Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:
وَلَا تَحْسَبَنَّ اللهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الْأَبْصَارُ“Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” [İbrahim 42]
Kırgızistan’da güvenlik birimlerinin son operasyonlarında, aralarında organize suç örgütü mensuplarının da bulunduğu çok sayıda şüpheliyi gözaltına aldığı görülüyor. Şüpheliler hakkında suç çetesi üyeliği, yolsuzluk, adam öldürme gibi çeşitli iddialar bulunuyor. Şayet söz konusu kişiler gerçekten bu suçlara karışmışlarsa, İslam şeriatine göre de suçlu sayılırlar. Ne var ki öte yandan, hiçbir suça karışmamış bazı kişilerin sadece Allah’ın dinine davet ettikleri ve “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için gözaltına alındıklarına da tanıklık ediyoruz. Dahası bu insanlar, sanki azılı birer canilermiş gibi vahşice gözaltına alınmakta ve ardından da ‘modern’ dedikleri türlü eziyetin ve insafsızca dayağın kol gezdiği zindanlara atılmaktadırlar. Gözaltına alınanlar Hizb-ut Tahrir üyeleridir. Onlara zulmedenler ise hükümet yetkilileri ve güvenlik güçleridir.
Küresel egemenliği elinde bulunduran Batılı sömürgeci güçler, İslami hareketleri hedef almak ve İslam’a savaş ilan etmek için ‘terör’ ve ‘aşırılık’ gibi yapay kavramlar geliştirmişlerdir. Müslüman ülkelerinde ise, uşaklıkta maharetli kukla yöneticiler, kafir efendilerinin gönlünü hoş tutmak için terör ve aşırıcılıkla mücadele yasaları icat etmişlerdir. Netice itibarıyla, Allah’ın dinine çağıranlar, laik demokratik devletlerin belirlediği ‘kalıpların’ dışına çıkarak ‘suçlu’ ilan edilmekte; onlara ‘terörist’ ve ‘radikal’ yaftası yapıştırılmaktadır.
Aslında bu, tağuti sistemlerin Allah’ın diniyle olan tarihsel çatışmasının bir parçasıdır. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, Kur’an-ı Kerim’de geçen Firavun kıssasıdır. Firavun, sahip olduğu güç nedeniyle öyle bir kibre kapılmıştı ki uluhiyet iddiasında bulunmasına kadar varmıştı.
فَحَشَرَ فَنَادَى * فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمْ الْأَعْلَى“Derken (Firavun) adamlarını topladı ve onlara seslendi. Ben sizin en yüce rabbinizim, dedi.” [Nâziât 23-24]
Günümüzdeki kafir ülkelerin liderlerinin, Firavun’dan hiçbir farkları yoktur. Firavun döneminde, sihirbazlar Musa Aleyhisselam’ın mucizesini görünce iman etmişler, bunun üzerine Firavun onlara şöyle demişti:
آمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ“Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz?” [Taha 71]
Bugünün küfür önderleri de insanlara kendi hevâlarına uygun bir inancı öğretmekte ve insanlara “İnsan istediği dine inanabilir.” demektedirler. İsteyen ateşe, isteyen putlara, isteyen de sadece Allah’a kulluk edebilir. Tek şart, bunun inanç özgürlüğü kapsamında, demokratik yasalara uygun olması ve dini ibadetlerle öğretilerin demokrasi ilkeleriyle çelişmemesidir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:
قَالَ فِرْعَوْنُ مَا أُرِيكُمْ إِلَّا مَا أَرَى وَمَا أَهْدِيكُمْ إِلَّا سَبِيلَ الرَّشَادِ“Ben size sadece kendi gördüğümü gösteriyorum; sizi ancak doğru yola götürüyorum.” [Mümin 29]
Firavun, bu başkaldırı karşısında hiddete kapılarak büyücüleri en ağır cezalara çarptırmakla tehdit etmiş, onları işkenceden geçirip katledeceğine ve çarmıha gereceği tehdidinde bulunmuştur:
فَلَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِي جُذُوعِ النَّخْلِ وَلَتَعْلَمُنَّ أَيُّنَا أَشَدُّ عَذَاباً وَأَبْقَى“Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da sizi hurma kütüklerine asarak çarmıha gereceğim. O zaman hangimizin azabı daha çetin ve daha kalıcıymış, mutlaka bileceksiniz!” [Taha 71] Firavun, dediğini yaparak büyücüleri katletmiştir. Ancak onlar, Allah’a birer şehit olarak kavuşuncaya dek imanlarından asla dönmemişlerdir. Firavun’un tehditleri, ne Hakk’a tabi olmalarına ne de bu yolda sebat göstermelerine engel olabilmiştir. Böylece Firavun’un azabı, iman edenlerin imanı karşısında zayıf kalmış, Firavun’un zulmü, onları Hak yoldan ve imandan döndürmeye yetmemiştir.
Aslında Allah, tarihte Firavun’u sınadığı gibi bugün de Donald Trump, Vladimir Putin ve Şi Cinping gibi zorba liderleri, sahip oldukları güç ve görkemli iktidarlarıyla sınamaktadır. Dolayısıyla onların kibri de Firavun’un kibrinden farksızdır ve onları bekleyen son da Firavun’un akıbetinden farklı olmayacaktır. Ne var ki İslam, onların o boş gururlarını ve azametlerini yerle bir etmeye muktedirdir. Zira İslam’ın varlık gayesi, bu tiplerin bozgunculuğuna son vermek ve beşeriyeti onların zalim pençesinden kurtarmaktır.
İşte Batı’nın o büyük tiranlarının acınası hali bundan ibarettir. Peki, o büyük zorbaların sahip olduğu güce dahi sahip olmayan bizim yöneticilerimiz, İslam’a savaş açarak ne elde etmeyi umuyorlar? Neden dinlerini kâfir efendilerinin dünyası uğruna satıyorlar? Dinlerini, efendilerinin küçümsediği ve “bir darbeyle yok olur” dedikleri o değersiz makamlar uğruna mı satıyorlar?
Evet, insanın tabiatında egemenlik kurma arzusu vardır; bu, hayatta kalma içgüdüsünün bir parçasıdır. Ancak bu içgüdü Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın emir ve yasaklarıyla sınırlandırılmazsa, insanı sapkınlığa götürür. Sık sık hükümet yetkililerinin ‘halka hizmet ettiklerini’ iddia ettiklerini duyuyoruz. Oysaki gerçekte halkı sadece iktidara gelmek ve iktidarda kalmak için kullanıyorlar. Sıradan, insani duygularla yapılan küçük bir yardım, bir devletin halka hizmet ettiği anlamına gelmez. Devlet düzeyinde “ilerleme” gibi sunulan birçok şey, gerçekte sadece hükümetin konumunu güçlendirmeye yönelik hizmetlerden ibarettir.
Ey yetkililer! Evet belki siz İslam’ın hükümlerini uygulama niyetiyle iktidara gelmediniz. Ama bir düşünün: Tarih nice firavunlar ve nice imparatorlar görmüştür, hepsi de yok olup gitmiştir... Onlar dünyada sadece birkaç yıl hüküm sürmüşlerdir; fakat cehennemdeki azapları ebedî olacaktır... Sizin saltanatınız onlarınkinin yanına bile yaklaşamaz, ama sakın ha, çekeceğiniz azap onlarınki gibi olmasın!
Zira sizler Müslümanları haksız yere tutukladınız, onlara işkenceler yaptınız. Tut ki arada bir birkaç kişiyi makamından ettiniz. Sanıyor musunuz ki bu yaptığınız bir işe yarayacak? Böyle yaparak kâfir efendilerinize yaranacağınızı mı sanıyorsunuz? Saddam Hüseyin, Muammer Kaddafi ve Beşşar Esed gibi meslektaşlarınızın sonundan hiç mi ders çıkarmıyorsunuz? Halkın çoğunluğunu hoşnut ettiğinizi mi sanıyorsunuz? Sanmayın ki bu hataya düşen ilk sizsiniz! Akayev de, Bakiyev de, başkaları da o çoğunluğun gönlünü kazanabileceklerini sandılar ama sonları malum... Bu toplumun mayası kapitalizmle yoğrulmuştur! O kâfirler sizden devamlı bir menfaat görmediği müddetçe, sizden ebediyen razı olmayacaklar, bunu böyle bilin!
Kaldı ki, bu davaya gönül verenlerin hepsini asla yollarından alıkoyamayacaksınız. Çünkü davasında ve imanında sebat gösteren müminler, sayıları zamanla azalıp artsa da, Kıyamet Günü’ne kadar daima var olmaya devam edeceklerdir. Onlardan sonuncusu ruhunu teslim ettiğinde, artık dünyanın da sonu gelmiş demektir. Fakat bu çağda, İslam’ın yeniden yükselişine ve Allah’ın vaadi ve Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi gereğince İslam Devleti’nin ayak seslerine tanık olduğumuz şu günlerde, bir fert davasından çekilecek olsa, binlercesi onun yerini doldurmak için yemin eder. Bir yiğit şehit olsa, şehadet şerbetini içmeye hazır binlercesi sıraya girer! Bunun en canlı örneğini, Hizb-ut Tahrir’in bugüne kadar verdiği şehitlerin şahsında bizzat gördünüz.
Kâfir efendilerinize yaranmak için İslam’a karşı çıkardığınız o yasalara daha ne kadar sarılmaya devam edeceksiniz? Efendileriniz öyle istedi diye daha düne kadar Taliban’a ‘terörist’ yaftasını yapıştıran siz değil miydiniz? Şimdi de, yine o efendileriniz öyle istediği için Taliban hükümetini tanıdığınızı ilan ediyorsunuz. Bunu kendi özgür iradenizle yapmaktan aciz misiniz? Yoksa sizin, ‘iyiliği emredip kötülükten alıkoymaktan başka bir suçu olmayan o gençleri tutuklamaktan vazgeçme özgürlüğünüz de mi yok?
Ey hükümet yetkilileri! Size, birer Müslüman kardeş olarak şunu hatırlatmak istiyoruz: Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:
فَوَيْلٌ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْ عَذَابِ يَوْمٍ أَلِيمٍ “Elem dolu bir günün azabından dolayı, o zulmedenlerin vay hâline!” [Zuhruf 65] Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir hadisi kutside şöyle buyurdu: يَا عِبَادِي إِنِّي حَرَّمْتُ الظُّلْمَ عَلَى نَفْسِي وَجَعَلْتُهُ بَيْنَكُمْ مُحَرَّمًا فَلَا تَظَالَمُوا“Ey kullarım! Ben zulmü kendi nefsime haram kıldı. Onu sizin aranızda da haram kıldı. Birbirinize zulmetmeyin.” Yine Rasûlullah SallAllahu Aleyhi Sellem şöyle buyurdu:
اتَّقُوا الظُّلْمَ فَإِنَّ الظُّلْمَ ظُلُمَاتٌ يَوْمَ الْقِيَامَةِ“Zulümden sakınınız. Çünkü zulüm, kıyamet gününde (zalime) zifiri karanlık olacaktır.” [Müslim] Dolayısıyla ey hükümet yetkilileri ve güvenlik güçleri! Hizb-ut Tahrir gençlerine reva gördüğünüz bu zulümden dolayı derhal Allah’a tövbe edin! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:
إِلَّامَنْظَلَمَثُمَّبَدَّلَحُسْناًبَعْدَسُوءٍفَإِنِّيغَفُورٌرَحِيمٌ“Ancak kim zulmeder de sonra (yaptığı) kötülüğün yerine iyilik yaparsa bilsin ki şüphesiz ben çok bağışlayıcıyım, çok merhamet edenim.” [Neml 11]
Ey Kırgızistan Müslümanları! Muhammed Ümmeti’nin bir ferdi olarak bu zulme şahit olan sizlere sesleniyoruz: Ey Müslümanlar! Eğer bu zalim hükümeti zulmünden dolayı hesaba çekmezseniz, onların küstahlığı, zulmü ve taşkınlığı daha da artacaktır! Eninde sonunda, bu zulüm ve zorbalık her birinizin kapısını çalacaktır.
Ve yukarıda zikredilen Firavun kıssasında, hükümet yetkililerine ek olarak, sizin için de bir ibret vardır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:
فَلَمَّا آسَفُونَا انتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ * فَجَعَلْنَاهُمْ سَلَفاً وَمَثَلاً لِلْآخِرِينَ“Bizi öfkelendirdiklerinde, onlardan intikam aldık ve hepsini suda boğduk. Sonra onları geçmiş bir ibret ve sonrakiler için bir örnek yaptık.” [Zuhruf 55-56]
وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَاصَّةً وَاعْلَمُوا أَنَّ اللهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır.” [Enfal 25] Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurdu:
إِنَّ اللهَ لَا يُعَذِّبُ الْعَامَّةَ بِعَمَلِ الْخَاصَّةِ حَتَّى يَرَوُا الْمُنْكَرَ بَيْنَ ظَهْرَانَيْهِمْ وَهُمْ قَادِرُونَ عَلَى أَنْ يُنْكِرُوهُ فَلَا يُنْكِرُوهُ، فَإِذَا فَعَلُوا ذَلَكَ عَذَّبَ اللهُ الْخَاصَّةَ وَالْعَامَّةَ“Şüphesiz ki Allah, genel halkı özel bir grubun işlediği günah yüzünden -o kötülüğü aralarında açıkça görüp de onu inkar etmeye güçleri yettiği halde inkar etmediği sürece- cezalandırmaz. Ne zaman ki böyle yaparlar işte o zaman Allah hem özel grubu hem de genel halkı cezalandırır.”
Bu sebeple, ey Kırgızistan Müslümanları! Ey insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmetin evlatları! Sizi, zalimlerin zulmüne karşı durmaya, zulümlerini durdurmaya ve onları yaptıkları zulümden dolayı hesaba çekmeye çağırıyoruz. Bizim görevimiz sizi Allah’ın gazabından sakındırmaktır ve şüphesiz Allah buna şahittir.
Şimdi de çağımızın gerçek kahramanlarına sesleniyoruz: Ey İslam daveti taşıyıcıları! Sizler, ateist sistemlerde yetişmiş olsanız da, aklınızı kullanarak gerçeği buldunuz ve iman edenlerin safına katıldınız. Artık siz, İslam’ı sadece bir inanç değil, bir fikir ve yöntem olarak öğrenip ona uygun yaşayan sadık Müslümanlarsınız. Nice Müslüman hâlâ bu hakikati tam kavrayamazken, sizler bu yola baş koydunuz! Artık biliyorsunuz ki nihai hedefiniz yalnızca Allah’ın rızasıdır. O’nun rızasını elde etmenin yolu ise şeriatını uygulamaktan geçer. İslam şeriatının tam olarak uygulanabilmesi için bir İslam Devleti’nin gerekliliği konusunda hiçbir şüpheniz kalmamıştır. Günümüzde Allah’ın rızasını kazanmanın en büyük yolunun, en önemli farz olan Hilafet’i yeniden tesis etme mücadelesi olduğunu içselleştirdiniz Allah Subhânehu ve Teâlâ bize, dünyada zaferi, ahirette ise cenneti vaat etmiştir. Bu yolda canını feda edenlere şehadet mertebesi verilecektir. İmanınıza kuvvetle tutunduğunuzda, şehadet rüzgârının sizi savurmasını özlemle beklediğinizi göreceksiniz! Ufkunuzu ilahi davaya diktiğinizde, sabrın engin sularında, huzurun kollarında ve yakînin ışığında bulacaksınız kendinizi! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:
وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ“Andolsun, Biz onlardan öncekileri de sınamıştık. Elbette Allah, doğruları da ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.” [Ankebut 3] Yine Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَعْبُدُ اللهَ عَلَى حَرْفٍ فَإِنْ أَصَابَهُ خَيْرٌ اطْمَأَنَّ بِهِ وَإِنْ أَصَابَتْهُ فِتْنَةٌ انقَلَبَ عَلَى وَجْهِهِ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةَ ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ“İnsanlardan kimi Allah’a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyanın ta kendisidir.” [Hac 11]
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنْ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنْ الْأَمْوَالِ وَالْأَنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرْ الصَّابِرِينَ * الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.” [Bakara 155-157]
أَلَا إِنَّ أَوْلِيَاءَ اللهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ * الَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ * لَهُمْ الْبُشْرَى فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ لَا تَبْدِيلَ لِكَلِمَاتِ اللهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır. Dünya hayatında da, ahirette de müjde onlaradır. Allah’ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. Bu büyük başarıdır.” [Yunus 62-64]
إِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْأَشْهَادُ * يَوْمَ لَا يَنْفَعُ الظَّالِمِينَ مَعْذِرَتُهُمْ وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ “Şüphesiz ki, Rasûllerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz. O gün zalimlere, mazeretleri fayda vermez. Lânet de onlaradır, kötü yurt da onlaradır.” [Mümin 51-52]