Pazar, 26 Zilhicce 1446 | 2025/06/22
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Yahudi Varlığının İran Saldırısına Karşı Müslüman Ülkelerin Rejimlerinden Gelen Tepkiler Tam Anlamıyla Yüz Karası ve Utanç Vericidir!

Müslüman ülkelerdeki rejimlerin Yahudi varlığının İran saldırısına verdikleri tepkileri izleyen her Müslümanın yüreği burkuluyor, ümmetin düştüğü bu durum karşısında derin bir üzüntü ve hayal kırıklığı yaşıyor. Tepkiler adeta bir yelpaze gibi: Kimi sadece kınamakla ve esef duymakla yetiniyor. Kimi saldırıların bölgeyi kaosa sürüklemesinden endişeleniyor. Kimi bunu tehlikeli bir tırmanış olarak niteliyor. Kimi meselenin Filistin davasına olumsuz yansıyacağından korkuyor. Kimileri de İran ile Yahudi varlığı arasında arabuluculuk teklif ediyor. En aklı başında olanlar ise sadece sözde destekle yetinip, İran’ın yanında durduklarını ve uluslararası ortamlarda onu savunmaya hazır olduklarını söylüyorlar. Ancak ne var ki, bu açıklamaları yapanlardan bazıları, Yahudi varlığının uçaklarına hava sahalarını açıp İran’ı bombalamasına, katliam yapmasına, yıkıma sebep olmasına ve tek bir kurşuna bile maruz kalmadan görevlerini tamamlayıp üslerine geri dönmesine göz yumuyorlar! Daha da beteri, içlerinden bazıları, Yahudi varlığını vurmak için gönderilen İran füzelerine ve dronlarına karşı kalkan olup Yahudileri bu füzeleri durdurma zahmetinden kurtarmış oldular!

Ey Müslümanlar! Bu ne haldir?! Bu kadar mı düştünüz?! Hilkat garibesi Yahudi varlığının bir İslam ülkesine yönelik saldırısını engellemek için Müslüman ülkelerinin birbirleriyle hayırda yarışırcasına ordularını, füzelerini, tanklarını, toplarını ve askerlerini seferber edip ucube varlığı yeryüzünden silmek yerine utangaç, çekingen, adeta kerhen yapılmış göstermelik kınama ve esefle yetindiklerini görüyoruz! Arabuluculuk tekliflerindeki cüretkârlık ise apayrı bir skandal! Bu teklifi yapan, sanki İslam’la, Müslümanlarla hiçbir bağı yokmuş gibi davranıyor, sanki kendisini tarafsız bir gözlemciymiş gibi lanse ediyor. Beş asır boyunca Hilafet’in başkentliğini yapmış en büyük İslam ülkelerinden birinin lideri olduğunu galiba unutuyor! Filistin ile İran arasında yer alan ve Yahudi varlığı uçaklarının saha sahalarını kullanmasına izin veren Müslüman ülkelerdeki rejimlerin tutumları ise apayrı bir felakettir; Felaketlerin en büyüğü ise İran füzeleri yüzünden Yahudi varlığı havalimanları işleyemez hale gelince, Filistin’e dönen Yahudi vatandaşlarını kendi havalimanlarında ağırlayan rejimlerdir!

Müslüman halkların cihada ve Yahudilerle savaşmaya ne kadar büyük bir özlem duyduğunu biliyoruz. Bunun en net kanıtı, İran füzeleri ve dronları Yahudi varlığının vurmak için başlarının üzerinden geçerken yüzlerinde beliren o saf sevinçtir. Dahası, İran füzelerinin Yahudi varlığında yol açtığı ölümü, yaralanmaları ve yıkımı gören birçok İslam ülkesindeki halkların sokaklara dökülüp kutlamalar yaptığına şahit olduk. İran’ın saldırıları, Yahudi varlığına, Gazze, Filistin, Lübnan, Suriye ve Yemen’de Müslümanlara tattırdığı acının bir benzerini ona tattırmıştır. Nihayet Yahudilerin de tıpkı bizim, cürümleri ve Gazze’de işledikleri soykırım sebebiyle orada verdiğimiz şehitleri ve kayıpları saydığımız gibi, füzeler ve dronlar yüzünden ölülerini, yaralılarını ve kayıplarını saymak zorunda kaldıkları bir gün gelmiştir!

Ey Müslümanlar! Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın şu buyruğunu okuyup duruyorsunuz:

قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ وَيُذْهِبْ غَيْظَ قُلُوبِهِمْ “Onlarla savaşın ki, Allah onları sizin elinizle cezalandırsın, onları rezil rüsva etsin, sizi onlara karşı başarılı kılsın, inananların yüreklerine su serpsin, kalplerindeki öfkeyi yatıştırsın. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bilmekte, hikmetle yönetmektedir.” [Tevbe 14-15] Sizler, Allah’ın sizi Yahudilere karşı zafere ulaştıracağı, kalplerinizi ferahlatacağı ve gönüllerinizdeki öfkeyi dindireceği o günü özlemle bekliyorsunuz. Bilin ki, bu zafer, Yüce Allah’ın kitabında okuduğunuz gibi, ancak O’nun emrettiği şekilde onlarla savaşmakla elde edilecektir. Zafer, kaçınılmaz bir hükümdür ve inancınızın temel bir parçasıdır. Ayeti kerimedeki emir ve cevap, şart ve cevap gibidir, buna göre ayetin anlamı şöyle olur: Onlarla savaşın! Eğer onlarla savaşırsanız, Allah sizin ellerinizle onları cezalandıracak, onları rezil rüsva edecek, sizi onlara karşı başarılı kılacak, yüreklerinize su serpecek ve kalplerinizdeki öfkeyi yatıştıracaktır.

İçinizden biri çıkıp, ‘Yöneticilerimiz bizi Yahudilerle savaşmaktan alıkoyuyor’ diyebilir. Evet doğru. O halde bu durum, asıl görevi Yahudilere ve onların arkasındaki kafirlere uşaklık etmek olan bu Ruveybida yöneticilerden kurtulmak için hep birlikte hareket etmemiz gerektiğini gözler önüne seriyor. Hizb-ut Tahrir, halkına asla yalan söylemeyen bir öncüdür, Nübüvvet metodu üzere Hilafet projesinin sahibidir. Hizb-ut Tahrir olarak biz, sizi bu yöneticilerden kurtulmak ve Raşidi Hilafet’i ikame etmek için bizimle birlikte çalışmaya ve bize nusret etmeye çağırıyoruz. Hadi Yahudiler ve sömürgeci kafirler ile savaşmak ve ucube Yahudi varlığının ortadan kaldırmak gibi Allah’ın sevdiği ve hoşuna gittiği amelleri yapın. Bu bozuk, suni Yahudi varlığını yeryüzünden silin, Allah’ın izniyle ondan hiçbir iz bırakmayın!

  وَلَيَنصُرَنَّ اللهُ مَنْ يَنصُرُهُ إِنَّ اللهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ“Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” [Hac 40]

Devamını oku...

Ey Müslümanlar! Düşmanınız Sizin Gerçek Gücünüzü Sizden Çok Daha İyi Biliyor, Sizden Ölesiye Korkuyor ve Size Karşı Bin Bir Hesap Yapıyor!

Günden güne yaşanan olaylar ve sergilenen tutumlar, başta ucube Yahudi varlığı olmak üzere sömürgeci kafir ülkelerin Müslümanlardan nasıl korktuklarını ve onlara karşı binbir hesap yaptıklarına gözler önüne seriyor. Hilafetin yıkılışının üzerinden yüz yılı aşkın bir süre geçmiş, ümmet lime lime edilmiş, küçücük ajan devletçiklere bölünmüş, fikirleri istila edilmiş, dininden uzaklaştırılmış, servetleri talan edilmiş, sömürgeci kafir güçler İslam topraklarında egemenlik kurmuş, onları zayıf düşürmüş ve aşağılamıştı. Öyle ki, neredeyse bazıları, ‘Müslümanlar artık bir daha asla ayağa kalkamaz!’ demeye başlamıştı. Tüm bunlara rağmen bugün, Batılı liderlerin ve ucube Yahudi varlığı yöneticilerinin İslam’dan korktuklarını gösteren açıklamalar yaptıklarını görüyoruz. Onların bu açıklamalardan, Müslümanların şimdiki perişan hallerinden bile nasıl dehşete ve korkuya kapıldıklarını anlıyoruz.

Örneğin Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël, İran’ın nükleer programından duyduğu endişeleri dile getirerek, bu programın hem sözde “İsrail” hem de Avrupa için bir tehdit oluşturduğunu ifade etti. Hâlbuki İran da, tıpkı diğer İslam coğrafyasındaki ülkeler gibi, İslam’a göre yönetilmemektedir. Hilkat garibesi Yahudi varlığı Başbakanı, savaşın hedeflerine ulaşacağını ve İran’ın oluşturduğu nükleer tehdidi ortadan kaldıracaklarını öne sürdü. Öte yandan AB Komisyon Başkanı von der Leyen, Twitter’da yaptığı açıklamada, Avrupa’nın İran’ın nükleer silah sahibi olmasına kesinlikle karşı olduğunu vurguladı. ABD ise bölgedeki tansiyonun yükselmesinden dolayı periyodik olarak bölgeye askeri sevkiyat yapmaktadır. Amerika, Müslümanlara karşı giriştiği savaşlarda hep Amerika ve Batı’nın ipine sarılan Yahudi varlığını rahatlatmak için en son Nimitz uçak gemisi de dahil olmak üzere savaş gemilerini ve 24 adet yakıt ikmal uçağını bölgeye sevk etmiştir.

Bütün bunlara ek olarak Batılı yetkililer, Müslümanların birliğinden, bir Hilafet Devleti kurmasından ve İslam ülkelerindeki orduların harekete geçirilmesi çağrılarından ne kadar korktuklarını gösteren açıklamalar da yapıyorlar. Çünkü onlar, Müslümanların tek bir devlet çatısı altında birleşmeleri halinde bunun Batı ve uygarlığı için ne büyük bir tehdit oluşturacağını çok iyi biliyorlar ve bu ihtimale karşı her türlü önlemi alıyorlar, hesap üstüne hesap yapıyorlar. Bütün güçleriyle, şeytani hileleriyle, sinsi planlarıyla ve İslam topraklarına yerleştirdikleri hain yöneticiler ve uşaklarıyla, Müslümanların umudu haline gelen Hilafet Devleti’nin kuruluşunu engellemeye çalışıyorlar. Hilafet artık Müslümanların tek umudu, gözlerini ve gönüllerini diktikleri bir hedef hâline gelmiştir. Kuruluşu an meselesidir.

Evet, ey Müslümanlar! Düşmanınız, içinizden bazılarının kendisini tehdit edecek bir silaha sahip olmasından korkuyor. Düşmanınız sizin gerçek gücünüzü biliyor ve asıl kuvvetinizin kaynağının akideniz ve inancınız olduğunu çok iyi biliyor. O akideniz sizi insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet kılmıştır! O akideniz sizi tüm insanlık üzerine şahit kılmıştır. O akideniz, birliğinizi farz, savaşınızı bir, barışınızı bir kılmıştır! O akideniz, varlığınızı yalnızca Allah’a bağlamıştır! Sizler yalnızca O’na güvenir, O’ndan yardım ister ve O’nun yardımıyla düşmanlarınıza karşı zafer elde edersiniz.

Ey Müslümanlar! İçinizden biri ‘Yöneticilerimiz savaşmamıza ve cihat etmemize engel oluyorlar. Ülkelerimizdeki ordular da bu yöneticilerin emrindedir.’ diyebilir. Bu artık içinde bulunduğunuz bu acı durumun sebebini, dünyanın dört bir yanından gelen bir avuç Yahudi karşısında neden yenildiğinizi ve sömürgeci Batılı kâfir devletlerin topraklarınızı nasıl kontrol altına aldığını anlamış olduğunuz anlamına gelir. Öyleyse hadi artık oklarınızı bu Ruveybida yöneticilere yöneltin! Çabalarınızı onların bertaraf edilmesi ve Allah’ın kitabı ve Rasûlü’nün sünnetiyle hükmedecek olan tek bir halifenin atanması üzerine yoğunlaştırın. Hadi Hizb-ut Tahrir’e katılın. Hizb, halkına asla yalan söylemeyen bir liderdir, Hilafet projesinin bayraktarlığını yapmaktadır. Birliğinizi sağlamak, Rabbinizin rızasına nail olmak, kaybettiğiniz izzet ve şerefi geri almak için sizden yardım istiyor! Haydi, ona yardım edin!

Devamını oku...

Filistin ve Keşmir Davasına İhanet ile Amerika’ya Uşaklık Arasında Sıkışıp Kalan Asım Münir, Asrın Firavunu Trump’la Ne Görüşebilir ki?

Amerika’nın bölgedeki kirli uzantısı Yahudi varlığı vasıtasıyla Müslüman komşusu İran’a savaş açtığı bir dönemde, ABD Başkanı Donald Trump, 18 Haziran 2025 Çarşamba günü Pakistan Genelkurmay Başkanı’nı Beyaz Saray’da benzeri görülmemiş bir öğle yemeğinde ağırladı. Görüşmenin zamanlamasının yanı sıra diplomasi teamüllerine aykırı olarak tarihte ilk kez bir Pakistanlı general, yanında tek bir sivil yönetici bile olmadan bir ABD Başkanı tarafından ağırlanmıştır. Bu durum, masadaki konunun ne kadar hassas ve görüşmenin ne kadar kritik olduğunun açık bir kanıtıdır ve kuşku uyandırıcıdır.

İran’a karşı yürütülen savaşın baş aktörünün Amerika olduğu hakikatine karşı sergilenen bu tavır, ya derin bir gafletin ya da bilinçli bir tahrifatın eseridir. Pakistanlı bazı yetkililer ve sözde uzmanlar, Washington’daki Pakistan büyükelçiliğinin zaten İran’ın diplomatik hamiliğini üstlendiği gerçeğini bilmelerine rağmen Asım Münir’in Trump’a, ‘İsrail’ safında harbe girmemesi yönünde telkinde bulunacağı ve ateşkes için zemin yoklayacağı gibi temelsiz bir beklenti pazarlamaktadırlar. Şu hâlde sormak gerekiyor: Asım Münir’in Washington’a gidişinin asıl gayesi gerçekten de savaşı durdurmak mıdır? Böyle bir gücü var mı? Daha da önemlisi, Trump’ın karşısında böyle bir talepte bulunacak pozisyonda mı ki?

Arapça bir deyiş vardır: “Zekilere karşı zekâ taslamak, düpedüz aptallıktır!” Ve işin doğrusu şu ki, maalesef, Trump bu yüzyılın Firavunu olduğunu sanacak kadar kendinden geçmiş durumda. Trump’ın karakteri, kendi sadık adamlarından bile nasihat kabul etmeyecek kadar kibirli ve buyurgandır. Amerika’nın çıkarları özellikle de Yahudi varlığının bölgedeki hâkimiyeti artık o kadar açık bir gerçektir ki, üzerine konuşmak bile gereksizdir. ABD’nin ‘hayati ve stratejik’ olarak gördüğü bu çıkarlar ne arabuluculuğa izin verir ne de en ufak bir tavize! Pakistan rejiminin sözcülerinin Asım Münir’e sahip olmadığı ve hak etmediği bir statü biçmeye çalışması boşuna!

Geçen ay yaşanan çatışmalarda, Pakistan ordusunun ‘şahinleri ve aslanları’ karşısında ağır kayıplar vererek kan kaybına uğrayan Hindistan’ın imdadına Amerika’nın yetiştiği ve bir ateşkes sağladığı görüntüsü verilmişti. Nitekim Trump, Güney Asya’daki iki nükleer komşunun Amerikan arabuluculuğuyla ateşkese vardığını iddia etmişti. Ne var ki, Hindistan Dışişleri Bakanı Vikram Misri, bizzat Başbakan Modi tarafından Trump’a aktarılan bilgiyi kamuoyuyla paylaşarak bu Amerikan anlatısını çürütmüş ve hakikati gözler önüne sermişti. Misri, Başbakan Modi’nin salı akşamı Trump’a, Mayıs’taki dört günlük savaş sonrası sağlanan ateşkesin ABD’nin araya girmesiyle değil, iki ordunun kendi aralarındaki doğrudan görüşmeleriyle gerçekleştiğini bildirdiğini açıklamıştı. Pakistan, Vikram Misri’nin açıklamasını yalanlamadı, sessizlik, aslında itiraftır. Bu sessizlik, cephede kazanılan onurlu bir zaferin, masada teslimiyetle nasıl yok sayıldığını ortaya koyuyor. Belli ki zafer, sahadaki kahramanlarındı, ihaneti imza atanlar ise yöneticilerdi. O halde aklı başında bir insan, Asım Munir’in İran’a yönelik saldırıyı durdurmak için Washington’a gittiğine gerçekten inanabilir mi? Kaldı ki aynı kişi, Pakistan’ın Hindistan karşısındaki zaferini bile heba etmedi mi?

Pakistan’daki rejimin borazanlar ile ‘yetkili ve uzman’ geçinenler şunu iyi bilmelidir ki, Asım Munir’in Trump’ı ziyaretinin amacı, ne yazık ki, Amerika’nın İran rejimini devirme planına destek vermekten başka bir anlama gelmez. Ne kadar acı olsa da gerçek bu; Pakistan yönetiminin geçmişte Afganistan ve Irak’ta oynadığı rolün bir benzeridir bu. Aslında bu, Keşmir meselesinde Amerika’nın müttefiki Hindistan’a teslim olmakla ve Mübarek Filistin topraklarında Amerika ile Yahudi varlığının işlediği suçlara tamamen sessiz kalmakla gösterilen körü körüne itaatin aynısıdır. Bu ziyarette asıl korkulması gereken şey, İran dosyası halledildikten sonra sıranın Pakistan’ın nükleer programına gelmesidir. Bu ziyaret, bu karanlık senaryonun bir parçası olabilir.

Ey Pakistan ordusunun samimi subayları! Ey Pakistan Müslümanları! Keşmir’deki zaferi heba eden bu yönetime asla güven olmaz; Şunu aklınızdan çıkarmayın: Asım Münir’in Trump’la görüşmesi, küfrün başı olan Amerika’dan emir ve talimat alma seansından başka bir şey değildir! Bu yüzden onlara karşı uyanık olun! Ve Yüce Allah’ın şu sözünü hatırlayın:

وَلَا تُؤْمِنُوا إِلَّا لِمَنْ تَبِعَ دِينَكُمْ قُلْ إِنَّ الْهُدَى هُدَى اللهِ“Sizin dininize uyandan başkasına inanmayın” (dediler). De ki: “Şüphesiz hidayet, Allah’ın hidayetidir.” [Ali İmran 73] Bilin ki, sizin ve tüm ümmetin kurtuluşunun tek yolu, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilâfet’i kurmaktır! O halde geç olmadan Hizb-ut Tahrir’in saflarına katılın ve Hilafetin kurulması için ona nusret verin! Unutmayın! İran’dan sonra hedef Pakistan’dır! Yahudi varlığı batıdan, Hindistan doğudan bu bölgeyi yutmak için hazırlık yapıyor! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

فَسَتَذْكُرُونَ مَا أَقُولُ لَكُمْ وَأُفَوِّضُ أَمْرِي إِلَى اللهِ إِنَّ اللَّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ“Siz, benim size söylediklerimi hatırlayacaksınız. Ben bütün işlerimi Allah’a bırakıyorum. Şüphesiz Allah kullarını çok iyi görendir.” [Mümin 44]

Devamını oku...

Allah, Zalimlerin Yaptıklarından Asla Gafil Değildir

Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَلَا تَحْسَبَنَّ اللهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الْأَبْصَارُ“Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” [İbrahim 42]

Kırgızistan’da güvenlik birimlerinin son operasyonlarında, aralarında organize suç örgütü mensuplarının da bulunduğu çok sayıda şüpheliyi gözaltına aldığı görülüyor. Şüpheliler hakkında suç çetesi üyeliği, yolsuzluk, adam öldürme gibi çeşitli iddialar bulunuyor. Şayet söz konusu kişiler gerçekten bu suçlara karışmışlarsa, İslam şeriatine göre de suçlu sayılırlar. Ne var ki öte yandan, hiçbir suça karışmamış bazı kişilerin sadece Allah’ın dinine davet ettikleri ve “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için gözaltına alındıklarına da tanıklık ediyoruz. Dahası bu insanlar, sanki azılı birer canilermiş gibi vahşice gözaltına alınmakta ve ardından da ‘modern’ dedikleri türlü eziyetin ve insafsızca dayağın kol gezdiği zindanlara atılmaktadırlar. Gözaltına alınanlar Hizb-ut Tahrir üyeleridir. Onlara zulmedenler ise hükümet yetkilileri ve güvenlik güçleridir.

Küresel egemenliği elinde bulunduran Batılı sömürgeci güçler, İslami hareketleri hedef almak ve İslam’a savaş ilan etmek için ‘terör’ ve ‘aşırılık’ gibi yapay kavramlar geliştirmişlerdir. Müslüman ülkelerinde ise, uşaklıkta maharetli kukla yöneticiler, kafir efendilerinin gönlünü hoş tutmak için terör ve aşırıcılıkla mücadele yasaları icat etmişlerdir. Netice itibarıyla, Allah’ın dinine çağıranlar, laik demokratik devletlerin belirlediği ‘kalıpların’ dışına çıkarak ‘suçlu’ ilan edilmekte; onlara ‘terörist’ ve ‘radikal’ yaftası yapıştırılmaktadır.

Aslında bu, tağuti sistemlerin Allah’ın diniyle olan tarihsel çatışmasının bir parçasıdır. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, Kur’an-ı Kerim’de geçen Firavun kıssasıdır. Firavun, sahip olduğu güç nedeniyle öyle bir kibre kapılmıştı ki uluhiyet iddiasında bulunmasına kadar varmıştı.

فَحَشَرَ فَنَادَى * فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمْ الْأَعْلَى“Derken (Firavun) adamlarını topladı ve onlara seslendi. Ben sizin en yüce rabbinizim, dedi.” [Nâziât 23-24]

Günümüzdeki kafir ülkelerin liderlerinin, Firavun’dan hiçbir farkları yoktur. Firavun döneminde, sihirbazlar Musa Aleyhisselam’ın mucizesini görünce iman etmişler, bunun üzerine Firavun onlara şöyle demişti:

آمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ“Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz?” [Taha 71]

Bugünün küfür önderleri de insanlara kendi hevâlarına uygun bir inancı öğretmekte ve insanlara “İnsan istediği dine inanabilir.” demektedirler. İsteyen ateşe, isteyen putlara, isteyen de sadece Allah’a kulluk edebilir. Tek şart, bunun inanç özgürlüğü kapsamında, demokratik yasalara uygun olması ve dini ibadetlerle öğretilerin demokrasi ilkeleriyle çelişmemesidir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

قَالَ فِرْعَوْنُ مَا أُرِيكُمْ إِلَّا مَا أَرَى وَمَا أَهْدِيكُمْ إِلَّا سَبِيلَ الرَّشَادِ“Ben size sadece kendi gördüğümü gösteriyorum; sizi ancak doğru yola götürüyorum.” [Mümin 29]

Firavun, bu başkaldırı karşısında hiddete kapılarak büyücüleri en ağır cezalara çarptırmakla tehdit etmiş, onları işkenceden geçirip katledeceğine ve çarmıha gereceği tehdidinde bulunmuştur:

فَلَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِي جُذُوعِ النَّخْلِ وَلَتَعْلَمُنَّ أَيُّنَا أَشَدُّ عَذَاباً وَأَبْقَى“Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da sizi hurma kütüklerine asarak çarmıha gereceğim. O zaman hangimizin azabı daha çetin ve daha kalıcıymış, mutlaka bileceksiniz!” [Taha 71] Firavun, dediğini yaparak büyücüleri katletmiştir. Ancak onlar, Allah’a birer şehit olarak kavuşuncaya dek imanlarından asla dönmemişlerdir. Firavun’un tehditleri, ne Hakk’a tabi olmalarına ne de bu yolda sebat göstermelerine engel olabilmiştir. Böylece Firavun’un azabı, iman edenlerin imanı karşısında zayıf kalmış, Firavun’un zulmü, onları Hak yoldan ve imandan döndürmeye yetmemiştir.

Aslında Allah, tarihte Firavun’u sınadığı gibi bugün de Donald Trump, Vladimir Putin ve Şi Cinping gibi zorba liderleri, sahip oldukları güç ve görkemli iktidarlarıyla sınamaktadır. Dolayısıyla onların kibri de Firavun’un kibrinden farksızdır ve onları bekleyen son da Firavun’un akıbetinden farklı olmayacaktır. Ne var ki İslam, onların o boş gururlarını ve azametlerini yerle bir etmeye muktedirdir. Zira İslam’ın varlık gayesi, bu tiplerin bozgunculuğuna son vermek ve beşeriyeti onların zalim pençesinden kurtarmaktır.

İşte Batı’nın o büyük tiranlarının acınası hali bundan ibarettir. Peki, o büyük zorbaların sahip olduğu güce dahi sahip olmayan bizim yöneticilerimiz, İslam’a savaş açarak ne elde etmeyi umuyorlar? Neden dinlerini kâfir efendilerinin dünyası uğruna satıyorlar? Dinlerini, efendilerinin küçümsediği ve “bir darbeyle yok olur” dedikleri o değersiz makamlar uğruna mı satıyorlar?

Evet, insanın tabiatında egemenlik kurma arzusu vardır; bu, hayatta kalma içgüdüsünün bir parçasıdır. Ancak bu içgüdü Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın emir ve yasaklarıyla sınırlandırılmazsa, insanı sapkınlığa götürür. Sık sık hükümet yetkililerinin ‘halka hizmet ettiklerini’ iddia ettiklerini duyuyoruz. Oysaki gerçekte halkı sadece iktidara gelmek ve iktidarda kalmak için kullanıyorlar. Sıradan, insani duygularla yapılan küçük bir yardım, bir devletin halka hizmet ettiği anlamına gelmez. Devlet düzeyinde “ilerleme” gibi sunulan birçok şey, gerçekte sadece hükümetin konumunu güçlendirmeye yönelik hizmetlerden ibarettir.

Ey yetkililer! Evet belki siz İslam’ın hükümlerini uygulama niyetiyle iktidara gelmediniz. Ama bir düşünün: Tarih nice firavunlar ve nice imparatorlar görmüştür, hepsi de yok olup gitmiştir... Onlar dünyada sadece birkaç yıl hüküm sürmüşlerdir; fakat cehennemdeki azapları ebedî olacaktır... Sizin saltanatınız onlarınkinin yanına bile yaklaşamaz, ama sakın ha, çekeceğiniz azap onlarınki gibi olmasın!

Zira sizler Müslümanları haksız yere tutukladınız, onlara işkenceler yaptınız. Tut ki arada bir birkaç kişiyi makamından ettiniz. Sanıyor musunuz ki bu yaptığınız bir işe yarayacak? Böyle yaparak kâfir efendilerinize yaranacağınızı mı sanıyorsunuz? Saddam Hüseyin, Muammer Kaddafi ve Beşşar Esed gibi meslektaşlarınızın sonundan hiç mi ders çıkarmıyorsunuz? Halkın çoğunluğunu hoşnut ettiğinizi mi sanıyorsunuz? Sanmayın ki bu hataya düşen ilk sizsiniz! Akayev de, Bakiyev de, başkaları da o çoğunluğun gönlünü kazanabileceklerini sandılar ama sonları malum... Bu toplumun mayası kapitalizmle yoğrulmuştur! O kâfirler sizden devamlı bir menfaat görmediği müddetçe, sizden ebediyen razı olmayacaklar, bunu böyle bilin!

Kaldı ki, bu davaya gönül verenlerin hepsini asla yollarından alıkoyamayacaksınız. Çünkü davasında ve imanında sebat gösteren müminler, sayıları zamanla azalıp artsa da, Kıyamet Günü’ne kadar daima var olmaya devam edeceklerdir. Onlardan sonuncusu ruhunu teslim ettiğinde, artık dünyanın da sonu gelmiş demektir. Fakat bu çağda, İslam’ın yeniden yükselişine ve Allah’ın vaadi ve Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi gereğince İslam Devleti’nin ayak seslerine tanık olduğumuz şu günlerde, bir fert davasından çekilecek olsa, binlercesi onun yerini doldurmak için yemin eder. Bir yiğit şehit olsa, şehadet şerbetini içmeye hazır binlercesi sıraya girer! Bunun en canlı örneğini, Hizb-ut Tahrir’in bugüne kadar verdiği şehitlerin şahsında bizzat gördünüz.

Kâfir efendilerinize yaranmak için İslam’a karşı çıkardığınız o yasalara daha ne kadar sarılmaya devam edeceksiniz? Efendileriniz öyle istedi diye daha düne kadar Taliban’a ‘terörist’ yaftasını yapıştıran siz değil miydiniz? Şimdi de, yine o efendileriniz öyle istediği için Taliban hükümetini tanıdığınızı ilan ediyorsunuz. Bunu kendi özgür iradenizle yapmaktan aciz misiniz? Yoksa sizin, ‘iyiliği emredip kötülükten alıkoymaktan başka bir suçu olmayan o gençleri tutuklamaktan vazgeçme özgürlüğünüz de mi yok?

Ey hükümet yetkilileri! Size, birer Müslüman kardeş olarak şunu hatırlatmak istiyoruz: Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

فَوَيْلٌ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْ عَذَابِ يَوْمٍ أَلِيمٍ “Elem dolu bir günün azabından dolayı, o zulmedenlerin vay hâline!” [Zuhruf 65] Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir hadisi kutside şöyle buyurdu: يَا عِبَادِي إِنِّي حَرَّمْتُ الظُّلْمَ عَلَى نَفْسِي وَجَعَلْتُهُ بَيْنَكُمْ مُحَرَّمًا فَلَا تَظَالَمُوا“Ey kullarım! Ben zulmü kendi nefsime haram kıldı. Onu sizin aranızda da haram kıldı. Birbirinize zulmetmeyin.” Yine Rasûlullah SallAllahu Aleyhi Sellem şöyle buyurdu:

اتَّقُوا الظُّلْمَ فَإِنَّ الظُّلْمَ ظُلُمَاتٌ يَوْمَ الْقِيَامَةِ“Zulümden sakınınız. Çünkü zulüm, kıyamet gününde (zalime) zifiri karanlık olacaktır.” [Müslim] Dolayısıyla ey hükümet yetkilileri ve güvenlik güçleri! Hizb-ut Tahrir gençlerine reva gördüğünüz bu zulümden dolayı derhal Allah’a tövbe edin! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

إِلَّامَنْظَلَمَثُمَّبَدَّلَحُسْناًبَعْدَسُوءٍفَإِنِّيغَفُورٌرَحِيمٌ“Ancak kim zulmeder de sonra (yaptığı) kötülüğün yerine iyilik yaparsa bilsin ki şüphesiz ben çok bağışlayıcıyım, çok merhamet edenim.” [Neml 11]

Ey Kırgızistan Müslümanları! Muhammed Ümmeti’nin bir ferdi olarak bu zulme şahit olan sizlere sesleniyoruz: Ey Müslümanlar! Eğer bu zalim hükümeti zulmünden dolayı hesaba çekmezseniz, onların küstahlığı, zulmü ve taşkınlığı daha da artacaktır! Eninde sonunda, bu zulüm ve zorbalık her birinizin kapısını çalacaktır.

Ve yukarıda zikredilen Firavun kıssasında, hükümet yetkililerine ek olarak, sizin için de bir ibret vardır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

فَلَمَّا آسَفُونَا انتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ * فَجَعَلْنَاهُمْ سَلَفاً وَمَثَلاً لِلْآخِرِينَ“Bizi öfkelendirdiklerinde, onlardan intikam aldık ve hepsini suda boğduk. Sonra onları geçmiş bir ibret ve sonrakiler için bir örnek yaptık.” [Zuhruf 55-56]

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَاصَّةً وَاعْلَمُوا أَنَّ اللهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır.” [Enfal 25] Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurdu:

إِنَّ اللهَ لَا يُعَذِّبُ الْعَامَّةَ بِعَمَلِ الْخَاصَّةِ حَتَّى يَرَوُا الْمُنْكَرَ بَيْنَ ظَهْرَانَيْهِمْ وَهُمْ قَادِرُونَ عَلَى أَنْ يُنْكِرُوهُ فَلَا يُنْكِرُوهُ، فَإِذَا فَعَلُوا ذَلَكَ عَذَّبَ اللهُ الْخَاصَّةَ وَالْعَامَّةَ“Şüphesiz ki Allah, genel halkı özel bir grubun işlediği günah yüzünden -o kötülüğü aralarında açıkça görüp de onu inkar etmeye güçleri yettiği halde inkar etmediği sürece- cezalandırmaz. Ne zaman ki böyle yaparlar işte o zaman Allah hem özel grubu hem de genel halkı cezalandırır.”

Bu sebeple, ey Kırgızistan Müslümanları! Ey insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmetin evlatları! Sizi, zalimlerin zulmüne karşı durmaya, zulümlerini durdurmaya ve onları yaptıkları zulümden dolayı hesaba çekmeye çağırıyoruz. Bizim görevimiz sizi Allah’ın gazabından sakındırmaktır ve şüphesiz Allah buna şahittir.

Şimdi de çağımızın gerçek kahramanlarına sesleniyoruz: Ey İslam daveti taşıyıcıları! Sizler, ateist sistemlerde yetişmiş olsanız da, aklınızı kullanarak gerçeği buldunuz ve iman edenlerin safına katıldınız. Artık siz, İslam’ı sadece bir inanç değil, bir fikir ve yöntem olarak öğrenip ona uygun yaşayan sadık Müslümanlarsınız. Nice Müslüman hâlâ bu hakikati tam kavrayamazken, sizler bu yola baş koydunuz! Artık biliyorsunuz ki nihai hedefiniz yalnızca Allah’ın rızasıdır. O’nun rızasını elde etmenin yolu ise şeriatını uygulamaktan geçer. İslam şeriatının tam olarak uygulanabilmesi için bir İslam Devleti’nin gerekliliği konusunda hiçbir şüpheniz kalmamıştır. Günümüzde Allah’ın rızasını kazanmanın en büyük yolunun, en önemli farz olan Hilafet’i yeniden tesis etme mücadelesi olduğunu içselleştirdiniz Allah Subhânehu ve Teâlâ bize, dünyada zaferi, ahirette ise cenneti vaat etmiştir. Bu yolda canını feda edenlere şehadet mertebesi verilecektir. İmanınıza kuvvetle tutunduğunuzda, şehadet rüzgârının sizi savurmasını özlemle beklediğinizi göreceksiniz! Ufkunuzu ilahi davaya diktiğinizde, sabrın engin sularında, huzurun kollarında ve yakînin ışığında bulacaksınız kendinizi! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ“Andolsun, Biz onlardan öncekileri de sınamıştık. Elbette Allah, doğruları da ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.” [Ankebut 3] Yine Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَعْبُدُ اللهَ عَلَى حَرْفٍ فَإِنْ أَصَابَهُ خَيْرٌ اطْمَأَنَّ بِهِ وَإِنْ أَصَابَتْهُ فِتْنَةٌ انقَلَبَ عَلَى وَجْهِهِ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةَ ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ“İnsanlardan kimi Allah’a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyanın ta kendisidir.” [Hac 11]

  وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنْ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنْ الْأَمْوَالِ وَالْأَنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرْ الصَّابِرِينَ * الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.” [Bakara 155-157]

أَلَا إِنَّ أَوْلِيَاءَ اللهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ * الَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ * لَهُمْ الْبُشْرَى فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ لَا تَبْدِيلَ لِكَلِمَاتِ اللهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır. Dünya hayatında da, ahirette de müjde onlaradır. Allah’ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. Bu büyük başarıdır.” [Yunus 62-64]

إِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْأَشْهَادُ * يَوْمَ لَا يَنْفَعُ الظَّالِمِينَ مَعْذِرَتُهُمْ وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ “Şüphesiz ki, Rasûllerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz. O gün zalimlere, mazeretleri fayda vermez. Lânet de onlaradır, kötü yurt da onlaradır.” [Mümin 51-52]

Devamını oku...

Siyaset Salonu Toplantısına Davet

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Basın Bürosu, ‘Siyaset Salonu’ başlıklı periyodik bir etkinlik düzenlemektedir. Etkinliğe medya mensupları, siyasetçiler ve kamuoyuyla ilgilenen herkes davetlidir.

Siyaset Salonu’nun bu ayki ilk oturumunda, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Encümen Üyesi Avukat Hatim Cafer konuk edilecektir. Hatim Cafer, oturumda “Trump’ın Politikaları ve İslam Ümmetinin Kalkınması Üzerindeki Etkisi” konusunu ele alacaktır.

Etkinlik, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmî Sözcü Yardımcısı Muhammed Cami (Ebu Eymen) moderatörlüğünde gerçekleştirilecektir.

Tarih: 25 Zilhicce 1446 / 21 Haziran 2025 Cumartesi Saat: 13.00

Yer: Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Port Sudan Bürosu, El Azama Mahallesi, Stad Caddesi, Stadın Doğu Tarafı.

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü

Devamını oku...

Kuşatmayı Kırma Konvoyundan, Kısıtlamaları Kırma Ve Orduları Harekete Geçirme Konvoyuna!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Kuşatmayı Kırma Konvoyundan, Kısıtlamaları Kırma Ve Orduları Harekete Geçirme Konvoyuna!

Haber:

9 Haziran Pazartesi günü Tunus'tan bir yardım konvoyu, Libya ve Mısır'dan geçerek Refah sınır kapısına ulaşmak için yola çıktı.

Yorum:

Müslüman ülkelerde olaylar hızlanıyor; zira Gazze'deki kardeşlerimizin yaşadığı acılar ve aylardır süren kuşatmanın gölgesinde, ablukayı kırmak için bir yardım konvoyu yola çıkıyor.Bu konvoy, Müslümanlar tarafından büyük destek ve coşkuyla karşılandı; zira bu konvoy, yöneticilerden ve partilerden izole olmuş aynı inanç ve duyguları paylaşan ancak araları zayıf sınırlarla ayrılmış ve Yahudi varlığını koruyan yöneticiler tarafından zincirlenmiş halklardır.Müslümanlara yardım etmek farz olup Kabe'nin yıkılması, Allah Azze ve Celle katında bir Müslümanın kanının dökülmesinden daha hafiftir; peki ya düşman tarafından işkenceye maruz kalıp kanları ihlal edilen ve sadece okunup kaydedilen istatistiklere dönüşen binlerce şehit olursa nasıl olur acaba?!

Bu meselenin üzerinde nesiller yetişti ve onun yükünü taşıdılar ama eksik olan halka, Gazze'ye nasıl yardım edeceğimizdir.Müslümanlar olarak bizler, bu Tunuslu, bu Filistinli, bu da Libyalı diyoruz... Bu sözler doğru değildir... Oysa bizler tek bir ümmetiz ve Filistin, bu vücudun azalarının bir parçasıdır; peki vücudun bir azası acı çekiyorken beden nasıl sağlıklı olabilir ki?!

Nitekim Aksa Tufanı, hainlerin ve münafıkların ayıplarını ifşa etmiş ve aşağıdakileri açıkça ortaya koymuştur:

1- Zafer, kemmiyete (sayıya) bağlı değildir; zira bizler, gücünü Allah Azze ve Celle'ye olan ihlastan alan bir ümmetiz.كَم مِّن فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإذْنِ اللهِ واللهُ مَعَ الصَّابِرِينَNice az sayıda topluluk Allah'ın izniyle çok sayıdaki topluluğa galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.” [Bakara 249] Dolayısıyla zafer, azınlıkla da elde edilebilir; zira çok az sayıdaki muhlis bir grup Yahudi varlığını korkutmuş ve ona acılar tattırmıştır; nitekim onda görmüş olduğumuz çırpınışlar, sinirlerini kontrol edemeyen bir delinin histerik tepkisidir.

2- Gösteriler ve yürüyüşler değişim için bir yol değildir, aksine orduları harekete geçirmek amacıyla yöneticilere baskı yapmanın bir aracıdır; zira halkları harekete geçirme gayesini belirleyen kimse ile sadece bir faydası ve zararı olmayan, dahası faydasından çok zararı olan sloganlar atmak için sokağa çıkan kimse arasında fark vardır! Duygular, imanî bir atmosferin ortasında fikre tabi olmalıdır; yani muğlak, müphem ve sınırlı olmayan sloganlar için gösteriler yapmak bu anlamı taşımaz.Zira Filistin, tüm Müslümanların meselesi olup dostlukla ya da kâfirlerle el ele vererek ümmetin bağrına geri dönmeyecektir.Çünkü zorla gasp edilen bir şey, ancak zorla ve orduların gücüyle geri dönecektir.Ancak bazıları, bu orduların zayıf olduğunu ve küfrün başındakilere karşı koyamayacaklarını veya direnemeyeceklerini söylüyorlar.Bu ise gerçeklikten tamamen uzak olan bir sözdür;zira istatistiklere göre İslam ümmeti dünyanın en güçlü ordularına sahiptir ve tek bir ordu bile Yahudi varlığını tamamen yok etmeye muktedirdir ancak önündeki gerçek engel yöneticilerdir.

3- Müslümanların başındaki yöneticilerin rolü kötüdür; zira kınama ve eleştirmekle sınırlı kalıp en fazla yaptıkları şey, ateşkes veya iki devletli çözüm talep etmektir ki bu da zımnen Yahudi varlığını bir devlet ve sınır olarak kabul etmek anlamına geliyor!İşte burada zamanın silemediği bir başarısızlık yatmaktadır;zira Yahudilere yardım gönderen, onlara yardım eli uzatan, onlarla normalleşen, sonra da Filistin karanlık bir gecede yok oluncaya kadar milliyetçilik, Arapçılık ve barış gibi zehirli söylem ve ifadelerle halklarını razı etmek amacıyla Filistin için ağlıyormuş gibi yapan bizzat bu yöneticilerdir.

Direniş konvoyu, Sisi ve tahtını bir teste tabi tutacaktır; zira ya konvoyun geçişine izin verecek ki bu onu, efendileriyle başını derde sokacaktır, ya da konvoyu durduracaktır ki bu da onun varlığını tehdit edecek ve sadece onu halkıyla karşı karşıya getirmeyecek, aksine aynı zamanda bölgede ve tüm dünyadaki manşetleri değiştirecek bir ateşin kıvılcımı olacak.

Dolayısıyla yöneticiler üzerinde baskı kuran, kamuoyunu aydınlatan ve ümmet arasında bir bilinç yayan tüm araç ve yöntemler olumlu bir adımdır;zira ümmet arasında genel bilince dayalı bir kamuoyu oluşmadıkça, bir değişim olmayacaktır; işte o zaman devletin kurulması için gerekli unsurlar oluşacak, meşale, güç ve kuvvet sahibi muhlis kişilere teslim edilecek, onlar da zincirleri kırıp Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet olsun diye bu zorba yönetimini ortadan kaldıracaklardır.

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Zeyneb Bint Rahuma

Devamını oku...

Fadi Sakr: Suriye'deki Savaş Suçlularını Kurtarmanın Sponsoru ve Kapısı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Fadi Sakr: Suriye'deki Savaş Suçlularını Kurtarmanın Sponsoru ve Kapısı!

Haber:

Birkaç gün önce, Esad rejimine bağlı “Ulusal Savunma” milislerinin liderlerinden biri olan Fadi Sakr, suça karışanların serbest bırakılmasına aracılık ettiği görülen bir video kaydında ortaya çıktı.2025 yılının Şubat ayının dördünde, Şam dikkat çekici bir olaya tanık oldu; zira Suriye'nin eski İçişleri Bakanı ve sistematik baskı politikasının mimarı olan General Muhammed Şaar, saklandığı yerden çıkarak kendini gönüllü olarak Genel Güvenlik Müdürlüğü'ne teslim etti.Daha sonra bir televizyon röportajında ortaya çıkarak, Esad rejiminin işlediği ihlallerin hiçbirinin üzerinde sorumluluğunun olmadığını açıkladı.

Yorum:

Olanlardan bahsetmeden önce, “Kurda güven olur mu?” ve benzerleri gibi vakıaya intibak eden atasözlerini sormadan önce, Tunus ve Mısır'daki daha önceki deneyimlerden bahsetmeden önce, Hasan Sofan'ın konuşmasında hazırladığı “liderlik vizyon olarak daha geniştir” sözünden bahsetmeden önce -ki bu sözü biz, devrimi ilan ettiğimiz günden itibaren arkamıza attık... Biraz “Menakıp!” (Erdemli) sayın katil Muhammed Şaar'dan ve uzlaşma ve iç barışın kapısı olan Fadi Sakr'dan bahsedelim.

“Muhammed Şaar, Mart 2011'de Suriye'nin en üst düzey güvenlik karar alma organı olarak kurulan “Kriz Hücresi"nin bir üyesiydi; bu hücre, göstericilere karşı suç niteliğindeki güç kullanımının sınırlarının çizilmesinde önemli bir rol oynamıştır ve Şaar bu hücrenin temel bir üyesiydi.

2011 ve 2012 yılları arasında, slogan adıyla imzalanmış belgeler ve talimatlar sızdırılmış ve bu belgeler, siyasi güvenlik şubelerine, göç ve pasaport idarelerine ve nüfus kayıtlarına yönelik sözlü emirlere işaret ediyordu.Bu talimatlar arasında “tutuklama kotalarının” belirlenmesi, muhalefet destekçilerinin takip edilmesi ve zorla kaybedilen kişilerin bulunması yer alıyordu.

Muhammed Şaar döneminde, yani Nisan 2011 ile Ekim 2018 arasında bakanlık, geleneksel görevlerini yerine getirmekten, despot bir otoriteye hizmet eden kapsamlı bir güvenlik rolüne geçiş yaptı. İdari ve güvenlik işlevlerinin Şaar'ın liderliğinin altında birleştirilmesi, Esad yönetiminin uygulamalarında niteliksel bir dönüşümü temsil ediyordu. Dolayısıyla geleneksel otoriter rejimlerin, gizli polis ve sivil idare arasında sembolik bir ayrım yaptıkları bir sırada, “Esad'ın Suriye'si” bu iki taraf arasında tam bir bütünleşme sağlamıştır.

Suriye İnsan Hakları Ağı'nın belgelerine göre, teorik olarak belge düzenlemekle görevli olan Göç ve Pasaport Dairesi, 73'ü resmi "güvenlik düzenlemeleri" almış olanlar olmak üzere 1.608 sivili tutuklayan bir güvenlik aygıtına dönüşmüştür.Ayrıca doğum ve ölüm kayıtlarını tutması gereken nüfus daireleri de, zorla gözaltına alınanları gizlemek için kayıtlarda sahteciliğe karışmıştır.

Siyasi faaliyetlerin izlenmesinden sorumlu olan Siyasi Emniyet Müdürlüğü'nün çalışma alanı, tüm devlet dairelerinde varlığını hissettirecek şekilde genişlemiştir.Geleneksel olarak adi suçlarla ilgilenen kriminal güvenlik birimlerine, muhalif faaliyetleri damgalamak için sıklıkla kullanılan bir nitelendirme olan “terör” soruşturması için yeni yetkiler verilmiştir.

Suriye İnsan Hakları Ağı, doğrudan İçişleri Bakanlığı'na atfedilen toplam 256.364 ihlali belgelemiş olup bu rakam, otoriter rejim altındaki belgeleme zorlukları göz önüne alındığında, gerçek rakamdan daha az olabilir.Gösterilerde ölen sivil sayısının 10.542 olması, sadece kalabalığı kontrol etmedeki başarısızlığı değil, öldürmek kastıyla ateş açma politikasının benimsendiğini yansıtmaktadır.Bu operasyonların muhaliflerin kaleleriyle sınırlı kalmayan coğrafi yayılımı ise, yerel sapmalardan ziyade merkezi planlamaya işaret etmektedir. (Kaynak: Şam Haber Ağı)

Başladığımız girişe dönecek olursak, bugün yaşananların Mısır ve Tunus'ta yaşananlara benzer bir adım olduğu, yani suçluların, şebbihaların ve pisliklerin dolaylı olarak güçlendirildiği artık herkes tarafından bilinmektedir. Dolayısıyla, onlar da sonuçları övgüye değer olmayan davranışlarda bulunabilirler ve senaryo da, bahsettiğimiz örneklerin bir benzeri olacaktır.

Eğer sonuç böyle değilse ve her şey büyük ölçüde “kontrollü” ise, o zaman neden insanların duygularını kışkırtmak için böyle bir şey yapılıyor?!Neden kurbanların yaraları üzerinde bu dans yapılıyor?! Tüm bu saçmalıklar neden?! Sizi buraya getiren kuluçkanın (halk desteğinin) iradesini mi kırmak istiyorsunuz? Ona iletmek istediğiniz mesajlar mı var?

Konferansta yaşananlar hiçbir şekilde haklı gösterilemez, tevil edilemez ve yorumlanamaz.Geçirmek için üzerinde çalışılan “liderlik vizyon olarak daha geniştir” ifadesi, bizim uzun zaman önce geride bıraktığımız bir şey olup firari devlet politikasına karşı halkın öfkesinin nedenlerinden biridir.Bu terim artık geçerliliğini yitirmiştir, ey Eba el-Bera!Sana, Sednaya günlerinden itibaren çağrıda bulunmayı sevdiğin şeyi hatırlatırım.

İnsanlardaki öfkenin en önemli nedenlerinden biri de, bu tür söylem ve terimlerdir.Zira devrimci kuluçka, vizyon olarak daha geniştir ve her şeyin ambarı ve itici gücüdür; bu ise Şam'a ulaşan birinin ağzından çıkan sözdür.Halkçı kuluçka ise bir temel olup onun hareketi ve itici gücü esastır; tıpkı bu yılın 31 Mayıs tarihinde yayınlanan “El Cezire” makalesinde belirtildiği gibi.

Suçları ve açıklamalarıyla tanınan, İran'ın Suriye'deki suç örgütünün vurucu eli olan “rejimin suçları mühendisi” Fadi Sakr'ın (Fadi Ahmed) kullanılması, yani doğrudan veya dolaylı olarak birçok katliamdan sorumlu olan bu adamın iç barışın mimarı olarak nitelendirilmesi, ne kadar haklı gösterilip yorumlanmaya çalışılırsa çalışılsın onun içinde bulunduğu durum haklı çıkarılamaz, mazur görülemez ve açıklanamaz.

İnsanların öfkesinden sakının, onların duygularıyla oynamaktan sakının veya bu tür davranışlarla onları kışkırtmayın; zira kurt, ne kadar uzun süre yaşarsa yaşasın asla dost olmayacak ve suçlu da ne kadar uzun süre yaşarsa yaşasın bir kurtarıcı olmayacaktır.

Tüm bunlardan sonra, anlatılan ve anlatılmayan ve herkesin bildiği detaylardan sonra, Fadi Ahmed için kullanılacak en az şey, onun sorumsuzca davranmış olması ve sonuçları övgüye değer olmayan bir emir vermesidir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdu ed-Della - Suriye

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER