliğini Güçlendirme Anlaşması” imzaladı. Bu anlaşma çerçevesinde imzalanan ikili protokoller, AB’nin ülkedeki etki alanını genişletmesine olanak sağladı. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, 3 Nisan 2025’te Özbekistan’ın Semerkand kentinde düzenlenen AB–Orta Asya Zirvesi’nde konuştu. Von der Leyen, AB’nin “Küresel Geçit” projesi kapsamında Orta Asya’ya yönelik 12 milyar avroluk dev bir yatırım paketi açıkladı. Bu yatırımlar esas olarak bölgedeki değerli madenlerin çıkarılması ve taşınmasını amaçlıyor. Kırgız yönetimi bu adımla da yetinmeyerek, Başbakan Adilbek Kasımov’un geçtiğimiz Nisan ayında Washington’a gerçekleştirdiği ziyaret sırasında nadir toprak elementlerinin çıkarılması ile ilgili görüşmeler yapıldı. Ziyaret sırasında ayrıca Kambar-Ata 1 hidroelektrik santrali projesi de ele alındı.

Tüm bu hamleler, Kremlin’i rahatsız etti ve Moskova’yı uzun süredir “arka bahçesi “ olarak gördüğü bölgeye karşı tutumunu gözden geçirmeye itti. Trump’ın iktidara gelişiyle birlikte, Rusya’nın küresel konumu bir süreliğine güçlendi. Bu da Moskova’nın Orta Asya’ya daha fazla odaklanmasının önünü açtı. Rusya’daki göçmen işçilere yönelik yasaların daha da sıkılaştırılması bu sürecin ilk sinyalleri oldu. Sonrasında ise Rus güvenlik görevlilerinin bir hamamda Kırgız göçmenlere saldırması, ülkede büyük halk tepkilerine neden oldu. Bu olaylarla eş zamanlı olarak, Kırgızistan rejimi ülkede darbe girişiminde bulunmakla suçlanan birkaç kişiyi gözaltına aldı. Ardından Rus istihbarat ajanları tutuklandı ve bir kısmı ev hapsi cezasına çarptırıldı.

Yukarıda aktarılan gelişmelerden de anlaşılacağı üzere, Kırgızistan yönetiminin Rus ve Rus kökenli Kırgız vatandaşlarını tutuklaması, Rusya’ya karşı bir başkaldırı olarak değil, iktidarını koruma çabası olarak değerlendirilmelidir. Ukrayna’daki savaş için Kırgız vatandaşlarının devşirildiği yönündeki suçlamalar ise, halkı manipüle etmeye yönelik kurgulanan stratejik bir dezenformasyon kampanyasının parçasıdır. Daha önceki raporlarda, Ukrayna’daki savaşa 360 Kırgız vatandaşının katıldığı ve bunlardan 38’inin hayatını kaybettiği bildirildi. Ancak tüm bu olaylar, Rusya ile Kırgızistan arasında herhangi bir anlaşmazlığa yol açmadı. Bu yüzden Rusya’nın Orta Asya’daki yönetimlere daha fazla baskı yapması muhtemel. Kırgızistan yönetiminin bu baskıya direnebilmesi için başka bir güçlü aktörün koruması altına girmesi gerekecek. Eğer bu güç Amerika Birleşik Devletleri olacaksa, Donald Trump’ın dış politikadaki pragmatik ve ticari yaklaşımı bellidir. Trump, Kırgızistan gibi sınırlı doğal kaynaklara sahip ülkeler uğruna Moskova ile doğrudan çatışmaya girmeyi rasyonel görmeyebilir; dahası, kendi çıkarı için kukla liderleri gözden çıkarmakta hiç tereddüt etmez.

Avrupa’ya dayanabilir mi? Ukrayna olayında görüldü ki, Amerika olmadan Rusya’ya karşı koyamıyorlar. Komşusu olan Ukrayna’ya bile sahip çıkamayan bir Avrupa, bizim gibi uzak ülkeleri hiç koruyamaz.

Çin’e gelince, ekonomik çıkarlar her zaman ilk sıraya koyar. Üstelik izlediği dikkatli denge politikası sayesinde elde ettiği fırsatları kaybetmek niyetinde değil. Özellikle Çin’e bel bağlamak, Doğu Türkistan’da yaşananların da gösterdiği gibi, tüm halkın “Çinlileşmesi” tehlikesini beraberinde getirecektir ve orada kardeşlerimize yapılan zulümler artık herkesin bildiği bir gerçektir.

Bu nedenle, ey Kırgızistan’daki yöneticiler! Müslümanlara ve İslam’a güvenin, işlerinizi Allah’a havale edin. Kâfir sömürgecileri memnun etmek için çıkarılan İslam karşıtı yasalar, onları asla memnun etmeyecektir. Bu nedenle, yalnızca Allah’a tevekkül ederek dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşın. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَعَلَى اللهِ فَتَوَكَّلُوا إِن كُنتُمْ مُؤْمِنِينَ“Müminler, yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.” [Ali İmran 122]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER