Pazartesi, 10 Ramazan 1446 | 2025/03/10
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Uluslararası Hukuk Aldatmacası ve Uluslararası Mahkeme Demagojisi

Uluslararası Adalet Divanı, Birleşmiş Milletler üyelerinin ortak mutabakatı çerçevesinde kurulmuş olup, uluslararası düzeyde bölgesel sınır ihtilafları, uluslararası anlaşmaların ihlalleri, çevre meseleleri ve özellikle savaş eylemleri ile insan hakları ihlalleri gibi konularda yetkili bir karar organı olarak işlev görmektedir.

Uluslararası kurallarda sözleşmelere ve anlaşmalara saygı duymak, uluslararası düzeyde üzerinde anlaşmaya varılmış yasal sınırları aşmamak ve geleneksel olandan uzaklaşmamak genel kabul görmüş bir prensiptir. İnsanlık, tüm çağlar boyunca bu ilkelere bağlı kalmıştır. Ancak, zaman zaman bu sınırları aşan ve kötüye kullanan istisnai kişiler çıkmıştır. Tarih, bu ihlalcileri suçlu ya da sapkın olarak kaydetmiş, toplumlar ise onları dışlayıp mücadele ederek tekrar kurallara uymaya zorlamıştır.

Birleşmiş Milletler ve bağlı kuruluşların, insanlığın faydası için kurulmadığını, hiçbir zaman mazlumların ve çaresizlerin dostu olmadığını biliyoruz. Aksine bu kurumlar, sömürgeci devletlerin çıkarlarına hizmet eden bir araç olup, bu devletlerin propagandasını yapmakta ve zayıfları her türlü aldatma ve yanıltma yöntemleriyle manipüle etmektedirler. İnsanlar, adaletin sağlanması ve suçluların yargılanması için bu kurumlara başvurmak zorunda bırakılmaktadır.  Ancak, bu kurumlar gerçekte, sömürgeci devletlerin kendi çıkarlarına uygun olarak belirledikleri ve düzenledikleri insan hakları ilkeleri ile uluslararası hukuk normlarını uygulamaktadırlar. Bu da, sömürgeci devletlere bağımlılığı ve köleliği pekiştirmekte, mazlumların kendi kaderlerini belirlemelerini, adaleti sağlamalarını ve zalimlere karşı mücadele etmelerini engellemektedir.

En son Uluslararası Ceza Mahkemesi, 21 Kasım 2024 tarihinde Yahudi Başbakan Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işledikleri gerekçesiyle tutuklama emri çıkardı. Mahkeme, Gazze’deki açlığı bir savaş silahı hâline getirmeyi, sistematik cinayetleri ve zulmü insanlık dışı suçlar kategorisinde değerlendirmiştir.

Yahudi varlığı temsilcilerine yönelik bu kararlar, medya ve siyaset dünyasında büyük tartışmalara yol açtı. Mahkeme, sapkınlıkla, anlamsız bir karar almakla ve antisemitizmle suçlandı. ABD Başkanı Donald Trump’ın, Gazze’deki suçları nedeniyle Netanyahu ve Gallant hakkında verilen tutuklama kararına misilleme olarak mahkemeye yaptırım getiren bir kararnameyi imzalaması, mahkemeye yönelik saldırgan tutumu daha da pervasız hale getirdi. Netanyahu Washington'u ziyaret ettiği halde tutuklanmadı. Hukuk uzmanları bu eylemi mahkemenin ve uluslararası adalet ilkesinin altını oymak olarak nitelendirdi.

Asıl şaşırtıcı olan, özellikle Avrupa ülkeleri başta olmak üzere birçok devletin bu duruma sessiz kalmasıdır. Bu tür girişimlere karşı güçlü bir tepkinin verilmemesi, Amerika ve Yahudi varlığının hukukun üstünde olduğu izlenimini yaratmıştır. Olayı daha da vahim hale getiren gelişme ise Almanya’nın yeni Şansölyesi Friedrich Merz’in, tutuklama kararına rağmen Netanyahu’yu Almanya’ya davet etmesi oldu. Hatta Merz, bu kararın etrafından dolanmanın yollarını aradığını açıkça dile getirdi. Merz, “Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından çıkarılan tutuklama emrine rağmen, Netanyahu’nun Almanya’yı ziyaret etmesini sağlayacak bir yol bulacağım.” dedi. Seçim zaferinin ertesi günü düzenlediği basın toplantısında ise, “İsrail Başbakanı’nın Almanya’yı ziyaret edememesi fikri tam anlamıyla saçmalık.” ifadelerini kullandı. Merz, Netanyahu ile yaptığı telefon görüşmesinde ve kendisine "Planlaması halinde tutuklanmadan Almanya'yı ziyaret edebilmesinin ve tekrar ayrılabilmesinin yollarını ve araçlarını bulacağımıza söz verdim." ifadesini kullandı. Yani, hukuku ve mahkeme kararını ayaklar altına alarak, mahkemenin hükmünü yok saymaya kalkışacaktır. Bu davet başlı başına hukukun çiğnenmesi ve mahkemeye meydan okumaktır. Hukuka saygıyı savunan ve Almanya’nın bir hukuk devleti olduğunu, anayasaya bağlı kaldığını ve yargısının bağımsız olduğunu iddia eden bir siyasetçinin böyle bir açıklama yapması büyük bir tutarsızlıktır.

Artık dünyanın, insanları yöneten tüm politikacıların sadece kendi çıkarlarını gözettiğini, insani değerlere, adalete veya hakikate önem vermediklerini, aksine, hakikatleri tahrif edip, bizzat kendi koydukları ve insanlığa empoze etmek için yanıltıcı taktikler uyguladıkları yasa ve gelenekleri çiğnediklerini, zulüm, tarafgirlik ve sapkınlıklarına rağmen bunları doğruluk ve güvenilirlik kisvesi olarak lanse ettiklerinin anlamasının zamanı gelmiştir. Halklara bu kurum ve kuruluşlar aracılığıyla yapılan yalan ve aldatmacanın tek örneği bu değildir. Aksine, uygarlık tarihleri zulüm, baskı, katliam ve terör ile doludur. Bu da, aslında uygarlıklarının ne kadar sahte ve yüzeysel olduğunu göstermektedir. Son iki yüzyılda, özellikle İslam Devleti’nin yıkılmasından sonra bu ülkelerin süper güç statüsüne yükselmesinden bu yana uygarlıkları, insanlığa refah değil, fakirlik, kölelik ve baskıcı rejimler getirmiştir. İslam Devleti ise, insan haklarına saygı gösteren, uluslararası antlaşmalara ve hukuki düzenlemelere bağlı kalan, bunu yalnızca Allah’ın emirlerine uymak ve O’nun rızasını kazanmak amacıyla yapan bir yönetim anlayışına sahipti; menfaat ve dünya çıkarları peşinde koşan bir sistem değildi.

Bunun en büyük kanıtı, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın birçok ayette sözleşmelere ve antlaşmalara bağlı kalmayı emretmesi ve bunu imanın, takvanın ve doğruluğun bir ölçütü olarak belirlemesidir. Nitekim Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَوْفُوا بِالْعُقُودِ“Ey iman edenler! Akitlerinize (sözleşmelerinize) vefa gösterin.” [Maide 1] Yine Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُوا وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ وَحِينَ الْبَأْسِ أُولَئكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ“Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakiler ancak onlardır!” [Bakara 177]

بَلَى مَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ وَاتَّقَى فَإِنَّ اللهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ  “Hayır! (Gerçek onların dediği değil.) Her kim sözünü yerine getirir ve kötülükten sakınırsa, bilsin ki Allah sakınanları sever.” [Ali İmran 76]

Devamını oku...

Oruç ve Bayramda Metali (Hilalin Görülmesi) Birliği, Safları Birleştirmeye Yönelik İlahi Bir Çağrıdır

  • Kategori Amerika
  •   |  

Ey Müslümanlar! Allah, orucu büyük bir amaç için farz kılmıştır. Nitekim Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُون“Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” [Bakara 183]

Abdullah ibn Ömer’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

الشَّهْرُ تِسْعٌ وَعِشْرُونَ، فَإِذَا رَأَيْتُمُ الْهِلاَلَ فَصُومُوا وَإِذَا رَأَيْتُمُوهُ فَأَفْطِرُوا، فَإِنْ غُمَّ عَلَيْكُمْ فَاقْدِرُوا لَهُ“Ay yirmi dokuzdur. Hilali gördüğünüzde oruç tutun, gördüğünüzde iftar edin. Eğer üzeriniz bulutlanırsa miktarını hesap edin.” [Müslim]

Oruç, yalnızca Allah için yapılan bir ibadettir ve temel amacı, bireyde ve toplumda takvayı sağlamaktır. Peygamber Efendimizin sahih hadisleri, sözleriyle, fiilleriyle ve tasdikiyle orucun nasıl tutulması gerektiğini açıkça ortaya koymuştur. Oruç, tıpkı namaz, zekât ve hac gibi hem bireysel hem de toplu olarak yapılan bir ibadettir. Bu ibadet ümmeti birleştirir ve onları sağlam bir yapı gibi birbirine kenetler. Peki, biz bu Peygamberimizin öğretilerine ne kadar uyuyoruz?

Sömürgeci güçler, namaz, oruç, hac, zekât, cihat, Allah yolunda nöbet tutmak, toprağı, namusu ve mukaddes değerleri korumak, Allah’a davet etmek, adaleti ve merhameti yaymak gibi Müslümanları birleştiren amel ve ibadetlerden uzaklaştırmaya çalışmışlardır. Milliyetçilik, vatanseverlik, yapay sınırlar ve bireysel çıkarlar üzerinden ayrılığı teşvik etmişler, hatta bu hedefini gerçekleştirmek için fıkhi ihtilafları dahi istismar etmişlerdir. Bir Müslüman, yaratıcı olan Allah’ı razı etmek için sahih delile uygun olarak Allah ibadet etmekle emrolunmuştur, bireysel çıkarlarına göre değil. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْا إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.” [Hud 112]

Ey Müslümanlar! Hilalin görülmesi meselesi sadece bir fıkhi mesele değildir, aksine ümmeti bölme planlarına karşı verilen mücadelenin bir parçasıdır. Mekke semasında görünen hilal, Kudüs, İstanbul, Rabat ve Cakarta semalarında görülen hilalin aynısıdır. Öyleyse nasıl olur da sömürgecilerin cetvellerle çizdiği yapay sınırların, birlik ve beraberliğimizi bozmasına müsaade edebiliriz? 1966 yılında Kahire’deki İslami Araştırmalar Akademisi, bölgeler birbirinden uzak olsa bile aynı geceye denk geliyorsa Hilâlin dünyanın değişik yerlerinde değişik saatlerde görülmesi olayına (ihtilafı metali) itibar edilmeyeceğine karar vermiştir.

Araplar, Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem döneminde astronomik hesaplamaları biliyorlardı. Ancak ibadetlerinde bu hesaplamaları esas almadılar, bunun yerine hilalin çıplak gözle görülmesini esas aldılar. Nitekim bu konuda İbn Abbas RadıyAllahu Anh hadisinde şöyle geçmiştir:

جَاءَ أَعْرَابِيٌّ إِلَى النَّبِيِّ ﷺ فَقَالَ: إِنِّي رَأَيْتُ الْهِلَالَ - قَالَ الْحَسَنُ فِي حَدِيثِهِ يَعْنِي رَمَضَانَ - فَقَالَ: أَتَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ؟ قَالَ: نَعَمْ. قَالَ: أَتَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّداً رَسُولُ اللهِ؟ قَالَ: نَعَمْ. قَالَ: يَا بِلَالُ، أَذِّنْ فِي النَّاسِ فَلْيَصُومُوا غَداًBir bedevi Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yanına gelip “Ben Ramazan hilalini gördüm” deyince Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, ‘Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet ediyor musun?’ diye sorar. O da “Evet” diye cevap verir. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, “Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik ediyor musun?” diye sorar. Bedevi de ‘Evet’ diye cevap verince Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, “Ey Bilal! Kalk ve insanların yarın oruç tutmalarını ilan et” diye söyler.” O halde bölünmüşlük ve sınır arzularına göre değil de Allah’ın istediği şekilde O’na kulluk etmemiz gerekmez mi?

Ey Müslümanlar! Yine Mübarek Ramazan ayı geldi! Bu ay, ibadet ve mağfiret ayıdır, fetih ve zafer ayıdır, izzet ve birlik ayıdır. Tek bir ümmete ait tek bir aydır; Hep birlikte oruç tuttuğu ve bayram ettiği ve aynı sevinci paylaştığı bir aydır. Öyleyse neden Rabbimizin çağrısına kulak vermiyor, saflarımızı birleştirmiyor, mazlumlarımıza sahip çıkmıyor, şeriatımızı uygulamıyor, kutsallarımızı özgürlüğüne kavuşturmuyor ve tek bir ümmet olarak düşmanımızı yenmiyoruz? Allah, ümmetin birlik içinde olmasını görmekten hoşnut olur. Bu yüzden bu birlikteliğe rızasını, bereketini, mağfiretini, zaferini ve izzetini bahşedecek ve Firdevs cennetleriyle ödüllendirecektir.

Ey Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ümmeti! En temel ibadetlerde bile yaşanan bu ayrılık, Müslümanların karşı karşıya olduğu pek çok sorundan yalnızca biridir. Bunun temel sebebi, İslam’ın otoritesinin ve Müslümanların işlerini İslam’ın hükümlerine göre güden, onları “Lâ ilâhe illâllah, Muhammedun Rasûlullah” bayrağı altında birleştiren bir İslam Devletinin yokluğudur. Bir Müslüman, orucunda, iftarında ve tüm işlerinde şeri hükümlere uymakla yükümlüdür. Çünkü Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

لاَ طَاعَةَ لِمَخْلُوقٍ فِي مَعْصِيَةِ الْخَالِقِ“Yaratıcıya isyan olan bir işte yaratılmışa itaat yoktur!”

Kıyamet günü “Neden dininizin işlerini böldünüz?” diye hesaba çekilmekten korkmuyor muyuz? Allah’ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerden olmayı arzulamıyor muyuz?

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللهِ جَمِيعاً وَلَا تَفَرَّقُوا“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.” [Ali İmran 103]

Ey Müslümanlar! Rabbinizin çağrısına icabet edin, saflarınızı birleştirin ve Allah’ın şeriatını hâkim kılın ki, dünyada izzet ve ahirette de O’nun rızasına erişesiniz!

Allah’ım! Bizi Ramazan’a ulaştır ve rızanı bizden esirgeme. Ümmetimizi itaatin üzerinde birleştir ve düşmanlarına karşı ona yardım et. Âmin.

Devamını oku...

Aşağılanma ve Çöküş Arasında Avrupa!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Aşağılanma ve Çöküş Arasında Avrupa!

Özellikle ABD'nin Ukrayna Özel Temsilcisi Keith Kellogg'un geçtiğimiz günlerde Münih'te düzenlenen bir konferansta Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşa barışçıl bir çözüm bulunması amacıyla yürütülen müzakerelere Avrupa'nın dahil edilmesinin gerek olmadığını söylemesinin ardından dünyanın dikkati, ABD'nin Ukrayna meselesine yönelik politikasında Avrupalılar için haksız değişikliğe çekildi.

ABD Başkanı Donald Trump'ın politikasının netleşmesiyle birlikte, ABD ve Rusya arasındaki ilişkilerin hiç kimseye aldırış etmeden masaya yatırıldığını görmekteyiz. Bu ise iki devlet başkanı arasındaki zirve toplantısına zemin hazırlamak amacıyla iki ülkenin dışişleri bakanları arasında Riyad'da yapılan görüşmenin ardından ortaya çıkmıştır ki bu da Avrupa'da paniğe yol açmıştır; Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Almanya, İngiltere, İtalya, Polonya, İspanya, Hollanda, Danimarka hükümet başkanları, Avrupa Konseyi Başkanı Antonio Nieuw Costa, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve NATO Genel Sekreteri Mark Rutte ile Paris'te acil bir toplantı yapmak üzere harekete geçti.

Başkanlar, bugün bu aşağılanmaya bir tepki vermek ve Avrupa kıtasının güvenliğini tehdit eden unsurlara karşı ortak bir duruş sergilemekle yükümlü olduklarını ifade ettiler; zira ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance Avrupalılara saldırarak onları ifade özgürlüğüne kısıtlamalar getirmekle suçladı; bu ise bu açıklamayı Almanya'nın içişlerine müdahale olarak değerlendiren Almanya Şansölyesi Olaf Schulz tarafından kabul edilmedi. Aynı şekilde ABD'nin Hükümet Verimliliği Bakanlığından Sorumlu Bakanı Elon Musk da, Alman seçmenleri 13 Şubatta yapılan seçimlerde aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisini desteklemeye çağrıda bulunarak sürece müdahil oldu.

Tüm bunların üzerine bir de ABD ile AB arasında patlak vermenin eşiğinde olan ticaret savaşı ekleniyor; zira ikisi arasındaki ilişkiler dünya düzeyindeki en karmaşık ve önemli ilişkiler olup, 2024 yılında karşılıklı toplam ticaretin 976 milyar Dolara ulaştığı ifade ediliyor.

Avrupa Parlamentosu raporuna göre, ABD'nin Avrupalı şirketlerin ürünlerine gümrük vergisi uygulaması halinde, bu ürünler daha pahalı hale gelecek ve satışları da azalacaktır. AB'nin ABD ürünlerine gümrük vergisi uygulayarak karşılık vermesi halinde ise o zaman bu ürünler birlik içindeki tüketiciler için daha pahalı hale gelecektir. İşte tüm bunlar birçok AB şirketinin tedarik zincirinin sekteye uğramasına yol açabilir ki bir de buna Avrupa'nın, Çin gibi rakipleri karşısında Amerikan üstünlüğünü güçlendirmek amacıyla Amerika'nın NATO gibi uluslararası örgütlere katılma taahhüdünde bulunmaması korkusu eklenmektedir.

Tüm bu korkular Avrupalı devlet başkanlarının Avrupa'nın gücüne işaret eden açıklamalar yapmasına yol açtı ancak açıklamaların ötesine geçmediler ve bu açıklamaların kıvrımlarında Avrupa'nın zayıflığını okuyabilirsiniz.

Nitekim Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa'yı uyanmaya çağırarak şunları söyledi: “ABD'ye bağımlılığı azaltmak için savunma harcamalarının artırılması gerekiyor.” Macron, "Yarın müttefikimiz (ABD) savaş gemilerini Akdeniz'den çekerse Avrupa'da ne yapacağız? Ya da savaş uçaklarını Atlantik'ten Pasifik'e gönderirlerse?" diye de sordu?

Almanya Başbakanı Olaf Schulz X platformunda yaptığı açıklamada “27 ülkede 400 milyondan fazla insanın yaşadığı AB'de güçlü bir topluluğu oluşturuyoruz” dedi.İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, "Sosyal medya ağları aracılığıyla milyonlarca insanı etkileyen mesajların yayınlanması olasılığından endişe duyuyoruz" dedi. Macaristan Başbakanı Viktor Orbán ise, "Trump'ın başkanlığının Avrupa'da sağ kanadın güçlenmesine yol açacağını" söyledi. Elbette sağ kanadın etkisinin artması, Avrupa'da siyasi çalkantıları ve karar alma süreçlerini arttıracaktır.

Almanya, Fransa ve İspanya gibi büyük AB ülkelerinin hükümetlerinin istikrarsızlığının, AB'nin ayakta kalmasını sağlayacak çözümlere ulaşmalarını ne ölçüde etkileyebileceğini bilmiyoruz; peki bu ülkeler Amerika için, bu krizin aşılmasına katkı sağlayacak özgün yaklaşımlar sunabilecek mi? Örneğin:

Her ne kadar bu yaklaşımlar bir bütün olarak ortaya atılmayıp bazıları ima edilmiş olsalar da bunlar bir çözüm değildirler, aksine bunlar, AB'nin varlığı üzerinde bir baskı faktörü olmaya devam edecektir.

Trump'ın yeni politikası, Amerika’nın karar alma mekanizmasındaki bölünmeyi yansıtmakta olup bu durum uzak değil, yakın zamanda değişebilir; eğer değişim olmazsa, Avrupa Birliği'nin gücünün tükenmesine büyük ölçüde katkıda bulunacak ve bu da aşağıdakiler de dahil olmak üzere Avrupa Birliği'nin zayıflamasına yol açacaktır:

■ Trump'ın NATO aracılığıyla Avrupa'ya baskı yapması, ya ABD'nin taahhütlerine yönelik büyük bir azalmayla birlikte daha fazla taahhütlerde bulunması ya da NATO'yu feshetmesi yönünde olabilir ki bu pek olası değildir; bu da Avrupa'yı büyük zorluklarla karşı karşıya bırakacaktır.

■ Trump'ın dayattığı ticaret savaşı, genel olarak Birliğin ekonomilerine, özel olarak da Euro'ya baskı yapmaktadır.

■ Trump'ın Viktor Orban, Marine Le Pen ve diğerleri gibi Avrupa sağını destekleme politikası.

Bu nedenle Trump'ın varlığı ve politikaları, çok büyük ölçüde AB karşıtıdır.

Avrupa Birliği'nin çöküşü var sayımına gelince, Birlik ülkelerinin her düzeyde büyük bir iş birliği göstermeleri durumunda -ki bu pek olası değildir- bu pek mümkün olmayabilir. Öte yandan krizlerin ve baskıların artmasıyla birlikte Avrupa Birliği'nin çöküşü tamamen olasılık dışı değildir ve bir zamanlar Avrupa'da başarılı bir ekonomik birlik modeli olarak kabul edilen Avrupa Birliği'nin çöküşünü hızlandırabilecek nedenlere geri dönmesiyle geri dönüşü olmayan bir noktaya gelebilir ki bu nedenlerden bazıları şunlardır:

• Avrupa hükümetlerinin istikrarsızlığı:

Avrupa Birliği'nin tüm büyük ülkeleri bugün, seçimler ve aşırı sağın sert rekabetlerini yaşamaktadır; örneğin Almanya'da, 2021 seçimlerinin ardından kurulan ve “Trafik Işığı Koalisyonu” olarak adlandırılan hükümet, Sosyal Demokrat Partisi, Yeşiller Partisi ve parlamentoda bütçeyi onaylamayı reddettikten sonra fiilen hükümetten çekilen Özgür Demokrat Parti gibi üç partiden oluşuyor ve bugün Almanya, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Almanya'da gerçekleşmemiş olan bir erken seçimi bekliyor.

Fransa'da, Fransa cumhurbaşkanının Avrupa Parlamentosu seçimlerini kaybetmesi ve ardından parlamentodaki çoğunluğunu yitirmesi, Michel Barnier başkanlığındaki bir önceki Fransız hükümetine karşı güven oyunun geri çekilmesine yol açmıştır ki aynı şekilde bu, 1962'den bu yana gerçekleşmemiş bir durumdur.

Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ve partilerin çoğunluğunun sağcı olduğu Avrupa ulusal seçimlerinde aşırı sağın etkisinin artması ve Avrupa'da iktidara gelen ya da muhalefet saflarındaki konumlarını güçlendiren tüm sağ partiler, AB ve ekonomik sorunları için çok büyük bir sorun olarak görülmektedir.

• Avrupa cephesindeki siyasi boşluklar:

Avrupa başkentlerinin çoğu Ukrayna'daki savaşa ilişkin farklı görüşlere sahip olup Ukrayna ile bazı Avrupa ülkeleri arasında Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski'nin politikasına itiraz eden güçlü bir anlaşmazlık ortaya çıkmakta ve Macaristan Başbakanı gibi bazıları da savaşın durdurulması gerektiğini desteklemektedir; gerçek şu ki çoğu AB ülkesi, siyasi ve ekonomik sorunlara yol açtığı için Rusya-Ukrayna savaşının durmasını temenni ediyor ancak Avrupa'nın güvenliğine ilişkin garantilerle birlikte ki bu da gerçekleşmeyebilir.

• Finansal kayıplar ve krizler:

Almanya modeli şu üç temel üzerine kurulmuştur: Amerika ile güvenlik ortaklığı ve Avrupa ülkelerinin koruması, Çin ile ekonomik ortaklık ve Rus enerji fiyatının düşük olması.

Ne yazık ki tüm bunlar, 2022 yılındaki Ukrayna savaşından sonra değişmiştir.

En önemlileri uluslararası ticari ilişkiler ve özellikle Trump'ın bugünkü yeni politikası olan vergi dayatmaları olmak üzere birçok başka riskler de söz konusudur ve Avrupa Birliği, Çin ve Amerika'nın uluslararası ticaret kurallarına uymadığını düşünüyor.

Buna ek olarak Trump'ın Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) bütçesindeki askeri harcama seviyesini her ülkenin gayri safi yurt içi hasılasının %5'ine yükseltme talepleri, gerilim düzeyinin boşanma aşamalarına yükselmesine yol açabilir.

Dolayısıyla AB, daha fazla para ve ortak borç olmadan ekonomik olarak risk altındadır: bu yüzden eski Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi, AB'nin ABD ve Çin ile rekabet edebilmek için 800 milyar Avro'ya kadar ek yatırım yapma ve ortak tahvillerin düzenli olarak ihraç edilmesine ilişkin taahhütte bulunma çağrısında bulundu.

Draghi, Avrupa'nın ekonomisinin dönüştürülüp rekabetçi olarak kalabilmesi için yatırımların, bloğun gayri safi yurt içi hasılasının yaklaşık yüzde 5'i oranında artırılması gerekebileceğini söyledi ki bu, 50 yıldan bu yana görülmemiş bir seviyedir.

• AB'nin bölünmesinin merkezinde yer alan göç dosyası: Göç dosyası Avrupa Birliği'nin en karmaşık ve tartışmalı dosyalarından biri olup üye ülkeler göçle nasıl başa çıkacakları konusunda farklı önceliklere sahiptirler; zira bazı ülkeler düzensiz göçü önlemeye odaklanırken, diğer ülkeler ise göçmenlerin sosyal entegrasyonuna odaklanmayı tercih etmektedir; dolayısıyla bu, popülist partilerin göç karşıtı gündemlerini güçlendirmek için en çok istismar ettikleri dosyalardan olup bu ise iddia ettikleri üzere demokrasiyi tehdit etmektedir.

• Giderek genişleyen boşluklar:

Böylece özellikle eski sömürgecilikten gelen zenginliklerin kaybolması, büyüyen ve kötüleşen enerji sorunları, Rus tehdidinin artması, zayıflayan orduları modernize etmek ve yeniden inşa etmek için savunma harcamalarının artırılması ve kamu maliyesi üzerindeki baskıyla birlikte Avrupa giderek daha çok uçurumun kıyısına yaklaşmakta ve rahat bir geçmiş varsayımları hızla yok olmaktadır.

Avrupa bugün tehdit edici bir güvenlik ortamı, aşırı nüfus, işgücü sıkıntısı, göçmenlerin reddedilmesi ve daha birçok sorunların olduğu bir atmosferde yaşamaktadır.

AB'nin projesinin çöküşü, yakın tarihin en feci olaylarından biridir; ancak 1993'teki kuruluşundan bu yana AB, bünyesinde iç ve dış çatışmaların zorluklarını taşımaktadır ancak bugün, egemen karar alma mekanizmasını kaybetmenin acısını çekmektedir. Dolayısıyla kendisini başarı kapılarına geri döndürecek reformlar yapmak istiyorsa Birlik, siyasi, güvenlik ve ekonomik durumunu reforme etmek için hızlı adımlar atıp uluslararası sahada var olma fırsatını yeniden kazanmaya çalışırsa, birçok dikenli konuda arabuluculuk rolü oynayabilir ancak sadece ABD'den uzak bir şekilde kararında bağımsızlık olması şartıyla. Ama günümüzde kendi görüşlerini empoze edebilecek ve bunun için savaşabilecek ciddi hükümetler olmadığı sürece, ben bunun günümüzde başarılmasının zor olduğunu düşünüyorum.

Bugün dünyada meydana gelen siyasi değişimlerin eşi benzeri görülmemiştir; bu yüzden bizler, eskimiş olan mevcut uluslararası düzenin değişmesi ve ABD'nin dünya ülkeleri üzerindeki tahakkümünü sona erdirecek ve kapitalizmin açgözlülüğüne ve insanların geçim kaynaklarına tecavüzüne son verecek yeni bir uluslararası düzenin gelmesi sürecindeyiz.

Bugünkü değişim aşaması, küresel düzeydeki tüm tarafların, ülkelerin göğsüne çöreklenen ve uluslararası konumun tahtına oturan tek ülke olarak onları kontrol eden bu küresel sistemden kurtulmak için çalışmasını gerektirmektedir ve onu değiştirecek bir kimse de yoktur; çünkü hiçbir hesap verebilirlik ve gözetim olmaksızın aynı anda hem öneriyor hem de dayatıyor; bu da dünyayı bugün içinde bulunduğu duruma getirmiştir.

Dünyanın tüm aydınları ve samimi yöneticilerinin, bu devletin despotluğundan ve tüm dünya ülkelerinin kararları üzerindeki kontrolünden ve çıkarlarına ters düştüğü takdirde kendi türettiği uluslararası düzene muhalefet etmesinden kurtulmak için bu devlete karşı çalışmaları gerekmektedir.

Bu egemen kapitalist ideolojiyi yıkacak alternatif bir ideoloji aradığımıza göre, o zaman kesinlikle sadece İslam ideolojisinde bahsedebiliriz; çünkü dünyadan kapitalist ideolojiyi kökünden söküp atabilecek olan tek ideoloji İslam ideolojisidir.

Ey her yerdeki Müslümanlar; bizim dinimiz, kapitalizm zehrinin panzehrini içinde taşıyan tek dindir; o halde çalışanlarla birlikte hareket edin ve bu din dünya ülkeleri arasındaki merkezine ve konumuna geri dönünceye, İslam'ın ve Müslümanların izzeti yeniden elde edilinceye, Allah Subhanehu'yu razı edinceye ve insanları, kullara ibadet etmekten kulların Rabbine ibadet etmeye kavuşturuncaya kadar gece gündüz çalışın.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَنْ تَرْضَى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلا النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُمْ بَعْدَ الَّذِي جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلا نَصِيرٍDinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur.Eğer sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, bilesin ki artık Allah sana ne dost ne de yardımcı olacaktır.” [Bakara 120]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Nebil Abdulkerim

Devamını oku...

Olağanüstü Arap Birliği Zirvesi Değil İhanet Zirvesidir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Olağanüstü Arap Birliği Zirvesi Değil İhanet Zirvesidir!

Haber:

Arap dünyasının önde gelen liderleri, 4 Mart 2025’te Mısır’ın başkenti Kahire’de bir araya geldi. Olağanüstü Arap Birliği Zirvesi’nin ana gündem maddesi, Filistin ve Gazze’de yaşanan son gelişmeler oldu. (04.03.2025 İstiklal)

Yorum:

Bilindiği üzere Trump, 20 Ocak’ta Beyaz Saray’a çıktıktan yaklaşık iki hafta sonra ilk görüşmesini 4 Şubat’ta Beyaz Saray’da Yahudi varlığı başbakanı Binyamin Netanyahu yaptı. Görüşme sonrası düzenlenen ortak basın toplantısında Trump, ağzındaki baklayı çıkardı ve ABD’nin Gazze’de yönetimi devralacağını, Filistinlilerin Mısır ve Ürdün’e tehcir edileceklerini ve Gazze’yi “Ortadoğu’nun Rivierası” haline dönüştüreceklerini söyledi.

Ardından Arap dünyasından özellikle de Mısır ve Ürdün’den yarım ağızla Trump’ın bu açıklamalarının kabul edilemez olduğu açıklaması geldi. Bu ülkeler için, küstahlık manyaklığına kapılan Trump’ın bu açıklamalarının kabul edilemez olması, Gazzelilerin yerlerinden yurtlarından sürülmesi, topraklarının Trump veya işgalci Yahudi varlığı tarafından gasp edilmesi değil, iki milyon Gazzelinin sürgün edilmesinin ardından rejimlerinin tehlikeye girmesidir. Bu yüzden tutuştular ve hemen Ürdün kralı, aşağılanacağını bile bile ya da göze alarak Trump’a yalvarmak ya da Trump’ın planının detaylarını öğrenmek üzere Beyaz Saray’ın yolunu tutmuştur.

Daha sonra Trump ve Dışişleri Bakanı Marco Rubio’dan, Arap ülkelerinin alternatif bir plan sunmaları takdirde ortaya attıkları zorba plandan geri adım atabileceklerinin sinyali geldi. Bunun üzerine yedi Arap ülkesinin liderleri, güya Mısır’ın ABD ile iş birliği içinde geliştirdiği ama aslında ABD’nin geliştirip Mısır üzerinden Arap dünyasına sunmak istediği daha doğrusu Arap planı diyerek Müslümanlara kabul ettirmek istediği planı görüşmek üzere 21 Şubat’ta Riyad’da olağanüstü mini bir zirvede bir araya geldiler.

Bugünse Mısır (ABD) planı, diğer Arap ülkelerine sunulacak. İngiliz ve Fransa yanlısı ülkeler (Cezayir ve Tunus) planın farkına varmış olmalılar ki bugün düzenlenecek acil Arap zirvesine katılmayacaklarını duyurdular. ABD-Mısır planının ana temasını, Mısır ve Arap basınına da sızdırıldığı gibi, Gazze’nin bir daha Yahudi varlığına tehlike teşkil etmeyecek şekilde mücahitlerden arındırılmasıdır. Yani ABD-Mısır planının ana teması, Yahudi varlığının güvenliğidir, yoksa Gazzelilerin açlık, yoksulluk ve katliama uğramaları meselesi değildir. Sızdırılan planda da görüldüğü gibi Gazze’nin imarı meselesi sadece bir garnitürdür, yani Gazze’nin mücahitlerden arındırılmasını Müslümanlara kabul ettirmek için bir rüşvettir, başka bir şey değil.

ABD-Mısır planının normalde 27 Şubat’ta Arap dünyasına sunulması bekleniyordu ancak gerekli hazırlıklar yapılmamış olmalı ki acil Arap zirvesi 4 Mart’a ertelenmişti. İşte bu zirveden çıkacak kararların Gazzelilerin yararına olacağını beklemek ya da ummak safdillik olur. Gazzelilerin geleceğini tartışmak için böylesi bir zirvenin düzenlenmiş olabileceğini de düşünmek de sığ görüşlülüktür. Dediğim gibi temel mesele, Gazze’nin mücahitlerden yani Yahudi varlığına bir daha asla tehlike oluşturmayacak şekilde Müslümanlardan arındırılması meselesidir.

Görünüşe göre Trump’ın 4 Şubat’ta ortaya attığı plan, aslında bir baskı oluşturmak içindi. Yahudi varlığı Gazze’de mücahitleri tasfiye edemediği için şimdi bu rolü Arap ülkelerine vermek için baskı yapmayı yani Arap ülkeleri aracılığıyla Gazze’nin mücahitlerden boşaltılmasını sağlamayı amaçlıyor.

Bu yüzden Müslümanlar, ister Mısır isterse ABD-Mısır planı olsun, acil Arap Birliği zirvesinden çıkacak kararlara karşı uyanık olmalılar ve bu kararların asla yararlarına olmayacağını bilmelilerdir. Bu zirveden çıkacak kararlar, dar manada Gazze’nin tasfiyesini geniş manada ise Gazze ve Filistin’in peşkeş çekilmesini hatta Yahudi varlığı ile normalleşmenin yolunu açacak kararlar olacaktır. Bu plan, özelde Filistin genelde Müslümanların direnç göstermesiyle ve meydan okumasıyla ancak durdurulabilir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ercan Tekinbaş

Devamını oku...

Yemen Neden Yüzde Yüz Çöküş Yaşıyor?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yemen Neden Yüzde Yüz Çöküş Yaşıyor?!

Haber:

El-Hadri, (Suudi Arabistan öncülüğündeki) koalisyonu Yemen'deki devlet kurumlarını bozmakla suçluyor ve Suudi büyükelçisinin değiştirilmesini talep ediyor. (Al Mawkea Post, 4 Mart 2025)

Yorum:

Yemen eş-Şumû Basın ve Medya Kurumu Başkanı Seyfu'l Hadri, Yemen'deki durumun gerçekliğini doğru bir şekilde tanımladı; zira Yemen halkının, cumhurbaşkanlığından hükümete, parlamentoya ve hatta en küçük devlet kurumuna kadar devlet kurumlarının bozulmaya uğramasının feci sonuçlarını yaşadığını söyledi.Bunun sadece bir kriz değil, aynı zamanda tam bir çöküş noktasına ulaşan sistematik bir bozulma hali olduğunu söyledi ve devletin mevcut çöküş oranının %100 olduğu ve bunun da tam hizmet eksikliği, üretim eksikliği, kalkınma eksikliği, kolluk kuvvetlerinin yetersizliği, kaosun yayılması, suç kontrolünün olmaması ve ülkenin devletin otoritesi dışında bir ortama dönüşmesi anlamına geldiği eklemesinde bulundu.El-Hadri X platformundaki sayfasında yaptığı açıklamada ülkede devam eden bozulmanın, koalisyonun başından beri takip ettiği bir hedef olduğunu söyledi ve şöyle ekledi: Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyonun Yemen'de ürettiği tüm şeyler devletin restorasyonuna destek için olmamış, aksine sistematik engelleme araçları olmuştur; bu araçların en öne çıkanlardan birisi, devletin varlığını ortadan kaldıran ve onun yerine geçen silahlı unsurların üretilmesi olmuştur.

El-Hadri bu meseleyi çok geç fark etmiştir;oysa Hizb-ut Tahrir, Suudi Arabistan'ın Yemen'e girişinin, ABD çıkarlarına hizmet etmek ve ülkedeki İngiliz nüfuzuna hizmet eden hükümetin etkisini azaltmak için kuzeydeki Husileri istikrara kavuşturmak olduğu uyarısında bulunmuştur.On yıl önceki savaşın ilk günlerinden itibaren Yemen'deki savaşın, çatışan yerel tarafların kendileri için bir kılıf olarak kullandığı mezhepçilik ya da bölgecilikle bir ilgisi olmadığını, aksine bunun Amerika ve onun bölgesel araçları (Suudi Arabistan ve İran) ile İngiltere ve onun bölgesel araçları (BAE ve onun çevresinde toplana partiler) arasında ülkedeki nüfuz ve servet üzerindeki bir savaş olduğunu söylemiştir.Bakın işte Seyf el-Hadri bugün bunu, Yemen halkının en kötü bir duruma düşmesinin ardından, yani Suudi Arabistan liderliğindeki sözde Arap Koalisyonunun, koalisyon ülkelerine bağlı askeri milislere alınan Yemen'in evlatlarının himayesi altında ülkelerinden servetin çıkışını güvence altına alırken açıklamıştır!

Ey Yemen halkı: Suudi Arabistan ve BAE'nin, nüfuz ve servet için hummalı bir rekabete giren kafir Batı'nın çıkarları için çalıştığı, bu ikisinin yerel para biriminin çöküşü, fiyatların fırlaması, hizmet eksikliği ve yaygın suçlarla ilgilenmedikleri, Suudi Arabistan'ın devlet kurumlarına müracaat etmeden doğrudan Husilerle müzakere ettiği ve onlara petrol gelirlerinin üçte ikisini garanti eden ve ülkedeki bir sonraki otoriteye dahil olmalarını sağlayan bir ABD yol haritası sunduğu, böylece Suudi Arabistan'ın “Vatan Kalkanı” adında kurduğu güçlerle yavaş yavaş devletin bağlantı noktalarını kontrol ederken kurtarılmış bölgelerin çoğunu ele geçirdiği ve BAE'nin de Husilerle müzakere görüşmelerine girip efendilerinin payını elde etmeye yönelik girişimde bulunarak limanları, adaları ve havaalanlarını ele geçirdi sizin için açık hale gelmiştir.

Ey Yemen halkı, talep edilen Suudi büyükelçinin sınır dışı edilmesi değildir, aksine ülkeyi koalisyona ve sadece kafir Batı'nın çıkarlarını korumak için çalışan Birleşmiş Milletler'e teslim eden hükümetin tamamının ülkeden kovulmasıdır; bu nedenle on yıllık yıkım ve ülke koşullarının ve halklarının feci bir şekilde çöküşü onların umurlarında değildir; bilakis onların tek umursadıkları şey, her bir tarafın en büyük miktarda zenginlik ve petrol kaynakları üzerindeki nüfuz ve kontrolünü güvence altına almaktır.

Yemen'deki krizin çözümü, ümmetin Peygamberi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in geri dönüşünü müjdelediği Hilafeti kurarak Allah'ın şeriatını uygulamak için çalışan samimi kişilere otoriteyi teslim etmekte yatmaktadır:ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet olacaktır.” Allah’ın izniyle artık Hilafetin zamanı gelmiştir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah El-Hadramî – Yemen

Devamını oku...

Yıllık Devlet Bütçesi: Kalıcı Sömürgeci Köleliği!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yıllık Devlet Bütçesi: Kalıcı Sömürgeci Köleliği!

Haber:

Liberal kapitalist devletler, hükümet gelirlerini ve harcamalarını yönetmek için yıllık mali bir plana tabi olmak üzere tasarlanmıştır. Bu mali politika, halkların işlerinin devlet tarafından yönetilmesi ile sömürgeci egemenlik arasında bir denge bulmaları için üçüncü dünya ülkelerine çok büyük bir baskı uygulamaktadır.Değerleri Petro-Dolara bağlı olan uluslararası para politikasının (Fiat sistemi), yerel paranın değerinin ekonomik çöküşün uçurumundan yuvarlanmasını önlemek için ticaret (ihracat ve ithalat) arasında bir denge sağlamak için çalışması gerekmektedir.

Yorum:

Kenya da bu şeytani sömürgecilik planından muaf değildir; zira 2025/2026 Maliye Yasa Tasarısının 4,2 trilyon Şilin (32 milyar ABD Doları) ile bu fakir halkın tarihindeki en yüksek rekoru kırdığına bir kez daha tanık oluyoruz.Bu yasa, %80'den fazlasını insanlara koyduğu vergi yoluyla, geri kalanını ise faizli krediler yoluyla elde etmeyi hedeflemektedir.Bu yasanın en kötü yanı ise, gelirin %70'inden fazlasının ulusal borcun ödenmesine, üçte birinin ise maaş faturaları ve kalkınma programlarına ayrılmış olmasıdır.Nitekim zaman içerisinde üçüncü dünya ülkeleri bu borçların denizinde boğulmaktadırlar.Kötü ve nefret dolu sistemin başlıca etkilerinden biri de yolsuzluğun yaygınlaşması ve sıradan insanların da fakirliğin acısını çekmeye terk edilmeleridir.

Bazı Afrikalı liderlerin, modern kölelikten kurtulmanın başka bir yolu olmadığından dolayı küresel finans sistemine ilişkin düşük tonda da olsa dile getirdikleri endişeler, ülkelerin içinde bulundukları tehlikeyi ve vahim durumu gözler önüne sermektedir. Buradaki temel gerçek, dünyanın kurtuluş arayışı içinde her yöne doğru hareket etmesi olup bu kurtuluş, BRICS grubundan ya da aynı sömürgeci çerçeve temelinde oluşmuş herhangi bir bloktan gelmeyecektir.İslam, milletleri pratik olarak devletin köleliğinden insan, hayat ve kainatın yaratıcısına ibadet etme yönünde özgürleştirecek ve insanlığı küfrün karanlığından tevhidin nuruna çıkaracak olan tek ideolojidir.Yaklaşık 1380 yıl önce, Kadisiye'deki büyük savaşta Pers komutanı Rüstem, eğer dağları yerinden oynatmak isteseler onları yerinden oynatabilecek adamların olduğu bir orduyla karşı karşıya kaldı.Bunun üzerine Celil Sahabe Ribi İbn Amir Radıyallahu Anh'dan hedeflerini kendisine söylemesini istedi. Nitekim İbn Amir’in şu cevabı, Peygamberlerin sonuncusu Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sahabelerinin motivasyonları hakkında bir bakış açısı vermektedir: “Allah bizleri, insanları kula ibadet etmekten kulun Rabbine ibadet etmeye döndürmek ve dinlerin zulmünden İslam’ın adaletine ve dünyanın darlığından dünya ve ahiretin genişliğine kavuşturmak için gönderdi.”

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ali Ömer - Kenya

Devamını oku...

Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 04/03/2025

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti:
Gündem Değerlendirme Toplantısı 04/03/2025
 

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

- Ramazan İstikamet Zamanı
- 3 Mart ve Hilafet
- Terörsüz Türkiye Nasıl Olacak?

H. 4 Ramazan 1446 El-Muvafık M. 4 Mart 2025

turkiye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

Devamını oku...

Hilafetsiz Geçen 101 Yıllık Sıkıntı ve Sefalet Yetmez Mi?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Hilafetsiz Geçen 101 Yıllık Sıkıntı ve Sefalet Yetmez Mi?!

Haber:

3 Mart 1924 gününe denk gelen Hilafet Devleti'nin yıkılışının 101. Yıl dönümüdür.

Yorum:

3 Mart, Hilafet Devleti'nin, İngiltere'nin komplosu, Arap ve Türk hainlerin işbirliği ve dönme Yahudilerin kötü niyetli kurnazlığı sayesinde mücrim Mustafa Kemal tarafından yıkılmasının yıldönümüdür; işte o günden bu yana Müslümanlar ayağa kalkamamış ve ülkeleri, bölünmelerini pekiştirmek için sömürgeci tarafından belirlenen yapay sınırlarla ayrılmış karton varlıklara bölünmüş ve bu varlıkların başlarına da halklarını demir yumrukla yöneten ve Müslüman ülkelerde efendilerinin ve projelerinin çıkarlarını uygulayan ajan yöneticiler dikmişlerdir.

İşte o günden bu yana İslam ümmetinin vücudundaki yaralar kanamakta ve İslam ümmetinin evlatları, işlerini gözetecek bir devletin yokluğunun yanı sıra arkasında savaşılacak ve kendisiyle korunulacak bir İmamın yokluğu nedeniyle canları ve mallarıyla ağır bedeller ödemişlerdir; zira ya ABD'nin Irak ve Afganistan'ı işgali gibi doğrudan sömürgeciler tarafından, ya Sudan'da olduğu gibi ülkenin evlatlarından oluşan vekalet savaşlarındaki ajanları tarafından ya da Türkiye, İran ve Lübnan'daki partisinin Suriye'de oynadığı rol gibi diğerleri tarafından Müslüman ülkelerdeki savaşlar ve çatışmalar hiç durmamış ve Uygur ve Rohingya Müslümanları gibi yeryüzünün doğusu ve batısındaki Müslümanlar hâlâ Rabbimiz Allah dedikleri için en iğrenç suçlara ve katliamlara maruz kalmışlardır.

İşte o günden bu yana Müslümanların servetleri yağmalanmakta, onlardan birçoğu yoksulluğun, açlığın, yetersiz beslenmenin ve hastalıkların acısını çekmektedirler; hem de Allah Müslümanların ülkelerine petrol, gaz, altın, elmas, uranyum ve diğerleri gibi madenler, verimli topraklar, denizler, okyanuslar, nehirler ve yeraltı suları gibi birçok ve çeşitli zenginlikler bahşetmiş olmasına rağmen, bu servetler sömürgeciler ve onların suçlu yöneticileri tarafından yağmalanmaktadır.

İşte o günden bu yana Yahudiler Filistin'i işgal etmiş, orada fitne ve fesat saçmışlar, Filistin halkını taciz etmişler, onlara karşı vahşi katliamlar işlemişler, Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in İsra'sını kirletmişler ve orada Tevrat'taki hayallerini gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Oysa Hilafet kaldırılmış olmasaydı, Yahudiler bunları gerçekleştiremezdi; Sultan Abdülhamid şöyle derken ne kadar da ileri görüşlüymüş: “Yahudiler milyonlarını kendilerine saklasınlar… Bir gün gelir de Hilafet Devleti parçalanırsa işte o zaman (Yahudiler), Filistin’i para ödemeden alabilirler.”Nitekim Hilafetin yıkılmasıyla suçlu İngiltere, Yahudi varlığını İslam ümmetinin bağrına zehirli bir hançer olarak saplamış ve onu gözetip desteklemiş, ardından da Amerika onu şımarık bir çocuk gibi gözetip korumaya devam etmiştir.

İşte o günden bu yana sadece Müslümanlar değil, tüm dünya kapitalizmin ve onun siyasi, ekonomik ve sosyal hayatın her alanında onlara getirdiği zorluk ve sefaletin ateşiyle yanıp kavrulmakta ve bugün dünya, insanların işleri için neyin iyi olduğunu bilen ve insanlara onurlu bir hayat sunan Hakim ve Habir olanın katından gelen ideolojiyle yönetilen bir devlete şiddetle ihtiyaç duymaktadır; işte bu devlet, insanları adaletle yönetecek, onları yıkıma değil güvenliğe götürecek, halkların kanları ve servetleri pahasına kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için çalışmayacak, bugün Trump'ın makyajsız olarak gerçek kibrini ortaya koyduğu Amerika başta olmak üzere sömürgeci ülkelerin yaptığı gibi kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için her şeyi yapmaktan çekinmeyecektir.Bu yüzden bugün dünya, kendisini kapitalizmin ve onunla yönetenlerin sıkıntısından kurtaracak ilke ve değerler sahibi liderlere şiddetle ihtiyaç duymaktadır.

Müslümanların Hilafeti yeniden kurmak için çalışmamanın ne kadar büyük bir günah olduğunu anlamaları ve Hilafet yeniden kurulmadıkça kendileri için onurlu bir hayatın, izzetin ve onurun olmadığını fark etmeleri için eğer 101 yıl yeterli değilse, peki o zaman ne zaman fark edecekler?! Daha kaç yıl bu sıkıntı ve sefalet içinde kalmaya devam edeceğiz?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Beraa Mûnasıra

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER