Perşembe, 17 Zilkâde 1446 | 2025/05/15
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Trump'ın Askıda Bekleyen Dosyaları Patlamak Üzeredir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Trump'ın Askıda Bekleyen Dosyaları Patlamak Üzeredir!

Haber:

Gazze ve Ukrayna'ya hızla barış getirme yönündeki seçim vaatlerini yerine getiremeyen ABD Başkanı Donald Trump, en az onun kadar zor olabilecek başka bir dosyaya yöneliyor ki o da: İran'ın sürekli gelişen nükleer programını engellemektir. (El Cezire Net)

Yorum:

İran, anlaşmazlığı barışçıl bir şekilde sona erdirecek gerçek bir anlaşma arayışında; zira Hamaney'in mevcut danışmanı ve eski Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şamhani X platformunda yaptığı açıklamada “İran Dışişleri Bakanı ABD ile dolaylı müzakereler yürütmek üzere tam yetkiyle Amman'a gidiyor, şovdan ve kameralar önünde konuşmaktan uzak bir şekilde Tahran gerçek ve adil bir anlaşmaya varmaya çalışıyor” dedi.

Amerika'ya gelince, savaşla aynı sonuçlar doğuracak ancak barışçıl bir şekilde İran'ın nükleer dosyasını tamamen bitirmek istiyor;zira ABD Başkanı Donald Trump görüşmeler öncesinde Pazartesi günü yaptığı açıklamada (Washington ve Tahran'ın İran'ın nükleer programı konusunda Cumartesi günü Umman'da doğrudan görüşmelere başlayacağını duyurmuş ve görüşmelerin başarısız olması halinde İslam Cumhuriyeti'nin ciddi bir tehlike altında olacağı uyarısında bulunmuştur.)

Aslında İran nükleer görüşmeleri, Trump'ın Gazze'de ateşkes ve Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş dosyası başta olmak üzere kendi açtığı dosyaların çoğunda net başarılar elde edememesinin ardından geldi ve Çin'e açtığı ticaret savaşı da aynı şekilde Çin üzerindeki baskıyı arttırmak için Hürmüz Boğazı ve Bab al-Mandab Boğazı başta olmak üzere su geçişlerini kapatma ihtiyacı doğurabilir.

Öte yandan Yahudi varlığı bu müzakerelerden çekilmeye istekli ve İran'ın nükleer reaktörünün sınırlı alanlarına askeri bir saldırı düzenlemek istiyor; çünkü bunu yapması halinde ek ayrıcalıklar elde edecektir.Jerusalem Post'a göre, New York Times'ın geçtiğimiz aylarda, ABD'nin Yahudi varlığının İran'ın nükleer programına saldırmasını engellediğine dair yayınladığı sızıntılar vardır;bu sızıntı, ABD'nin İran'ın nükleer reaktörünü bombalayarak durdurduğu geçmişin yakınlığını ve geleceğin yakınlığını göstermek için iki yönlü bir açıklama olup eğer müzakereler sekteye uğrarsa, İran'ın nükleer reaktörünün bulunduğu yerlerin üzerinden duman bulutları yükselecektir.

Amerika, karşılığı ne olursa olsun sadece kendi çıkarlarını önemsiyor; nitekim reaktörün sona erdirilmesine ABD ve Yahudi varlığı karar vermiştir ancak bunun askeri ya da barışçıl yollarla nasıl yapılacağı tartışma konusudur; dolayısıyla her iki durumda da Trump, bu dosyanın sonuçlarının gerçekleşmesi ve onun sona erdirilmesi konusunda ciddidir.

Bugün küresel düzeyde yaşanan değişimler, artık dünyaya liderlik etmeye uygun olmayan mevcut dünya düzeninde yaşanacak değişimin ilk adımlarıdır; yani bizler, uzun süredir dünyanın bağrına çöreklenen kapitalizmin ölüm sancılarını yaşıyoruz. Bu mikroptan ancak başka bir ideolojiyi benimseyerek kurtulabiliriz ve bu da İslam ideolojisinden başka bir şey değildir.Bugünkü fırsat bir daha tekrarlanmayabilir; bu nedenle Müslümanlar, dine yardım etmek için ayağa kalkınsınlar ve Allah'ın şeriatını ikame etmemizi engelleyen ve onu pekiştirmek için sömürgeci kafirle birlikte çalışan yöneticiler kliğini devirsinler.O halde haydi harekete geçin ve Allah'ın şeriatını ikame etmek ve Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Hilafeti kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışanlardan olmak üzere güç ehli de sizinle birlikte harekete geçsin ki böylece insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olmaya geri dönelim; Tıpkı Allahu Teala’nın şöyle buyurduğu gibi: كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِSiz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. (Siz ki) marufu emredersiniz ve münkerden sakındırırsınız.” [Al-i İmran 110]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Nebil Abdulkerim

Devamını oku...

Hilafet Devleti'nin İlanının Yaklaşmasıyla Birlikte İdeolojisi ve Kendisini Milletlere Liderlik Etmeye Ehil Kılan Bol Nüfuslu Tarihi ile İslam Ümmetinin Canlılığı

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Hilafet Devleti'nin İlanının Yaklaşmasıyla Birlikte İdeolojisi ve Kendisini Milletlere Liderlik Etmeye Ehil Kılan Bol Nüfuslu Tarihi ile İslam Ümmetinin Canlılığı

Doğu Bilimi (Oryantalizm) olarak bilinen Batı'nın Doğu, yani Müslümanlar hakkındaki çalışma merkezleri, -başlangıcından bu yana- geleceği öngörmek ve gidişatlarıyla yüzleşmek için planlar çizmek amacıyla Batılı ülkelerin politika yapımında kilit bir rol oynamıştır.Bu çalışma merkezlerinin araştırmaları, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların sosyal, ekonomik ve siyasi koşullarını incelemeyi ve onları Batılı ülkelerin politikaları lehine etkilemek için mercek altına almayı içermektedir.Üçüncü bin yılın şafağı, Müslümanların ülkelerinde üzerlerine uygulanan Batılı sistemlerin yerine İslam şeriatının uygulanmasını isteyip istemedikleri konusunda çalışma ve araştırma merkezleri tarafından anketler yapılmasına tanık olmuş ve bu çalışmaların, Müslümanların İslam Nizamını hayatlarında, yani tüm siyasi, ekonomik, sosyal ve benzeri işlerinde yeniden uygulanması konusundaki dizginlenemez arzusuyla ilgili sonuçları Batılıları şaşkına çevirmiş, bu da bu merkezleri, Müslümanların H. 1342 M.1924 yılından önceki hallerine geri dönmeleri konusunu açıklığa kavuşturmak için daha fazla çalışmalar yapmaya sevk etmiştir!

Bu makalemizde, Batılı araştırma merkezleri tarafından yürütülen Müslümanlarla ilgili sosyo-demografik istatistikleri ve bu demografik istatistiklerin, siyasi ve ekonomik yönlerle yakından bağlantılı olduğunu ve bunlardan ayrılmasının imkansızlığını ele alacağız.

Üçüncü bin yılın başlarında, Amerikan Cumhuriyetçi Parti, Amerika'nın dünya nimetleri üzerindeki kontrolünü, mevcut rakipleri “Avrupa ve Çin” ile gelecekteki rakibi “Hilafet Devleti'ni” dışarıda tutmakla birlikte Amerika'nın rakipleriyle, kontrolünün devamının sağlanmasını içeren yeterli mesafeyi korumayı hedefleyen Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi'ni (PNAC) geliştirmiş ve ABD düşünce kuruluşu "RAND", Müslümanları böldüğü ve onları birbirleriyle karşı karşıya getirmek için hazırladığı bir çalışma yapmıştır.Ancak çeyrek asırdır birbirini takip eden ABD yönetimleri bu konuda ilerleme kaydedememiş, bu da İslam ümmetinde yeni çatlaklar ve yaralar oluşturmak amacıyla ve Nübüvvet Minhacı üzere ikinci Raşidi Hilafet Devleti'nin kurulması yoluyla liderlik rolünü yeniden kazanmasını engelleme girişimi olarak Müslümanların evlatlarından “dini hayattan ayıran” laikleri öne çıkaran yeni nüfus istatistikleri yayınlamasına neden olmuştur.

İslam ümmeti, hayat, kainat, insan ve bunların hepsinin bir yaratıcının -ki O Allahu Teala'dır- yarattığı mahluklar olması ve İslam ümmeti için uyması gereken bir sistem koyması hakkındaki doğru ideolojik bakış açısı bakımından doğası gereği canlıdır.İnsan, diğer mahlukatlar dışında onu korumakla mükelleftir; bu da İslam Devleti'nin tebaaları arasında insan nevini-türünü koruma içgüdüsünün, İslam'daki içtimai nizama uygun olarak, yani evlilik yoluyla doğru bir şekilde doyumunu sağlamak ve bunu yaygınlaştırıp kolaylaştırmak yoluyla olur.Bu ise bir yandan toplumda huzuru yaydığı gibi çok eşlilik de nüfusu artırır, bekarlık ve evlenmeye isteksizlik görüntülerini azaltır, zinayı önler ve onunla mücadele eder ve toplumun fertleri arasında cinsel hastalıkların yayılmasını azaltır. Ayrıca herkese ücretsiz sağlık hizmeti de sağlanacaktır. Büyüme ve nüfusun sürekli artması, ümmetin sağlıklı olduğunun bir göstergesi olup aksi, tam tersidir; zira nüfusun azalması, hastalıkların toplum bireyleri arasında yayılması ve sağlıklarının bozulması, milletlerin çöküşünün göstergelerindendir. Ayrıca yeni halkların İslam’a girmeleri, nüfusun doğal olarak artmasında ek bir rol oynar ve İslam ümmetinin yükselmesine katkı sağlayan yeni kanlar sağlar.

Müslümanların dünya genelindeki sayılarının artması ve bunun Batı'nın genel olarak bir nüfus gerilemesine tanık olduğu bir zamanda İslam’a girenlerin sayısının artmasıyla aynı zamana gelmesi, Müslümanların yeryüzündeki nüfuz sayısında öncü olmalarına neden olmaktadır. Nitekim istatistik programlarının ve bilgisayar program algoritmalarının varlığı, kuruluşların yardım programlarının Müslüman ülkelerin her yerinde yaygınlaşmasının yanı sıra dünya genelinde düzenlenen nüfus konferanslarıyla birlikte Batı, dünya genelindeki Müslüman nüfusuna yönelik yakın istatistikler ve tahminler elde edebilmektedir.Şu anda üçüncü dünyanın nüfusu birinci dünyanın, yani Batı'nın nüfusunun beş katı olup 2050'de ise on katı olacaktır. Bu nedenle klonlama ve rahim dışında embriyoları taşıyan inkübatörler projelerine başvurdular ancak bu hiçbir işe yaramadı.

Orta Asya’nın “Afganistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Kazakistan” nüfusu şu anda 180 milyona yaklaşmıştır. 25 yıl içinde Rusya'nın nüfusuyla eşitleneceklerdir.Sadece Türkiye'nin nüfusu bile Rusya'nın nüfusuna eşit olacak ve İran'ın nüfusu da Rusya'ya yaklaşacaktır.

İslam ümmetinin nüfus artışı konusu, son yüz yılda dünya çapında Müslüman nüfusunun yedi kat artarak 1910'da 221 milyondan 2010'da 1,553 milyara çıktığına işaret etmekte olup Müslümanların sayısının 2015-2060 yılları arasında 2,8 milyara çıkması beklenmektedir.

Kendisinden insan sorunlarına çözümlerin ortaya çıktığı hayat, kainat ve insan hakkındaki doğru bakış açısı, Allah'ın yeryüzünde ümmete bahşettiği doğal kaynaklar ve kıtalar arasında bir arabulucu olarak dünya üzerindeki konumu, ulaşım ve ticaret için kara ulaşım hatları üzerindeki kontrolü, denizler ve okyanuslar üzerindeki konumunun ortaya çıkması bakımından coğrafi konumunun yanı sıra nüfus “demografik” faktör, ülkelerin güçlü olmasının faktörlerinden bir faktör sayılır; dolayısıyla her milletin sahip olduğu bir nüfusu vardır ve bu nüfus diğer milletlerle karşılaştırıldığında, çoklukta hangisinin kefesinin ağır bastığını ortaya çıkarır. Dolayısıyla da nüfus sayımı, özellikle ülke içindeki tüm çabaları ve çalışmaları yürütmekten sorumlu olan gençlerin yüzdesinin yüksek olmasıyla birlikte milletin zayıflığından ziyade gücünü ortaya çıkarır. Nüfus sayımı, devletin, tarım, denizcilik, sanayi, askeri ve benzerleri gibi yaşam alanlarına dağıtabileceği kadar nüfusa sahip olduğunu göstermektedir. Ayrıca kadın ve erkek, genç, çocuk ve yetişkin nüfusun ortalama yaşını bilmek, nüfus faktörüne eklenen bir başka güçtür.

18. yüzyılın ilk yarısının sonunda Osmanlı Hilafetinin tebaası 76.150.000 kişiydi ve bunların 1.400.000'i başkent İstanbul'da oturuyordu, Fransa'nın nüfusu ise 22.653.000 kişiydi ve bunların 600.000’i başkent Paris’te oturuyordu, İngiltere'nin nüfusu 12.985.000 kişiydi ve bunun 800.000'i başkent Londra'da oturuyordu ve Rusya’nın nüfusu 15.000.000 kişiydi ve bunun 120.000’i Moskova’da oturuyordu. Hollanda’nın nüfusu 7.950.000 kişiydi ve bunun 200.000’i Amsterdam’da oturuyordu.Portekiz’in nüfusu 6.600.000 kişiydi ve bunun 250.000’i Lizbon’da oturuyordu ve Danimarka’nın nüfusu da 1.760.000 kişiydi ve bunun 1.800.000’i İsveç’te oturuyordu.

1945 yılında Birleşmiş Milletler bünyesinde kurulan Dünya Sağlık Örgütü’nün ortaya çıkması, Batılı ülkeleri, çabalarını dünyanın farklı bölgelerindeki tüm milletlere ulaşmaya ve buralarda doğrudan kendi programlarına odaklanmaya yöneltti ve bu programlar, “Malthus teorisine göre” yetersiz kaynakları nedeniyle bu ulusların nüfuslarını azaltmayı hedefliyordu ki bu milletlerin başında da, doğurganlık oranının yüksek olması sonucunda genç nüfusun yaşlı nüfusa oranına ve doğum oranının ölüm oranlarına göre yüksek olduğu İslam ümmetidir; bu da Batılı ülkelerin dünya üzerindeki rakipsiz hakimiyetini tamamlamak, dünyanın zenginliklerini ve kaynaklarını tüketmek, stratejik konumunu halkından uzaklaştırıp kendi lehine çevirmek ve onu yozlaşmış Batı medeniyetiyle peşinden sürüklemek içindir. Nüfus istatistiklerine göre, 2000 yılında, 47 Avrupa ülkesinin tamamı, yüksek doğum oranına sahip Müslüman Arnavutluk hariç, düşük doğum oranıyla ölmüştür. Yirmi yıl önce, Roma Üniversitesi'nden İtalyan demograf Giulini, İtalya'da toplumun giderek yaşlanması ve genç nüfusun az olması nedeniyle yaklaşan bir nüfus krizi konusunda uyarıda bulunmuştu; çünkü popüler dergi Noa Dawn'ın istatistiklerine göre, kadınlar artık çocuk sahibi olmayı planlamıyordu.

Buchanan, “Batı’nın Ölümü” adlı kitabının 28. sayfasında şöyle diyor: “Papa'nın iddia ettiği ve istatistiklerin de açıkça gösterdiği gibi eğer Batı bir "ölüm kültürünün" pençesine düştüğünde, o zaman Batı medeniyeti,Lenin'in imparatorluğunun ulaştığı aynı utanç verici sona mı sürüklenecek?” Refah ve iyileşmeden ve hastalıkların yayılmasından bahsetmiyorum bile; nitekim Sana’da yayınlanan es-Sevra gazetesi 16/01/2025 tarihli haberinde,ABD’de yaşlılar arasında demans vakalarının sayısının iki katına çıktığına dair şok edici sonuçlar içeren yeni bir araştırmadan bahsetmiştir ki bu durum, Amerika'daki yaşlanan nüfustan kaynaklanmaktadır. Yine Nikkei Araştırma Şirketi tarafından 2025'in başlarında Reuters için yapılan bir ankete göre, Japonya nüfusunun azalmasının ve yaşlanmanın artmasının acısını çekmekte olup Çin'in nüfusu üst üste üçüncü yıldır azalmaktadır.

Allah, hayat, kainat ve insan için, hepsini düzenleyen bir sistem koymuş olup bu sistemlerin arasında, erkek ve kadınlara avret yerlerini örtmeleri ve iffetlerini korumaları yer almaktadır; zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur:قُل لِّلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذَلِكَ أَزْكَى لَهُمْ إِنَّ اللهَ خَبِيرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ * وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ(Rasulüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar; iffet ve namuslarını korusunlar. Görünen kısımları müstesna, güzelliklerini ve süslerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine kadar örtsünler. Güzelliklerini ve süslerini; kocalarından, babalarından, kayınpederlerinden, kendi oğullarından, üvey oğullarından, erkek kardeşlerinden, erkek kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, Müslüman kadınlardan, kendi cariyelerinden, erkeklikten kesilip kadınlara ihtiyaç duymayan hizmetçilerden veya henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Bir de gizledikleri güzelliklere, süslere dikkat çekecek ve erkeklerde arzu uyandıracak şekilde ayaklarını yere vurarak yürümesinler. Ey müminler! Hepiniz tevbe ederek Allah’a yönelin ki kurtuluşa eresiniz.” [Nur 30-31] Dolayısıyla toplumu iffetine geri döndürmek, toplumu kötülüklerin yayılmasından korumak, kötülüğü yapanlara caydırıcı ceza koymak ve nesilleri korumak için bize evlenmeyi emretmiştir. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: فَانكِحُواْ مَا طَابَ لَكُم مِّنَ النِّسَاء مَثْنَى وَثُلاَثَ وَرُبَاعَBeğendiğiniz (veya size helal olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın.” [Nisa 3] Ayrıca bize, evlenmekten kaçınmayı yasaklamıştır; zira Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: ... لَكِنِّي أَصُومُ وَأُفْطِرُ وَأُصَلِّي وَأَرْقُدُ وَأَتَزَوَّجُ النِّسَاءَ، فَمَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّتِي فَلَيْسَ مِنِّيAncak ben de oruç tutuyorum ve iftar ediyorum, namaz kılıyorum ve uyuyorum ve kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir.” Bunu ise hem erkek hem de kız olmak üzere çok sayıda çocuk takip etmektedir. Ayrıca Allah Subhanehu ve Teala bize iffetli olmayı ve çoğalmayı da emretmiş ve bizim rızık konusunda endişe duymamızı yasaklamıştır. Zira Subhanehu şöyle buyurmuştur: وَلاَ تَقْتُلُواْ أَوْلاَدَكُم مِّنْ إمْلاَقٍ نَّحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَإِيَّاهُمْ وَلاَ تَقْرَبُواْ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَFakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; biz, sizin de onların da rızkını veririz. Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın.” [En’am 151] Nitekim yeni doğan çocukların geçimleri, Raşid Halife Ömer bin Hattab Radıyallahu Anh döneminden itibaren Müslümanların Beytu’l Mâl’inden karşılanıyordu. Nitekim Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:تَزَوَّجُوا فَإِنِّي مُكَاثِرٌ بِكُمْ الْأُمَمَ، وَلَا تَكُونُوا كَرَهْبَانِيَّةِ النَّصَارَىEvlenin, ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar ederim. Hristiyanların rahipleri gibi olmayın.” Ayrıca Müslümanları, kızlarının mehirlerini kolaylaştırmaya teşvik etmiştir. Zira Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: أَعْظَمُ النِّسَاءِ بَرَكَةً أَيْسَرُهُنَّ مُؤْنَةًEn bereketli kadınlar külfetleri (mehirleri) az olanlardır.” Dolayısıyla İslam’daki nizam, içinde barındırdığı geçim kaynaklarıyla birlikte kâinatın yaratıcısından gelmiş olup Allah katından kendisine hayat bahşedilen insan, bu nizamı ve sadece Allah tarafından yaratılan diğer canlı varlıkların hayatını yürütmekle sorumludur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mühendis Şefik Hamis – Yemen

Devamını oku...

Ey Askerler! Allah’ın Davetçisine Yanıt Verin!

Yahudi varlığının Gazze’de, Batı Şeria’da, Lübnan’da ve Suriye’de sabah akşam işlediği suçlar artık hiçbir kimse için bir sır değil. Bugün dünya gündemini meşgul eden en önemli mesele, Müslüman beldelerde özellikle de Mübarek Toprak Filistin’de yaşanan trajedilerdir. Haber bültenleri, gazeteler ve dergiler neredeyse her gün bu katliamları manşetlere taşıyorlar. Sosyal medya platformları ise, çocukların, bebeklerin, kadınların ve yaşlıların hedef alındığı, camilerin yıkıldığı, hastanelerin bombalandığı, sokakların tahrip edildiği, evlerin yok edildiği, sığınmacıların barındığı çadırların bombalanıp yakıldığına dair korkunç görüntülerle dolup taşıyor...

Ey askerler! Ey subaylar! Her sabah o askerî üniformalarınızı giyip omuzlarınızdaki yıldızlara ve apoletlere baktığınızda, içinizde hiç mi izzet duygusu kıpırdamıyor?

Her sabah pırıl pırıl parlayan silahlarınızı ve kılıçlarınızı kuşanıp içtima sırasına dizildiğinizde, yüksek sesle “vatanın bekçisiyim” diye haykırdığınızda, yüreğinizdeki hamaset duygusu hiç mi uyanmıyor?

Kardeşlerinizi ve halkınızı acımasızca ve hunharca bombalayan şer ve fesat güçleri müttefiki rejimlerden emirler alırken hiç mi zillet ve eziklik hissetmiyorsunuz?

Her akşam madalyalı üniformalarınızla çocuklarınızı kucağınıza aldığınızda, Gazze’deki babaların, evlatlarının parçalanmış bedenlerini defnetmek üzere torbalara ve poşetlere topladıklarını gördüğünüzde, hiç mi utanmıyorsunuz? Hiç mi mahcubiyet hissetmiyorsunuz?

Gazze’deki kardeşleriniz bir yudum suya, hatta bir parça ekmeğe dahi hasret kalmışken sizlerin eşleriniz ve çocuklarınızla birlikte yemek sofrasına oturup karınlarınızı doyurduğunuzda, lokmalar boğazınızdan kolayca geçiyor mu?

Cihattan yüz çeviren, mustazaflara yardım etme görevini yerine getirmek için artık fazla vakti kalmayan aranızda aklı başında biri, bir deve gibi yatağında ölürse hali nice olur?

Ey asker! Görevini ihmal eden, belki de zalimlerin safında yer alan arkadaşının naaşını taşırken, içinden bir ses sana ‘Zaman daralıyor, vazifen seni çağırıyor!’ demiyor mu?

Ey askerler! Size ne demeli!! Bu trajedileri nasıl görüp de bigâne kalabiliyorsunuz? Sanki hedef alınanlar sizin kardeşleriniz değilmiş gibi nasıl umursamaz davranabiliyorsunuz? Oysa onlara yardım etmeniz farzdır. Kardeşlerinizin yardım feryatlarına, babalarının çığlıklarına, evlatlarının haykırışlarına ve kızlarının gözyaşlarıyla dolu niyazlarına rağmen bu zillete nasıl rıza gösterebiliyorsunuz? İçinizde yanıt verecek hiç mi biri yok?

اسْتَجِيبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللهِ مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَأٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَكِيرٍ“Allah’tan, geri çevrilmesi imkânsız olan bir gün gelmeden önce, Rabbinizin çağrısına uyun. O gün sizin için ne sığınacak bir yer vardır, ne de (günahlarınızı) inkâr edebilirsiniz!” [Şura 47]

Devamını oku...

Yahudi Varlığının Gerçeklik ve Zorluklar Arasındaki Yayılmacı Hırsları

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Yahudi Varlığının Gerçeklik ve Zorluklar Arasındaki Yayılmacı Hırsları

İslam beldelerinin kalbine yönelen bir mızrak başı ve İslam ümmetinin kalbinde kanayan bir yara olmasına neden olan zehirli bir hançer olsun diye Yahudi varlığını kuran ve destekleyen İngiltere, Fransa ve Amerika'dır; böylece onun kanamaya devam etmesini ve iyileşmemesini istediler ve bu yüzden de bu varlığa her türlü yaşam yollarını sağladılar ve Amerika liderliğindeki Batılı ülkeler onu bölgede stratejik bir ortak olarak gördüler.

Yahudi varlığının kurulması, geleneksel sömürgeciliğin sona erip onun yeni bir sömürgecilik şekliyle değiştirilmesinin ardından bölgedeki Batı nüfuzunun devamını sağlamanın bir aracı olsun diyedir; zira İslam beldelerinin kalbinde Batı destekli güçlü bir siyasi varlığın bulunması, kaynakları ve enerjiyi (petrol) kontrol etmek, Batı'nın bölgedeki askeri ve siyasi üstünlüğünü sağlamak, İslami vahdeti zayıflatmak ve Hilafetin kurulmasını engellemek gibi stratejik hedefleri gerçekleştirmek içindir.

Batı'nın Yahudi varlığına desteği siyasi ve askeri boyutlarla sınırlı kalmamış, bilakis büyük ekonomik ve teknik desteği de içermesinin yanı sıra Batı'daki, özellikle de ABD'deki Evanjeliklerin Yahudi varlığını desteklemelerinin dini bir rolü vardır. Zira birçok Evanjelik, dini inançlarına göre Yahudi varlığını desteklemenin, kurtarıcının dönüşünü hızlandırdığına inanmaktadır. Bu destek, siyasetle sınırlı kalmamış, aksine Batı Şeria'daki yerleşimler de dahil olmak üzere projelerin finanse edilmesine kadar uzanmıştır. Ayrıca bu destek, Filistinlilerin acılarını derinleştiren ve çatışmayı daha da karmaşık hale getiren işgal ve yerleşim politikalarını meşrulaştırmak için kullanılmıştır. Bu konuda garip olan şey, bu dini bakış açısı, zulüm ve tahakküme dayalı politikaları teşvik ederek Batı Şeria'daki Yahudi yayılmasını ve iddialarına göre “ilahi bir planın” parçası olarak Filistinlilerin haklarına yönelik saldırıları meşrulaştırmaktadır. İşte bu akidevi destek, Yahudi varlığını uluslararası alanda daha güçlü bir konuma getirirken, Filistin meselesini daha da karmaşık bir hale getirmiş ve Filistinlilerin ve çevresindeki Arap halklarının acılarını da derinleştirmiştir.

Yahudi varlığının 1948'de kurulmasından bu yana politikaları ve coğrafi hırsları, komşuları pahasına genişleme arzusuna işaret eden tarihi ve dini Tevrat mefhumlarıyla bağlantılıdır. Bu hırslar ise, Mısır, Suudi Arabistan, Lübnan, Suriye, hatta Irak ve Ürdün topraklarını da içine alan “Büyük İsrail” fikrinin propagandasının yapıldığı bazı siyasi söylemlerde açıkça görülmektedir. Ancak bu vizyonun gerçekleştirilmesi hâlâ büyük bir zorluk teşkil etmekte, dahası bölgenin demografik ve siyasi gerçekliği göz önüne alındığında neredeyse imkânsızdır. Zira bu fikirler, zor bir gerçeklikle çarpışmaktadır; çünkü Yahudi varlığının sahip olduğu askeri ve teknolojik güce rağmen ancak on milyon civarında olduğu tahmin edilen nüfusu, çevresindeki Arap ülkeleri gibi yoğun nüfuslu bölgelere yayılma girişimlerinin önünde büyük bir engel teşkil etmektedir.

Tüm Batı ülkelerinin ve Arap ülkelerindeki ajanlarının bu varlığa verdikleri tam desteğe rağmen büyük zorluklar vardır ve bunlar, dahili ve harici zorluklardır. Dahili olana gelince; İngiliz mandasının başlangıcından bu günümüze kadar uzun yıllardır devam etmekte ve çatışma kanlı ve şiddetli olup neredeyse hiç durmamaktadır. Filistin'in alanının küçüklüğüne rağmen, halkının ve Müslümanların ona olan akidevi bağlılığı, Mescid-i Aksa'nın varlığı ve onun Müslümanların akidesindeki yeri, sürekli olarak çatışmaların ve direnişin kaynağı olmuştur. Harici zorluklar ise demografik ve ekonomik acziyetten dolayı genişleme gücünün olmamasını temsil etmektedir; işte bu gerçeklik, Yahudi varlığının genişlemeye karar vermesi halinde daha geniş bir bölgeyi yönetme veya nüfusunu kontrol etme gücü konusunda birtakım soruları gündeme getirmektedir. Buna ek olarak Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan gibi onu çevreleyen ülkeler milyonlarca nüfusa sahip olup bu da pratik açıdan herhangi bir genişleme girişimini imkânsız hale getirmektedir; zira Yahudi varlığı, askeri gücüne rağmen, bu bölgeleri askeri olarak kontrol etmek ve bu geniş alanlara uzanmak için gerekli insani veya ekonomik kaynaklara sahip değildir. Nitekim bu alanlar onun yeteneklerinin çok ötesinde olup ancak bu alanların yöneticileri aracılığıyla bölge halkına ve onların yeteneklerine hükmedebilir; bu nedenle Amerika'nın ve Batı'nın büyük bölümünün yardımıyla kendisini bölgedeki en güçlü caydırıcı bir güç olarak inşa etmiştir.

Öte yandan görünen o ki Amerika, sayı bakımından küçüklüğünü ve demografik potansiyellerini bilmesinden dolayı Yahudi varlığının coğrafi olarak sınırlandırılmasında kilit bir rol oynamıştır; zira 1979'da Mısır'la yapılan Camp David Anlaşması'ndan başlayıp 1994'te Ürdün'le yapılan Vadi Araba Anlaşması ile devam eden ve şu anda Lübnan ve Suriye ile sınırları belirleme girişimlerine kadar Amerika, bölgesel çatışmaları en aza indirerek bölgede göreceli bir istikrar sağlamaya çalışmıştır. Yahudi varlığındaki bazı tarafların sahip olduğu yayılmacı hırslara rağmen, gerçeklik ve demografik zorlukların, direniş ve uluslararası baskıların gölgesinde bu hırsların gerçekleştirilmesi imkânsız görünmektedir ve tüm bunlar, bu hırsları uygulanabilir planlardan ziyade teorik fikirler haline getirmektedir. Bununla birlikte ister siyasi isterse dini olsun Batı desteği Yahudi varlığının bölgesel bir güç olarak devam etmesinde temel bir unsur olmaya devam etmekte ve bu da bölgedeki siyasi manzarayı daha da karmaşık bir hale getirmektedir.

Amerika Birleşik Devletleri, Filistin halkı ile Yahudiler arasındaki çatışmada her zaman karmaşık bir rol oynamıştır. Örneğin bazı dönemlerde, özellikle 1990'larda, Oslo Anlaşmaları'nda (1993) görüldüğü gibi Filistin özerkliğinin veya bir Filistin devletinin çekirdeğinin kurulması fikrine destek vermiş ve bu anlaşmalar Filistinlilere, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin bazı bölgelerinde sınırlı özerklik hakkı tanımıştır. Ancak bu desteğin, her zaman Filistin topraklarındaki Yahudileri sınırlama veya gücünü azaltma yönündeki samimi bir arzudan kaynaklanmadığını, bilakis Ortadoğu'da istikrar, Arap ülkeleriyle ilişkilerin iyileştirilmesi ve bölgesel zorluklarla mücadele gibi Amerika’nın bölgedeki daha geniş çıkarlarıyla bağlantılı olduğunu anlamak önemlidir.

Aynı zamanda Amerika, iki devletli çözüme bağlı kalması veya yerleşimleri durdurması için Yahudi varlığına baskı yapma konusunda tamamen ciddi olmamış, uluslararası sistem de aynı şekilde yapmıştır; zira onlar, Yahudi varlığının herhangi bir şekilde genişlemesinin bölgesel istikrarsızlığa yol açacağını biliyorlar ve bu yüzden de coğrafi olarak Filistin sınırlarının dışına çıkmasını değil, ticari, ekonomik ve teknolojik barış anlaşmaları yoluyla yayılmacı hırslarını dizginlemeye çalışıyorlar.

Sonuç olarak diyorum ki, bir bütün olarak Amerika ve Batı, mağlup olmaz ve yenilmez bir kader değildir; zira Allah'ın iradesi her şeyin üstündedir ve durumlarımız Allah'ın lütfu ve desteği sayesinde değişecektir. Ayrıca İslam Devleti’ni kurup İslami hayatı yeniden başlatarak bu dini yeniden ikame etmek için gecesini gündüzüne katan ve zorbaları kahreden ve dostlarına yardım eden Aziz ve Cabbar olan Allah’a güvenen samimi çalışanlar olduğu sürece bu durum uzun sürmeyecektir. Böylece hepsi mağlup olacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır; dolayısıyla bizim halimizi açığa çıkaracak olan sadece Allah’tır; o halde istediğiniz gibi aldatıp tuzak kurun bakalım ey kâfirler. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّ الأَرْضَ لِلّهِ يُورِثُهَا مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَŞüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona varis kılar. Güzel akıbet (Allah’tan korkup günahtan) sakınanlarındır.” [Araf 128] Ve Subhanehu şöyle buyurmuştur: قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ “(Rasulüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın.” [Al-i İmran 26]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Muhammed Nazzal (Ebu Usame)

Devamını oku...

Rusya Trump'a Manevra Yapıyor

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Rusya Trump'a Manevra Yapıyor

Haber:

Medvedev İngilizce olarak şunları yazdı: “ABD'li yetkililer Ukrayna krizinde ilerleme kaydedilmemesi halinde ABD'nin krizi terk edeceğini söylüyor. Akıllıca bir hareket.”

Ve şöyle ekledi: “Avrupa Birliği de aynısını yapmalı. O zaman Rusya krizi daha hızlı çözecektir.” (Reuters)

Yorum:

Özellikle Trump'ın tüm dünya ülkelerine karşı başlattığı ticaret savaşı ve Ukrayna'yı desteklemekten vazgeçip tüm yükü, Ukrayna'yı ne aç ne de tok bırakan Avrupa'nın sırtına yüklediği, aynı şekilde Rusya'nın Ukrayna'dan tüm topraklarını kurtarmak üzere olduğu ve sadece Kursk bölgesinden bahsedecek olursak, yüzde doksan dokuzunun kurtarıldığı ve aynı şekilde Trump'ın düşmanca davrandığı Avrupa ülkeleri pahasına Putin'in en büyük maddi, siyasi ve ekonomik kazanımları elde etmeyi umduğu son olayların ortasında Rusya'nın Ukrayna'ya karşı yürüttüğü savaşı sonlandırmak için acele etmediği açıkça görülmektedir.

Rusya, Avrupa'nın Ukrayna'yı terk etme konusunda Amerika'nın izinden gitmesini istediği gibiKırım Yarımadası'nın yanı sıra dört bölgeyi de eksiksiz olarak almak istiyor.

Ancak tüm bunlar Trump'ın mevcut politikasını sürdürüp sürdürmemesine bağlıdır; zira Trump kaba, küstah ve kibirli bir kişi olup Rusya'dan, Arktik zenginlikleri ve Rusya'nın Çin'e karşı tutumu konusunda bir direnç görürse politikasını değiştirebilir; çünkü Trump nezdinde her şeyin bir bedeli vardır ve Putin de bunu çok iyi biliyor ve karşılığında bir pay istiyor.

Obama döneminden bu yana Amerika Rusya'nın değerini düşürdü, hatta savaş dosyasında bile Rusya'nın konumunu düşürdü ve Türkiye'nin Erdoğan'ı ile pazarlık yapmasını sağladı; ancak bugün Trump, Rusya'nın konumunu yükseltmiş, müzakerelerde onu Amerika ile eşit hale getirmiş ve Avrupa'nın konumunu düşürmüştür.Peki bu yakınlaşma gerçek midir?Devam edecek mi, yoksa Trump'ın başka hesapları mı vardır?

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Dr. Muhammed Et-Tamîzî

Devamını oku...

Pakistan Müslümanları ve Orduları, Sömürgeci ABD'nin Ajanlarını Ortadan Kaldırmaları ve Raşidi Hilafeti Kurmaları Gerekir

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Pakistan Müslümanları ve Orduları, Sömürgeci ABD'nin Ajanlarını Ortadan Kaldırmaları ve Raşidi Hilafeti Kurmaları Gerekir

Haber:

15 Nisan 2025 tarihinde General Asim Munir, “Bugüne kadar sadece iki ülke akide temelinde kurulmuştur; biri 1300 yıl önce kurulan ve bugün Medine-i Münevvere olarak bilinen güzel şehir, diğeri ise ondan 1300 yıl sonra kurulan ve akide temelinde kurulmuş olan kutsal ve barışsever ülkemiz Pakistan'dır.

Yorum:

Ey iyi ve temiz bir ülke olan Pakistan halkı, ey Muhammed bin Kasım'ın ve ilk Müslümanların fethinde onunla birlikte cihat edenlerin soyunun torunları:

Allah Subhanehu ve Teala'nın Kitabı'nı ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sünnetini sırtının arkasına atan, şeriatın hükümlerini askıya alan ve ülkenin Amerika tarafından sömürülmesine izin veren ve böylece ekini ve nesli ifsat eden zalim ve vahşi bir hükümetten nasıl razı olabilirsiniz?!

Keşmir'de ve Keşmir dışında İslam topraklarını işgal eden Hindu müşriklere karşı direnen cepheyi, kabile ve Belucistan bölgelerindeki kardeşlerinizle ve Afganistan'daki mücahitlerle savaşmaya kaydıran bir hükümetten nasıl razı olabilirsiniz?!

Samimi ve dürüst çocuklarınızı sokaklardan, okullardan ve camilerden açıkça kaçıran ve sonra da Allah'tan, Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den ve müminlerden utanmadan onların kaçırıldıklarını inkar eden bir hükümetten nasıl razı olabilirsiniz?!Sırf Rabbimiz Allah’tır dedikleri için Hizb-ut Tahrir'in bir dizi cesur genç aslanlarını kaçıran ve şu anda Hizb-ut Tahrir/Pakistan Resmi Sözcüsü Navid Butt ve diğer kaçırılanlara yaptıkları gibi onları uzun süre ağır işkenceler altında tutan bir hükümetten nasıl razı olabilirsiniz?!

Sizler, hiçbir şey yapamayacağınızı söyleyebilirsiniz ama yapmaya muktedirsiniz; bu yüzden çabalarınızı, Rabbinizin izniyle O'nun rahmetini size yayan partiye dahil edin.Zira parti, Allah'ın izniyle bu zalim yönetimi değiştirinceye ve hakkı ehline geri verinceye kadar şeriatın hükümlerine göre yürüttüğü büyük çalışmalarında asla yorulmayacak ve bıkmayacaktır; o halde onunla birlikte olun ve Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayın; zire güzel akıbet muttakilerindir.

Allah’tan korkan muttaki alimlere: Allah’ın hükümlerinin askıya alındığını görmüyor musunuz?! Allah'a ve Allah'ın şeriatını uygulamak için Hilafetin kurulmasına davet eden davet taşıyıcılarını, onların kaçırıldıklarını ve ağır işkence yöntemleriyle işkence gördüklerini görüp işitmiyor musunuz?Tüm bunları görmüyor musunuz? Bu korkunç bir münker değil midir?Bunu inkâr etmek sizin vacibiniz değil midir?Elimizle değiştirmek için bir devlet olmadığınızı söyleyebilirsiniz; peki dille inkâr etmemek için hüccetiniz nedir? Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e hangi cihadın daha faziletli olduğu sorulduğunda söylediği gibi hak söz, cihadın en faziletlisi değil midir? Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: أَفْضَلُ الْجِهَادِ كَلِمَةُ حَقٍّ عِنْدَ سُلْطَانٍ جَائِرٍCihadın en faziletlisi, zalim sultan karşısında hakkı sözü söylemektir.” [Nesai rivayet etti.] O halde neden bunu gizleyip söylemiyorsunuz?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Musab Umeyr – Pakistan

Devamını oku...

Gazze Halkına Yardım Etmenin Yolu, Onları Yerinden Etme Değildir

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Gazze Halkına Yardım Etmenin Yolu, Onları Yerinden Etme Değildir

Haber:

9 Nisan 2025'te Devlet Başkanı Prabowo Subianto, aniden Gazze halkından 1000 kişinin Endonezya'ya aktarılacağını duyurdu. Ve şöyle dedi: “Yaralıları, sakatları, yetimleri ve Filistin hükümeti ve oradaki ilgili tarafların tahliye etmek istediği herkesi Endonezya'ya tahliye etmeye hazır olduğumuz gibi onları taşımak için uçaklar göndermeye de hazırız.” Ve şöyle ekledi: “İyileşene kadar geçici olarak burada kalsınlar ve iyileştiklerinde ve Gazze'deki koşullar elverdiğinde asıl bölgelerine geri dönsünler.” Daha önce, yani 26 Mart'ta da İbrani Kanal 12, gönüllü geri dönüşü teşvik etmek amacıyla 100 kişilik ilk Gazzeli grubun Endonezya'ya uçurulacağını bildirmişti.Rapora göre, bu kişilerin inşaat sektöründe istihdam edilmesi bekleniyor.Yahudi varlığının, bu programın başarılı olmasını ve ileride binlerce Gazzelinin daha Endonezya'ya taşınmak istemesini umduğu söyleniyor. Ancak Endonezya Dışişleri Bakanlığı bu raporu yalanladı.

Yorum: 

Bu durum, Cumhurbaşkanı Prabowo'nun, bu eylem planını destekleyen Amerika ile aynı yolda ilerlediğini teyit ediyor. Zira NBC News, 20 Ocak 2025'te ABD Başkanı Trump'ın, Endonezya da dahil olmak üzere Gazze'den iki milyon kişiyi tahliye edeceğini söylediğini bildirmişti. Öte yandan Nisan 2025'te ABD, Endonezya'dan gelen mallara yüzde 32 oranında karşılıklı gümrük vergisi uygulayacağını açıklamıştı (ancak bu vergilerin uygulanması daha sonra 90 gün süreyle ertelenmişti).Görünen o ki Endonezya Devlet Başkanı, ABD'ye karşılıklı gümrük vergilerini düşürmesi için baskı yapmak amacıyla ilk aşamada bin Gazzeliyi Endonezya'ya tahliye etmeyi planlamaktadır.Bu da savunulan çıkarların Filistin halkının değil, aksine kendi çıkarları olduğunu göstermektedir.Gazze halkını Endonezya'ya yerleştirme girişimi, Yahudi varlığı ve Amerika lehine Gazze'yi halkından boşaltma girişiminden başka bir şey değildir.Bu açıkça sınır dışı etmektir. Bu nedenle Endonezya Ulema Konseyi'nin 1.000 Filistinlinin Endonezya'ya tahliye edilmesi çabalarını reddetmesi şaşırtıcı değildir; bunun nedeni Müslüman kardeşlerimize yardım etmeyi reddetmesi değil, bilakis onlara yardım etmenin yolunun onları kendi ülkelerinden sınır dışı etmek olmaması gerektiğidir.

Filistin halkına yönelik gerçek yardıma gelince;Yahudilerin peygamberlerin topraklarından kovulmasıdır.Aklı selime göre Yahudilerin buraları ele geçirip yıkması ve ardından da yeniden inşa etme bahanesiyle, geri dönme garantisi olmaksızın insanları buralardan taşınmaya zorlaması kesinlikle kabul edilemez.Asıl yargılanması gerekenler, ülkeyi gasp eden ve yok eden Yahudilerdir. Devlet Başkanı'nın izlemesi gereken yol, bir yandan Filistin halkına gıda, ilaç ve giyecek yardımı yaparken diğer yandan da Yahudi ordusunu yok etmek üzere askerlerini cihat için Filistin'e göndermek ve bunun ardından yeniden inşayı gerçekleştirmektir.Elbette bu, Amerika ve müttefikleri tarafından engellenecektir.Bu nedenle tüm Müslümanların, güçlü bir kale içinde, yani Hilafette birleşmeleri gerekmektedir; tıpkı Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğu gibi:إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ İmam bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur.” [Buhari rivayet etti.]

Özelde Gazze, genelde Filistin sorununa yönelik gerçek çözüm, ordular göndererek Allah yolunda cihat etmek ve tüm İslam ülkelerini Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin gölgesinde birleştirmektir. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالَّذِينَ آوَوْا وَنَصَرُوا أُولَئِكَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا مَا لَكُمْ مِنْ وَلَايَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ حَتَّى يُهَاجِرُوا وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ إِلَّا عَلَى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِيثَاقٌ وَاللهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ * وَالَّذِينَ كَفَرُوا بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ إِلَّا تَفْعَلُوهُ تَكُنْ فِتْنَةٌ فِي الْأَرْضِ وَفَسَادٌ كَبِيرٌ * وَالَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فِي سَبِيلِ اللهِ وَالَّذِينَ آوَوْا وَنَصَرُوا أُولَئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقّاً لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ * وَالَّذِينَ آمَنُوا مِنْ بَعْدُ وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا مَعَكُمْ فَأُولَئِكَ مِنْكُمْ وَأُولُو الْأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللهِ إِنَّ اللهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌİman edip Allah yolunda hicret eden, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerle onları barındıran ve onlara yardım edenler, işte onlar, birbirlerinin dost ve yardımcılarıdırlar. İman etmiş olmakla birlikte henüz hicret etmeyenlere gelince, hicret edinceye kadar sizin onlarla hiçbir dostluğunuz ve yardımlaşmanız olamaz. Buna rağmen eğer onlar din konusunda sizden yardım isterlerse, aranızda barış anlaşması bulunan bir topluluk aleyhine olmamak şartıyla, yardıma icabet etmeniz sizin üzerinize vaciptir. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir.Kâfir olanlar da birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz onu (Allah'ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, (muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.Sonradan iman eden ve hicret edip de sizinle beraber cihad edenler de sizdendir. Allah’ın kitabına göre yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmağa) daha uygundur. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir.” [Enfal 72-75]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Muhammed Rahmet Kurnia – Endonezya

Devamını oku...

Mısır’daki ‘Fetva Düzenleme’ Yasası: Şeriatı Bastırmak, Dine Değil Rejime Hizmet Etmektir!

Mısır rejimi, dini gasp edip iktidara ram etme çabasını bir adım daha ileri taşıdı! Mısır hükümeti, yetkisiz kişilerce fetva verilmesini engellemek amacıyla yeni bir yasa tasarısını kabul etti. ‘Fetva Düzenleme Yasası’ olarak adlandırılan tasarıya göre, yetkisiz fetva verenlere 6 ay hapis ve 100 bin Mısır lirası para cezası uygulanacak. Yasa ayrıca medya organları ve sosyal medya platformlarına yalnızca belirli kurumların fetvalarını yayımlama şartı getiriyor. Bu yetkili kurumlar ise şunlar: Kıdemli Âlimler Heyeti, Fetva Kurumu (Dârü’l-İftâ), İslami Araştırmalar Kurulu ve Vakıflar Bakanlığı’na bağlı komisyonlar. Verilen fetvalar arasında bir ihtilaf veya çelişki söz konusu olduğunda, Kıdemli Âlimler Heyeti’nin görüşü öncelikli kabul edilecektir.

Dışarıdan bakıldığında bu yasa, fetva sahasındaki düzensizliğe son vermeye ve fetva konusuna ehil olmayan kişilerin önüne kesmeye yönelik bir adım olarak görünebilir. Ama fetva yetkisinin verildiği kurumlar, bu yasanın çıkarıldığı siyasi atmosfer ve mevcut rejimin durumu göz önüne alındığında, bu düzenlemenin aslında dini kontrol altına almak, muhalif sesleri susturmak ve şeriatı iktidarın çıkarları doğrultusunda kullanmak için çıkarılmış bir düzenleme olduğu anlaşılacaktır. Bu bağlamda yasa, dinin rejim tarafından içeride ve dışarıda izlenen suç politikalarına payanda kılınmasının güncel bir tezahürüdür.

Fetvaları düzenlemekten söz etmeden sormamız gereken can alıcı soru şudur: Bu rejim, Allah’ın indirdikleriyle mi hükmediyor ki, insanların işlerini Allah’ın indirdiklerine göre çekip çevirsin ve şeriata aykırı olan fetvaları düzenlemeye kalksın? Yoksa bu rejim, İslam’la hükmetmeyen; bilakis İslam’la hükmedilmesi çağrısında bulunan herkese savaş açan, Allah’ın hükümlerine bağlı bireyleri dahi takip edip cezalandıran seküler bir rejim midir?! Madem İslam ne onun benimsediği din, ne de savunduğu değerler bütünüdür o halde fetvaların doğruluğu ve denetlenmesiyle neden ilgileniyor ki? Belli ki bu işin içinde başka işler var. O zaman biz de bu rejime soruyoruz: Fetva alanındaki kaosu kim körükledi? Her türlü suçuna fetva bulsunlar diye, paralı din adamlarını ekranlara çıkaran kendisi değil mi? İlimle alakası olmayan din simsarlarının, cihat, başörtüsü ve ticaret gibi konularda siyasi çizgisine uygun fetvalar vermelerine göz yuman kendisi değil mi? Dar-ül İfta’nın kendisi, Filistin’deki işgale direnişi ‘terör’ diye nitelendirip, zalimlere karşı çıkmayı haram ilan etmedi mi? Demek o ‘tepecik’ ve ardındaki pislik işte tam da bu, öyle değil mi?!

İslam’a göre fetva, kendisine arz edilen meselelerde müftünün soran kişiye Allah’ın hükmünü haber vermesidir. Eğer bu görevi yerine getiren kimseler varsa, fetva farz-ı kifaye olur; eğer hakka göre fetva verecek kimseler yoksa, o zaman farz-ı ayn hâline gelir. İslam’da fetva vermek, bir devlet kurumunun tekelinde değildir. İslam fetva verecek kişinin bilgili, takvalı ve adaletli olmasını şart koşmuştur! resmî bir kuruma mensubiyeti şart değildir. Ebu Davud’un rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ أُفْتِيَ بِغَيْرِ عِلْمٍ كَانَ إِثْمُهُ عَلَى مَنْ أَفْتَاهُ“Bilgisizce verilen bir fetva ile amel eden kimsenin günahı, o fetvayı verene aittir.” O hâlde, bir fetvanın şer’î geçerliliğini tayin eden ölçüt, herhangi bir resmî merciden alınmış ruhsatname değil; müftünün Kitap ve Sünnet’e vukufu, istinbat kabiliyeti ve Allah hakkında hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacak derecede takvalı oluşudur.

Fetva yetkisini belli kurumlara hasretmek, devlete bu alanı kontrol ve denetleme yetkisi vermek ve başkalarının fetva vermesini yasaklamak, İslam’la hiçbir şekilde bağdaşmaz. Bilakis bu, despot yöneticilerin ümmetten otoriteyi gasp ettiklerinden beri uydurdukları siyasi bir bidattir.

İşin en tehlikeli yanı ise rejim bu adımla, tıpkı Orta Çağ karanlığındaki Avrupa Kilisesi’ne benzer biçimde resmi bir Mısır ruhban sınıfı yaratmayı hedeflemektedir. Burada belirli bir zümre, din adına konuşma tekelini elinde tutacak, sıradan insanlar ve özgür âlimler ise yöneticinin arzusuna aykırı düştüğünde Allah’ın hükmünü açıklamaktan men edileceklerdir. Bu anlayış, İslam’ın özüne tamamen aykırıdır. İslam’da ne “din adamları sınıfı” ne de şeriatı tekeli altına alan resmî kurumlar vardır. İslam’da ruhbanlık yoktur, insanlar ile Rableri arasında bir aracı bulunmaz. İslam’da sadece ilim talep eden, araştıran, delillere göre hüküm veren ve öğrendiklerini aktaran âlimler, fakihler ve muhaddisler vardır. Onları bir sultan tayin etmez, onlara yetki belgesi de vermez.

İslam, hiçbir otoriteye dini tekeline alma hakkı tanımaz. Devletin tek bir dinî yorumu dayatması da caiz değildir. Çünkü bu, dine hizmet değil; dini kullanmak ve diğer sesleri susturmaktır.

Kanunda “fetva vermeye yetkili” olarak tanımlanan kurumlar, zalimlere biat eden, adaletsizliği destekleyen kurumların ta kendileridirler. Bu kurumlar, kapitalist sistemle hükmeden, İslam’a ve onu yeniden hayata döndürmek isteyen davetçilere karşı savaşan bir rejimin ayrılmaz parçasıdırlar. Örneğin, Mısır Daru’l-İfta’sı, Uluslararası Para Fonu’ndan alınan faizli kredilerin helal olduğuna dair fetva vermiştir. Kıdemli Âlimler Heyeti ise Es Sisi’nin darbesini desteklemiş ve ona karşı çıkmanın haram olduğuna hükmetmiştir! Halbuki mevcut rejim, İslam’a göre hükmetmemektedir, meşru bir biat yoluyla da iş başına gelmiş değildir. Dahası Sykes-Picot sınırlarının bekçiliğini yapmaktadır! Vakıflar Bakanlığı ise, tam bir siyasi dalkavuktur! Hak sözü söyleyenlere veya mücahitlere karşı vaizleri örgütlemekte, camilerde rejime itaat etmenin ve politikalarını kabul etmenin propagandasını yapmaktadır! İslami Araştırmalar Kurulu, cihat, hilafet ve had cezalarına dair hükümleri görmezden gelmekte, onun yerine “Amerikan usulü” yozlaştırılmış bir İslam anlayışını pazarlamaktadır! O halde bu kurumlar İslami bir meşruiyete mi sahipler? Yoksa otoritenin verdiği bir meşruiyete mi sahipler? Şeriat, hükümdarın kılıcı altında verilen bir fetvayı asla tanımaz! İslam’da her dönemin politik şartlarına göre fetvalar veren, “istikrar” adına hakkı eğip büken “genel müftülük” diye de bir makam yoktur.

Bugün Mısır, dini bürokratik bir memuriyete, fetvayı da İçişleri Bakanlığı’ndan alınan bir izne bağlamak istemektedir. Buradaki amaç, fetva konusundaki düzensizliği gidermek değil, aksine bizzat halkı kontrol altında tutmak ve din adına rejimin siyasetine karşı çıkan her türlü sesi yok etmektir. Oysa bu, İslam’ın yöntemiyle tamamen çelişmektedir. İslam’da âlimler, hakkı söylemekte özgürdürler; Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Hükümdarın alimler üzerinde hiçbir otoritesi yoktur. Bilakis onlar, zalim yöneticilere karşı şeriatın bekçileridirler.

Paradoks şu ki, fetva verme yetkisinden men edilmek istenenlerin çoğu, cihadın ehemmiyetinden Filistin’in kurtuluşuna, normalleşme ihanetinden hilafetin ikamesinin farz olduğuna kadar ümmetin hayati meselelerinde konuşan samimi davetçilerdir. Sorunun özü işte budur: Otorite gerçek, sahih bir şer’i fetva peşinde değildir! Aksine yıkıcı politikalarına ve ihanetlerine dini bir kisve giydirecek bir fetva peşindedir. İşte bu yüzden, talimat dışı dinî konuşmalar yapanları suçlu gösterecek bir yasa çıkarmak zorunda kaldılar! Böylece artık fetva, Allah’ın hükmüne göre değil; güvenlik birimlerinin kontrolüne göre verilecek. Bu ise, dinin tam anlamıyla sekülerleştirilmesidir.

İşte tam da bu yüzden, Hizb-ut Tahrir / Mısır Vilayeti olarak biz, mevcut düzenin tüm çarpıklıklarına karşı yegâne meşru ve köklü alternatifin: dini devletin cenderesinden çekip almak, İslam akidesini devletin, anayasasının, yasaların ve her şeyin temeli yapmak ve Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurmak olduğunu ilan ediyoruz. Hilafet, devletin kadı, müftü, âlim, hatta ilim ve genel olarak ümmet üzerindeki tahakkümünü söküp atacak, onlara hakkı açıklama, iyiliği emretme ve kötülükten men etme hakkı tanıyacaktır. Böylece Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan nesiller yetişecektir.

Mısır’daki bu ‘Fetva Düzenleme’ yasası, fetvayı düzenleme değil, şeriatı hırpalama yasasıdır! Batı’nın ve işbirlikçilerinin ekmeğine yağ sürme girişimidir! İnsanları cehaletten korumak için değil, onları haktan korumak ve cehaletlerini derinleştirmek içindir. Dini kontrol altına almak için değil, onu özünden soyutlamak içindir.

Ey Ezher âlimleri ve ey ümmetin âlimleri! Sizler peygamberlerini varislerisiniz, Allah katındaki makamınız yücedir ve taşıdığınız emanet dağlardan daha ağırdır. Bugün, şer’î hükümlerin ayaklar altına alındığı, İslam’ın çehresinin karartıldığı, fetvaların ise despotların zulmüne dayanak kılındığı bir zaman yaşıyoruz. O yüzden sakın zalime omuz veren, tirana kılıç tutan, devletin sesi olan âlimler olmayın. Bilakis, Allah’ın size emrettiği gibi kimseler olun:

الَّذِينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ أَحَداً إِلَّا اللهَ“Onlar ki Allah’ın mesajlarını tebliğ ederler, O’ndan korkarlar ve Allah’tan başka kimseden korkmazlar.” [Ahzab 39] Hakkı söyleyin, şer’î hükümleri açıklayın, mazlumların yanında olun, dinin tekelleştirilmesine ve ehlileştirilmesine karşı çıkın. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

أَفْضَلُ الْجِهَادِ كَلِمَةُ حَقٍّ عِنْدَ سُلْطَانٍ جَائِرٍ“Cihadın en üstünü zalim sultana karşı doğruyu söylemektir” Şunu iyi bilin ki tarih asla merhamet etmez! Ümmet sizi izliyor! Ve Rabbiniz hak susturulduğunda, dürüstler zindanlara atıldığında, din tekelleştirildiğinde siz ne yaptınız? diye sizden hesap soracaktır.

Ey Kinane halkı! Bu zalimane yasa, ne dininizi korumak ne de aklınızı muhafaza etmek içindir. Aksine dininize hükmetme ve sizi en güçlü silahınız olan şeriat ve haktan soyutlama serisinin bir halkasıdır. Kuşkusuz onlar, dürüst alimlerin sesini kısmak, özgür davetçileri susturmak, size İslam’ın zillet değil izzet dini olduğunu, fetva kisvesine bürünse dahi Tağuta asla itaat edilmeyeceğini hatırlatan herkesin önünü kesmek istiyorlar! Bu yüzden sakın ha, sloganlara aldanmayın! “Fetvayı düzenleme” laflarına kanmayın! Çünkü amaç dini düzenlemek değil, sizi zapturapt altına almaktır! Amaç, hakkın sesini işitmenizi engellemektir! Böylece uyanmayasınız, ayaklanmayasınız ve size zulmeden, rızkınızı çalan ve düşmanınızla işbirliği yapan kimseden hesap sormayasınız.

Ey Kinane halkı! Dininiz bir emanettir, boynunuzdaki en büyük sorumluluktur! O yüzden onu yozlaşmış bir rejimin inisiyatifine terk etmeyin. Hakkın bertaraf edildiği, Kur’an’ın hükümlerinden arındırıldığı, âlimlerin zindanlara atıldığı ve mescitlerin ihanete ve işbirlikçilere payanda kılındığı bir düzene rıza göstermeyin. Hakkın yanında olun ve münker karşısında susmayın. Zira hakkı söylemeyen, dilsiz bir şeytandır.

إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِن بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُولَـئِكَ يَلعَنُهُمُ اللّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ “İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” [Bakara 159]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER