Salı, 03 Recep 1447 | 2025/12/23
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- UNIFIL [Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Kuvveti] Barış Gücünün, Lübnan Suriye Arasında Bulunan Sınırlarla İlgili Talebi Ümmetin Birliğinin Bölünmüşlüğünü ve Lübnan Halkının Şam Ayaklanmalarından Ayrılışını Kutsamak İçindir

Birkaç aydan beridir mübarek Şam ayaklanmasının yükselmesi ve bunun da özellikle Trablus, Kuzey ve Beka'da olmak üzere Lübnan'ın geniş bölgelerinde etkisini göstermesiyle birlikte bazı politikacılar, Lübnan ve Suriye arasındaki sınır ve geçişlerin kontrol edilmesi için UNIFIL Barış Kuvvetleri'nden yardım talep edilmesiyle ilgili isteklerini tekrarlayıp durmaktadırlar. Nitekim bu talebin, ayaklanma Cumasının "Trablusşam'a ve Lübnan Özgürlerine Sadakat" Cuması olarak adlandırılmasının ardından tekrar ortaya çıktığı mülahaza edilmiştir. Bu ise 14 Martta Cumhurbaşkanı'na sunulan güçlü bir muhtıranın yanı sıra İslamî akımlardan sayılanlar da dahil bazı politikacıların sözlerinden anlaşılmaktadır.

Lübnan'daki tarafların, -birbirleriyle mücadele etmelerine rağmen- 1701 kararlarını kabul etmede hemfikir olmalarının tercümesi, Yahudi varlığını korumak ve Lübnan ile işgal edilmiş Filistin'in (Mavi Hattın) arasını ayıran meşum sınırları kutsamaktır.

Bugün, içeri ve dışarıdaki bazı taraflar, Lübnan halkının ayaklanmayla birlikteki etkileşiminin Lübnan otoritesi üzerindeki yarışla ilgili dar yerel programlar için bir ayaklanma fırsatı yakalama özlemlerinin de ötesine geçtiğini gördükleri gibi bu etkileşimin, gerek ayaklanmaya gerekse onun hadaratsal, tarihî, coğrafî ve siyasî derinliğine katılma yönünde ilerlediğini, ayaklanmanın nusret bulmasıyla ilgili özlemlerin günden güne arttığını ve ayaklanmanın, bir asrın ardından hala ümmetleri ile ümmetlerinin bağlılıklarının (01. Eylül 1920'deki) küçük Gavro'nun olduğu Lübnan'a bağlanmaya dönüşmesini reddettikleri tarihsel uzantılarından ayrı kalan Lübnan halkından birçoğu için bir kurtuluş gemisine dönüştüğünü de görmektedirler. Nitekim Lübnan ve Suriye halkını, iki farklı halka bölmeye adanmış olan bu çağrılar, iman, şeriat, tarih ve mevcut vakıanın tümünün, onların iki farklı halk olmadıklarını bilakis parçalanması caiz olmayan tek ümmetten bir parça olduklarını belirlemesiyle birlikte gerçekleşmiştir.

Bundan dolayı UNIFIL Barış Kuvvetleri'nden Sykes-Picot sınırları üzerine konuşlanmasını talep edenlerin -bilerek yada bilmeyerek- çalışmalarını, ümmetin birliğini bölmeye, Suriye ayaklanmasını hadaratsal ve doğal uzantılarından tecrit etmeye ve ayaklanma ile Lübnan'daki destekçilerinin arasındaki ilişkiyi kontrol etme yönüne sevk etmeye adadıkları ortaya çıkmıştır. Ki böylece dışarıdan çizilen hatlar aşılmasın, Şam ayaklanmasının özlemleriyle Lübnan'daki uzantıları ilişkilendirilmesin ve büyük devletlerin çıkarları ile bölgedeki ajanların tahtlarından başka bir şey de önemsenmesin.

Binaenaleyh bu sözleri tekrarlayıp duranlara ancak boyutlarını bilmeyenlere deriz ki; çok bilinçli olunuz ki düşmanlarınızın dostları ve destekçileri olmayasınız. Zira Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

يَا أَيُّهَا ٱلَّذِينَ آمَنُوۤاْ إِنْ تُطِيعُواْ ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ يَرُدُّوكُمْ عَلَىٰ أَعْقَابِكُمْ فَتَنْقَلِبُواْ خَاسِرِينَ بَلِ ٱللَّهُ مَوْلاَكُمْ وَهُوَ خَيْرُ ٱلنَّاصِرِينَ "Ey iman edenler! Eğer kafirlere itaat ederseniz, sizleri gerisin geriye (eski dininize) döndürürler de hüsrana uğrayanlardan olursunuz. Oysa sizin mevlanız Allah'tır ve O, nusret verenlerin en hayırlısıdır." [Âli İmrân 149 150]

Ayrıca Batı ülkeleri ve ajanlarından bu fikrin propagandasını yapanlara da deriz ki; sadece bize ve ayaklanmamıza tuzak kurmaktasınız. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

ٱسْتِكْبَاراً فِى ٱلأَرْضِ وَمَكْرَ ٱلسَّيِّئِ وَلاَ يَحِيقُ ٱلْمَكْرُ ٱلسَّيِّىءُ إِلاَّ بِأَهْلِهِ فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلاَّ سُنَّةَ آلأَوَّلِينَ فَلَن تَجِدَ لِسُنَّةِ ٱللَّهِ تَبْدِيلاً وَلَن تَجِدَ لِسُنَّةِ ٱللَّهِ تَحْوِيلاً "Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardı. Halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin sünnetinden bir (onlara uygulanandan) başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir sapma da bulamazsın." [Fâtır 43]

Devamını oku...

Tezkerenin Amacı, Esed Rejimini Devirmek mi, Yoksa Onu Devirecek Müslümanlar mı?

  • Kategori Türkiye
  •   |  

03.10.2012 Çarşamba günü Suriye tarafından Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesine atılan ve beş Müslüman'ın ölmesine neden olan saldırı, katil Baas rejimi ile kâfirlerin kirli planlarının alametlerindendir. Yaklaşık yirmi aydır Suriye'de taş üstünde taş bırakmayan Beşşar Esed çetelerinin, Müslüman direniş gruplarının azim ve kararlılığı karşısındaki kan kaybı ve ABD ile bölge devletlerinin Esed sonrası için henüz bir alternatif oluşturamamaları, onları şaşırtıcı bir çaresizliğe iterek farklı planlara sevk etmiştir.

Rejimin katliamlara başlamasından bugüne kadar Beşşar Esed'e zaman tanıyıp sadece kınama açıklamaları yapan ve devletlerarası toplumun kuyruğuna takılıp ABD'nin Suriye siyasetini takip eden Türkiye hükümeti ise bu sinsi planın figüranı olma yolunda ilerlemektedir. Olaydan hemen sonra alelacele çıkarılan tezkere bunu göstermekte ve her ne kadar tezkerenin Suriye rejimine gözdağı vermek için olduğu söylense de işin aslı öyle gözükmemektedir. Zira devamlı gürleyen, ama tek bir damla bile yağmayan Türkiye hükümetinin, kendi vatandaşları katledilse dahi, NATO yada ABD'nin onayı olmadan katil Suriye rejimine karşı kararlı ve planlı bir taarruz başlatamayacağı aşikârdır. Düşürülen uçak hadisesi bunu göstermiştir. O halde bu gelişen olaylar niçin cereyan etmekte ve tezkereden ne amaçlanmaktadır?

Suriye'de Batı ve ABD, siyaseten ölü durumdaki Esed'in alternatifini sağlayacak bir çözümü hâlâ bulabilmiş değildir. Buna karşın İslami bir devlet isteyen komutanlardan oluşan direniş grupları, Baas rejiminin sütunlarını sarsmaktadır. Dolayısıyla Suriye'de ABD, Avrupa, Rusya, İran, diğer Arap rejimleri ve Türkiye'nin istemediği İslami bir devlet ikame edilirse yada ikame edilmeye yakın bir vakıa ortaya çıkarsa, buna izin verilmemesi için askeri bir müdahale gerekebilecektir. Hiç kuşkusuz İslami bir yönetim olarak Hilâfet, kâfirlerin korkulu rüyasıdır ve onun ortaya çıkma ihtimalinin azıcık olsun belirmesi dahi onları uykusuz bırakmaktadır. Muhtemelen bu müdahalenin de Türkiye tarafından yapılması öngörülmekte, bu maksatla hem Suriye tarafından Türkiye topraklarını taciz edecek saldırılar yapılarak zemin hazırlanmakta, hem yasal düzenlemeler yoluyla bu tür bir müdahaleye meşru bir temel oluşturulmakta, hem de Türkiye kamuoyuna bu yönde destekleyici bir eğilim kazandırılmaktadır. Son zamanlarda Türkiye topraklarında gerçekleştirilen tatbikatlar, askeri yığınaklar, ABD ile birlikte oluşturulan operasyonel mekanizma ve özellikle de kâfir devletlerin ve bölge ülkelerinin Türkiye'yi peş peşe ziyaret eden üst düzey yetkililerinin yoğun trafikleri... bütün bunlar olası bir müdahalenin ayak sesleri mesabesindedir. Peki Suriye'deki gerçek tehdit ve tehlike nedir ki böylesine savaş tamtamları çalınmaktadır? Katil Esed ve çeteleri mi, yoksa onu devirmek üzere olan Müslümanlar mı?

Şayet bu tür bir müdahale gerçekten Suriye'de zulmü sona erdirmek, acımasız Esed rejimini devirmek için olsaydı, hiçbir Müslümanın böylesi bir müdahaleye karşı çıkması düşünülemezdi. Ancak görüyoruz ki yaklaşık iki yıldır Suriye'de her Allah'ın günü akıtılan Müslüman kanına rağmen, kirletilen onca Müslüman hanımın iffetine rağmen, akla izana sığmayan korkunç işkence görüntülerine rağmen kılını kıpırdatmayan Türkiye devletinin maalesef Esed rejimini devirmek gibi bir niyeti yoktur. Oysa gönül isterdi ki kamuoyunun böylesine hazır olduğu bir ortamda AKP Hükümeti ve Türk Silahlı Kuvvetleri orada feryat eden Müslümanların imdadına, tarihteki ataları gibi yetişsin, zulüm karşısında susan dilsiz şeytanların dillerini kopartsın. Ancak bu son çıkarılan tezkerenin çıkarılış biçimi ve muhtevası, Türkiye'nin Amerikan yönlendirmesi doğrultusunda Müslümanları ve İslami bir yönetim kurma amaçlarını hedef alan kirli bir plana hizmet etme ihtimalini gündeme getirmektedir. Bugüne kadar Müslümanların kurtuluşu için ordularını seferber etmeyenler, korkulur ki yarın Şam topraklarında Raşidi Hilâfet Devleti Allah'ın izniyle kurulduğunda, Kâfirlerin emriyle İslam'a karşı Allah'tan korkmadan savaşa cüret etme gafletinde bulunurlar! Müslümanlar dururken Kâfirlerin yanında yer almak, Müslümanlara yardım etmek yerine Kâfirlerden yardım almak hiç şüphesiz Allah'ın gazabına yol açan büyük bir cürüm, siyaseten korkunç bir intihar ve Müslüman ümmet nazarında izi asla silinmeyecek bir utanç kaynağı olacaktır.

وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيًّا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيرًا  "Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu memleketten çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!" diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!" [Nisa 75]

 

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir Mısır Vilayetinin Hilafet Anayasasını Tanıtma Kampanyası

  • Kategori Mısır
  •   |  

Hizb-ut Tahrir 17 Zilkade 1433 Hicri, 3 Ekim 2012 Miladi çarşamba günü Kahire Üniversitesinin önüne kurdugu seyyar çadırda Hilafet Devletinde anayasa başlığı altında kampanya yürüttü. Kampanya esnasında Hizb-ut Tahrir'e ait kitapları tanıtarak Medya Bürosu tarafından yayınlanan "Mısır'ın anayasası İslami anayasa olmak zorundadır" başlıklı basın açıklamasından büyük miktarda öğrencilere dağıttı. Ayrıca öğrencilere ''Hilafet Devletinin Anayasa Tasarısı'' adlı kitabı ve Hilafet Devleti Organlarını belirten şemayı da  tevzii etti. Seyyar çadırda yer alan Hizb-ut Tahrir gençleri akın akın gelen öğrencilerle faydalı yapıcı görüş alışverişinde bulundular ve görüşmeyi de sürekli tuttular.

Cuma günü 19 Zilkade 1433 Hicri, 5 Ekim 2012 Miladi, Ramses meydanında yer alan Fetih camisinin önünde cuma namazına müteakiben seyyar çadırdan ibaret kampanya son buldu. Cuma namazını eda eden cemaat tarafından kampanyamız büyük ilgi gördü. Gelecek günlerde Hizb-ut Tahrir Mısır Vilayeti kampanyalarına devam edecektir. Allah (svt)'dan tevfik ve doğruluk  temennisiyle amellerimizi kabul eylesin.

Fotoğraflar için tıklayınız...

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Salih: Hâdi, Amerikalıların İnsanları Katletmesine Benden Daha Çok İzin Vermektedir

Yemen'de günlük olarak yayınlanan Salih'e bağlı "Yemen el-Yevm" Gazetesi, 06.09.2012 Perşembe günkü 101. sayısının ilk sayfalarında, Salih'in devrilmesinin ardından Hâdi'nin Devlet Başkanlığını üstlendiği 2012 yılında Amerikan insansız uçaklarının saldırılarının daha da arttığını gösteren bir grafik ekleyerek "Amerika'nın, Yemen'deki Hava Saldırıları" başlıklı bir haber yayınlamıştır.

Nitekim grafik, Salih'in "2002-2011" arası yönetimi dönemindeki on yıl boyunca "17 katliam operasyonunun" olduğu hava uçuşlarının toplam sayısının, Hâdi'nin bir yıllık yönetimi dönemindeki "32 katliam operasyonuna" ulaşan uçuş sayısının yaklaşık yarısına denk geldiğini göstermektedir!

Kayda değerdir ki son dönemde, Hadramut, el-Baydâ ve Radâ'nın her birinde bir çok kişinin ölümüne yol açan insansız uçakların bir dizi saldırılarına tanıklık edilmiştir.

Neden Salih, bugün yapmış olduğu eleştiriyi Amerika'nın kendi döneminde aynı eylemleri yaptığında yapmamıştır? Bu çifte standart niye? Ayrıca bu Hâdi kimdir? Halbuki Hâdi, daha dün Salih'in yanında oturan yardımcısı değil midir? Yoksa Hâdi hakkında, Salih'in çalışmış olduğu unsurun aksine bir şey mi yayınlanmıştır? Dolayısıyla suçlu olan önce Salih sonra da Hâdi'dir.

كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ أَن تَقُولُوا مَا لا تَفْعَلُونَ "Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır." [Saf 3]

Salih, Amerika'nın İngilizlerin Yemen'deki egemenliğini sarsan açık nüfuzunu azaltmak için onun Yemen'deki eylemlerini ifşa etmek istemektedir.

Nitekim Salih ve onun ardından da Hâdi, Salih dönemindeki 300 milyon dolar olan "yardımların" Hâdi döneminde 337 milyon dolara yükseltilmesi karşılığında Amerikalıların Yemen'deki insanları katletmesine izin vermektedir.

Yemen halkı, Abyan şehrindeki el-Mahfad halkının kanlarını seri bir şekilde akıtmakla başlayan iman ve hikmet sahibi Yemen'deki yöneticilerin yaptıklarına ve yapmakta olduklarına razı mı olacaktır? Daha önceden akıtılan kanlar da Müslümanların kanları değil midir? Yoksa onlar, tekrar Amerikan uçaklarının saldırılarını bekleyecekler  ve bunun üzerine mi ayağa kalkacaklardır?!

İslam ümmetinin tamamı, kendisini destekleyecek, Müslüman bir kadının "Va Mutasımâ" şeklindeki çığlığı üzerine harekete geçen Amuriye ordusu gibi düşmanlarına karşı orduları harekete geçirecek ve ister Müslüman isterse kafir olsun tüm insanlar arasında adaleti sağlayacak birini beklemektedir. Bu ise İslam ile hükmedecek, İslam ülkelerini birleştirecek, yeryüzünde adaleti ikame edecek ve Müslümanları koruyacak olan Müslümanların Halifesi'dir. Bekleyeni için yarın hiçte uzak değildir.


Dr. Muhammed Et-Taşî
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Medya Bürosu Başkanı
Yemen Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Terörle Mücadele Kanununun Değiştirilmesi, Halka Karşı Yeni Bir Terörizm Olup Bundan Maksat ise Anti-Amerikancı Seslerin Peşine Düşmek ve Pakistan'ı Polisiye Bir Devlet Yapmaktır

Terörle mücadele kanunun değiştirilmesi, Pakistan halkına karşı gerçekleşmiş olup bu değişimden maksat ise "şüpheli" olanları adalete teslim etmemenin yanı sıra tüm bu terörist eylemlerin arkasında duran Raymond Davis şebekesi gibilerinin bombalı saldırılarından, taifeci cinayetlerinden ve askerî tesislere yönelik saldırılarından sorumlu olanları haklı çıkarmaktır. Zira video görüntüleri de dahil bu cürümlere ortak olan bu kafir Amerikalılara karşı yeterli kanıtlar olmasına rağmen, evet buna rağmen onlardan binlerce vizelilerin ülkeye girişlerine izin verildiği gibi İslamabad, Lahor, Peşaver ve Kuta'nın en hassas bölgelerinde ev kiralamalarına da izin verilmektedir. Mesela Raymond Davis gibi onlardan biri suçüstü yakalandıklarında Keyâni, Zerdâri ve siyasî ve askerî liderliklerdeki diğer Amerikan ajanları aracılığıyla ülkeden kaçmalarına yardım edilmektedir. Bundan dolayı bu değişimden maksat, teröristlerin yasa gereği mahkemeye teslim edilmeleri değildir. Bilakis bundan maksat, Keyâni ile onun suç ortaklarının, Amerika'nın Pakistan üzerindeki hegemonyasına ve sözde terörizmle savaşa karşı çıkan ve sahte videolar üretmek ve onlara karşı telefon bilgilerini kullanmak yoluyla Pakistan vatandaşlarını teröristler olarak nitelendiren Keyâni ile hainlerden oluşan küçük zümresini ifşa eden Pakistan vatandaşlarına yönelik casusluk yapmalarına yasal bahane sağlamaktır.

Bu değişim, diktatörler ve demokratlar ile aynı şekilde kurumlarının ve onun içerisindeki yöneticilerden her birinin bir paranın iki yüzü gibi olduklarını bir kez daha kanıtlamıştır. Zira onların her ikisi de sadece Amerika'nın çıkarlarını korumak için çalışmaktadırlar. Nitekim Müşerref döneminde Amerika'nın Pakistan'a yönelik askerî ve siyasî müdahalede bulunmasını meşrulaştırmak için dokunulmazlık yasaları çıkarıldığı gibi şimdi de demokrat gurup, Amerika'nın Pakistan üzerindeki hegemonyasına karşı çıkan bütün sesleri bastırmak amacıyla hükümete yasal bir kılıf sağlamak için bu değişimi çıkarmıştır.

İslam dünyasını sarsan ve baskıcı otoriter rejimleri toplumlar üzerindeki adaletsizliği kısman kaldırmaya mecbur bırakan Arap Baharı'nın patlak vermesiyle birlikte Keyâni ile Pakistan'ın siyasî ve askerî liderliğinde onunla birlikte olan bir avuç suçlu zümrenin, terörizme karşı savaşı ülkenin polisiye devletine dönüşmesinin gerekçesi olarak gösteren Saddam Hüseyin, Kaddafi ve Hüsnü Mübarek'in adımlarını takip etmeleri bir ironidir. Nitekim 1997 yılında yayınlanan değişimden önceki yasaların, Pakistan'ı terörizmden "temizlemeye" muktedir olmadığını ve bundan dolayı da bu değişimi getirdiklerini söylemişlerdir. Halbuki bu, Amerikalı teröristlerin lehine gerçekleştiği gibi bu yasalar, Keyâni ile siyasî ve askerî liderliklerdeki diğer Amerikan ajanlarına, bu savaştaki fitneyi daha fazla alevlendirme fırsatı vermektedir. Böylece halk da polis ve istihbarat ajansları tarafından uygulanan zulmün içerisine düşmüş olacaklardır.

Hizb-ut Tahrir, gazetecileri, aydınları, politikacıları, insan hakları örgütlerini ve hukukçuları, bu baskıcı değişime karşı çıkmaya ve yöneticileri bu zulmü işlemekten engelleme noktasındaki görevlerini yerine getirmeye davet eder. Ayrıca Hizb-ut Tahrir, Silahlı Kuvvetleri içerisindeki muhlisleri, Keyâni ile siyasî ve askerî liderlikteki zümresine engel olmaya ve Pakistan'ı Amerikan hegemonyasından ve bu fitne savaşından kurtaracak olan Hilafet'i ikame etmesi için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeye davet eder.


Şeyh Şehzad
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Müslüman Yöneticilerin Tepkisizliği Hastalıklı Kafaları Cesaretlendiriyor

Onurumuz, şerefimiz ve önderimiz Muhammed Mustafa'ya [Sallallahu Aleyhi Ve Sellem] hakaret eden kâfir Batı'nın serseri "sanatçılarına" yönelik gereken cevabı, Müslüman kardeşlerimiz tüm dünyada meydanlara çıkarak verdiler ve vermeye de devam ediyorlar. Müslümanların bu tepkileri sadece hakaret eden figüranlara değil, genel manada İslam'a ve onun kutsallarına yönelik kinlerinden dolayı parmaklarını ısıran kâfir Batılılaradır. Çünkü kâfir Batı, İslam ve Müslümanlar ile tarih boyunca hiçbir zaman barışık yaşamamış ve kıyamete kadar da yaşamayacaktır.

Kâfirler, Rasulullah'a [Sallallahu Aleyhi Ve Sellem] hakaretin sonrasında bununla da yetinmeyip, meydanları doldurarak Rasullerine olan sadâkatlerini gösteren Müslümanları kınayan açıklamalar yaptılar. Çünkü Rasulullah'a [Sallallahu Aleyhi Ve Sellem] bu denli sahip çıkılması onları endişelendirmişti. Yükselen bu tansiyondan sonra Amerika Başkanı Obama, Başbakan Erdoğan'ı telefon ile arayarak Müslümanları sakinleştirmelerini istedi. Obama'nın bu talebine karşılık Erdoğan'ın ve diğer Müslüman ülkelerdeki yöneticilerin, Müslümanları tepkisizliğe sevk eden tüm bu açıklamaları, kâfirlerle dostluklarının bir nişanesidir.

Ayrıca Başbakan Erdoğan bu konuda bir açıklama yaparak son 10 yılda neyi başarmış olduğunu övünerek gösterdi ve bunu şu sözleriyle itiraf etti: "Biz paratoner devlet olduk, son 10 yılda Müslümanların gazını aldık." Başbakanın bu sözlerini ise kimse eleştirmedi ve hiç kimse Başbakanı bu sözlerinden dolayı kınamadı. Başbakan Erdoğan'ın ve diğer yöneticilerin bu sessizliği ise hastalıklı bazı kafaları daha da cesaretlendirdi. Bu seferde Türkiye'de Sevan Nişanyan isimli bir gazeteci, Allah Rasulu'ne [Sallallahu Aleyhi Ve Sellem] ağır hakaret ve iftiralarda bulunmayı düşünce özgürlüğü bağlamında değerlendirdi. Ülke yöneticilerinin ve iktidarın oluşturduğu sarhoşluğun etkisinden kurtulamayan bazı STK ve İslami düşünürlerin, bu haddini bilmezliği nefret suçu polemiği ile değerlendirdiğini ve içi boş, cılız açıklamalarla yetindiklerini gördük. İşte bu açıklamaların yetersizliği bu tür hastalıklı kafaları cesaretlendirmektedir.

İyice bilinmelidir ki, Müslümanların kutsallarına saldırı Batı'lı kâfirlerin İslam ve kutsallarına olan kinini göstermektedir. Müslümanları kayıtsızlığa ve duyarsızlığa çağıran Başbakan Erdoğan gibi yöneticiler ve aynı düşüncede olan kurum ve kuruluşlar, İslam'ın kutsallarına ihanet etmektedirler. Bu ise Ümmetin uyanışa geçtiği böyle bir dönemde, Müslümanları tekrar uykuya çağırarak İslam'ın yükselişine perde vurmaktır.

O halde Müslümanların başındaki yöneticiler, İslam'ın kutsallarına saldıran Batı'lıları rahatlatmak ve memnun etmek için değil, Allah'ı [Subhanehu ve Teâlâ] razı etmek ve Müslümanların kalplerini onarmak için çalışmalıdırlar. Bunu ise Allah'ın indirdikleri ile yöneterek, Allah'ın Rasulü'ne [Sallallahu Aleyhi Ve Sellem] dil uzatanlara hadlerini bildirerek ve Rasulullah'ın [Sallallahu Aleyhi Ve Sellem] müjdelediği gibi İkinci Raşidi Hilafeti ilan ederek yapabilirler.

Devamını oku...

Açık Bir Mektup Hindistan Time Gazetesi'nin, 27 Eylül 2012'de "Tahkikatlar Neticesinde: Hindistan'daki Mücahitlerin, Yasaklı İslamî Cemaatlerle İlişkileri Bulunmaktadır" Başlıklı Yayınlamış Olduğu Makaleye Reddiye

Sayın editör;

Bu reddiyeyi sizlere, "Hindistan Time" Gazetenizde yayınlanan bir makale üzerine yazmaktayız. Zira makalede, Hindistan'daki mücahitler ile Hizb-ut Tahrir arasında bağlantıların olduğu iddiası zikredilmektedir. Nitekim makalede, üzerinde yorum yapmak istediğimiz bir çok mugalatalar ve saptırıcı açıklamalar da geçmektedir.

Hizb-ut Tahrir, şiddet içermeyen bir metot ile fikrî ve siyasî çalışmalar yoluyla İslam dünyasında İslamî Hilafet'i yeniden kurmak için çalışan küresel İslamî ve siyasî bir parti olup Hizb-ut Tahrir'in, 1953 yılında Filistin'de kurulmuş olan İslamî ve siyasî bir parti olduğu ve şuanda da şebâbına karşı yargısız bir şekilde işlenen işkence ve gelişigüzel tutuklamalara rağmen Orta Doğu, Afrika, Asya ve Batı'nın olduğu 40 küsur ülkede çalıştığı da bilinmektedir. Dolayısıyla hizbin, tek bir kez dahi fikrî ve siyasî yolundan saptığı ve şiddete başvurduğu görülmemiştir.

Yasaklı partiyle ilgili makalede Hizb-ut Tahrir'in de adres olarak gösterilmesi, okuyucu için büyük bir saptırmadır. Zira Hizb-ut Tahrir, İngiltere, Danimarka, Hollanda, Fransa, Amerika, Kanada, Avustralya, Filistin, Lübnan, Doğu Afrika, ayaklanma sonrasında ise Yemen, Mısır, Tunus, Libya ve benzerleri gibi birçok ülkelerde yasaklı değildir. Nitekim Hizb-ut Tahrir her nerede yasaklandı ise bu yasak, adil yargı kapsamı dışındaki sınıfsal politik dürtüler yoluyla olmuştur. Bundan hedeflenen de ya Almanya'da olduğu gibi özel çıkarları olan cemaati yatıştırmak yada demir yumrukla yöneten diktatör rejimleri korumak içindir. Dolayısıyla her durumda da bağımsız ve tarafsız bir mahkeme aracılığıyla bu yasağı haklı çıkaracak her hangi bir delil getirilememiştir. Bundan dolayı bizler, hizib nitelendirilirken siyaset yüklü isimlendirmelerin kullanılması noktasında uyarıda bulunuruz.

Hizb-ut Tahrir ile Hindistan'daki mücahitler arasında bir bağlantının olduğu iddiasına gelince;  bizler, ister Hindistan içerisinde isterse de başka bir ülkede olsun hizib ile mücahitler arasında  herhangi örgütsel bir bağlantının varlığını kesinlikle reddediyoruz. Zira Hizb-ut Tahrir'in hedefleri, literatürleri ve siyasî görüşleri tamamen şeffaf olup bu, internet ve dünyanın dört bir tarafındaki kütüphanelerde çok yaygındır. Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir gibi sorumlu herhangi bir örgütün, herhangi bir tarafın yayınlanan bu "literatürlere" erişmesini engellemesi imkansızdır. Bundan dolayı bu tür yayınların sırf mücahitlerin ellerinde bulunmasından dolayı Hizb-ut Tahrir ile Hindistan'daki mücahitler arasında bir bağlantının olduğuyla ilgili iddialar, hayal kırıklığına uğratmıştır.

Hindistan Time Gazetesi'nin editör ekibine, tarafsızlığı ve bağımsızlığı koruma hususundaki sorumluluğunu hatırlatmak isteriz. Zira bizler, gazetenin, yayınlamış olduğu rapora büyük bir önem atfettiğinden eminiz ve bizim, diğer medya prosedürlerine yada gelecekte yasal prosedürlere başvurma gereksinimimizi engellemek için bu reddiyenin gazetenin sayfalarında yayınlanmasını bekliyoruz.

Saygılarımızla.


Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yemen'de Gerçek Değişimi Meydana Getirecek ve Kadını Refah İçerisinde Yaşatacak Olan Sadece Hilafet'tir

İngiltere İnsanî Yardım Örgütü Oxfom, "Hala Bir Değişim Bekliyoruz" başlığı adı altında yayınladığı raporunda, Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih'i deviren protesto hareketinin başlamasından önceki dönemle karşılaştırıldığında Yemen'deki kadının durumunun bozulması hakkında uyarıda bulunmuştur. Bu ise Yemen'in bölgelerinin genelinin acısını çektiği artan insanî krizin gölgesinde olmuştur.

Örgüt raporunda, Yemen'deki her beş kadından dördünün, geçtiğimiz 12 ay boyunca hayat şartlarının kötü olduğunu dile getirdiklerine dikkat çekmiştir. Nitekim açıklamaya göre 15-49 yaşları arasındaki Yemenli kadınların dörtte birisi, "şiddetli kötü beslenmenin" acısını çekmektedirler.

Ali Salih'in devrilmesinin ardından Yemen'deki kadınların durumlarının bozulması, ayaklanmanın  hedeflerini gerçekleştiremediğini göstermektedir. Dolayısıyla acı hakikat ise Yemen halkının fedakarlıklarının ve çabalarının sarmalanmasının gerçekleşmiş olmasıdır. Zira Yemen'in mevcut Devlet Başkanı, daha önceki hiçbir şeye muhalefet etmemektedir. Çünkü bir tagut, başka bir tagutla yer değiştirmiştir! Nitekim ayaklanma, özellikle de kadınlar olmak üzere Yemen halkının arzulamış olduğu fakirlik, açlık ve güvensizlikten uzak kerim bir hayatı ve keyifli bir yaşamı getirememiştir. Dolayısıyla mutlu olarak adlandırılan Yemen, yöneticilerin yapmış oldukları cinayet, istismar, yağmalama ve zulmün yanı sıra sömürgeci kafir Batı'ya tabi olmalarından dolayı sefil bir Yemen haline gelmiştir.

Yemen sakinlerinin yarısını açlıkla tehdit eden bu insanî krizin ardından Yardım Kuruluşları, - Yemen'in Dostları Konferansı Gurubunun New York'ta toplanmasıyla birlikte- bağışçı ülkeleri Sana'a'ya yönelik acil yardımların artırılması çağrısında bulunmuşlardır. Ayrıca İnsanî Yardım Kuruluşları, Birleşmiş Milletleri'nin bu yılki Yemen'in acil ihtiyaçlarını karşılamaya dönük toplam 585 milyar dolarlık çağrısının talep edilen miktarın yarısına bile ulaşmadığını ve Yemen'in Dostları Riyad Konferansı'nın taahhüt etmiş olduğu fonların yaklaşık %4'ne eşdeğer olduğunu da eklemişlerdir.

İslam ile hükmedilmeyen diğer ülkeler gibi Yemen'de de kadınların, müreffeh, güvenli ve huzur içerisinde yaşamaları noktasındaki en temel hakları ihlal edilmekte olup özelikle kadınlar olmak üzere Yemen halkı, İslam kamil ve kapsamlı bir şekilde tatbik edilmedikçe kerim bir hayatın keyfini çıkaramayacaklardır. Zira İslam, kadının ve evlatlarının nafakasını garantilemesinin yanı sıra meskenin, giyeceğin ve yiyeceğin karşılanmasını kadın için gerekli bir hak olarak belirlediği gibi devlet de bunları meşru bir şekilde karşılamakla yükümlüdür. Ayrıca kadının, güvenliğinin, eğitiminin ve sağlığının karşılanması da buna dahildir. Dolayısıyla Allahuteala'nın vaadi ve Resulü [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesi olan  Nübüvvet Minhacı Üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti kurulmadıkça köklü bir çözüm ve gerçek bir değişim olmayacaktır. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آَمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُون "Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halife kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halife kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam'ı) yeryüzünde hakim kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını güvene çevireceğini vaadetti. Zira onlar yalnız Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Her kim de bundan sonra inkar ederse işte onlar fasıkların ta kendileridir." [Nur 55]

Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER