Savaş Sonrası Nasıl Bir Orta Doğu Planlanıyor?
- Kategori Seçkiler
- |
Gazze Halkına Yönelik Destek Konuşması Yapmasının Ardından Hizb-ut Tahrir Gençlerinin Tutuklanmasının Ardında Ne Var?!
Yahudi varlığının Müslüman ülkelere yönelik saldırılarının akabinde H. 23 Zilhicce 1446 M. 19/06/2025 Perşembe günü, Sudan'ın El-Gadarif kentindeki güvenlik güçleri, El-Gadarif pazarındaki konuşmasını bitirmesinin ardından Hizb ut-Tahrir gençlerinden üçünü ve bir katılımcıyı tutukladı. Konuşmada, Yahudi varlığının İran ile savaşının gerçekliği, Müslümanların bu gasıp varlığın vurulmasından duyduğu sevinç ve onun yaşadığı yıkımdan bahsedildi, gerçek sevincin bu varlıktan hiçbir iz bırakmayacak olan Hilafetin kurulmasıyla olacağı belirtildi, Müslümanlar bu kaybolmuş farz için çalışmaya teşvik edildi ve bu hayırlı ümmet için daha iyi bir yarının sevinciyle katılımcılar arasında ciddi bir etkileşim oldu.
Bunun ardından yetkililer, katılımcıların ve kalabalığın dehşeti ve şaşkınlığının, dahası Yahudi varlığının (Filistin, Lübnan, Irak, Suriye, İran, Sudan ve diğerleri) gibi Müslüman ülkelere yönelik saldırılarına karşı Müslümanların azimlerine bileyen konuşma yapanlara yetkililerin baskı uygulamasından dolayı ülkedeki kamuoyunun kınamasının ve eleştirmesinin gölgesinde gençleri tutuklayarak, döverek ve onların gözlerini bağlayarak katılımcıları ve kalabalığı şakına çevirdiler.
Yahudi varlığının uçakları, Müslüman ülkelerin hava sahalarını defalarca ihlal etti, sivil ve askeri kurumlara saldırdı ve her saldırının ardından Müslüman ülkelerdeki mevcut rejimler, karşılık verme haklarını saklı tuttuklarını söylediler!
Müslüman ülkelerde gerçekleşen şu anki savaş Amerika'nın eseri olup bu savaşta Yahudi varlığının da parmağı vardır; zira 2008 yılının Ağustos ayında, dönemin Yahudi Güvenlik Bakanı Avi Dichter, Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü'nde Yahudilerin bölgedeki stratejisi hakkında bir konferans vermiş ve konferansta, varlıklarının, Filistin, Lübnan, Suriye, Irak, İran, Mısır ve Sudan olmak üzere yedi ülkeye yönelik stratejik vizyonunu ele almıştı.
Dichter, Yahudilerin bu ülkelere yönelik stratejik vizyonunu şu sözleriyle özetlemiştir: “Bu ülkeleri zayıflatmak, enerjilerini ve güçlerini tüketmek, "İsrail'in" gücünü artırmak ve düşmanlarına karşı direncini güçlendirmek için bir görev ve zorunluluktur; bu da "İsrail'in" bazen demir yumruk, bazen de diplomasi ve gizli savaş yöntemlerini kullanmasını gerektirmektedir.”
Ve şöyle dedi: “Sudan, kaynakları ve geniş yüzölçümüyle Mısır, Irak ve Suudi Arabistan gibi ülkelere rakip olabilecek güçlü bölgesel bir devlet haline gelebilir ve Sudan, Mısır için stratejik bir derinlik oluşturmaktadır. Bu da onun, 1967 savaşından sonra Mısır Hava Kuvvetleri ve Libya kuvvetleri için eğitim ve barınma üssüne dönüştürülmesiyle somutlaştır, tıpkı 1968'deki Yıpratma Savaşı'nda Mısır'a destek kuvvetleri göndermesi gibi.” Buna binaen Dichter'e göre:
- Bu ülkenin, Arap gücüne ek bir güç haline gelmesine izin verilmemelidir.
- Orada güçlü ve birleşik bir devlet kurulmasını önlemek için onu zayıflatmak ve inisiyatifi elinden almak için çalışmak gerekir.
- Zayıf, bölünmüş ve kırılgan bir Sudan, güçlü, birleşik ve etkili bir Sudan'dan daha iyidir.
- Stratejik açıdan bakıldığında yukarıda geçenler, Yahudilerin güvenliği açısından bir gerekliliktir.
O zaman güçlü bir Sudan, Yahudi varlığı için bir tehlike oluşturduğu gibi bu varlık da Sudan halkı ve diğer Müslüman ülkeler için varoluşsal bir tehlike oluşturmaktadır; nitekim Binyamin Netanyahu, girdiği savaşın, Ortadoğu haritasını değiştirmek için olduğunu açıklamıştı.
Sudan'daki güvenlik güçlerinin bu davranışı, rejimin Yahudi varlığıyla normalleşme yolunda ilerlediğini ve Donald Trump'ın getirdiği İbrahim Anlaşmalarına uyduğunu teyit etmektedir. Zira bu anlaşmalar, ümmeti boyun eğip zillete düşmemeye, aksine karşı koyup direnmeye teşvik eden her sesi susturmayı gerektirmektedir.
Bölgedeki bu son olaylar, kimlerin düşman olduğunu ümmet için açığa çıkarmış olup ümmet bunu açık ve net bir şekilde idrak etmiştir. Ayrıca ümmet, Amerika ve Yahudi varlığına imkan verenlerin bizzat Müslüman ülkelerin başındaki yöneticiler olduğunu ve Müslüman ülkelerdeki rejimlerin, Yahudi varlığı için bir koruma ve demir kubbeyi temsil ettiğini de idrak etmiştir. Aslında ümmet öfkeli ve Gazze Haşim'deki ve genel olarak da Müslüman ülkelerdeki kardeşlerine yardım etme ve kutsallarını kurtarma konusunda arzulu ama yöneticileri, ümmete ve ordularına pranga vurmaktadırlar. Dolayısıyla ümmetin, bu prangalardan kurtulması gerekir; bu da ancak bu tahtların yıkılması, bu rejimleri ortadan kaldırılması ve farz ve vacip olmasının yanı sıra Rabbani bir vaat ve nebevi bir müjde olan Hilafetin kurulmasıyla gerçekleşecektir.
Allahu Teala şöyle buyurmuştur: لِلَّهِ الْأَمْرُ مِن قَبْلُ وَمِن بَعْدُ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللهِ يَنصُرُ مَن يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ “Eninde sonunda Allah’ın dediği olur. O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-5]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Hüseyin (Ebu Muhammed Fatih) - Sudan
Haber-Yorum
Amerika ve Yahudi Varlığının İran'a Yönelik Savaşı Yöneticilerin Sessizliği ve Dini Liderin Boyun Eğmesi!
Haber:
ABD Başkanı Donald Trump, Yahudi varlığı ile İran arasında kapsamlı bir ateşkes anlaşması sağlandığını duyurdu. Trump, Truth Social platformunda yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Herkese tebrikler, “İsrail” ve İran arasında tam ve kapsamlı bir ateşkes üzerinde anlaşmaya varıldı ve yıllarca sürecek bir savaşı önledik.” Trump, her iki tarafı da övdü ve savaşı sona erdirmek için gösterdikleri dayanıklılık, cesaret ve zekadan dolayı tebrik etti. Mesajını şu duayla bitirdi: “Tanrı “İsrail” ve İran'ı korusun, bölgede yıkıcı bir savaşı durdurduk.”
Bu bağlamda, Reuters haber ajansı, bilgi sahibi bir yetkiliden, Katar Başbakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani'nin, İran'ın Katar'daki El-Udeyde hava üssüne düzenlediği saldırıların ardından İranlı yetkililerle yaptığı telefon görüşmesinde, Tahran'ın Amerika’nın Yahudi varlığıyla ateşkes önerisini kabul ettiğini söylediğini aktardı. Ayrıca Reuters, İranlı üst düzey bir yetkilinin, “Tahran, Katar'ın arabuluculuğu ve ABD'nin önerisiyle Tel Aviv ile ateşkesi kabul etti” dediğini aktardı.
Yorum:
Siyasi arena, Amerika ve Yahudi varlığının İran'a yönelik savaş ilan etmesiyle üzücü bir sahneye tanık oldu. Nitekim bu savaşa, öldürme, yıkım ve tüm uluslararası örf ve yasaların açıkça ihlal edilmesi damgasını vurdu. Her ikisi (Amerika ve Yahudi varlığı) görevlerini tamamladıktan sonra, tek taraflı ateşkes ilan ettiler, İran da bu açıklamayı kabul ederek itiraz veya tereddüt etmeden yenilginin acısını yuttu.
Bu siyasi manzara çok açık olup acılarını nitelendirmek için fazla açıklama yapmaya gerek yoktur. Zira Amerika kendini dünyanın, özellikle de İslam beldelerinin kralı ilan etmiş ve düzenini, kendi çıkarlarını ve Yahudi varlığının güvenliğini garanti altına alacak şekilde yeniden düzenlemeye karar vermiştir. Bölgedeki Amerikan planlarını tehdit etmesin diye basit bile olsa her türlü engeli ortadan kaldırmak için Yahudi varlığının elini serbest bırakmıştır. İran ve bölgedeki kolları, ABD'nin projesinin önünde bir engel teşkil etmese de, ABD'nin bölge için istediği yeni yüz, ABD'ye boyun eğmiş ve hizmetkarı olsalar bile eski yüzlerin değişmesini gerektirmektedir. Bu nedenle İran rejimindeki muhafazakâr veya “şahin” askeri liderlerin çoğu tasfiye edilmiş, birçok nükleer fizikçi infaz edilmesinin yanı sıra üç nükleer reaktör ve ülkenin petrol tesisleri de dahil olmak üzere birçok stratejik askeri ve ekonomik tesisler tahrip edilmiştir.
Amerika ve onun bölgedeki kolu olan Yahudi varlığının bu saldırganlığı hiç şaşırtıcı değildir; zira onlar, Müslümanların kanına susamış olup henüz kana doymamışlar ve asla da doymayacaklardır. Ancak utanç verici olan, İran ve bölgedeki Müslümanların başındaki yöneticilerin tepkisidir. Zira başta Hamaney olmak üzere İran'ın yöneticileri, ülkelerini mahveden, kadınlarını dul bırakan ve çocuklarını yetim bırakan ABD başkanının emrine boyun eğmiştir. Dolayısıyla onlar, sanki savaşı başlatan ve Amerika'ya ve Yahudi varlığına saldıran kendi ülkeleriymiş gibi hemen ateşkesi kabul ettiler! Bu, Yahudiler tarafından suikasta uğrayan onlarca İranlı askeri liderin, daha önce Kasım Süleymani ve Lübnan'daki parti liderleri gibi Hamaney'in gözünde değersiz bir hale geldiği gibi Filistin'de yetmiş binden fazla şehit de değersiz bir hale gelmiştir. Nitekim bu şehitler için yalan bir şekilde “Kudüs Tugayı” adında bir tugay oluşturuldu ancak bu tugay, Kudüs için tek bir kurşun bile sıkmadı!
Aynı zamanda utanç verici olan tutum, bombalayıp öldürdükten sonra güvenli ve huzur içinde geri dönen Yahudi varlığı ve Amerika'nın uçaklarına izin verirken sivil uçakların uçuşlarını yasaklayan bölge ülkelerinin ve ordularının tutumudur. Onların sanki kendilerini ilgilendirmiyormuş gibi komşu ülkede işlenen bu suçları izlemeleri, onların da açıkça İran'ın yöneticilerinden daha az hain ve alçak olmadıklarını göstermektedir. Dolayısıyla onlar, sırayla kurban edilmek için bekliyorlar. Allah, zararlı yöneticileri kahretsin; zira onlar, orduları zincirleyip İran ve Filistin'deki kardeşlerine yardım etmelerini engellediler ve şimdi de aynı şeyin Pakistan, Türkiye ve diğer Müslüman ülkeler gibi başka Müslüman ülkelerin başına gelmesini bekliyorlar.
İslam ümmeti ve ordularının, çok geç olmadın meselenin farkına varmaları gerekmektedir. Ayrıca onların, ülkemizi yöneten ve sömürgeci kâfirin kaynaklarımızı kontrol etmesine, nükleer, askeri ve ekonomik gücümüzü çalmasına izin veren ajan yöneticilerden kurtulmaları gerekir.Yine onların, tüm samimi çabalarını, bu Ruveybidaları devirmeye ve ciddi bir bir şekilde Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmaya yönelmeleri gerekir; zira bu parti, Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeye ve Bedir, Hıttîn, ve Ayn Calut savaşları gibi zafer ve iktidar savaşlarında ümmete ve ordularına liderlik etmeye muktedir olan siyasi bir partidir. Eğer ümmetin içindeki muhlisler ve ümmetin ordularının içindeki sadık subaylar, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafeti kurmak için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermezlerse, İslam ülkelerinin Amerika'nın gölgesindeki geleceği, lanetli Hülâgü'nün gölgesinde olduğundan daha da kötü olacaktır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Bilal Muhacir – Pakistan
Haber - Yorum
Orta Asya'daki Cumhurbaşkanlığı Makamı, Krallığa Eşdeğerdir!
Haber:
Radio Liberty haber ajansı 29 Mayıs'ta, “Putin'in Tacikistan Cumhurbaşkanı Rüstem Imamali ile görüşmelerde bulunduğunu” bildirdi. Tacikistan Ulusal Meclis (Yüksek Konsey) Başkanı ve Duşanbe Belediye Başkanı Rüstem İmamali, Moskova'ya yaptığı resmi ziyaret kapsamında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Federasyon Konseyi Başkanı Valentina Matviyenko ve Duma Meclis Başkanı Vyacheslav Volodin ile görüşmelerde bulundu. Tacikistan Ulusal Meclisi'nin Facebook sayfasında yer alan bilgiye göre, görüşmelerde stratejik ortaklığın güçlendirilmesi, parlamentolar arası diyaloğun geliştirilmesi, insani iş birliğinin genişletilmesi ve işçi göçü konuları ele alındı.
Yorum:
Bu, tiran İmam Rahmanov'un oğlunun Rusya'ya yaptığı ilk ziyareti değildir. Bu toplantı daha resmi bir merasimle ve daha gösterişli bir şekilde gerçekleşmiştir. Tiran İmam Rahmanov yaşlı ve sağlığı bozuk olup bu da acilen devlet başkanlığı adayı üzerinde düşünülmesini gerektirmektedir. Orta Asya, yüz yıldan fazla bir süredir Kremlin'in kontrolü altında ve olmaya da devam etmektedir; bu yüzden bu ülkelerin tiranları, devlet başkanlığı görevine yönelik adaylıklarının onaylanması veya gözden geçirilmesi için mirasçılarını Kremlin'e göndermektedir.
Türkmenistan tiranı Kurbankulu Berdimuhammedov'un iktidarı oğlu Serdar Berdimuhamedov'a devretmesine benzer bir senaryoya şahit olabiliriz. Zira Berdimuhamedov iktidarı, 2022 yılında babasından miras almıştı. Bundan birkaç yıl önce Serdar, bölge belediye başkanı, bakanlık görevleri, Güvenlik Konseyi pozisyonu ve benzerleri gibi birçok aşamadan geçerek iktidara gelmiştir. Bir süre için Serdar'ın babası, iktidarı kaybetmemeye karşı bir önlem olarak resmi toplantılara onunla birlikte gitti ancak her şeyin planlandığı gibi gittiğine ikna olunca, oğlu Kurbankulu'nun serbestçe dışarı çıkmasına izin vermiştir. Böylece iktidar, babadan oğula geçmiş oldu.
Türkmenistan ve Tacikistan cumhurbaşkanlarının aksine, Özbekistan ve Kazakistan'ın eski ve mevcut cumhurbaşkanlarının varisler olarak kızları vardır ve bu da iktidarın devrini güçleştirmektedir. Zira Orta Asya kültüründe, kadınların devlet başkanı olması kabul edilebilir bir durum değildir. Ancak buna rağmen gördüğümüz üzere, tiranların kızları devletin siyasi hayatında aktif rol oynamaktadırlar. Kısa bir süre önce Kerimov ve Nazarbayev'in kızları, neredeyse ülkedeki tüm ekonomik faaliyetlerde katılmıştır. Bugün ise Mirziyoyev'in kızı sadece ülkenin iç politikasında yer almakla kalmamakta, aksine aynı zamanda Özbekistan'ı yurt dışında da temsil etmektedir.
Orta Asya'nın yakın tarihinde, devlet başkanlığının tüm yetkileri elinde bulundurması, krallık sisteminde olduğu gibi akrabalarını etkili pozisyonlara ataması ve bunları varis kılması gibi yeni bir gelenek ortaya çıkmıştır. Tiranlar bir kere iktidara gelince, ancak ölüm veya olağanüstü bir durumunda iktidarı bırakıyorlar. İktidarda oldukları süre boyunca tüm aileleri, halka zalim ve adaletsiz bir şekilde eziyet ediyorlar.
Orta Asya Müslümanları olarak bizler, cumhuriyetler ve krallıklar gibi İslam dışı yönetim sistemlerine yabancıyız. Zira İslam'da, otorite ümmete, egemenlik ise halka veya Halifeye değil şeriata aittir. Dolayısıyla ümmet Halifeye, yeryüzünde şeriatı uygulaması ve Allah'ın şeriatına göre hükmetmesi için biat eder.
Allahu Teala Kerim Kitabı’nda şöyle buyurmuştur: إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ “Hüküm sadece Allah’a aittir.” [Yusuf 40] Ve Subhanehu şöyle buyurmuştur:وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللهِ حُكْماً لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ“Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah’tan daha güzel olan kimdir?” [Maide 50] Ve şöyle buyurmuştur: وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَآ أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللّهُ إِلَيْكَ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَاعْلَمْ أَنَّمَا يُرِيدُ اللّهُ أَن يُصِيبَهُم بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ“Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır.” [Maide 49]
Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Medine'de İslam Devleti'ni kurmuş ve bize devleti kurmanın en iyi yollarını açıklamıştır. Zira vali ve kadılar atamış, yardımcılarını seçmiş ve Şura Meclisini oluşturmuştur. Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu devletin başkanlığını üstlenmiş ve Ashabı da (Allah onlardan razı olsun) yönetici olarak ona biat etmiştir. Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatından sonra, Sahabe-i Kiram bu amele devam ettiler. Dolayısıyla onlar Halifeler olarak adlandırıldılar, yönetim sistemi de Hilafet olarak adlandırıldı. İslam'ın hükümleriyle hükmetmekten başka bizim için bu tiranlardan bir kurtuluş yoktur. Bu da ancak Allah'ın şeriatıyla hükmedecek, zulmü ve adaletsizliği ortadan kaldıracak ve yeryüzüne İslam'ın nurunu yayacak olan bir Halife'nin liderliğinde Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafeti kurmak için Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in metoduna göre çalışmakla mümkün olacaktır. Allah yardımcımız olsun.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Eldar Hamzin
Haber-Yorum
Kendi Kuyusunu Kendi Kazdı!
Haber:
İran ile Yahudi varlığı arasındaki savaş!
Yorum:
Aralarında sınır bulunmayan ve birbirinden uzak iki ülke arasında bir savaş çıkması nadirdir; ancak modern teknolojiyle birlikte İran ve Yahudi varlığı arasında füzeler ve uçaklar aracılığıyla bir savaş patlak vermiştir.Nitekim bu savaş, Batı'nın Yahudi varlığını desteklemesinin ve ABD'nin savaşa uçaklarla dahil olmasının ardından İran'ın nükleer tesislerini bombalamasıyla özellikle İran'da büyük bir yıkıma yol açmıştır.Burada bir durup, İran'ın Gazze'deki mücahitlere yaptığı ihaneti ve alçaklığı hatırlatmamız gerekir.
Humeyni'nin devriminden sonra Şah'ın yönetiminin enkazı üzerine kendi rejimini kuran İran,Yahudi varlığına karşı savaşmayı ve onunla yüzleşmeyi pekiştirdi, “İsrail'e ölüm” sloganlarını benimsedi ve onu ortadan kaldırmak için çalıştı, Müslümanlar ile Yahudiler arasındaki çatışmayı istismar ederek Yahudi varlığına karşı direnişi kurup destekledi. Dolayısıyla ister cihat hareketi, ister Hamas hareketi, ister İran'ın partisi, isterse diğerleri olsun İran ve onun takipçileri olan direnişçiler arasından varılan son ittifaklar veya anlaşmalar, aralarında “Meydanların Birliği” anlaşmasıyla sonuçlandı. Nitekim Hamas, 7 Ekim 2023'te bu varlıkla çatışmaya girip onu küçük düşürerek onlarca kişiyi esir alıp yüzlerce kişiyi öldürdüğünde, İran ve takipçilerinin aralarındaki Meydanların Birliği anlaşmasını uygulamaları gerekirdi. Yani onlardan biri Yahudi varlığıyla savaşa girmiş olsa hepsi onun yanında yer alacaklardı ancak onlar Gazze'yi yüzüstü bıraktılar.Dolayısıyla eğer Gazze'yi desteklemiş olsalardı, Yahudi varlığını ortadan kaldırabilirdi, bugün onu bombaladığı füzeleri fırlatsaydı ve Yemen ve Irak'taki partisine ve destekçilerine Yahudi varlığını bombalamalarını ve Lübnan'ın kuzeyinden Filistin'e girerek Tel Aviv'deki mücahitlerle birleşmelerini ve Yahudilerin varlığını ortadan kaldırmalarını emretseydi Yahudi varlığı ortadan kalkardı.Ancak İran, Lübnan'daki partisini dizginleyip müdahale etmesini engelledi ve Gazze'ye destek (!) verme fikrini icat etti. Tüm bunları ise Amerika'yı hoşnut edip onu kızdırmamak için yaptı. Böylece Gazze halkına yardım ve destek vermekten kaçındı, onu yüzüstü bıraktı ve halkını da hayal kırıklığına uğrattı; peki sonuç ne oldu?Yahudi varlığı İran'ın partisini tek başına hedef aldı ve onu yok etti, daha sonra İran'ın onlarca liderine suikast düzenledi ve bunu da İran'ı vurarak, onu aşağılayarak, onlarca liderini öldürerek ve füze depoları, üretim merkezleri ve nükleer tesisleri dahil olmak üzere onlarca kurumunu yok ederek sonlandırdı. Bu ise İran'ın kendi yaptıklarının bir cezasıydı. Nitekim eskiler şöyle derdi: “Kendi kuyusunu kendi kazdı!"
İran, Batı'yı memnun etmek için onlara uyum sağlamaya ve onlara yağ çekmeye çalıştı. sonuç olarak, özellikle Irak ve Şam'da Müslümanlara acımasızca davranıp yüzbinlerce Müslümanı öldürerek, milyonlarca Müslümanı göç ettirerek, devrimin zaferini engelleyerek ve Şam tiranını destekleyerek öncelikle Allah, Rasulü ve müminler olmak üzere kaybedenlerden oldu.Sonra kendi yaptığı kötülüklerin içine düştü, onun eliyle zafer gerçekleşmedi ve Allah'ın vaadi de ona nasip olmadı. Sonuç olarak, ölüm, yıkım ve on yılların çabasının kaybolması gibi yaptıklarının karşılığını tattı. Amerika'nın bombardımanına verilen zayıf tepki ise, sadece yüz suyunu korumak ve saf takipçilerine, yapması gerekeni yaptığını göstermek içindi!
Bu bağlamda bizler, gösteriş yapma peşinde değiliz; aksine düşmanlara uyup onlara yağ çekenlerin, Allah'ı, Rasulü'nü ve müminleri kaybedip gücünü yitireceğine, dolayısıyla hem dünyada hem de ahirette kaybedeceğine dair bir hatırlatmadır. Dolayısıyla her kim Allah ile beraber olursa, Allah onu izzetli kılacak ve hem dünyada hem de ahirette ona yardım edecektir.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Şeyh Muhammed İbrahim - Lübnan
Haber-Yorum
İhanet Ziyareti!
Haber:
Trump'ın Pakistan'a kucak açması: “Taktiksel bir ilişki” mi, yoksa yeni bir “yakınlaşma çemberi” mi?
Trump, ABD ve Pakistan'ın ilişkilerinin iyileştiği bir zamanda Kara Kuvvetleri Komutanı Asim Munir'i Beyaz Saray'da benzeri görülmemiş bir öğle yemeğinde ağırladı. (El Cezire)
Yorum:
İslam dünyasının -Gazze'den Keşmir'e ve Tahran sokaklarına kadar- kan ağladığı bir dönemde, General Asim Munir'in ABD Başkanı Donald Trump'ı ziyaret etmesi, sadece geçici bir ziyaret değil, aksine büyük bir ihanettir.Beyaz Saray'da düzenlenen ve Trump'ın Hindistan ile patlak vermek üzere olan savaşı yatıştırmadaki rolünden dolayı Munir'e şükranlarını ifade etmek için düzenlediği toplantı, Pakistan'ın çeşitli kesimleri tarafından stratejik ve diplomatik bir adım olarak övgüyle karşılandı.Aslında bu toplantı, Ortadoğu'nun her yerindeki en son vahşi saldırı dalgasında kendilerini silahlandırıp Yahudi varlığını savundukları bir sırada Batı güçlerinin önünde eğilen Pakistan askeri elitinin utanç verici mirasının bir başka bölümünü temsil etmektedir.Trump'ın Munir'i hoş karşılaması, ABD destekli Yahudilerin İran'a düzenlediği ve yüzlerce kişinin ölümüne yol açan saldırıların ardından gelmiştir.Ancak ABD'nin bu kan dökülmesi konusundaki iş birliğine meydan okumak yerine Munir, Yahudi varlığını finanse edip silahlandıran, İslam beldelerinde insansız hava araçlarıyla saldırılar düzenlediğini açıklayan ve Pakistan'ı bir zamanlar yalanlar ve aldatmacalar ülkesi olarak nitelendiren Trump'a elini uzatmıştır! Generalin Washington'da bulunması, Pakistan liderliğinin küresel sömürgeci egemenlik sistemindeki suç ortaklığının boyutunu ortaya koymaktadır.
Bu ziyaret, Pakistanlı askeri liderlerin, ümmetin yanında durmak pahasına Washington ile iyi ilişkileri korumaya öncelik veren onlarca yıllık politikayı yansıtmaktadır.Nitekim Trump, yönetiminin Pakistan'ı öncelikle İran'a karşı stratejik etkisinden ve Hindistan ile çatışmayı kontrol altına almadaki yardımından dolayı takdir ettiğini açıklamış olup bu çıkarlar, İslam ümmetine değil, ABD'nin hegemonyasına hizmet etmektedir.
Bu ihaneti daha da acı hale getiren şey, Pakistan halkının İslam'a olan derin sevgisi ve fedakarlıkları ile liderlerinin eylemleri arasındaki kopukluktur.Dolayısıyla bu açık bir ihanet olup Allah'ın emirlerine itaat edilmesi, ümmetin düşmanlarına düşman gibi davranılması, Müslümanların topraklarının savunulması ve şehitlerinin intikamını alınması vacibinin açıkça göz ardı edilmesidir.Yani böyle bir durumda vacip, hiç utanmadan terk edilmiştir.
Pakistan'daki Müslümanlara ve toplumlarımızdaki uzantılarına:Gerçek bir liderliğin, İslam'ın düşmanları önünde diz çökmemesi ve Filistin ve Keşmir, şimdi İran kan ağlarken sessiz kalmaması gerektiğini hatırlatırız.İleriye giden yol, Amerikan dayatmalarından siyasi ve ideolojik olarak tamamen kopmakta yatmaktadır.Sadece Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin kurulmasıyla Pakistan'ın askeri gücü, işgal altındaki toprakları kurtarmak, kutsalları korumak ve ümmete yönelik adaleti yeniden sağlamak için kullanılabilir.İşte o zamana kadar, Trump gibi bir savaş suçlusuyla her bir tokalaşma, Pakistan liderliğinin İslami bağlılıklarından ne kadar saptığını acı bir şekilde hatırlatmaya devam edecek.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” [Maide 51]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Heysem İbn Sabit - Amerika
Batı'nın Müslüman Gençlere Yönelik Ayartmaları: Zararları Ve Mücadele Yolları!
Halkların galeyanının ve ümmetin uyanışının başlangıcının gölgesinde, Batı her zamanki gibi uyanışın ateşini söndürmeye ve bu uyanışın taraftarlarını dondurmaya kast etmiştir; böylece hak ehlinin sözlerini ve yürüyüşlerini örtbas edip on tane Batılının iki milyar Müslümandan daha iyi olduğunu zannetsinler diye -gerek medyada gerekse diğer yerlerde-, Batı'nın protestolarının ve Gazze'ye karşı tutumunun altını çizmek yoluyla onların arasında umutsuzluk tohumları aşılayarak kalplerinden tüm umut kırıntılarını absorbe etmeye başvurmuştur.
Yahudilerin korku ve iç karışıklığına, askerlerinin maruz kaldığı akıl hastalıklarına, Aksa Tufanı operasyonunun ardından binlerce kişinin göçüne ve geriye kalanların protestolarına sırtlarını dönerek Yahudileri yenilmez bir orduymuş gibi göstermek ve ölülere, yaralılara ve yıkıma odaklanmak yoluyla psikolojik savaş yürüttüler.Bazı protestocular, bu kişilerden bir fayda gelmeyeceğini ve atmosfere egemen olan soğukluğun sonucunda hareketin bir işe yaramayacağını zannederek seslerini kıstılar.
Öte yandan onların dikkatlerini dağıtmak, zihinlerini karıştırıp boşaltmak için, Körfez ve diğer yerlerde müstehcen festivaller ve ahlaksız partiler düzenlenmeye devam ettikleri görülmektedir; oysa ahlaksız kadınları getirmek için harcanan paralar, ümmete harcanmış olsaydı ümmet arasında yoksul ve fakir bir kimse kalmazdı!Ayrıca Sykes-Picot sınırlarını kutsallaştıran ve ulusal duyguları ve bölünmeyi pekiştiren karşılaşmalarda yarın kazanmak, taraftarları için en yüce ve en gurur verici hedeflerden biri haline gelmiştir!
Şeytanın bu takipçileri, boş kafalı ve dağınık bir zihne sahip olan bir kişinin, korkutulması, evcilleştirilmesi, susturulması ve zulmedilmesi kolay olan dengesiz bir kişiliğe sahip olduğundan emindirler.
Nitekim İslam, bu ikilemle nasıl başa çıkılacağını Subhanehu’nun şu kavliyle açıklamıştır:كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. (Siz ki) marufu emredersiniz ve münkerden sakındırırsınız.” [Al-i İmran 110] Her şeyi bilen ve hikmet sahibi olan Allah, bizim için hayrı yaratmış ancak onun bizim içimizde var olmasının şartı, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak olup şehitlerin efendisini de; حَمْزَةُ بْنُ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، وَرَجُلٌ قَامَ إلَى إمَامٍ جَائِرٍ فَأَمَرَهُ وَنَهَاهُ، فَقَتَلَهُ “Hamza İbn Abdulmuttalib ve zalim yöneticiye karşı marufu emrettiği ve onu münkerden nehyettiği için zalim yönetici tarafından öldürülen kişi” olarak belirlemiştir.
İyiliği emredip kötülükten sakındırmak, İslam hakkında kamuoyu oluşturmaktır; böylece ümmet, sadece duygusal olarak değil, plana, metoda ve net bir hedefe dayalı olarak hareket edecektir; aksi taktirde Batı onu, kendi planları doğrultusunda istediği gibi yönlendirecek, fedakarlıkları boşa gidecek ve enerjisi tükenecektir.
Ey Müslüman gençler, Allah için fasıkların ayartmalarıyla ilgili savaşta dikkatli olun ve gücünüzün doruk noktasında olan gençliğinizi, dininizi ve dünyanızı ifsat eden bu münkeri değiştirmeye yönelik çalışmada kullanın.لا تَزُولُ قَدَمَا عَبْدٍ يَوْمَ الْقِيَامَةِ حَتَّى يُسْأَلَ عَنْ أَرْبَعٍ: عَنْ عُمُرِهِ فِيمَا أَفْنَاهُ، وَعَنْ شَبَابِهِ فِيمَا أَبْلَاهُ، وَعَنْ مَالِهِ مِنْ أَيْنَ اكْتَسَبَهُ وَفِيمَا أَنْفَقَهُ، وَعَنْ عِلْمِهِ مَاذَا عَمِلَ فِيهِ“Kıyamet gününde insan şu dört şeyden hesaba çekilmedikçe yerinden kımıldayamaz; Ömrünü
nerede ve nasıl geçirdiğinden, gençliğini nerede yıprattığından,
malını nereden kazanıp nerede harcadığından, bildiği ile amel
edip etmediğinden.” [Sahih hadis] Bu davayı omuzlarında taşıyacak olan sizlersiniz; o halde Usame bin Zeyd, Kutuz ve Baybars gibi olunuz. Allah'a yemin olsun, Allah'ın hak kelimesini yüceltmek ve O'nun dinine yardım etmek için kullandığı kimselerden olmanız, sizin için büyük bir şereftir. وَفِي ذَلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَ“Yarışanlar işte bunun için yarışsınlar!” [Mutaffifîn 26]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hatice Salih