Salı, 03 Recep 1447 | 2025/12/23
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Her Bir Meselede İslam İle Hükmedildiğine Dair Bir Metin Olmaksızın Anayasadaki Şatafatlı İbareler Mısır'ın Bir Sonraki Laik Anayasasının Hakikatini Değiştirmeyecektir!

Anayasa Komisyonu, (Devlet, İslam şeriatının hükümlerine bir helal getirmeksizin siyasî, kültürel ve ekonomik alanlarda kadın-erkek eşitliği ilkesini pekiştirmek için tüm yasama ve yürütme önlemlerini almak, anne, çocuk, sağlık ve miras hakkı hizmetlerini sağlamak ve aile ile toplum içinde çalışması gibi görevleri arasındaki uzlaşıyı garantilemekle yükümlüdür) şeklindeki metnin geçtiği yeni Mısır anayasasının (36.) maddesine (Kurucu Meclis, ülkenin yeni anayasa taslağını belirlemiştir) ibaresini koyması üzerine, evet bunun üzerine yüz parti ve Mısır İnsan Hakları Örgütleri, uluslar arası sözleşmelerde belirlenen kadın haklarını ihlal ettiği şeklinde itibar ettikleri bu madde hakkında ciddî endişelerini ifade ettikleri bir açıklama yayınlamışlardır. Bu ise kadın-erkek arasındaki eşitlik fikrine dönük maddenin, İslam şeriatının hükümleriyle sınırlandırılması sayesinde olmuştur.

Hizb-ut Tahrir Medya Bürosu Kadınlar Kısmı, Anayasa Komisyonu ile Kenane-Mısır'daki laik örgütlere bir yanıt olarak şöyle bir yorumda bulunmuştur:

Birincisi: Kurucu Meclis daha önceleri, bir önceki Mısır anayasası ile örneğin İsviçre, Almanya ve Güney Afrika gibi diğer devletlerin anayasalarından alınmış bir anayasa koyacağını açıklamıştır. Bundan dolayı bu anayasa, İslam esası üzerine kurulmamıştır. Buda onun, bir İslamî anayasa olmadığı, bilakis laik bir anayasa olduğu anlamına gelmektedir. Nitekim Allahutela, şöyle buyurmaktadır:

أَفَمَنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَى تَقْوَى مِنَ اللّهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ أَم مَّنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَىَ شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِهِ فِي نَارِ جَهَنَّمَ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ "Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını yıkılacak bir uçurumun kenarına kurup onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi? Şüphesiz ki Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.." [et-Tevbe 109]

İkincisi: (36.) maddenin, İslam ile bir ilgisi yoktur. Bilakis ona, zoraki (İslam şeriatının hükümlerine bir helal getirmeksizin) ibaresi sıkıştırılmıştır. Zira madde, kafir Batı'nın fikirlerinden olan kadın-erkek arasındaki eşitlikten bahsetmektedir. Halbuki kadın-erkek arasındaki eşitlik, Müslüman toplumların ele aldığı bir mesele değildir. Çünkü kadının erkekle eşit olması yada erkeğin kadınla eşit olması, içtimaî hayata etkisi olan bir mesele olmamasının yanı sıra İslamî yaşamda vuku bulması muhtemel bir mesele de olmadığı gibi insan olması itibarıyla kadının doğal haklarını sindiren, kadının bu haklarını talep eden ve eşitlik fikri hususundaki bu talebi de hakları elde etmenin bir yolu olarak benimseyen Batı'yı taklit edenlerin dışındaki Müslümanlardan herhangi biri de bunu dile getirmez. İslam'a gelince; onun, bu habis (eşitlik) fikirle hiçbir ilgisi yoktur.

Üçüncüsü: Batılı hayat tarzı laiklikten başka bir anayasa tasavvur etmeyen komisyon tarafından, Mısır'ın bir sonraki anayasasına şatafatlı genel ibarelerin konulmasının, ardından da İslam'a kin besleyen laik sivil toplum kuruluşları ile tüm bunların arkasında duran -Mısır arenasındaki temel oyuncu- Amerika'nın, sırf bu tür ibarelerin konulmasından dolayı yeni İslamî anayasa mevzusunu kışkırtmasının hakikati, işten tüm bunların hakikati, yeni anayasada İslamî ibareler bulunmaktadır şeklinde insanları saptırmaya yönelik bir manevradan ibarettir. Şöyle ki; şayet (İslam şeriatının hükümlerine bir helal getirmeksizin) gibi şatafatlar, daha önceki tagut anayasada geçenlerden daha çok olursa avam insanlar, anayasanın İslamî olduğunu düşünecekler, İslam ile hükmedilmesini arzulayan Kenane halkı İslam ile yönetimi talep etmekten yüz çevirecek, bu ibarelerin etkisiyle uyuyacaklar, laik sivil cumhuriyet yönetimi devam edecek ve böylece de onlar gafillerden olacaklarıdır!

İslamî anayasa, başkasından değil sadece İslam hükümlerden alındığı gibi onu insanların üzerine tatbik edecek olan da Allah'ın izniyle yakında geri dönecek olan İslamî Hilafet Devleti olacaktır. Dolayısıyla toplumsal uyumu ve onun ilerlemesini garantilemek için Hakîm ve Habîr'in katından olan içtimaî nizamın gölgesinde kadının hakkını ve onurunu koruyacak olan İslamî Hilafet Devleti'dir.

Hizb-ut Tahrir'in elinde, ümmetin önüne koyduğu bir anayasa bulunmakta olup onun içerisindeki maddelerden her birinin şeri delillerini de açıklamıştır. Dolayısıyla o, sırf İslamî bir anayasadır. Yani devlette ve toplumda İslam'ın amelî olarak tatbik edilmesini açıklayan şeri hükümlerdir.

Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Hamas'ın Şebbihalarına Rağmen Gazze'de Davetini Taşımaya Devam Etmektedir

Hamas'ın şebbihalarının, geçen Çarşamba günü işlemiş oldukları cürümlerinin kasıtlı olduğu gözlemlenmektedir. Zira gizlice anlaşarak iki otobüs içerisinde Gazze şehrindeki Ebî Zer Mescidi'ne gelmişler, namaz kılanlarla birlikte akşam namazını kılmışlar, ardından da Dr. Ebu Meysara'nın yıllardan beridir mescitte düzenli olarak verdiği dersini yaptığı sırada Hizb-ut Tahrir şebâbına saldırmak üzere bölgedeki liderliklerine yaklaşmışlardır. Nitekim yolu aydınlatan, Rabbi razı eden ve Batı'yı öfkelendiren bir sesi önlemek için onun dersini engellemişler, onu mescidin dışına çıkarmışlar ve etrafındaki hizbin şebâbını da dağıtmışlardır! İşte onlar, böyle yapmışlardır.

Otobüslerin, uygunsuz olarak mescit bölgesinin dışından katılmaları ve silahlar ile cihazları taşıyanların, saldırganlarla olan bağlantısının ve video kameralarının ortaya çıkması şeklindeki bu tür vakıalar meselenin, ferdî değil Ebi Zer Mescidi ve çevresindeki Hamas yetkilileri ile çetelerinin, bu kasıtlı cürümle ilgili olduklarını göstermektedir.

Ders veren Dr. Ebi Meysera ile diğer hizbin şebâbını korumak için müdahalede bulunan ve dargınlıkları ile itirazlarını ifade eden mescitteki namaz kılanların tutumu, şebbihaların hak karşısında kör olduklarını, insanların dersi ve müderrisi etkili bulduklarını ve şebbihaların ümmetin engin eğilimine karşı olduklarını göstermektedir.

Şimdi sorarız: Mescitte ders verenin ve Hizb-ut Tahrir'in davet çalışmasının bölgedeki Hamas liderliğine ne zararı var?! Yahudilerin sabah akşama saldırdığı sahte Filistin otoritesi için tartıştıklarını görmüyorlar mı?! Yoksa onlar, İslamcıların liderlik ettiği ancak İslam'ı tatbik etmedikleri rejimlerin altında hakkı açıklayan hizbi engellemek mi istiyorlar?! Dahası onlar, Allah'ın düşmanlarını dost edinmek ve onlarla yaptıkları siyasî, ekonomik, güvenlik ve askerî anlaşmaları korumak mı istiyorlar?! Yada İslam daveti, Hamas'ın bir tekeli haline mi gelmiştir?! Dikkat edin! Onlar, batıllarının kendileri için daha hayırlı olduğunu gözlemlemektedirler.

Bizler daha önce de Hamas'ın evlatlarının, Hizb-ut Tahrir'in şebâbının genel bir şekilde mescitlerdeki derslerini engelleme girişimleri hakkındaki konuşmaları ele almış ve akil adamlara, tüm bu beyhude girişimlerden bahsetmiştik. Ancak zulüm, bu dereceye kadar ulaşmıştır. Dolayısıyla bizler, Allah'ın mescitlerinin Hamas'a ait olmadığını yüksek sesle ilan ederiz. Zira mescitler, Hamas yada onun dışındakilerin karargahları ve medya büroları olmadığı gibi bu şekilde olması da gerekmez. Bunun yanı sıra zaten fikrini ve delilini kaybetmiş birinden başkası da kuvvete ve baltacılağa başvurmaz. Dolayısıyla fikrin karşılığı fikir ve delilin karşılığı da delildir.

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, meydana gelenlerin sorumluluğunu ve bunun sonuçlarını Hamas'a yükler ve akil adamları, Allah'ın evine ve kullarına karşı işlenen bu cürüm ve benzerlerinden dolayı yetkililerin elinden tutmaya ve davet taşınması hususunda Allah'tan itti etmeye davet ederiz. Ayrıca bizler, davet taşıma vacibini gerçekleştirmek için bizlere yüklenen icraatları tüm zaman ve mekanda uygulayacağımızı, yeryüzüne yayılan davetini on yıllar boyuca sürdüren Hizb-ut Tahrir'i, diktatör rejimlerin tüm ceberrutluklarının engelleyemediğini ve Allah'ın izniyle hiçbir engelleyicinin de engelleyemeyeceğini ilan ederiz.

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن مَّنَعَ مَسَاجِدَ اللّهِ أَن يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا "Allah'ın mescitlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır!" [el-Bakara 114]

Devamını oku...

-Basın Konferansı Sonuç Bildirgesi- Bağışçılar Konferansı, Ajanların Korunması ve Ülkenin İpotek Edilmesi İçindir!

Hizb-ut Tahrir / Yemen Vilayeti, 04-05.09.2012'de Salı ve Çarşamba günlerinde düzenlenen Yemen'in Dostları Riyad Konferansı'ndan bir gün sonra, yani 06.09.2012 tarihinde Perşembe günü düzenlenen "Bağışçılar Konferansı, Ajanların Korunması ve Ülkenin İpotek Edilmesi İçindir" başlıklı basın konferansının kapanışında aşağıdaki hususları vurgulamıştır.

Birincisi: Basendwah hükümetinin, 04-05.09.2012 tarihlerinde düzenlenen Yemen'in Dostları Riyad Konferansı'ndan 11 milyar dolar talep etmesi, Yemen ekonomisinin geçmiş dönemdeki yöneticiler ve zebanileri tarafından yağmalanıldığını ve hala da yağmalanmaya devam edildiğini onaylaması anlamına gelmektedir.

İkincisi: Yemen'in Dostları Riyad Konferansı ile daha önce yapılan benzeri Yemen'in Dostları Konferansları, Yemen'e hiçbir hayır getirmedikleri gibi kafir sömürgeci ülkelerin siyasî ve ekonomik olarak Yemen'in üzerindeki egemenliklerini ve hegemonyalarını artırmaktan başka bir şey de getirmeyecektir. Zaten Yemen'in dostlarının, 2008 yılından bu yana hala ekonomik krizin acılarını çekmeye devam eden Amerikalılar ve Avrupalılar olduğu da bilinmektedir. O halde bunlar, Yemen'e nasıl bir destek ve yardımda bulunacaklar ki? Dolayısıyla bu, şek ve şüphe uyandıran bir durumdur!! Ayrıca onlar, açıklamalarında yardım koordinasyonlarının kendilerine hizmet eden bir durumla ilgili olduğunu onaylamaktadırlar. Dolayısıyla bu, hayırseverler tarafından yapılan bir bağış değildir...

Üçüncüsü: Riyad konferanslarının kapanış açıklamasında, İngiltere'nin gözettiği ve Amerika'nın ise fırtınasında yalpaladığı Körfez girişiminin desteklendiği vurgulanmıştır. Zira o, yağmurdan kaçarken doluya tutulanın misali sadece ülkenin kaybını artırmaktadır.

Dördüncüsü: Yemen halkı, bütün ekonomik sorunları çözmeye muktedir olan İslam'ın ekonomik çözümlerine yeniden güven duymalıdır.

Beşincisi: Hizb-ut Tahrir, tatbik edilen kapitalist ekonomik sisteminin ortadan kaldırılıp onun yerine Allah'ın izniyle Raşidi Hilafet Devleti'nin gölgesindeki İslam'ın Ekonomik Sistemi'nin getirilmesinin vacip olduğunu vurgular.

En son olarak deriz ki; Hizb-ut Tahrir, Yemen halkı ile tüm İslam ümmetinin hayattaki sorunlarının, ekonomik sorun olmadığını bilakis Hilafet'in olduğu siyasî sistemi temsil eden İslam yönetiminin yokluğunun doğal bir sonucu olduğunu vurgular.


Dr. Muhammed Et-Taşî
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Medya Bürosu Başkanı
Yemen Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Konferansı Konuşması- Bağışçılar Konferansı, Ajanların Korunması ve Ülkenin İpotek Edilmesi İçindir!

Hamd, يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ فَلاَ يَقْرَبُواْ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هَـذَا ۚ وَإِنْ خِفْتُمْ عَيْلَةً فَسَوْفَ يُغْنِيكُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ إِن شَاءَ ۚ إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ "Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, Alîm ve Hakîm'dir." [Tevbe 28] şeklinde buyuran Allah'a ve salat ve selam, والله ما الفقر أخشى عليكم... "Vallahi, sizin için en çok korktuğum şey fakirlik değildir" şeklinde buyuran efendimiz Muhammed [en-Nebiyyul Ümmî es-Sâdıkul Emîn] ile Tahir Âlinin ve Allah'ın vaadine ve O'nun katından gelenlere rıza gösterip hoşnut olan hayırda aceleci sahabesinin üzerine olsun. Nitekim Allah onları, zenginleştirip korumuş ve onlar için dünyayı genişletmiştir. Zira hicret etmelerinin ve uzun zorluk ve engellerin ardından kendilerinde bir isteksizlik oluşmuştu.


Kerim kardeşlerim!

Dünyadaki birçok insanlar tarafından bilindiği gibi sizler tarafından da bilinmektedir ki sömürgeciliğin yüzü, insanlara giydirilmesi kolaylaşsın ve eski-yeni efendisine rıza göstersinler diye yeni sömürgecilik tarafından süslenip güzelleştirilmektedir. Nitekim geçen asrın ortalarındaki iki kutuplu dönemden son üçte birine kadar Amerikalılar, doğu bloğunun, o zamanki gelişmekte olan ülkeleri liberal ayaklanmalar yoluyla eski sömürgeciliğe karşı kışkırtmasının sonuçlarını, sömürgeciliğin yanı sıra halkların ve en önemlisi de İslam ümmeti olan ümmetlerin servetlerini yağmalamayı sürdürmenin önemini idrak eden ve İslam ümmetini aşağılamada ileri giden sömürgecilerin kimler olduğunu fark etmelerinin ardından, borçlar, krediler, malî yardımlar ve gerçekte bizden birinin cebinden yağmalanıp parçalara ayrılarak krediler şeklinde bir başkasına verilen sözde insanî yardımlar yoluyla ümmetin omuzlarına ağır yükler yüklemeye başvurmuşlardır. Şimdi burada dikkatlerinizi, sömürgeciliğin üslubunu değiştirme keyfiyetine çekmek isteriz. Zira İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna yaklaşıldığında sömürgeciliğin ortadan kalmasının kaçınılmaz olduğu ve Rusya'ya saldırmanın onu zayıflattığı şeklindeki uluslar arası tutumu fark edenler ortaya çıkmıştır. Nitekim İkinci Dünya Savaşı'nda müttefiklerin bir zafer elde etmesi, kapitalist rejim ile Batılı sömürgeciliğe yeniden saldırmaya başlayan, sömürge halklarını ayaklanmaları ve Batılı devletler için sıkıntılar oluşturmaları için kışkırtan Rusya'nın programlarından dolayı olmuştur. Bundan dolayı Amerika, sömürgeciliği korumak için üslubunu değiştirmekten başka bir yolun kalmadığını ve diğer sömürge ülkelerini de sadece bu yeni üslupla  kendi sömürgelerine alabileceğini düşünmüştür. Ardından Amerika, sömürgeciliği geliştirmek, onu uygulamaya koymak ve bununla birlikte krediler ve yardımlar yoluyla bağımsızlık verdiği ülkeleri de buna bağlamak için bu yeni üslubu benimsemiştir. Dolayısıyla her ne kadar bu, ilk etapta ülkeyi ekonomik olarak kalkındırmak için giydirilen yardımlar elbisesinin, sömürgeciliğin özgürlük elbisesinin giydirilmesi olduğu hususu insanlara gizli kalmış olsa da -ki bunu sadece uluslar arası siyaseti takip edenler biliyordu- ancak bugün iki gözü olan herkes tarafından açık bir hale gelmiştir! Dolayısıyla da Amerika'nın yeni üslubu, zayıf halkları istismar etmeye dönük egemenliğini ordular ve askerî güçler yoluyla dayatmaktan ülkelere şekli bağımsızlıklar vermek, krediler ve yardımlar vasıtasıyla onlara egemenliğini dayatmak şeklindeki başka bir üslupla dayatmaya dönüştürdüğü ifşa olmuş olan sömürgeciliği geliştirmek için olmuştur.

Bu borçlar ve bağışlar yoluyla omzuna ağır yüklerin yüklendiği bu zayıf ülkelerden biri de Yemen'dir. Nitekim son üç yıl içerisinde konferanslara, sözde bağışçı ülkelerin konferanslarına şahit olduğumuz gibi daha önceki yıllarda da bu konferanslara sık sık şahit olmuştuk ki bunlardan sonuncusu daha dün Riyad'ta gerçekleşmiş olup Müsteşar Abdullah Gânim bunu, yatırım için değil hizmet projeleri için bir bağış olduğu şeklinde nitelendirmiştir. Dolayısıyla bu, birçok soruları önünüze koymamızı gerektirir ki bunlardan bazıları şunlardır:

Birincisi: Gerçekten Yemen, muhtaç ve fakir bir devlet midir??

İkincisi: Yemen'in elinde bulunan kaynaklar, Yemenlilerin ihtiyaçları için yeterli değil midir?

Üçüncüsü: Bağışçıların [donörlerin] kalplerindeki bu imtiyaz yada aziz konum, bizim için mi yoksa başka bir sebepten dolayı mıdır?

Dördüncüsü: Gerçekten Yemen, iddia edilen bu bağıştan istifade edebilecek midir?

Sevgili kardeşlerim:

Bizler, kaynakları ve bu çerçevedeki rakamları listelemenin derdinde değiliz. Ancak bizler, paraların diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi Yemen'de de amacı dışında dağıtıldığını bildiğimiz gibi gerek geçmişte gerekse şuanda bütçenin kaderinin belli olmadığını da bilmekteyiz. Zaten ayaklanma sırasında devletin hazinesinden yaklaşık yedi milyar doların, yani bağışçı ülkeler tarafından verilen bağışın toplamından daha fazlasının boşaltıldığı ve gerek önce gerekse sonraki hükümet ve muhalefetten hiç birinin bununla ilgilenmediği de bilinmektedir. Ayrıca bizler, ister Salih isterse Hâdî liderliğinde olsun önceki ve sonraki hükümetlerin politikalarında en ufak bir fark görmemekteyiz. Zira aynı yalvarış ve neredeyse yok olmak üzere olan ülkenin mukadderatının kalkınmasına dönük bakış tekrarlanmaktadır.

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, bu bağış ile sözde bağışçı ülkelerin Yemen hükümetine bağış vermedeki bu ısrarının, kendi ülkelerine hizmet eden ve bu yolda yüzsularını döken ülkedeki uşaklarının popülaritesini ve nüfuzunu korumaktan öte bir şey olmadığını görmekteyiz! Hakikatte onlar, sadece bizim yüzsuyumuzu dökmek için gidip gelmişlerdir. Dolayısıyla halk olarak bizler, bu bağıştan ve bu bağışçı ülkelerin örgütlerinden, fakirlik, işsizlik, açlık ve hastalık göstergelerinin artmasından başka bir şey hissetmediğimiz gibi onların semalarından üzerimize, yalancıktan ağlayıp duran o fakirlerin kederi, yıkımı ve öldürmesi "bereketinden" ve fakirliklerine neden olan fasit politikalarından başka bir şey de inmemiştir...

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, tüm İslam ümmetinin ekonomik krizinin, servetin yokluğunda değil onun kötü dağıtımında gizli olduğunu görmekteyiz. Zira İslam ümmeti, dünya servetlerinin yaklaşık tamamına yada üçte ikisinden daha fazlasına sahiptir. Dolayısıyla fakirlik, ülkenin fakirliği değil bireylerin fakirliğidir. Buda insan için çözüldüğünde onun sorunlarını da çözecek olan üç temel ihtiyacın karşılanmasıyla ilgilidir ki bunlar da şunlardır; yiyecek, giyecek ve mesken. Nitekim kapitalistler, yaşamın temel gereksinimlerine sahip olmayan herkesin, bunun bir sorun olması itibarıyla yaşam hakkına sahip olmadıklarına inandıkları gibi onlar, servet sorununun bir dağıtım sorunu olmayıp onun biriktirilmesi sorunu olduğunu tasavvur etmektedirler. Bundan dolayı da dünyanın geneli bir felaketin içine düşmekte ve tüm insanlık onun ateşiyle kavrulmaktadır.

Dolayısıyla geçmişte ve sonrasında yapılan bu konferanslar, sömürgeciler ile bir taraftan İngiltere liderliğindeki Avrupa'nın diğer taraftan da Amerika'nın olduğu İslam dünyasına düşman olanlardan İslam dünyasına nüfuz edenler arasındaki bir çatışma arenasından ibarettir. Dolayısıyla da bunlardan ne köy ne kasaba olur. Ancak bu krediler ile bağışlara terettüp eden aşağılanmışlık ve kölelik şartlarının tamamına katlanacak olanlar yine bizler olacağız.

Allah'tan, İslam ile liderlik edecek, İslam ile kılavuzluk edecek ve Allah'tan bakla hiç kimseden yardım ve erzak istemeyecek olan Rabbanî bir komutan yoluyla İslam ümmetine acil bir çıkış vermesini niyaz ediyoruz.

Ve's Selamu Aleykum ve Rahmetullahi Veberakatuh


Dr. Muhammed Et-Taşî
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Medya Bürosu Başkanı
Yemen Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Suriye Vilayeti Medya Bürosu Başkanı Mühendis Hişam el-Baba'nın Suriye Ayaklanması Boyunca Yürüttüğü Meydan Turu Hakkında

Hizb-ut Tahrir / Suriye Vilayeti Medya Bürosu Başkanı Hişam el-Baba, Şam'daki en son turunda, birçok bölgelerde ayaklanma faaliyetleriyle karşılaştığı gibi Hizb-ut Tahrir şebabının yanı sıra Allah'ın izniyle Şam tagutunun çok yakında devrilmesinin ardından Hilafet'in kurulmasını ve İslam Devleti'nin geri dönmesini destekleyenlerle de karşılaşmıştır. Nitekim Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in sevgili Ensarı'nın mescidinde bir konuşma yapmış, buradaki katılımcıları selamlamış, karşılaştıklarıyla selamlaşmış ve cesaret ve yiğitlik arzı olan Tahir Şam topraklarında kendisini güzel karşılamalarından ve Suriye'deki mücrim tagutun devrilmesi ve Tahir toprakların dört bir tarafına İslamî özelliklerin geri dönmesi için ayaklanan Şam halkının kahramanlıklarından dolayı onlara şükranlarını bildirmiştir.  Ayrıca katılımcılara, Hizb-ut Tahrir'in emiri celil alim Atâ Ebu er-Raşta'nın (Allah onu korusun) selamlarını aktarmış, ardından Hizb-ut Tahrir'in içeride ve dışarıda Suriye ayaklanmasına destek vermiş olduğu faaliyetlerinden bahsetmiş, büyük fedakarlıklar ile şehitlerin Şam arazinin topraklarını sulayan Tahir temiz kanlarını Allah'ın izniyle Nübüvvet Minhacı Üzere kurulacak olan İkinci Raşidi Hilafet ile taçlandırması için Allah'a dua etmiş ve Suriye'de cereyan edenlerin, Doğu ile Batı'nın Hilafet Devleti'ne doğru yürüyen İslamî eğilimden korktukları için Şam ayaklanmasına komplo kurdukları bir sırada hak ile batıl arasındaki ateşli bir çatışma olduğunu vurgulamasının yanı sıra medyanın, bu eğilim nedeniyle Suriye ayaklanmasına dönük komplosunu da açıklamıştır. Şam halkının, Suriye'yi tagut yönetim ve küfür hükümlerinden kurtarmakla yetinmeyeceklerine, bilakis Allahuteala'nın izniyle bir sonraki yönlerinin Filistin olacağına, Filistin'in kurtulup daha önce olduğu gibi İslamî vilayete geri dönmedikçe asla hoşnut olmayacaklarına, Şam ülkesinin tek bir devlet olarak geri dönüp Allahuteala'nın izniyle yeniden kurulacak olan Hilafet Devleti'nin bir parçası olacağına ve Hilafet'in bir on yıl içerisinde dünyanın birinci devleti olacağına dikkat çekmiştir. Ayrıca Hizb-ut Tahrir / Suriye Vilayeti'nin H. 28. Ramazan 1433'de Hilafet Devleti'ne ulaşmak amacıyla Suriye'de bir değişim meydana getirmek için yayınladığı yol haritasına da dikkat çekmiştir. Bu ise "Hizb-ut Tahrir'in, Şam Ayaklanmasına Dönük Siyasî Kartı: İslamî İkinci Raşidi Hilafet'in Doğumuna Doğru" başlıklı bir beyanda geçmiştir.

Ayrıca Medya Bürosu Başkanı olan kardeş, Halep kırsalı Savran'da; "Şam Ayaklanması: Fedakarlıklar, Zorluklar, Efsanevî Sabır ve Uluslar arası Komplonun En Sonuncusu el-Ahdar el-İbrahîmî'dir" başlığı altında daha önceden beri birbirini takip eden konferanstan dolayı geniş bir propagandayla karşılaşmıştır. Zira konferansın pozitif büyük yankıları olmuş, katılımcılardan güzel tepkiler alınmış, konferansın arasında İslam yönetimine susamış gençlerin anlamlı soruları serpiştirilmiş ve bunu da bu konferansa övgüler yağdıran ve konferansın tekrarını ve bu ziyaretlerin yoğunlaştırılmasını talep eden katılımcılara, Hilafet Devleti'nin Anayasası ile el-Ahdar el-İbrahîmî'nin komplosu hakkındaki beyanın dağıtımı takip etmiştir. Nitekim Mühendis Hişam el-Baba konferansta, Suriye halkının göstermiş olduğu ve hala da göstermeye devam ettiği büyük fedakarlıklardan ve bu fedakarlıkların, şehitlerin kanlarının, kırık ekonominin, çocukların çilelerinin, yaslıların ağlayıp sızlamalarının, on binlerce tutuklunun, yüz binlerce işkence görenlerin ve yeryüzünün doğusu ve batısındaki yerlerinden olanların, işte tüm bunların ve elli bin küsur şehidin ardından insanların, yüzlerdeki şekli değişime rıza göstermelerinin haram olmasının yanı sıra yine tüm bunların ardından Allah'a savaş açan ve muhlis kullarına işkence eden her bir facirden intikam alacak olan İslam Devleti'nden daha azına rıza göstermelerinin haram olduğundan bahsetmiştir. Bunun yanı sıra aynı şekilde ayaklanan gururlu halkımızın karşı karşıya kaldığı dahilî ve haricî büyük zorluklardan, uluslar arası ve bölgesel komplolardan, ayaklanmayı sarmalamaya dönük ateşli girişimlerden, geçiş sürecinin ardından insanların boyunlarına tahakküm etmek için rejimin cinsinden olan ajanların pazarlanmasından ve buna teşvik edenlerin siyasî çözümünden bahsetmiştir.

En son olarak Şam topraklarında ayaklanan halkımıza, şu şekilde bir konuşma yöneltmiştir: "Sabredin, sebat gösterin. Zira nusrete sadece bir saatlik bir sabır kalmıştır. Nitekim bu dine nusret verme yolunda sizler, tüm ümmet adına benzersiz bir mücadele vermektesiniz. Bundan dolayı sizlerin ellerini sıkıyor ve sizleri, laik sivil devletin düşürdüğü şeylere düşmeyesiniz diye sizden önceki ayaklanmalardan ibret almaya... ve Batı ile onun yerel araçlarının tuzaklarından sakınmaya davet ettiğimiz gibi Şam tagutunu devirmek ve Allah'ın nusretiyle nimetlenmemiz için ellerimizi birleştirmeye davet ediyoruz. Zira Allahutela'nın izniyle bizlere Allah'ın kitabı ve resulünün sünnetiyle hükmedecek bir imama biat etmek için Şam'da bulunan Emevî Mescidi'ndeki randevumuz çok yakındır. Bu, Aziz olan Allah'a hiçte zor değildir."

Birçok kişinin Şam topraklarında nusretin müjdelerini gördüğü bu tur ve bu görüşmelerden dolayı büyük bir sevinç oluşmuş, Büro Başkanı kardeş onlara bunları tekrar etme sözü vermiş ve şöyle demiştir: "Medya büromuz, sadece Şam'da bulunmamakta bilakis mübarek Suriye ayaklanmasının olduğu toprakların dört bir tarafında da bulunmaktadır. Nitekim siz ey kahramanlar, tüm ümmetin alfabetik devrimlerini ve tagutların karşısında durduklarını bilmektesiniz. Dolayısıyla bizler de sizlerden ayrılacak ve Şam'a döneceğiz. O halde Hilafet'in ilan edileceği ve "Elini uzat, Allah'ın kitabı ve resulünün sünneti üzere sana biat edeceğiz" nidasıyla birlikte Allahuekber çığlıklarını işiteceğiniz saate, sadece sıfır saat kalmış olmasından dolayı sevinin. Böylece Şam özgürleri,  zorba krallık dönemini ayakları altına alacak ve Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet döneminin başladığını ilan edeceklerdir." Böylece de insanlar arasında Allahuekber çığlıkları yükselecektir.

Ey Allah'ım! Şam halkını nimetlendir. Ey alemlerin Rabbi! Onlara nusret ve iktidar verecek olan sadece Sensin.

Âhir-u Da'vânâ En-il Hamd-u Li'llahi Rabb-il ‘Âlemîn


حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Suriye Vilayeti
Medya Bürosu Başkanı
Mühendis: Hişam el-Baba

Devamını oku...

Viyana'nın Kalbinde Rasulullah'a Nusret Protestosu

  • Kategori Video
  •   |  

Avusturya'nın Başkenti Viyana'nın Ortasında "Resulullah'a Nusret" Yürüyüşü (22.09.2012)

Hizb-ut Tahrir şebabı ve destekçileri 06 Zilkade 1433 el-muvafık 22 Eylül 2012 Cumartesi günü Avusturya'nın başkenti Viyana'da Resulullah (s.a.v)'i destekleyen binlerce kişinin katılımıyla bir yürüyüş yaptılar.

İslam karşıtı iğrenç filmi protesto etmek için biraraya gelen Müslüman katılımcılar Amerikan Büyükelçiliği önüne yürüdüler. Ardından Müslümanlar, dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanların tek bir vücut ve doğusundan batısına kadar fark olmaksızın tek bir ümmet olduğunu haykırdılar. Eğer biri Rasulullah'a saldırırsa doğudaki ve batıdaki bütün Müslümanlara saldırmış olacağını bildiren Müslümanlar daha sonra dağıldılar.

 

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru.: Amerikan Savunma Bakanı, 16-17.09.2012'de Japonya'yı ziyareti sırasında şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Çin ile Japonya arasında süren adalar konusundaki bu çatışma, genişleyebilir." [AFP / 17.09.2012] Ve şöyle demiştir: "Ben endişeliyim. Çünkü bu ülkelerin tartışmalı adalar konusunda birbirleriyle provokasyonlara girmeleri halinde bu, bir taraftan yanlış karar alma olasılığını artırabileceği gibi diğer taraftan da çatışmayla sonuçlanacak şiddete yol açabilir." [Aynı kaynak] Bu ise Japonya'nın, 11.09.2012'de Doğu Çin Denizi Takımadası'ndaki bir Japon ailesinden mülkiyeti olduğunu iddia edip Senkaku olarak adlandırdığı üç adayı satın aldığını açıklamasının akabinde gerçekleşmiştir. Buda Japonya ile Diaoyu olarak adlandırdığı adanın mülkiyetinin kendisine ait olduğunu iddia eden Çin arasında bir gerginlik oluşturmuştur. Bunun üzerine Çin, bu adaya doğru iki savaş gemisi göndermiştir...

Soru şudur: Japonya, neden bu durumda böylesi bir adım atmıştır? Bu çatışmada Amerika'nın bir rolü var mıdır? Bu durum, bu iki ülke arasında bir savaşın patlak vermesine neden olabilir mi yoksa bu, sakinleşecek olan bir fırtına mıdır?

Cevap: Bu soruya açıklık getirmek için aşağıdaki hususlar gözden geçirilmelidir:

1-Çin, bu üç adanın, 1894-1895 yılları arasında her iki arasından dönen savaşta egemen olduğu kendi mülkiyetindeki beş adaların aslından olduğunu iddia etmektedir. Amerikalılar ise bu adalara, İkinci Dünya Savaşı'nda Çinlilerin hezimete uğramalarının ardından egemen olmuşlardır. Zira bu adaların idaresini, bu savaşta işgal ettikleri Japonya-Okinawa Adası takip etmiş ve burada büyük bir Amerikan üssü kurmuşlardır. Ancak onlar bu adayı, 1972 yılında 19. asrın doksanlarından bu yana mülkiyetine sahip olan bir diğer Japon alisinden satın alan bir Japon ailesine teslim etmek yoluyla Japonlara teslim etmişledir. Nitekim deniz sularıyla çevrili kayalardan ibaret olan ıssız takımadalarındaki bu adanın alanı yaklaşık 6 km2'ye ulaşmaktadır. Ancak burası, Doğu Çin Denizi'nde stratejik bir öneme sahiptir. Zira o, deniz nakliyat koridorlarına yakın olmasının yanı sıra onun suları balık servetiyle doludur. Ayrıca adada, büyük oranda petrol ve doğalgaz rezervlerinin olabileceğine dair raporlarda bulunmaktadır.

2-Amerika, Japonya'ya 29.06.2013'de Osprey tipi "12" uçağın Japonya-Okinawa'daki Futenna Amerikan üssüne konuşlanmasını ve bu uçakların konuşlanmasının da bu ayın sonunda tamamlanmasını istediği şeklinde resmî bir bildirimde bulunmuştur. [Masress almashhad / 01.07.2012] Nitekim Amerikan kuvvetleri, bu uçaklardan birinin 21.09.2012'de uçuşa geçeceğini açıklamıştır. [Haber CN Dünya / 20.09.2012] Tüm bunlar ise Japonların Amerikan varlığına dönük protestolarına şahit olunduğu bir atmosferde gerçekleşmiştir. Zira bu varlık, Amerikalıların ülkelerinden gitmelerini talep etmeleri de dahil Japonlar tarafından bir memnuniyetsizlik olarak görülür hale gelmiştir. Çünkü burada, 1960 yılında Amerikan işgali altındaki Japonya hükümeti ile yapılan ikili güvenlik anlaşması gereği 47 bin amerikan askeri bulunmaktadır. Dolayısıyla Amerika'nın başvurduğu bu üslup işgalin şeklini değiştirmek ve ülkedeki nüfuzunu devam ettirmek içindir. Aynen resmen Amerikan işgali altındaki Malikî hükümetiyle 2008 yılında Amerikan Güvenlik Anlaşması'nı imzaladığında Irak'ta yapmış olduğu gibi. Hala devam eden Amerikan işgali altındaki Afganistan hükümetiyle aylar önce imzalanan Amerikan Stratejik Güvenlik Anlaşması da aynı şekildedir.

Japonların, aslında Amerika'nın ülkelerindeki varlığına dönük memnuniyetsizliklerinin olduğu böylesi bir atmosferde Amerika, uçakların konuşlanacağını açıklamıştır! Doğal olarak bu açıklama, Japon karşıtlığını artıracaktır... Nitekim Amerika, Çin ile birlikte bir provokasyon atmosferi oluşturmak ve Çin ile savaşın yakın olduğunu göstermekle Japonların uçakların konuşlanmasını kabul edeceklerini ve Amerika'nın Çin'e karşı Japonya'nın yanında yer alması babından Japonların Amerikan varlığına karşı olan protestolarını hafifleteceğini görmüştür! Nitekim buda olmuştur. Zira Japon hükümetiyle olan ittifakın Amerikan politikasıyla olan ilişkisi, ada sorununu kışkırtan sıkı bir ilişki olup Japonya'nın bu hususta Çin ile farklı olmasına rağmen Çin'in provoke olmasına ve onunla bir savaş ortaya çıkabilir şeklinde saptırıcı bir atmosferin oluşmasına yol açacaktır ki buda Çin karşısında onlara bir yardım olması itibarıyla Japonların ülkelerinde Amerikan varlığına dönük Japon karşıtlığını sakinleştirecektir.

3-Bundan dolayı uçakların konuşlandırılmasının açıklanmasının ardından şu anki ada meselesinin kışkırtılması, Çinlileri provoke etmeye dönük Amerikan planıyla ilgili Japon hükümeti tarafından atılan kasıtlı bir adımdır ki böylece Japonya ile Çin arasında bir gerginlik ortaya çıksın, Japonlar Çin'i korkutsun ve onlar da Amerika'nın bölgelerinde uyguladığı planına teslim olsunlar. Bunun için Amerikan yetkililerinin açıklamaları, yakın çatışmaya yada onun öncüllerinin yakın olduğuna işaret eder şekilde olmuştur! Nitekim Amerikan Savunma Bakanı, 16-17.09.2012'de Japonya'yı ziyareti sırasında şöyle demiştir: "Bu çatışma genişleyebilir." [AFP / 17.09.2012] Ve şöyle demiştir: "Ben endişeliyim. Çünkü bu ülkelerin tartışmalı adalar konusunda birbirleriyle provokasyonlara girmeleri halinde bu, bir taraftan yanlış karar alma olasılığını artırabileceği gibi diğer taraftan da çatışmayla sonuçlanacak bir şiddete yol açabilir." [Aynı kaynak] Ayrıca "her iki tarafı, sakinliğe ve kendilerini kontrol etmeye" çağırmıştır. Dolayısıyla Amerikan Savunma Bakanı, meseleyi iki ülke arasında sanki bir savaş meydana gelecekmiş gibi tasvir etmektedir ki buda Amerika'nın hedeflerine hizmet etmektedir. Nitekim Amerika'nın Japonya'nın yanında yer almaya hazır olduğunu göstermek için ülkesiyle Japonya arasındaki güvenlik anlaşmalarını da hatırlatarak şöyle demiştir: "Bizler, anlaşmalarla ilgili taahhütlerimize saygı duyarız. Bu ise uzun zamandan bu yana var olup asla değişmeyecektir." [Yukarıdaki kaynak] İşte tüm bunların hepsi, Amerikan Savunma Bakanı'nın, 16.09.2012'de Fransız Haber Ajansı'nın bahsettiği üzere Güney Ada sakinlerinin şiddetli muhalefetinin ortasında Osprey tipi "12" uçağın Japonya-Okinawa'daki Futenna Amerikan üssüne konuşlanmasına dönük Amerika'nın planına dair Japon hükümetiyle olan görüşmelere odaklandığı bir zamanda yükselmiştir.

4-Çin'in tepkisi ise duygusal olmuştur. Zira Japonya'nın, Japon devletinin resmen egemen olmadığı bu adaya yönelik adımını protesto etmek için şehirlerinin sokaklarında dolaşan kalabalık gösterilere izin vermiştir. Ancak o, Japon devletinin bir mülkü olması amacıyla bunlardan üçünü bir Japon ailesinden satın aldığını ilan ettiğinde bu adalardaki egemenlik resmen Japon devletine ait olur hale gelmiştir. Buda adaları sanki yeniden Japonya'ya verdiler olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla bu durum, Çin'i provoke etmiş ve Doğu Çin Denizi'ndeki bölge sularını koruyan bazı gemilerini bu adalara doğru harekete geçirmiştir. Nitekim Çin Başbakanı Wen Jiabao, Çinlilerin duygularının etkilenip heyecanlandığını açıklayarak şöyle demiştir: "Çinlilerin aşağılanma dönemi, artık geride kalmıştır." [AFP / 17.09.2012] Dolayısıyla Çinliler, ister bu 19. yüzyılın doksanlarında aralarında patlak veren savaşta olsun isterse Japonya'nın İkinci Dünya Savaşı'nda Amerika karşısında hezimete uğramasına ve Çin'den çıkıp burasını Amerikalılara terk etmesine kadar devam eden 20. yüzyılın otuzlarında Çin'i doğrudan işgali altına aldığında olsun Japonlar tarafından kendilerine isabet eden aşağılanmayı unutmamışlardır. Dolayısıyla Japonlar karşısında Çinlilere isabet eden hezimet ve aşağılanma düğümü, hala etkin bir faktör olarak devam etmektedir. Dolayısıyla da Çinlilerin bu gibi hususta kışkırtılması gerçekten çok kolaydır.

5-Hakeza Amerika, bir taşla iki kuş vurmuş olup buda Japonya'yı adaları talep etmeye itmek içindir... Dolayısıyla bir taraftan Japonya mevcut Amerikan varlığına ihtiyaç duymaya devam etsin diye Çin ile Japonya arasında gergin bir atmosfer oluştururken diğer taraftan da Amerika, Çin'i sürekli olarak gergin bölgesel sorunlarla meşgul etmek istemektedir. Buda Çin'in, küresel devlet politikasına yönelik her türlü arzusunu kesmek ve sadece kendi bölgesinin sınırlarında kalmasını sağlamak içindir. Yani Amerika, Çin'i çevrelemenin ve nüfuzunu azaltmanın yanı sıra özellikle Amerika'ya karşı olmak üzere Çin'in küresel konuma ulaşmak amacıyla bölgesel konumunu güçlendirmeye dönük ortaya koymuş olduğu planlarını sınırlandırmak için ortaya atmış olduğu planlarını devam ettirmektedir. Hakeza Amerika'nın, Çin'e yönelik bölgesel mıntıkadaki planları, bu hedefi gerçekleştirmek içindir. Zaten daha önce de Amerika, yeni stratejisi kapsamında Asya-Pasifik'teki varlığını güçlendirmeye dönük planlarını açıklamıştır. Nitekim Savunma Bakanı Leon Panetta, 01.06.2012'deki beyanatında, altı uçak gemisinin gönderilmesi ve önümüzdeki 2020 yılına kadar savaş gemilerinden %60'nın bu bölgeye transfer edilmesiyle ilgili olarak ülkesinin Asya-Pasifik bölgesindeki bu stratejisini açıklamıştır. Dolayısıyla Amerika, Çin karşıtı bütün çatışmaları körüklemeye çalışmaktadır: Mesela, Japonya ile meydana geldiği üzere Doğu Çin Denizi bölgesinde olduğu gibi. Aynı şekilde Çin ile Filipinlerin arasında adalar ve balıkçılık üzerinde bir gerginliğin olduğu Güney Çin Denizi'nde olduğu gibi. Yine aynı şekilde Çin ile Vietnam arasında adalara dair bir ihtilafın olması gibi. Zira Çinliler, 1988 yılında gelerek Vietnamlıları buradan kovmuşlardır. İşte tüm bunlar, Çin'in bu her iki bölgeyle meşgul olmaya devam etmesi içindir!

Ayrıca Amerika, Kuzey Kore hariç bu iki bölgedeki ülkelerin arkasında durmakta ve bunları da Çin'e karşı kışkırtmaktadır ki böylece Çin, söylediğimiz gibi kendi bölgesinde meşgul olmaya devam etsin ve bunun ötesine de geçmesin. Özellikle de Amerika, Doğu Çin Denizi'ndeki Güney Kore, Amerikan üssünün bulunduğu Güney Çin Denizi'ndeki Filipinler, Amerikan politikasına bağlı Endonezya ve sonra Japonya'nın Amerikan astronomisindeki seyri gibi bu ülkelerden birçoğu üzerinde tam bir egemenlik sağlamışken.

6-Böylesi bir vakitte adalar meselesinin kışkırtılması mevzusunda Amerika'nın rolü işte budur. Bu provokasyonun Çin ile Japonya arasında adalar çerçevesinde bir savaş patlak vermesine kadar ulaşmasına gelince; bunun, en azından yakın gelecekte olma ihtimali yoktur. Zira orada çok büyük adalar vardır ve bunların en önemli olanlarından biri de daha önceki simgesiyle Tayvan Adası'dır. Dolayısıyla Çin, Amerika'nın barışı tekrar geri getirmek için çalışmak üzere kendisiyle ittifak ettiğini bile bile böyle bir savaşı tutuşturmayacaktır. Sonra orada kendileri için kapatılamayacak bir kapı aralamak amacıyla bir savaşa girmeksizin Filipinler ile birlikte Vietnam ve diğerleri de Güney Çin Denizi'ndeki adalar üzerinde çatışmaktadırlar! Dolayısıyla Çin, bu adalar için Japonlarla olan büyük çıkarlarını feda etmeyecektir. Zira ikisi arasındaki ticaret hacmi bir yılda yaklaşık 300 milyar dolara ulaşmıştır. Nitekim Çin'de faaliyet gösteren Japon şirketleri, 20 milyon küsur Çinli işçi çalıştırmaktadırlar. Ayrıca Çin, Japon teknolojisi ve uzmanlığından faydalanmaya çalışmaktadır. Bu nedenle bu adalar için Japonya ile bir savaş tutuşturması Çin'in çıkarına değildir. Nitekim Çin Savunma Bakanı Liang Gwaungla, 18.09.2012'de Amerikan Savunma Bakanı ile olan görüşmesinde gazetecilerin şayet Pekin kuvvete başvurma niyetinde olursa şeklindeki sorusuna cevap olarak bir açıklamada bulunmuş ve şöyle demiştir: "Biz hala barışçıl ve anlaşmalı  bir çözümü ümit ediyoruz." [AFP / 18.09.2012] Buda Çin'in, bu adalar için Japonya ile bir savaş tutuşturmasının olası olmadığını göstermektedir.

7-Çin, şayet kendi bölgesinin meseleleriyle meşgul olmaya devam ederse o zaman Amerika, Çin'i küresel politikadan uzaklaştırmayı başarmış olacaktır. Ancak Çin'in, küresel çapta Amerikan politikasını etkin bir şekilde tehdit ettiği ve Amerika'nın çıkarlarını tehdit eden sorunlar oluşturduğu doğrudur. Yani Çin, dünyanın her bölgesinde Amerikan politikasını etkin bir şekilde tehdit edecek ve ardından da özellikle Doğu ve Güney Çin Denizi bölgeleri olmak üzere Çin'in bölgesel alanlarındaki etkisini kolaylaştıracak bir politika uygulamaktadır.

Ancak Çin politikasında algılanan manzara, hala onun kendi çıkarına olmadığı halde etkili bir şekilde dünya politikasına müdahalede bulunduğu ve şayet Çin'in Amerika'yı kendi bölgesine dönük rahatsızlıkları hafifletmeye mecbur bırakmak amacıyla Amerika için sorunlar oluşturmakla ilgili küresel politik arzuları olmamış olsaydı bölgesel bir egemenliğe güç yetiremeyeceğinin ve böylesi bir politikayı üretemeyeceğinin farkında olmaksızın... sadece kendi bölgesel mıntıkasına önem verdiği şeklinde bir yanılgının olduğudur. Dolayısıyla o, yerinde saymaya ve Amerika da onun için bir biri ardına bölgesel gerginlik oluşturmaya devam edecektir.

Tüm bunlara rağmen belki tarih yada bir kısmı tekerrür edecektir! Dolayısıyla Allah'ın izniyle Hilafet kurulacak ve onun, Batı ile Amerika'yı İslam bölgesinden kovma noktasındaki "askerî eylemlerinden önce" uluslar arası siyasetteki eylemleri, Amerikan nüfuzunu Çin'in çevresinden kovma noktasında Çin'e yol gösterecek bir model olacaktır. Dolayısıyla Hilafet'in siyasî eylemleri, Çin için dolaylı olarak bir güven oluşturacaktır. Aynen geçmişte Hilafet'in, Çin için doğrudan bir güven oluşturduğu gibi. Nitekim Çinli İslamî kaynaklar, Çin devletinin M. 756 yılında ülkeyi saran rahatsızlıkların ve kaosun bastırılması hususunda Abbasî Halifesi Ebi Cafer el-Mensur'dan yardım istediğinden ve Halife'nin de 4 bin Müslüman asker göndererek oradaki durumu stabilize ettiklerinden, ülke halkı için bir güven oluşturduklarından, Çinlilerin ise Müslüman askerlerin ahlakı ile güzel davranış ve eylemlerine hayran kaldıklarından ve Müslümanlardan yanlarında kalmalarını talep ettiklerinden bahsetmişlerdir. Nitekim Müslüman askerler de orada kalarak davet taşımanın keyfini çıkarmışlar ve Çin halkının arasına İslam'ı, hidayeti ve nuru yaymışlardır. Ancak bugün onların torunları olan Türkmen Müslümanları, şuan Çinlilerden güzel bir tepki almak yerine onların zulümlerine maruz kalmaktadırlar!! O halde Çin, bu meselenin farkına varıp bu güzelliği inkar etmeksizin Türkistan işgaline son verecek midir?!

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İranlı Kadınların Üniversitelerde Okumasının Engellenmesi, Dünyadaki Kadın Haklarının Tek Koruyucusunun İslamî Hilafet Olduğunu Göstermektedir

22 Eylül'de, el-Cezira ve diğer medya organları İranlı kadınların, mevcut öğretim yılı itibarıyla ve İran rejiminin muvafakatıyla İran'daki 36 üniversitenin 77 bölümünde okumalarının engellenmesi kararının uygulanmasından bahsetmişlerdir. Kadınların okumaları yasaklanan bölümler dahilinde olanlardan bazıları ise şunlardır: Mühendislik, muhasebe, kimya, matematik, bilgisayar bilimleri ve mühendislik yönetimi. Nitekim İran'daki Bilim ve Yüksek Eğitim Bakanı Kamran Daneşçu, kadınların üniversiteye kaydedilmelerinin sınırlandırılmasını desteklediğini ifade ederek üniversiteler ile çeşitli akademik fakültelerdeki erkeklerle karşılaştırıldığında kadınların varlık oranının çok yüksek olması sebebiyle eğitimde bir denge oluşturmanın gerekli olduğuna işaret etmiştir. Ayrıca farklı dallardaki üniversite mezunları arasındaki yüksek işsizlik oranı ile güzel görevlerin azlığı da dahil kadınların bu istisnasına dönük diğer çeşitli nedenlere de işaret etmiştir...

İster İran'da isterse diğer ülkelerde İslam'ı koruduklarını iddia eden Suudi Arabistan'da olsun İslam dünyasındaki kadınlar, hiçbir ayırım olmaksızın yüksek eğitime erişimi elde etme hakları da dahil yöneticilerin hevalarına bağlı olarak İslam'dan vazgeçmeye hazır mantıksız rejimlerin merhametine boyun eğmeye devam etmektedirler. Dolayısıyla bu ülkedeki devletin yapısı ve anayasaları, parlamentonun, din alimlerinin ve tagut yöneticilerin kararlarına boyun eğmektedirler. Dolayısıyla da kadının, yüzleşme, muhasebe etme ve eğitim fırsatını elde etmek de dahil kadının yasal haklarının sınırlanması gibi İslamî olmayan politikaları değiştirme gibi İslam'ın kendisi için izin verdiği yasal kanallara erişmesi imkansızdır. Nitekim İran hükümetinin, İranlı kadınların Allah'ın kendilerine bahşetmiş olduğu haklarından mahrum edildiği bir sırada ülkelerindeki diktatörlükleri değiştirmek ve haklarını garantilemek için kadınların mücadelelere katılmalarını desteklediğini idia ederek bu yılın Temmuz ayında (Uluslar arası Kadınlar ve İslamî Uyanış Konferansı'na) ev sahipliği yapması gerçekten bir saçmalıktır.

Rejimin, kadınlar arasındaki yüksek işsizlik oranı veya iş fırsatlarının azlığı veya kadınların yüksek eğitimden engellenmesinin nedeni olarak üniversite başvurusunda bulunan kadın-erkek oranında bir "denge" oluşturma girişimi şeklindeki iddiaları, batıl iddialardan ve sudan bahanelerden iberettir. Nitekim (otuz yaşın altındaki kişilerin %20'sinin işsiz olmasından dolayı) yüksek orandaki kabul edilemez işsizlik, kadın ve erkekler arasındaki mezuniyet oranında bulunan dengesizlik, güzel iş fırsatlarının sağlanamaması, erkeklerden çoğunun üniversiteye girmede tereddüt etmesi, evet bunların hepsi, kadınların ümmete fayda sağlayacak muayyen bölümlerde okumaktan istisna edilmesi yerine üniversite mezunlarına uygun iş fırsatları oluşturmadaki başarısızlık ve daha da önemlesi İran hükümetinin ekonomik sistemi çürük temellerde çözmesi gibi İslamî olmayan ekonomik politikaların zayıflığının sonuçlarıdır.

Ayrıca İslam'a kin besleyen liberal fırsatçıların, İslam'ın hızlı bir şekildeki öğrenimi onun kadının eğitimine önem verdiğini göstermesine rağmen bu kararın arkasında dinin olduğu şeklindeki iddialara dönük fırsatları kaçırmamaları beklenmektedir. Zira İslam, İslam'ın Hilafet Devleti yoluyla sahih bir şekilde tatbik edildiği zamanlarda kadınların yüksek eğitiminin öncüsü olmuştur. Nitekim İslam hadaratı, 1300 yıl boyunca kadınların eğitiminde başarılar üretmiştir. Zira o, binlerce alime kadın çıkaran bir devlettir. Zira o, miladi on dokuzuncu asırda bir kadının, Fas'taki Kayravan camisinde Fâtıma el-Fihrî denilen dünyanın ilk üniversitesini inşa ettiği bir devlettir.  Zira o, kadının prestijli el-Ezher Üniversitesi'ne öğrenci ve öğretmen olarak girmesini sağlayan bir devlettir. Halbuki o zamanki Batılı kadın, bu hakkı ancak asırlar sonra elde edebilmiştir. Zira o, İslam enstitülerindeki kadın öğretmenlerinin oranının, Modern Batılı üniversitelerdeki kadınların oranından daha yüksek olduğu bir devlettir.

Hilafet'in üzerine tesis edildiği İslami değerler, İslam olduğunu iddia eden bu sistemler değildir. Hilafet, öğretime hak ettiği değeri veren, kadınlara devletin bütün imkanlarını sunan ve kadınların öğretim isteklerini gerçekleştirmesini garanti eden bir sistemdir. İslam'ın doğru bir şekilde tatbik edilmesini temsil eden Hilafet Devleti, İslam'ın öğretilerine uygun olarak tebaanın hakları ile alakalı hususlarda kadın-erkek ayrımcılığına izin vermez. Hilafet Devleti'nde egemenlik, şeriata ait olup yöneticilere, din alimlerine veya parlamentoya ait değildir. Hilafet Devleti'nde haklar, yönetimde olan kimselerin hevasına göre ilga edilmez ve değiştirilmez. Bütün bunların yanı sıra Hilafet, refahın gerçekleşmesini sağlayan, üniversite mezunlarına ve mezun olmayanlara birçok fırsatlar sağlayan İslam'ın doğru ekonomik sistemini tatbik eder.

Yukarıda geçenleri gerçekleştirmeye muktedir olan, sadece yöneten ve yönetilen arasında hiçbir ayırım yapmaksızın İslam'ın bütün hükümlerini uygulayıp tatbik eden muhlis bir sistemtir. Dolayısıyla bizler, İran'daki kadınların yanı sıra dünyadaki konumu ile kadın haklarının ilerlemesini görmek isteyen tüm kadınları, bölgeye zulmeden ifsat olmuş fasit rejimlerin devrilmesi için çağrıda bulunmaya ve çalışmaya davet ederiz. Ayrıca siz kadınları, yüzyıllar boyunca kadının yasal haklarını vermede ve garantilemede bir örnek olarak durduğu gibi yirmi birinci asırda da duracak olan Hilafet Devleti'ni kurmak için destek verip çaba göstermeye davet ederiz.

Nitekim Allahuteala, Maide suresinde şöyle buyurmaktadır:

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleriyle yönetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir." [el-Maide 45]


Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER