İslam ve Siyaset: Cihat Fetvası - Demir Demirle Dövülür
- Kategori Seçkiler
- |
Haber - Yorum
Gelmekte Olan Hilafet, Aziz Olanı İzzetli, Zelil Olanı Da Zelil Kılacaktır!
Haber:
Yahudi varlığının Başbakanı Netanyahu, 21 Nisan 2025 Pazartesi günü yaptığı kayıtlı konuşmasında, "Akdeniz kıyılarında herhangi bir Hilafetin kurulmasını kabul etmeyeceğiz." dedi.
Yorum:
Netanyahu'nun böyle bir şey söylemesi garip ve şaşırtıcı değildir; zira o, Hilafetin, kendi kırılgan yapısını ortadan kaldırmaya muktedir olduğundan kesinlikle emindir; çünkü İslam ümmetine liderlik etmeye, onun kabiliyetlerini kullanmaya ve İslam risaletini tüm dünyaya taşımaya muktedir olan sadece Hilafettir. Ondan önce de eski ABD Başkanı George Bush, Savunma Bakanı Rumsfeld ve John McCain Hilafet konusunda uyarılarda bulunmuş, onlardan sonra ise Rus istihbarat müdürü, Hilafetin tehdidinin ve onun geri dönüşünün, onu kurmak için çalışan siyasi bir partiyle bağlantılı olduğunu açıklamış ve özellikle Hizb-ut Tahrir'den söz etmişti.Hilafet meselesi ve onun ümmetin bütün düşmanlarına meydan okuma, hatta İslam risaletini bütün dünyaya taşıyabilme gücü ister Yahudiler olsun, ister Haçlılar olsun, isterse laik ateistler olsun, İslam düşmanları için tartışma mahalli değildir.Onlar için mesele, Hilafetin yeniden geri dönmesini engellemek için çalışmaktır. Nitekim İngiliz oryantalist Bernard Lewis'in bir seminerde, Avrupa'yı tehdit eden en büyük tehlikenin, Hilafet Devleti’nin altındaki Müslüman ordularının, üç yüzyıl önce terk ettikleri Viyana kuşatmasını yeniden başlatmak üzere geri dönmeleri olduğunu söylediğini işitmiştim.
Fakat şaşırtıcı ve kınanması gereken şey, İslam ümmetinin, Hilafet talebinde bulunmaktan ve onun korunu yeniden canlandırmak ve bütün dünyanın alnında yeniden parlayan bir alev olarak gere dönmesi için gerekli sıcaklığı sağlamak yolunda gayretle çalışmaktan geri durmasıdır. Zira her ne zaman laik ajan rejimi devirme fırsatı doğsa onun, Allah’ın kendisine farz kıldığı şeyleri yükseltmek ve izzetini, iktidarını ve güvenliğini onda aramak yerine sahte özgürlük, laik demokrasi veya kâfir medeniyet çağrıları gibi kâfir Batı'nın istediği ve kendisine dikte ettiği şeyleri talep etmek için geri çekildiğini görürsünüz! Sanki Netanyahu gibi kâfir Batı kutupları, Allah Azze ve Celle’nin şu kavlinin hakikatini daha iyi biliyorlarmış gibi: وَعَدَ اللهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْناً “Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur.” [Nur 55] Dolayısıyla Hilafet, Sudan, Suriye, Filistin, Ukrayna, Myanmar ve diğer pek çok yerde olduğu gibi milyonlarca insanın yıkımı, öldürülmesi ve yerinden edilmesinden uzak, tüm dünya halklarının bugün aradığı ve özlemle beklediği güç ve güvenliği beraberinde getirecektir.
Sanki risalet sahibi olan Müslümanlar, Allah'ın kitabında, Allah'ın şeriatının ve hükümlerinin hâkimiyeti olmadan yeryüzünün hiçbir noktasında adaletin ve hakkın gerçekleşmesinin imkansız olduğunu okumuyorlarmış gibi; oysa Allahu Teala, Hadid suresinde şöyle buyurmaktadır: لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَأَنزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ “Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik.” [Hadid 25]Dünya üzerindeki bütün halkların aradığı ve Amerika ve kâfir Batı'nın da her gün ve her zaman çiğnediği adalet, silahların gücü, kötü niyetli oyunlar ve lanetli politikalarla, kimi zaman kanlı askeri savaşlarla, kimi zaman finansal ticaret savaşlarıyla, kimi zaman da ahlaki çöküş ve Allah’ın yarattıklarına karşı işlenen suçlarla ve çok daha fazlasıyla yok edilmektedir.
Allah'ın, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet kıldığı Müslümanlar çok iyi bilsinler ki, bu hayrın bir bedeli vardır ve vaciplerini yerine getirmedikleri takdirde bunun günahını taşıyacaklardır. Zira Allahu Tela bu ümmete hayır vasfını koyduğunda, onun gerçekleştirilmesinin yolunu da açıklamıştır. İnsanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet, Allah'ın kendisi için belirlediği rolünü yerine getirmelidir ve bu rolün en önemlisi de, tüm insanlar için adalet ve hakkı gerçekleştirmek, Amerika ve müttefiklerinin zulmünün insanlara verdiği eziyeti ve zararları engellemek ve dünyadaki tüm insanların maruz kaldığı zilleti ortadan kaldırmaktır.
Netanyahu ve Batılı yandaşları, bu ümmetin, insanlığın iyiliği için liderlik edecek Raşid Halifenin liderliği olmadığı sürece görevlerini yerine getiremeyeceğini bildikleri için Hilafete meydan okuyorlar.Bu varlığın liderleri ve onların arkasındaki kâfir Batı, kendileri için tehlikenin kaynağını biliyorlar; bu yüzden ümmeti tacından ve izzetinden uzaklaştırmak için orada burada yangınlar çıkarıyorlar ve ümmetin dikkatini izzetlerinin hakikatinden, güçlerinin kaynağından ve hayatlarının panzehrinden uzaklaştırmak için bütün sihirbazları getiriyorlar; böylece ufuklarda dalgalanan Hilafet sancaklarının kıvrımlarından yayılan ışığı göremiyorlar.
Evet, Netanyahu ve diğer dünya liderlerinin, bugün Hilafet Devleti'nin kurulmasına karşı çıkmaları şaşırtıcı ve kınanacak bir şey değildir.Fakat garip ve kınanacak olan şey, Müslümanların, hangi dönüşe (hangi akıbete) döndürüleceklerini yakında bilecek olan düşmanların tuzaklarını onlara çevirmek için bütün güç ve kararlılıklarıyla çalışanların yanında yer almak amacıyla ayağa kalkıp destek olmamalarıdır! Bugün Müslümanların her zamankinden daha fazla yapmaları gereken, ilk günden itibaren kendilerini, kâfir Batı'nın onlarca yıl süren acımasız çatışmalar sonucu devirdiği Raşidi Hilafetin yapısını yeniden inşa etmeye adayanları arkasında saf tutmalıdırlar. Yine Müslümanların üzerine düşen, inançla yüklü tüm güçleri, kararlılıkları ve azimleriyle ayakta durmaları ve Netanyahu, Trump ve Putin'in meydan okuduğu İslami Hilafete olan mutlak inancını hâlâ koruyan bu grubun yanında büyük bir dağ gibi durmalarıdır; zira Hilafet, farzların tacı, Müslümanların izzet kaynağı, bütün insanlık için adaletin bekçisi ve Allah dışındaki bütün ilahları reddederek Allah'a mutlak kulluğu gerçekleştirmenin yegâne yoludur.
Her ne kadar Müslümanlar, her zaman Allah'ın muhkem ayetleriyle azimlerini bilemelerine göz yummuş olsalar da; tıpkı şu ayet gibi: وَعَدَ اللهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ “Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına dair vaatte bulunmuştur” [Nur 55] Ve şu ayet gibi:إِنِ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ أَمَرَ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ ذَٰلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ “Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur.” [Yusuf 40] Artık bugün onların, Gazze, Cenin, Yafa, el-Halil, Kudüs ve Mescid-i Aksa'da sırtlarından hançerlenmelerinin ardından en izzetli davalarının da sırtından hançerlenmesinden dolayı Allah’ın ve kendi düşmanlarının meydan okuması sebebiyle bile olsa ayağa kalkmalarının zamanı gelmiştir. O halde izzetiniz ve farzlarınızın tacı adına ey Müslümanlar sizleri, birinci olarak Allah’ı razı etmeye, ikinci olarak ümmetimizin isteklerini yerine getirmeye ve üçüncü olarak da Allah'ın düşmanı Netanyahu'yu ve onun insan ve cin şeytanlarını rezil etmeye çağırıyoruz.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Muhammed Ceylani
Haber - Yorum
Trump Kaosu Seçmiş Olsa Da… Altın Durumun Efendisidir!
Haber:
21 Nisan Pazartesi sabahı Sara El-Utaybi, Financial Intelligence’de "Çin duyurusunun ardından altın ons başına 3.400 Dolara yaklaşıyor... Piyasadaki çalkantı devam ediyor" başlıklı bir haber yazdı. Haberde şöyle dedi: “Altın vadeli işlemleri bu sabah ons başına 3.997 Dolar ile rekor seviyeye ulaşırken, Suudi Arabistan saatiyle 07:55'te ons başına 3.386 Dolara gerilemesi, ABD Dolar endeksinin son üç yılın en düşük seviyesi olan 98,08 seviyesine gerilemesiyle aynı zamana denk geliyor.”
Yorum:
2014 yılında, 35 yıllık Wall Street avukatı ve yatırım bankacılığı danışmanı olan James Rickards, şu başlıklı bir kitap yazdı: “Kur Savaşları Bir Sonraki Küresel Krizin Oluşumu.” Yani 2008'deki ekonomik krizin patlak vermesinden altı yıl sonra, Birinci Dünya Savaşı'ndan kitabını yazdığı yıla kadar altının tarihini ele almıştır.Rickards kitabında özetle şöyle diyor; ABD Dolarının da diğer para birimleri gibi çökecek olmasının yanı sıra bununla birlikte ABD ekonomisi ve küresel ekonomi de çökecek olup Doların önünde iki yol vardır ve bir üçüncüsü yoktur; ya altın standardına geri dönüş ya da kaos.Rickards, Doların ve ABD ekonomisinin çöküşü konusunda uyarılar yazan bir dizi politikacı, ekonomist ve akademisyenin ne ilki ne de sonuncusudur.
Trump ve ekibi -ABD ekonomisinin çöküşü ve ABD kamu borcunun 36 trilyon Doların üzerine çıkması sorunuyla birlikte- maddi kazanımlar elde etmek ve sorunu kendi yöntemleriyle çözmek amacıyla kaos yolunu seçtiler; bunu nasıl yapabiliyorlar?
İnsanların şu ana kadar gerçekleşme olasılığını anlayamadıkları sorun, ABD Dolarının kâğıt para birimi olarak çöküşü, onun dumana dönüşmesi ve paraların insanların elinde kaybolup gitmesidir; çünkü İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden yakın zamana kadar Doların sahibi olan Amerika’yı ekonomik bir güç olarak görüyorlardı.
21. yüzyılın altın çağı, dünyanın finansal işlemlerini altına ve altına dayalı banknotlara dayalı olarak yeniden kuran ve insanların parasını kayıplardan ve dünyadaki ekonomik koşulların dalgalanmalarından korumak için mürekkep ve kağıtla basılan banknotlara yer vermeyen ekonomik sisteme saygı, takdir ve hürmetle kapılarını açıyor. İşte bu ekonomik sistem, Allah’ın izniyle yakında kurulacak olan Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti’nin gölgesindeki İslami Ekonomik Sistem’dir ve dünya onun adaletini beklemektedir. Böylece Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu müjdesi gerçekleşmiş olacaktır: ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ “Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı Üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır.”
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mühendis Şefik Hamis – Yemen
Haber - Yorum
Kırgızistan Ulusal Güvenlik Servisleri Darbeyi Önledi mi?
Haber:
Rusya'nın TASS haber ajansı, komitenin basın merkezinden yapılan açıklamaya göre 9 Nisan'da, Kırgızistan Devlet Ulusal Güvenlik Komitesi çalışanlarının "ülkede kitlesel isyanlar ve darbe düzenleme girişimini engellediğini" bildirdi.
Haberde şöyle geçti: “Güvenliği sağlamak, anayasal düzeni ve medeni hakları ihlal ve tecavüzlerden korumak amacıyla Devlet Ulusal Güvenlik Komitesi, yerel çatışmalar düzenleyerek etnik çatışmayı kışkırtma hazırlıklarını ve bunun sonucunda ortaya çıkan geniş çaplı protesto ve isyan eylemlerini ortaya çıkarmış ve bastırmıştır. Asıl hedef, ardından gelecek bir darbe girişimiyle yaşam ve siyasal durumu istikrarsızlaştırmaktır.”
Devlet Ulusal Güvenlik Komitesi'nin de teyit ettiği üzere, bu planları uygulama niyetinde olan grubun tüm üyeleri tespit edilerek tutuklandı. Onlardan biri Kırgızistan dışında, "büyük olasılıkla BAE'dedir."
Yorum:
Kırgızistan'da Sadır Caparov'un 2020 yılında iktidara gelmesinden bu yana Devlet Ulusal Güvenlik Komitesi, defalarca darbe girişimlerini engellediğini iddia etti.Kırgızistan'daki yakın dönemde yaşanan siyasi olaylara bakınca kişi, bugün bunun nasıl yaşandığını merak ediyor! Çünkü son 15 yıl içinde, ülkede 3 kez darbe yaşanmıştır.
- Mart 2005'te gerçekleşen Lale Devrimi (Renkli Devrim), 1990'dan beri iktidarda olan Cumhurbaşkanı Askar Akayev'i devirmiş ve iktidara Kurmanbek Bakiyev gelmişti.
- Nisan 2010 devrimi, Kurmanbek Bakiyev'i devirerek iktidarı Roza Otunbayeva başkanlığındaki geçici hükümete devretmişti.
- Ekim 2020 olayları; parlamento seçimleri sonrasında yaşanan kitlesel protestolar ve yolsuzluk iddiaları sonrasında Cumhurbaşkanı Sooronbay Ceenbekov istifa etmiş ve Sadır Caparov iktidara gelmişti.
İktidarda, sona ermesinin sonucundan çok az kayıpla bir değişikliğe yol açan devrimlerin sıklığı ve hızla gelişen olaylar, istekli ve öfkeli olan birçok kişiye umut vermiştir. Zira mevcut rejimin politikalarından hâlâ hoşnut olmayanlar vardır. Bunlar, işyerlerine güvenlik güçleri tarafından sistematik olarak el konulan iş adamları, siyasi muhalifler ve dinlerini yaşadıkları için zulüm gören Müslümanlardır. Dolayısıyla bu yeni rejimi devirmek isteyenlerin olması, oldukça muhtemeldir.
Son bir yıldır ülkeyi istikrarsızlaştırmayı amaçlayan çeşitli grupların tutuklandığı ve ardından darbe yapıldığı yönünde haberler artıyor.Ancak Devlet Ulusal Güvenlik Komitesi'nin başka bir darbeyi önlemeye yönelik raporlarının çoğu, bir tiyatroya ve halkla ilişkiler kampanyasına benziyor. Gözaltına alınanların sayısına ilişkin net bir bilgi bulunmuyor ve son olayda olduğu gibi ifadeler de muğlak ve belirsizdir; zira güvenlik servisleri açıklamasında şöyle demiştir: “Basın merkezinden yapılan açıklamada, söz konusu grubun amaçlarına ulaşmak için, yabancı uyruklu kişiler tarafından yarı çıplak şekilde dövülen bir Kırgız kızını hedef alan sahte kışkırtıcı bir video çekmeyi planladıkları belirtildi.”
Güvenlik güçlerinin 9 Nisan'da darbe girişiminin önlenmesine yönelik açıklamaları, Müslümanların maruz kaldığı ağır zulmün akabinde gelmiştir. Geçtiğimiz yılın Aralık ayında Kırgızistan Parlamentosu Anayasa Mevzuatı Komisyonu, "Din Özgürlüğü ve Dini Dernekler Hakkında" yasa tasarılarını inceleyip onaylamıştı. Kısacası ev ev dolaşıp insanları İslam'a davet etmeleri yasaklanmıştır. Hatta 1 Şubat'tan itibaren kamusal alanda peçe giymek ve sakal bırakmak da yasaklanıyor. Ayrıca toplum ve devlet hayatı için nizam olarak İslam'a davet eden Müslümanlar tutuklanıyor.
Ülkedeki eski ve mevcut zenginlerden oluşan otorite, Müslümanlara karşı çok büyük zulümler yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar. Buna rağmen ülkedeki devrimlerin hiçbiri din temelli olmamıştır ve hiçbir dini talep de dile getirilmemiştir.Rejimin, ülkede İslam'ın yeniden canlanmasını tehdit olarak görmesine rağmen ancak bütün darbeler ve iktidarı ele geçirmek, kirli yöntemlerle iktidara ulaşmak için kullanılan laiklik ve demokrasi sloganları temelinde Kremlin ve Batı’nın yörüngesinde dönmektedir.
Genel olarak son birkaç yıldır ülkedeki yetkililerin, iktidarın ele geçirilmesi engellenen çeşitli girişimlerde bulunduklarını iddia ettikleri ve şimdi de halkı topluma yönelik hayali tehlikeye ikna etmek istedikleri ve bu şekilde kendilerini iktidarda pekiştirmek istedikleri söylenebilir.Bu da iktidardaki varlıklarını güçlendirmek için daha fazla yetkiye ve daha fazla yasaya sahip olmalarını sağlamaktadır.
Ülkede gerçek devrim, halk yeniden dinlerine dönüp İslam temelinde İslami hayatı yeniden başlatmak ve Nübüvvet Minhacı üzere Hilafeti kurmak için tek bir vücut olarak ayağa kalkmadıkça gerçekleşmeyecektir.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Eldar Hamzin
İran ve Nükleer Programından Geri Adım Atması!
İran'ın nükleer programı konusundaki katı tutumundan geri adım atması, ABD'nin kendisine karşı askeri operasyon tehditleriyle aynı zamana denk gelmektedir. Zira İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, ülkesinin hiçbir koşulda nükleer silah araştırma, üretme ya da sahip olma çabasında olmayacağını söyledi. 2015'te üzerinde mutabık kalınan nükleer anlaşmanın imzalanmasından on yıl sonra -ve ABD'nin tek taraflı olarak anlaşmadan çekilmesinden yedi yıl sonra- İran'ın şu ana kadar bu taahhüdü ihlal ettiğine dair hala en ufak bir kanıtın olmadığı gözlemlenmektedir. Bu ise kısa bir süre önce bu konuyu tam anlamıyla itiraf eden ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard tarafından da teyit edildiği gibi geçmişte de diplomatik etkileşimin İran'ın tek seçeneği olduğu, şu ana kadar etkinliğinin devam ettiği ve gelecekte de devam edeceği ve askeri çözüm bir yana, askeri seçenek diye de bir şey olmadığının herkes tarafından açıkça görüldüğü ifade edilmiştir. Yaklaşık bir ay önce de İran'dan benzer açıklamalar gelmiş ve İran hiçbir koşulda nükleer silah elde etmek istemediğini teyit etmişti. Ancak bu konuda daha önceki açıklamalar daha keskin ve uç noktadaydı; çünkü İran'ın nükleer dosyası yerel, bölgesel ve uluslararası boyutlarıyla Amerika'nın İran ile ilgili politikasının önemli bir parçası, hatta Amerikan stratejisinde bölgesel ve uluslararası boyutlar kazanacak olan diğer konularla da örtüşmektedir. Bu nedenle 2015'te anlaşmanın imzalanmasından, 2018'de ondan geri çekilmesinden ve bugün olduğu gibi yeniden anlaşmaya geri dönmek için müzakere politikasından bu yana Amerika'nın politikasındaki yeni verilere göre bu hususla ilgili sağa sola sendelediğini görmekteyiz. İran'ın nükleer programına ilişkin stratejik vizyonunu incelediğimizde, politikasının bu dosyayı çözmekten ziyade yönetmeye daha yakın olduğu gibi bu vizyonun İslami ve uluslararası bölgedeki bölgesel stratejisinden hiçbir şekilde ayrı olmadığını görürüz.
Ancak Amerika'daki iç bölünme, İran'ın nükleer programını güçlü bir şekilde etkiledi. Zira Trump yönetiminin ilk dönemi, Amerika'daki bölünmenin tehlikeli bir sınıra ulaştığı bir dönem oldu. Nitekim başkan Trump, o vakit selefi Obama'nın İran'ın nükleer programına ilişkin politikasına saldırdı. Bu yüzden 2018'de nükleer anlaşmadan çıkmasının yanı sıra İran'a karşı maksimum yaptırımlar açıkladı ve Yahudi varlığının İran'a daha çok zarar vermesinin önünü açtı. Zira Yahudi varlığı kibirli davranıyordu. Bu yüzden Ocak 2020 yılının başında Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'yi öldürerek İran'ı küçük düşürmüştür. Çünkü Cumhuriyetçi Trump yönetimi, Demokrat Obama yönetiminin aksine Netanyahu liderliğindeki Yahudi varlığıyla tam bir uyum içindeydi ve hala da öyledir. İşte bu yüzden Yahudi varlığı, İranlı nükleer bilim adamları ve uzmanlara yönelik çok sayıda suikastın yanı sıra ister Natanz tesisine sabotaj gibi doğrudan nükleer hedefler olsun, ister İran'dan hassas nükleer belgelerin çalınması gibi dolaylı hedefler olsun, İran hedeflerini vurmaya ısrarla devam etmiştir.
İran nükleer bomba üretme kapasitesine sahip olmasına rağmen ancak bunu yapmamıştır; zira 6 Aralık 2024 tarihinde yayınlanan yeni bir ABD istihbarat raporunda, İran'ın uranyum stoklarını zenginleştirmesi halinde 12'den fazla nükleer bomba üretme kapasitesine sahip olduğu ancak henüz böyle bir silah üretme kararı almadığı belirtilmiştir. Aynı rapora göre, İran'ın %20 ve %60 zenginleştirilmiş uranyum stoklarıyla, istediği takdirde hızla silah kalitesinde plütonyum üretme kabiliyetinin yanı sıra bölgedeki en büyük balistik füze stokuna sahip olduğu ve bunlardan bazılarının işgalci Yahudi varlığına saldırmak için kullanıldığı kabul edilmekte ancak ne yazık ki İngiliz silahlı kuvvetleri komutanı Antony Radakin'in nitelendirdiği gibi Yahudilerin yanıtı, İran'ın balistik füze üretme kapasitesini bir yıl boyunca yok etmek olmuştur.
İran'ın nükleer silah elde etmek için birçok fırsatı oldu ve askeri uzmanlar İran'ın 2024 yılı sonuna kadar nükleer güç ilan etmesinin hala net bir olasılık olduğunu açıklarken, Amerika'nın siyasi geleceği de yoğun çekişmeli bir başkanlık seçiminin ortasında belirsizliğini korumaktadır. Fox News Digital'in açıklamalarına göre The Heritage Foundation'ın dış politika ve savunma politikaları çalışmalarından sorumlu başkan yardımcısı James Carafano şöyle demiştir: “Ben bunun gerçek bir seçenek olduğunu düşünüyorum... Eğer İranlıların yerinde olsam ve bunu yapmam gerekseydi bunu şimdi yapardım; çünkü Başkan Biden hiçbir şey yapmayacak.” Biden yönetimi, Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün Fox News Digital'a yaptığı açıklamada şu sözleriyle yanıtı verdi: “Biz, İran'ın nükleer silah elde etmesine izin vermemeye bağlı kalıyoruz ve bu sonucu sağlamak için ulusal gücümüzün tüm unsurlarını kullanmaya da hazırız.”
İran'ın nükleer silaha sahip olması konusunda bu kadar ileri geri konuşulurken, peki İran nükleer bir güç olabilir mi? Evet, dış politikasını Amerika'ya bağlamamış olsaydı ve sonra önemli bir güç haline gelseydi olabilirdi. Ancak İran'ın Amerika'nın yörüngesinde dönmek için kendisini onun politikasına bağlaması onu böyle olmaktan çıkarmakta ve bu şekilde devam etmektedir; çünkü İran'ın yönetici eliti, ondan hiçbir şekilde kopmayacak şekilde Amerikan politikasına bağlı kalmaya devam etmektedir; bu yüzden nükleer anlaşmayı kontrol etmek yerine, bunu Viyana görüşmelerine, yani Amerika'nın onayına bağlamıştır. Zira Independent Arabic gazetesinin 13/6/2022 tarihli haberine göre, İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatibzade bir basın toplantısında şunları söylemiştir: “Viyana'da anlaşmaya varılması halinde İran'ın aldığı tüm tedbirler teknik olarak geri alınabilir.” Bu nedenle iç ve dış politikasında İslam'ı hakim kılmadıkça ve Amerika ile ilişkilerini geri dönülmez bir şekilde kesmedikçe İran'da köklü bir değişim pek olası değildir. Mevcut İranlı siyasetçilerin bunu yapmaları pek olası olmamasına rağmen bunu söylüyoruz ancak: مَعْذِرَةً إِلَى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ “Rabbinize bir mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz).” [A’raf 164]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah el-Kadi – Yemen
Haber - Yorum
Mısır, Gazze'ye Yönelik Savaşın Durdurulması İçin Direnişin Silahsızlandırılması Şartını Ekledi!
Haber:
“İsrail” savaş bakanı direnişin silahsızlandırılması şartını yorumladı: Mısırlılar ilk kez Hamas'ın silahsızlandırılmasını talep ediyor. (El Cezire, Uyarlanmıştır)
Yorum:
Aslında bu haberi duyanların birçoğu, hatta büyük çoğunluğu, bir Arap ülkesinin, 1948'den bu yana Arap ve İngiliz hainlerin yardımıyla Filistin topraklarına gasp eden, kadınları ve çocukları öldürerek, tutuklayarak ve her şeyi üzerlerine yıkarak arbedesini ve caniliğini sürdüren bir varlık olan Yahudi varlığının Gazze'ye yönelik savaşını durdurmak için müzakerelerde nasıl arabuluculuk yapabildiğine şaşırabilir.
Bırakın bir Müslüman'ı bir Arap bile olsa, kılıcını kınından çıkarıp tüm bu katliamlar ve sistematik işkencenin en korkunç biçimlerine ve davranışlarına maruz kalan çocukların, özgür kadınların ve tutukluların yardım çığlıkları için öfkesini ve seferberliğini dünyaya duyurmadan ölüm, yıkım ve yerinden edilmeyi geçici olarak durdurmak için nasıl olur da cellat ile kurban kardeşi arasında arabulucu olabilir?!Sonra bir Müslüman ya da bir Arap gelmiş, hiçbir gurur ya da erkeklik duygusu olmadan, katil ile maktul, gaspçı ile gasp edilen, suçlu ile suçu hafifletilen masumun arasında arabuluculuk yapıyor!Sonra toprağını, namusunu, malını ve ailesini savunan bir mazlumun, silahlarını bırakmasını ve şeref ve onurundan soyutlanmasını şart koşuyor?!Arap orduları 1948'de mücahitlerden Yahudi çetelerinden temizledikleri yerleri boşaltmalarını ve silahlarını bırakmalarını istediğinde, Filistin halkı içinde neler olduğunu işitmedi mi; zira şerefli insanlar silahlarını teslim ettiklerinde, Arap orduları kendilerini Yahudilerle savaş adayacakken geri çekilip masum sivilleri Siyonist çetelerin önünde kaderlerine terk edince şaşkına dönmediler mi?! Peki Mısır hükümeti, Haçlı Avrupalı barış gücü askerleri Bosna Srebrenitsa'da mücahitlere silahlarını bırakmaları için arabuluculuk yaptıklarında ve güvenliklerini garanti edeceklerini söylediklerinde, silahlarını bırakmalarının sonucunda Sırpların 100.000 Bosnalıyı öldürdüğünü ve 100.000'den fazla özgür Müslüman kadına tecavüz ettiğini işitmedi mi?
Bir Müslüman'ın silahı onun onurudur ve şehit olmak dışında onu asla bir kenara atmaz. Peki bu arabulucu, böyle bir olayla ilgili Kur'an'ı, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hadislerini ve onun güzel kokulu siretini okudu mu acaba? Zira Müslüman bir kadını taciz ettikleri için Beni Kaynuka Yahudilerini yurtlarından kovmuş, Ahzab'da kendileriyle Sallallahu Aleyhi ve Sellem arasında yapılan antlaşmaya ihanet ve hıyanet ettikleri için Beni Kurayza'yı öldürmüş,Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in elçisinin Romalıların uşakları tarafından öldürülmesinin intikamını almak için Muta Ordusu'nu seferber etmiş ve Romalıların Medine-i Münevvere'yi istila etmek için Suriye Çölü eteklerinde toplandıkları haberi geldiğinde Asura ordusunu harekete geçirmiş ve aşırı sıcak, erzak, sayı ve ekipman eksikliği Müslümanların 200.000 askeri seferber eden Romalılarla savaşmak için harekete geçmekten vazgeçirmemişti.
Ümmet için ideal liderlik işte budur; yoksa düşmanlarının ekmeğine yağ süren ve Kara Saray'daki efendilerini memnun etmek için çarpık bir koltuk uğruna dinini ve ahiretini satan aşağılık bir tutum değildir!
Müslüman şeyhler Allahu Teala'nın şu kavlini okumadılar mı:وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ"Sizden din konusunda yardım istediklerinde yardıma icabet etmeniz sizin üzerinize vaciptir." [Enfal 72] Peki onlar, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavlini okumadılar mı: انْصُرْ أَخَاكَ ظَالِماً أَوْ مَظْلُوماً"(Din) kardeşin zalim de mazlum da olsa ona yardım et.” Peki neden?Çünkü bu, iman ile küfrün, aynı zamanda akide ve din kardeşliğinin üzerine dayandığı bir kaidedir. Bir Müslümanın ümmetin düşmanlarının safında yer almasına, bunu açıkça ilan etmesine, zalimin safında yer aldığından dolayı övünmesine ve mazlum kardeşine, açıkça ve net bir şekilde Allah'ın dininin hükümlerine muhalefet eden zalimin şartlarını şart koşmasına gelince;Sevgili Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu konudaki kavli ne kadar da doğrudur:إِذَا لَمْ تَسْتَحْيِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ “Utanmıyorsan dilediğini yap!”
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Salim Ebu Sebeytan