Cumartesi, 29 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/20
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- İngiltere'deki Kadın ve Çocukların, Kubayr ve Hula Katliamları ile Esad'ın Suriye Müslümanlarını Katletmeyi Sürdürmesine Karşı Olan Gösterisi

İngiltere'nin dört bir tarafından gelen yüzlerce kadın ve çocuk, Kubayr ve Hula'daki iğrenç katliamlar ile aynı şekilde kendi halkının kanına susamış tagut Beşar Esad'ın yapmaya devam ettiği kan banyosunu protesto etmek amacıyla 16 Haziran cumartesi günü akşam saat 2:30'da Suriye Büyükelçiliği'nin önündeki gösteri için toplanacaklardır. Gösterinin yanı sıra liderliği, çocukların sesleri üstlenecektir.

Kubayr ve Hula katliamında, evlerinde vahşî bir şekilde ve soğukkanlılıkla katledilen kurbanların büyük bir bölümünün kadın ve çocuklar olduğu görülmektedir. Bu ise mücrim Esad rejiminin, despot iktidarına karşı ayaklanan Suriye'deki cesur Müslümanlara karşı onayladığı günlük olarak işlenen tarif edilemez vahşî ve korkunç eylemlerin sadece yeni bir bölümüdür. Zira 10 yaşındaki çocuklara işkence edilirken diğerleri ise kendilerine açılan ateşe karşı Esad yanlısı askerleri koruyan tankların üzerine konularak insan kalkanları olarak kullanılmaktadırlar. Ayrıca kadınlar, rejimin güvenlik güçleri tarafından babalarının, eşlerinin ve çocuklarının önünde vahşî tecavüzlere maruz kalmaktadırlar.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Kadın Medya Temsilcisi Dr. Nesrin Nevaz, şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur: "İngiltere'deki Müslüman kadınlar, Suriye'yi mezbahaya çeviren mücrim Esad ve rejiminin işlediği bu vahşî ve korkunç eyleri kesinlikle kınamaktadırlar. Bu vahşî canavarların hangi türü, tahtını korumak için çocukları katledebilir ki? Zira Suriyeli Müslümanların kahraman eylemleri sebebiyle otoritesinin bıçak sırtında olduğunu anlamasının ardından protestocuları katletmekle yetinmemiş şimdi de umutsuzca giderek evlerindeki ailelerini katletmektedir. Yoksa bu katliam kampanyasıyla boynunu kurtaracağını mı zannetmektedir? Aksine bu katliam kampanyası, sadece meşru olmayan bu vahşî despot ile fasit rejiminin ortadan kalkmasına yönelik acil ihtiyacın teyit edilmesi yoluyla kendisinin yok olmasını ve Suriye halkının ihtiyaçlarına gerçekten önem verecek bir liderlik yoluyla da İslam Nizamı'nın tatbik edilmesini çabuklaştıracaktır. "

"Batılı müdahaleyi ve Birleşmiş Milletleri'nin Suriye'ye müdahalede bulunmasını talep eden bütün çağrılar reddedilmelidir. Bosna, Filistin ve Irak'taki Müslümanların kanlarını korumada başarısız bir geçmişe sahip olan Birleşmiş Milletler gibi aciz olan bir kuruma, şimdi nasıl Suriye Müslümanlarının hayatlarını koruması için güven duyulabilir ki? Ayrıca İslam dünyasındaki Esad ve Mübarek gibi tagutların iktidara gelmesinin ve desteklenmesinin sorumlusu bizzat Batılı Müdahaledir. Zira onun mevcut krize müdahalede bulunması, Suriye'ye boyun eğdirecek yeni bir fasıl başlatmak için insanların yoksullaşması ve zulüm görmesi pahasına kendi çıkarlarını korumak amacıyla otoriteye yeni kukla bir yöneticinin dikilmesine yol açacaktır."

"Daha da önemlisi, İslam dünyasındaki orduların bu kan banyosunu durdurmak için derhal harekete geçmeleri zorunludur! Bu ise kendisini İslamî değerlerle cisimleşmiş bir lider olarak sunan, Amerika'nın çıkarlarını korumak için askerlerine Afganistan'daki Amerikan savaşına gitme sorumluluğunu yüklerken onların Suriye'deki kardeşlerinin ve bacılarının kanayan yaralarına yardımcı olmalarını engellediği dünyanın en büyük ordularından birine başkanlık eden Erdoğanlı Türkiye gibi liderlerin bir cürümüdür.

"İngiltere'deki Müslüman kadınlar, Esad'ı ve rejimini devirmeye dönük mücadelelerinde Suriye'deki kardeşleri ve bacılarıyla dayanışma içinde durmaktadırlar. Ayrıca Müslüman orduları, ümmetlerini korumaları ve Suriye'deki akan kanları durdurma ve ortadan kaldırma noktasındaki büyük sorumluluklarını yerine getirmeleri için onurlu rollerini oynamaya çağırırız. Böylece bu ordular, ümmetlerine ihanet edenlerden olmak yerine Müslümanların nazarında kahramanlardan olacaklardır. Yine onları, despotluk yerine gözetimi sağlayacak, Suriye ve diğer tüm İslam dünyasındaki Müslümanların yaşadıkları korku halini ve kalıcı zulmü ortadan kaldıracak olan Hilafet'i kurmaya çağırırız. Zira bu devlet, adil siyasî bir sistemi, gerçek sorumluluğa bağlı kalmayı, ekonomik rahatlamayı, servetin adil bir şekilde dağıtılmasını, Müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki insicamı garantileyecek olan bir devlettir. Buda bölge için adalet, güvenlik ve onurun olduğu yeni bir dönemi müjdelemektedir."

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey Askerî ve Siyasî Liderlikteki Hainler! William Hague Dost ise Peki Düşman Olan Kim?

12 Haziran 2012'de İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, İslamabad'a gelerek şöyle demiştir: "İngiltere, büyük bir güven ve gururla kendisinin Pakistan'ın dostu olduğunu beyan etmektedir." Hague, Suriye'ye dönük Batı müdahalesini tahrik etmek yoluyla Suriye'deki Müslümanlara yönelik bir konuşma yapma fırsatını da kaçırmamıştır. Zira o, Suriye'deki Müslümanların, Allah'ın izniyle yakın olan Hilafet Devleti'ni kurmak için fedakarlık gösterdiklerini bilmektedir.

Hague, hangi dostluktan bahsetmektedir ki? Zira Pakistan'daki Müslümanlar, asırlar boyu bu ümmete karşı işledikleri cürümlerden dolayı İngiliz yöneticilerine karşı düşmanlıklarını ilan etmektedirler. Ayrıca İngiltere, yüzyıllar boyunca İskoçyalı ve İrlandalı komşularına karşı tuzak kurmak için her türlü gayreti göstermektedir! Aynı şekilde İslamî yönetimin altındayken Hindistan'a komplo kurduğunda Hindistan'ın yüksek ekonomik gücünü görünce İngiltere gözlerini, onu işgal etmeye dikmiştir. Zira Londra, Müslümanların arasındaki necis hainlerle birlikte çalışmış ve Hindistan'ı iki yüz yıl işgal etmiştir. Ardından da İngilizler, Hilafet Devleti'ni yıkmak için Arap ve Türklerden olan hainlerle birlikte çalışmıştır. Bu ise H. Receb 1342 el-Muvafık 03. Mart 1924'ün olduğu böylesi bir ayda meydana gelmiştir. İngilizler bununla da kalmamışlar bilakis Müslümanların İlahları bir, nebileri bir, kitapları bir ve nebilerinin sünneti de bir olmasına rağmen 1916 yılındaki Sykes-Picot Anlaşması kapsamında Müslümanlar arasında sahte sınırlar oluşturmak için Fransızlarla işbirliği yapmışlardır... Sonra İngiltere, 200 yıllık savaş boyunca Müslümanlara karşı Hindistan'a kucak açmış ve fakir ve Hint Yarımadası'ndan yoksun bölgelerde Pakistan gibi bir "otorite " oluşturmak yoluyla Müslümanları Hindistan'daki bütün haklarından yoksun bırakmıştır. Ancak Pakistan, tüm bu zorluklara rağmen güçlü bir devlet olarak büyüdüğünde İngiliz yöneticileri, 1971 yılında Pakistan'ı parçalamak üzere çalışmak için Hintli müttefiklerini kışkırtmıştır.

Londra, işgal edilmiş Keşmir'deki Müslümanlara zarar vermek ve şu ana kadar onları Pakistan'daki kardeşlerine katılmaktan yoksun bırakmakla da yetinmemiş bununla birlikte İngiliz yılanı William Hague, kendisini Pakistan'ın dostu olarak nitelendirirken NATO tedarik hatlarının da açılmasını talep etmiştir. Ayrıca Londra, şu ana kadar İslam'a, Müslümanlara ve Hilafet Devleti'nin olduğu devlet projelerine karşı savaşmaktadır. Peki tüm bunlar dostluksa o halde düşman kim?!!

Burada şunu da eklememiz gerekir. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Amerika, İngiliz nüfuzu pahasına Pakistan da dahil Orta Doğu'daki nüfuzunu artırma imkanı bulmuştur. Ancak şu ana kadar İngiltere'nin bir ayağı burada ve bir diğeri de orada olup sürekli sefil ve sinsi bir oyun oynamak için çalışmakta ve bunu da "kilit rol" şeklinde nitelendirmektedir.

Londra da Washington gibidir. Zira her ikisi de şu anki çatışmanın, ümmetle sömürgeciler arasındaki bir çatışma olup bunun da son aşamasında olduğunun kesinlikle farkındadırlar. Çünkü bugün ümmet, Batılı hükümetlerin vahşi hükümetler olduğunun ve İslam'a ve Müslümanlara kötülük yapmak için her türlü gayreti gösterdiklerinin farkındadır.

Allah'ın izniyle çok yakın bir zamanda Hilafet Devleti kurulduğunda, sömürgecilerin Müslümanların arasına koyduğu hayali sınırları ortadan kaldıracak ve onları tek bir devlet altında birleştirecektir ki böyle heybetli bir yanı olsun. Ayrıca Hilafet Devleti, Washington ve Londra gibi düşman hükümetlerle olan tüm diplomatik, askerî ve istihbarat ilişkileri kesecektir. Zira bu, genellikle Batı'nın İslam dünyasındaki çıkarlarını korumak için Batı ajanlarının kullandığı ilişkilerdir. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُم مِّنَ الْحَقِّ "Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları, sevgi göstererek dost edinmeyin! Oysa onlar size gelen hakkı inkar etmişlerdir." [el-Mumtehine 1]

Devamını oku...

"Kalp Yetmezliği" İlletini Aşmayı Ümit Eden Fas Hükümeti, Yakıt Fiyatlarını Yükseltmekte ve Halkın Protestolarını Önlemeye Hazırlanmaktadır

  • Kategori Fas
  •   |  

Fas hükümeti, 01.06.2012 Cuma günü, bir litre benzin fiyatının iki dirhem ve mazotunda bir dirhem artacağını açıklamış ve bu artışın, uluslararası piyasada petrol ürünleri fiyatlarındaki dalgalanma karşılığında gerçekleşmiş olmasını da gerekçe olarak göstermiştir. Bu artış, benzin açısından %16 dizel açısından da %20 olması bakımından yıllardan beri türünün en büyük artışı sayılmaktadır.

Bu karar çerçevesinde başbakan Abdelilah Benkirane, "Takas (destek) Fonu'nun bile tahammül edemediği azami tahammüller göz önüne alındığında" yakıt fiyatlarındaki artış kararının zorunlu olduğunu açıklamıştır. Ayrıca Başbakanlığa Bağlı Kamu İşleri ve Yönetişimden Sorumlu Delege Bakanlığı da destek fonunun yüksek maliyeti ile Makroekonomik dengeler üzerindeki potansiyel etkisinin bu adımı atmaya sevk ettiğini açıklamıştır.

Bu artışın, toplumsal şoklara ve protesto hareketlerine yol açtığını gören İçişleri Bakanı Muhammed el-Ansar, Sabah Dergisi'ne, kamu düzeninin korunmasıyla ilgili kanunun gereksinimlerini aktif hale getirmek için bakanlığının hükümet kapsamındaki rolünü oynayacağı şeklinde açıklamada bulunarak hükümetin, kamu düzenini tehdit edebilecek gerginliğe yada sosyal tıkanıklığa yol açacak her şeyi önlemek amacıyla oluşturulacak ve alternatifleri ele alacak bir komisyon aracılığıyla güvenliği ve kamu düzenini ihlal etmekle ilgili her şeyi içeren bir çalışma yapacağı şeklinde de bir eklemede bulunmuştur.

Fas'ta ağır bir ekonomik kriz yaşanmaktadır. Dolayısıyla özellikle euro bölgesi olmak üzere küresel ekonomik krizin, Fas ekonomisine olumsuz etkisi olmasının yanı sıra bütçe açığı yükselmiş olup ufuk, Fas'ın "kalp yetmezliğinin" olduğu bunu da bir Fas Bankası yöneticisinin geçen mart ayındaki açıklamalarına göre "yapısal değerlendirmenin" takip ettiği 1984 yılına benzer bir duruma geri dönmekle tehdit edecek boyutta karanlıktır.

Hükümetin, krize köklü bir çözüm getirerek fesadı açığa çıkmış olan kapitalist ekonomiyi kaldırıp atmak yerine İMF'nin politikaları ile Dünya Bankası'nın tavsiyelerine bağımlı kalmanın üzerinde durduğunu ve bir kez daha çözümü fasit kapitalist ekonominin kaynağından aldığını görmekteyiz. Buda devlet harcamalarının azalıp sınırlandırılmasına ve ister doğrudan isterse de dolaylı olsun ithalat vergilerinin artmasına neden olmaktadır.

Yakıtlardaki zamansız rekor artış, Enerji, Maden, Su ve Çevre Bakanı Fuat ed-Duvayrî'ye göre devletin 4.5 milyar dirhem elde etmesini sağlayacaktır. Çünkü yakıt fiyatlarındaki yüksek oran, devletin elde ettiği vergilerden ibarettir.

Aynı yaklaşımla hareket eden devlet, Takas (destek) Fonu'nu ortadan kaldırma yönünde hareket etmektedir. Zira hükümet bunu açıklamış olup rekabet kurulu da devletin bütçe krizini çözmek için 04.06.2012 pazartesi günü sunduğu çalışmada iki senaryo önermiştir. Birincisi: Maddelerin liberalleşmesinin sağlanması. İkincisi: (Yumuşak buğday, şeker ve petrol ürünleri) gibi temel maddelerin liberalleşmesinin sağlanması. Yani buda yoksullara malî tazminatların verilmesiyle ilgili temel maddelere olan desteğin ortadan kaldırılması demektir.

Ancak soru şudur: Devletin, desteğin kaldırılması ve yakıtlar ile vergilerin artırılması yoluyla elde edeceği bu miktarlar nereye gidecektir? Gerçekten bu paralar, yoksullara geri dönecek midir?

Hükümetin, Takas Fonu'nun reforma edilmesinin kamu yatırımlarına ve oluşan 120 bin kadro boşluğuna 50 milyar dönüşüm sağlayacağı şeklindeki açıklamaları, sadece tüketime dönük açıklamalardır. Dolayısıyla bu, Benkirane'nin iddia edilen yakıt artışlarıyla ilgili olarak bundan maksadın bunun temel tüketim malları fiyatlarına yansımayacak olmasıdır şeklindeki söylemi gibidir.

Devlet, bu adımlardan ve Fas halkının genelinin çabası ve geçimi üzerinden elde edeceği paraları, bütçe açığını çözmek ve dış borçlardan kaynaklanan yüksek faizleri ödemek için kullanacaktır. Bu bağlamda Fas Bankası yöneticisi el-Cevherî şöyle demiştir: "Açık, şayet devam ederse devletin fonları mobilize etme ve dış borçları döviz cinsinden ödeme gücünü olumsuz etkileyecektir."

Hükümetin uygulamaya çalıştığı şey, bütçe açığını ve borçlanmaları çözmektir. Yoksa Fas halkı için onurlu bir yaşam sağlamak değildir. Tam aksine hükümet, insanların dargınlıklarını ifade etmelerini ve yaptıklarından dolayı hükümetin muhasebe edilmesini önlemeyi öngörmektedir. Çünkü hükümet, onların, uygulamalarına onarılmaz zarar vereceklerini ve yaşamlarının daha da daralacağını yakinen bilmektedir.

Şayet hükümet, insanlara rahat bir yaşam sağlayacağı şeklindeki iddiasında sadıksa o zaman neden onlara baskı uygulamak için hazırlanmaktadır?!!

Hükümetin başkanı şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Otomobillere binmeyi siz tercih ettiniz ve benim de sizlere benzin sağlamamı istiyorsunuz... O zaman sizde otobüslere binin..." Zaten ondan da insanlara baskı yapmak için hazırlık yapmaktan başka bir şey de beklenilmez!!"

 

Ey Müslümanlar:

İslamcı hükümetlere aldanmayınız. Zira onların namazları ve oruçları, şayet samimilerse sonuçta kendileri içindir. Ancak onların kötü gözetimleri, sizlerin aleyhinedir. Zira onlar sizleri, Allah'ın emrettiği hükümleriyle gözetmemektedirler.

Fas'ın yaşadığı ağır ekonomik krizin çözümü, İslam'ın hükümlerinin, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in Nübüvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet olarak isimlendirdiği Allah'ın kitabı ve Resulünün sünneti ile hükmeden bir devletin gölgesinde parçalanmaksızın kamil bir şekilde tatbik edilmesidir.

Bu devlet, ekonomide İslam'ın hükümlerini uygulayan bir devlet olup halkının başına çöreklenen fasit kapitalist bir sistem değildir. Bu devlet, her bir ferdin temel ihtiyaçlarını karşılamak, fertlerin lüks ihtiyaçlarının karşılanmasını garantilemek ve tebanın güvenliğini, öğretimini ve tıbbi tedavisini sağlamak için çalışan bir devlettir. Tüm bunları ise tebaya daimi vergiler koymaksızın sağlayacaktır. Çünkü bu, haramdır. Zira Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

لا يدخل الجنة صاحب مكس "Meks (gümrük vergisi) sahibi cennete giremez."

Dolayısıyla devlet, fiyat artışını çözmek için Takas Fonu kurmayacaktır. Ayrıca Hilafet Devleti, fiyatlandırmayacak ama fiyatların yükselişini sınırlandırmak için ürünlerin piyasada en ucuz fiyatlarla elde edilmesi için çalışacaktır. Böylece o, tüketicinin çalışmasını sağlamak ve onun, (altın, gümüş, doğalgaz, petrol ve benzerleri...) gibi kamu mülkiyeti mallarından olan şeri hakkını vermek yoluyla tüketicinin satın alma gücüne çözüm bulmuş olacaktır. Bunun yanı sıra o, yağmacı çeteler ile yabancı şirketleri bırakmayacağı gibi kazanmaktan ve temel ihtiyaçlarını karşılamaktan fiilen yada hükmen aciz bir kimseyi de bırakmayacaktır. Çünkü onun için zekat mallarında farz olan bir hak vardır. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُواْ وَاتَّقَواْ لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ "O ülkelerin halkı iman edip ittika etselerdi üzerlerine semanın ve arzın bereketlerini yağdırırdık." [Arâf 96]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hilafet'in Yıkılışının Doksan Birinci Yıldönümünde Hizb-ut Tahrir / Ürdün Vilayeti'nin Konuşma Gösterisine Büyük Bir Kalabalık Toplanmıştır

Yoğun güvenlik tedbirleri ile yerel ve küresel birçok medya organlarının katılımının arasında Hizb-ut Tahrir / Ürdün Vilayeti'nin, (Kur'an'ın dışındaki bir anayasadan asla razı olmayacağız) kampanyası kapsamındaki Hilafet Devleti'nin yıkılışının doksan birinci yıldönümündeki konuşma gösterimize büyük bir kalabalık toplanmıştır. Nitekim bu gösteriye, birçok siyasî ve popüler etkinliklerin yanı sıra muhtelif şehirlerden Ürdünlü hareketlerin aktivistleri katılmışlardır. Zira onlardan bazıları gösteriye konuşmacı olarak katılarak bu sayede, Allah'ın kitabı ve Resulünün sünnetine geri dönmeye, İslamî Hilafet'i kurmaya dönük çabaları birleştirmeye ve ümmetin tek bir râyenin altında birleşmesine davet ettikleri gibi ümmetin aşağılık yöneticilerini de kınamışlardır.

Hizbin birçok şebabı, İslamî ümmetin devletlerinin olduğu günlerdeki halleriyle İslamî Hilafet Devleti'nin olmadığı bugündeki hallerini hatırlatan konuşmalar yapmışlardır. Zira bugün; İslâmi ümmetin kanları akıtılmakta, onurları ayaklar altına alınmakta, ülkeleri yağmalanmakta ve onlara, dünyanın liderleri olmalarının ardından kafir Batı'nın kölesi haline gelen ruvaybida yöneticiler liderlik etmektedirler. Ayrıca konuşmacılar tüm Müslümanları, ümmete şerefini ve onurunu yeniden kazandıracak ve Rabbinin razı olacağı İslamî Hilafet Devleti'ni kurmak için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmaya davet etmişlerdir.

Ayrıca hizbin şebabından olan konuşmacılar, mücrim  Beşar rejiminin cürümlerine işaret etmişler ve bu tagutun Müslümanların elleriyle helak olması için bütün Müslümanlar ile güç ehlini, özellikle Şam'daki kardeşlerine destek olmaya davet etmişlerdir.

Basın organları da Medya Bürosu Başkanı ve birçok katılımcıyla röportajlar yapmışlardır. Ayrıca katılımcılar, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in râyesi olan ukab râyesini yükselttikleri gibi dört bir taraftan tekbir sesleri ve sloganlar yükselmiştir. Başlangıçta da sonda da hamd yalnızca Allah'a aittir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- (Kur'an'ın Dışındaki Bir Anayasadan Asla Razı Olmayacağız) Kampanyası Faaliyetleri Kapsamındaki Hilafet'in Yıkılışının Doksan Birinci Yıldönümü Münasebetiyle Hilafet'in Yıkılışının Yıldönümünde Bir Konuşma Gösterisi

 

Hizb-ut Tahrir / Ürdün Vilayeti sizleri; Genel Yaşam Hastanesi yakınlarındaki Batı kolunda,

17.06.2012 Pazar günü akşam saat 17:30'da yapacağı konuşma gösterisine katılmaya davet eder.

Herkes Davetlidir

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Genelkurmay Başkanından Sansasyonel İtiraflar

18 Haziran Pazartesi günü BBP Genel Başkanı Mustafa Destici ile görüşen Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel'in medyaya yansıyan açıklamaları, bağımsız, lider, örnek model vs. olduğu iddia edilen Türkiye Cumhuriyeti devletinin gerçek vakıasını, en yetkili ağızlarından biri vasıtasıyla ifşa etmiştir. Org. Özel, aslında TSK'nın Kandil'e girebileceği, ancak bunun için bir "devlet kararı" gerektiği, tabii bunun uluslararası bir boyutunun da olduğu, dolayısıyla Irak'ın hamisi konumundaki Amerika'nın izninin gerektiği, ayrıca bu tür bir operasyonda meydana gelebilecek zayiatların toplum tarafından kabullenilmesi gerektiği şeklinde 3 şart sıralamıştır. Şimdi soruyoruz:

1. Sınırötesi operasyon için meclisten çıkarılmış bir tezkere olduğuna, Milli Güvenlik Kurulu'nun bu yönde kararları bulunduğuna, "terörle mücadele" en öncelikli devlet meselesi olarak algılandığına göre, daha hangi "devlet kararı" gerekmektedir? Derin devlet mi, yabancı devlet mi, yoksa başka bir şey mi?

2. Amerika, hangi yasalara göre, gayri meşru ve yalan bahaneler ile işgal ettiği Irak'ın hamisi sayılmaktadır? Sınır tanımaz bir sömürgecilik ve işgal ile damgalanmış Amerika, hangi hak ve meşruiyet ile Türkiye'nin onay makamı konumuna oturmaktadır? Ya da Amerika, bir devlet vasfından öte uluslararası hukuk kurumu gibi bir şey mi addedilmektedir de, onun izni olmadan adım atılmaz zehabına kapınılmaktadır? Türkiye Cumhuriyeti devleti bağımsız bir devlet midir, yoksa Amerika'ya bağlı bir sömürge vilayeti midir? Sadece bu söylem, Amerika'nın izni olmadan Türkiye gibi güya büyük ve lider bir devletin kendi vatandaşlarının güvenliğini dahi sağlamaktan aciz olduğu anlamına gelmez mi? Buna göre Amerika nasıl bir müttefik ve nasıl bir stratejik ortaktır?

3. Her fırsatta gücüyle övünen ordunun, aslında Kandil'de büyük bir zayiat verebileceğini ve toplumun buna hazır olması gerektiğini söylemek, gerçekte o büyüklenmelerin koca bir palavradan ibaret olduğuna işaret etmez mi? Amerika veya "İsrail" tarafından satılan veya modernize edilen tüm hava araçlarına ve silah sistemlerine bağımlı olmak demek, gerçekte Amerika yada Yahudi varlığının izni haricinde hareket edilmesinin zaten büyük bir zayiatla sonuçlanacağı anlamına gelmez mi?

İşte tüm bunlardan sonra deriz ki, Uludere olayında istihbaratın kimden geldiği ve vur emrinin kim tarafından verildiği bilgisini, şaşırtıcı bir şekilde gizli tutma gayretleri ile Genelkurmay başkanının bu itirafları gerçek vakıayla örtüşmektedir. Keza düne kadar azgın Suriye kasabı Esed'i tehdit eden devlet yöneticilerinin, Amerikalı yetkililer ile görüşmelerinin akabinde, yaşanan tüm katliamlara kör gözlerle bakıp ölü sessizliğine gömülmeleri de, bu devletin kendi öz iradesinden ve karar alma mekanizmalarından mahrum olduğunu göstermektedir. Bu gerçekler, Türkiye yöneticilerinin bütünüyle sömürgeci kâfirlerin dış politikası ekseninde hareket etmek zorunda kaldığını ve kendi savaş uçağını düşürenlerden dahi onlardan izinsiz hesap soramadığını da gün yüzüne çıkarmaktadır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Belli Bir Kişinin İzolasyonu İçin Değil Fasit Rejimin Tümüyle İzolasyonu İçin Birlikte Çalışalım

Yüksek Anayasa Mahkemesi 14.06'da, yani önümüzdeki Perşembe günü, geçmiş dönemde Mısır'daki siyasî hayatı ifsat edenlere dönük siyasî izolasyon yasasına bakacaktır. Halk Meclisi ise siyasi izolasyon yasasını, geçen Nisan ayında benimsemiştir. Bu ise Ömer Süleyman'ın devlet başkanlığı adaylığını açıklamasının ve bunu da Askeri Konseyin onaylamasının ardından gerçekleşmiştir. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı seçim komisyonu, orgeneral Ahmed Şefik'i devlet başkanlığı adaylığından uzaklaştırmış ve sonra da izolasyon yasasının anayasaya aykırı olduğu şeklinde şikayetinin ardından geri dönerek onun seçimlere girmesine izin vermiştir. Bunun ardından seçim komisyonu, anayasal boyutuna bakması için yasayı, Yüksek Anayasa Mahkemesi'ne göndermiştir.

Yargı tercihlerinden biri de Anaya Mahkemesi Komisyonu'nun raporuna göre yasanın, anayasaya aykırı olduğudur. Hatta onun anayasal olduğuna hükmedilse bile Şefik, tekrar seçimlerden uzaklaştırılmayacaktır. Çünkü yüksek komisyonun, devlet başkanlığı seçimlerine dönük kararının ardından şikayetinin kabul edilmesi ve devlet başkanlığı yarışını sürdürmesi yasal bir durum kazanmıştır. Çünkü komisyonun kararları, bazı hukukçuların söylediğine göre anayasa beyannamesinin metniyle güçlendirilmiştir.

Hizb-ut Tahrir / Mısır Vilayeti olarak deriz ki:

1- Bütün çalışmamız,  devrik Mübarek yönetiminin son 10 yılı boyunca bu rejimin koltuğunu işgal eden belirli kişilerin izolasyonu için değil de bu fasit rejimin tümüyle izolasyonu için olmalıdır.

2- Bütün ümmet, bu rejimi ortadan kaldırmak ve İslam akidesinden fışkıran İslamî Hilafet Nizamı'nın olduğu İslam Nizamı'nı tatbik etmek için harekete geçmelidir. Çünkü ümmetin taşıdığı ve İslamî akidesinden fışkıran bütün mefhumların, mikyasların ve kanaatlerin icra varlığı bizzat Hilafet'tir. Dolayısıyla devlete, anayasaya ve yasalara esas olması gereken işte bu akide olduğu gibi onu davranışlarının, mefhumlarının, mikyaslarının ve kanaatlerinin esası kılmayan bir kimsenin insanların işlerinin gözetimini üstlenmesine izin vermeyen de bu akidedir.

3- Nitekim ayaklanmaya katılan bazı siyasî güçler, ayaklanmanın hedeflerinin nizamın başının izolasyonuyla birlikte tamamlanacağını zannederek iktidar rejimine altın bir fırsat vermelerinin yanı sıra ayaklanma meydanlarından erkenden çekildikleri gibi Askerî Konsey ile avenelerinin sürüklediği "demokrasi oyununda" rekabet etmekle meşgul olmaktadırlar. Dolayısıyla onların ölümü, rejimin pisliğine ve hala Mısır'ın siyasî ortamını etkilemeye devam eden Amerika'nın komplosuna yönelik bilinçlerinin zayıf olmasından dolayı olmuştur. Dolayısıyla da bizler, 25 Ocak öncesine geri döndürmeye çalışılmaktadır!

4- Gerek fasit kanunların gölgesinde gerekse de kalıntıları korumakla birlikte ülkenin geleceğini yok etmek için Amerika ile koordinasyon kuran bir liderliğin gölgesinde kurtuluşu ve değişimi nasıl umut edebiliriz? Zira bu, ayaklanmamızın kendisi için olduğu kanunların aşkı için farklı üslupları ustaca kullanmaktır. Dolayısıyla bizim, mahkemenin, bu kanunlar yoluyla katilleri beraat ettirdiğini ve yeniden otoritenin başını devam ettirmeleri ve kendilerini getirenin bizzat oy sandıkları olduğu gerekçesiyle insanlara istediklerini yapmaları için onları "demokratların" rekabetine geri döndürdüğünü görmeliyiz!

Bu ümmetin bütün muhlis evlatlarının, rejimin ve adaleti sağlayamayan, mazluma insaf etmeyen ve sıkıntıdan kurtaramayan kokuşmuş kanunlarının tümüyle devrilmedikçe ayaklanma yolculuğunun tamamlanmayacağını idrak etmelerinin zamanı gelmiştir. Ayrıca İslamî hayatı yeniden başlatmak, Allah'ın şeriatıyla hükmetmek ve bu batıl beşerî kanunları kaldırıp atmak için çalışmak da kaçınılmazdır ki böylece Müslümanlar Allah'ın rızasıyla nimetlendikleri gibi insanlık da İslam'ın hayrıyla nimetlensinler.

فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلا يَضِلُّ وَلَا يَشْقَى* وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى "Her kim Benim hidayetime tabi olursa o sapmaz ve bedbaht olmaz Her kim de zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur ve biz onu kıyamet günü de kör olarak haşrederiz" [Tâha 123 124]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Sömürgeci Haçlılara Sadakatin Sonucu: Daha Fazla Müslüman Kanının Dökülmesidir إذا لَمْ تَسْتَحْي فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ "Haya Etmiyorsan Dilediğini Yap."

Haçlılar ile onların (hükümet ve parlamentodaki) Afganlı stratejist ortaklarının her ikisi de Afganistan'daki masum insanların katledilmesinde ortaktırlar. Nitekim işgalcilerle imzalanan stratejik ittifakların ardından erkekleri, kadınları, çocukları ve yaşlıları da içeren ölü sayıları daha da artmıştır. Bununla birlikte ajan Hamit Karzai'nin, kafir haçlı ile imzalanan stratejik anlaşmadaki ana hedeflerinden biri, bu korkunç kanlı olaylar ile birlikte aynı şekilde Afgan güçleri tarafından yapılan gece saldırılarını durdurmaktır. Ancak imzalanan stratejik ittifak için Afgan parlamentosunun da yardımıyla bu hatalı gerekçelerin tümünün kullanılmasının ardından Lugar, Badghis, Helmand, Kapisa, Kunar ve Paktia şehirlerindeki onlarca Müslüman haçlılar tarafından katledilmiştir.

Allah Celle Celaluhu, mecîd Kur'anında bu gibi şerir eylemler hakkında şöyle buyurmuştur:

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ  "Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma! Ancak Allah, onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor."[İbrahim 42-43]

Ancak meşru olmayan stratejik ittifakın imzalanmasının ardından Lugar şehrinin Azra bölgesinde, ikisi sekiz yaşındaki çocuk ve biri de yaşlı olmak üzere üç kişinin katledilmesinin yanı sıra Helmand şehrinde de üç kızı ve iki oğluyla birlikte bir anne katledildiği gibi Kapisa şehrinde de birçok insan katledilmişlerdir. Ayrıca hükümet komitesinin raporuna göre aynı şekilde Kunar şehrinde sekiz kişi katledildiği gibi Paktia şehrinde de tek bir ailenin sekiz ferdi katledilmiş ve en son olarak da Lugar şehrinin Barki Bark bölgesinde kadınların, çocukların ve yaşlılarında olduğu 18 kişi, muharip haçlılar tarafından iğrenç bir şekilde katledilmişlerdir.

Ancak despot rejimin, tüm bu katliam ve yıkım durumlarına tepkisi, ajan ve köle bir rejimin tepkisi şeklinde olmuştur; zira olayı, nifak dolu kelimelerle kınamış ve bu gibi eylemlerin tekrarının onları işgalci kılacağını açıklamıştır! Dolayısıyla o, bu haçlıların ilk gün bu yana işgalci muharip oldukları çığlığını atan gerçeği anlamaktan gafildir. Zira onlar, Müslüman Afgan topraklarını  sert bir şekilde işgal etmişlerdir.

Hizb-ut Tahrir / Afganistan, Afganistan'daki mücahit İslamî ümmete, her gün katlandığımız ve bundan daha kötüsünün olmasının da imkansız olduğu tüm bu acıların sebebinin, kafir muhariplere olan sadakatin ve kafir demokratik rejimin tatbik edilmesinin bir sonucu olduğu şeklindeki çağrısını yeniler.

Artık bu hain yöneticiler ile efendilerinin tüm politikalarına karşı çıkmanın ve Rabbiniz Celle Celaluhu'nun farzı olmasının yanı sıra bütün İslam ülkelerine refahı, kalkınmayı ve sükuneti getirecek izzetinizin kaynağı olan Raşidi Hilafet'i kurmak için gece gündüz ciddiyetle çalışmanın zamanı gelmiştir. Ayrıca izzetimizi, kanlarımızı ve her şeyden önce de tarihte uzun asırlar var olan vahdetimizi koruyacak olan sadece İslam'ın tatbik edilmesidir. Zira Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

إنّما الإمام جنة يقاتل من ورائه ويتقى به "İmam [Halife] bir kalkandır onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur."

Ve Allah Celle Celaluhu de o kafirler hakkında şöyle buyurmuştur:

وَلاَ يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّىَ يَرُدُّوكُمْ عَن دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُواْ "Onlar eğer güçleri yeterse, sizi Dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." [el-Bakara 217]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER