Cuma, 23 Muharrem 1447 | 2025/07/18
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Astana'daki Orta Asya ve Çin Zirvesinde Uygur Müslümanları Meselesi Yine Gündeme Gelmedi!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Astana'daki Orta Asya ve Çin Zirvesinde
Uygur Müslümanları Meselesi Yine Gündeme Gelmedi!

Haber:

17 Haziran 2025 tarihinde, Orta Asya ve Çin arasındaki ikinci zirve Astana şehrinde gerçekleştirildi.

Yorum:

Bu zirvede imzalanan birçok anlaşmalar, resmi açıklamalar, el sıkışmalar ve benzerleri dışında, her iki tarafın da gündeme getirmediği önemli bir konuya dikkat çekmek istiyoruz.Evet, hiçbiri bu konuyu gündeme getirmedi ve hiçbiri tek bir kelime bile etmedi.Çin ile olan ilişkilerde bu konunun gerçekten öncelikli olması ve diğer her şey ikinci planda tutulması gerekirdi.Bunun da tamamen İslami bir bakış açısına göre olması gerekirdi. Şimdi bu mesele nedir diye sorabilirsiniz?

Bu, Doğu Türkistan meselesidir.Bu, Çin'in kâfir rejimi tarafından Uygur Müslümanlarına yönelik vahşi baskıya karşı durma meselesidir.

Evet, lanetli Yahudi varlığının Batı Şeria ve Gazze'de işlediği vahşi katliamlar, diğer tüm meseleleri gölgede bırakmıştır.Keslinle bu, şu anda her Müslüman için çok acı verici bir noktadır; ancak Uygur Müslümanlarının acıları ve çığlıkları bu zirvede bir kenara itilmemesi gerektiği gibi Çin'in kirli parasına gözlerini dikmiş Orta Asya rejimlerinin ihanetinin görmezden gelinmemesi ve bunun göz ardı edilmemesi gerekirdi.Aslında bu rejimler, Müslüman halklarının çıkarları için büyük güçlerle iş birliği yaptıklarını iddia ediyorlar.Eğer durum gerçekten böyleyse, o halde neden tüm meseleleri bir kenara bırakıp Uygur Müslümanlarının meselesini ana bir mesele olarak gündeme getirmediler?!Bu mesele, kendilerini bölgedeki Müslümanların lideri olarak gösteren başkanların endişelerini artırması gerekiyordu.Şayet Müslümanların sevinçleri ve üzüntüleri bir ise, o halde Uygur kardeşlerimize insanlık dışı muamele eden bu lanetli Çin rejimiyle nasıl olur da bir iş birliğinden söz edebiliriz ki?Peki nasıl ona güvenebilir, onu kucaklayabilir ve sonsuza kadar bir dost ve iyi bir komşu olabilirsiniz ki?!Bu, ihanetin ve korkaklığın en iğrenç şekilleri değil mi?!Zira Çin bizim dostumuz ve iyi komşumuz değildir; çünkü Çin, Doğu Türkistan'ı işgal etmiş olup onun Müslüman halkına da vahşi bir şekilde zulüm ve şiddet uygulamaktadır; bunun tek nedeni ise, onların Müslüman olmasıdır. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ إِلا أَنْ يُؤْمِنُوا بِاللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِOnlardan, sırf, aziz ve hamid olan Allah’a iman ettikleri için intikam aldılar.” [Buruc 8]O halde nasıl olur da necis Çin bizim iyi bir komşumuz ve dostumuz olabilir ki? Yine Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُGerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür.” [Al-i İmran 118]

Çin'in Müslümanlara olan düşmanlığı ortada iken Çin ile dostluk kurmak, büyük bir ihanetten başka bir şey değildir.Eğer Çin'in kirli parası için Müslümanlar terk edilirse, bu ise daha büyük bir günahtır! Nitekim Allah Subhanehu şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ Müminler ancak kardeştirler.” [Hucurat 10] Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ؛ لَا يَظْلِمُهُ وَلَا يُسْلِمُهُ Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez.

Allah'ın emirleri açık ve net olduğu halde Orta Asya rejimlerinin hiç utanmadan Uygur Müslümanlarının ticaretini yapması affedilemez bir suçtur!Özellikle liderler olmaya müstahak olan Özbekistan Müslümanları olmak üzere bölgedeki Müslüman halkların, özellikle Özbekistan rejiminin suçları olmak üzere bu rejimlerin suçlarına ortak olmaktan sakınmaları gerekir; zira izlemek ve sessiz kalmak da aynı şekilde suça ortak olmaktır.

Müslüman halkımıza diyoruz ki:Bu korkak rejimler tarafından gizlenen Uygur Müslümanlarının davasını asla unutmayın, aksine bu konuyu Çin ile ilişkilerinde öncelikli hale getirmesi için hükümete güçlü bir baskı uygulayın!En azından Özbekistan rejiminden, Uygur Müslümanlarına zulmü durdurması ve Batı Türkistan Müslümanlarının onların yanında olduğunu, onları ve durumlarını terk etmediğini hissetmesi için Çin ile tüm projeleri ve ilişkileri dondurmasını talep edin!Elbette bu, Doğu Türkistan'ı Çin işgalinden kurtaracak ve gerçek özgürlük ve güvenliği sağlayacak Hilafet Devleti kurulana kadar geçici bir çözümdür.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Faruk Özbeki - Özbekistan

Devamını oku...

Ahdin Canlandırılması!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ahdin Canlandırılması!

Haber:

Pakistan Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı İshak Dar, İstanbul'da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Dışişleri Bakanları Konseyi 51. Oturumunda, Yahudi varlığının İran'a yönelik son saldırısını kınayarak, bunu uluslararası hukukun açık bir ihlali ve bölgesel istikrara yönelik ciddi bir tehdit olarak nitelendirdi. Dar, artan zorluklarla başa çıkmak için Müslüman ülkelerinin birliğinin gerekliliğini vurguladı ve İslam İşbirliği Teşkilatı'nı bu krizlerin çözümünde kararlı bir rol oynamaya teşvik etti.

Yorum:

75 yaşındaki bir Müslüman olan Pakistan Dışişleri Bakanı İshak Dar, 77 yıl önce İslam adına kurulan bir ülkede doğup yaşamış ve 1969'da El-Aksa Mescidi'ne yapılan saldırıya tepki olarak 56 yıl önce kurulan bir teşkilata hitap ediyor. İslam İşbirliği Teşkilatı, yapısı bakımından Birleşmiş Milletler'e benzemekte olup onun ortaya çıkışı, dünyaya toplu olarak İslam'ın sesini yükseltme çabası içindir. Ayrıca Birleşmiş Milletler, dünyanın artık farklı bir şekilde yönetilmesi, savaşa yol açmasından dolayı savaşın suç sayılması ve savaş açma gücünün sadece seçilmiş bir azınlığın elinde olması gerektiği inancının altında iki yıkıcı dünya savaşının ardından küresel bir yanıt olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim Müslümanlar, ulusal devletlere bölünmüş olmalarına rağmen Filistin halkının acısını hissettiler ancak İslam İşbirliği Teşkilatı'nın kurulması için 24 yılın geçmesi ve Filistin'e yönelik iki savaşın olması gerekiyordu ki böylece el-Aksa'ya gerçek bir saldırı yapılabilsin.

Bu yeni dünya düzeninde direniş, genel olarak modern ulus devlet kavramına bir ihanet olarak nitelendirilirken, şiddet ise uluslararası konsensüsle meşru kabul edilenlerin tekelinde kalmaya devam etmektedir. On yıllarca dökülen kan ve zulüm, sadece Batılı kuruluşları değil, herhangi bir rolü yerine getirmede başarısız olan İslam İşbirliği Teşkilatı'nı da ortaya çıkarmıştır. (İslam İşbirliği Teşkilatı'nın) üyelerinin kendi iç çatışmaları ve diğer üyelerin müttefik olarak varlığı, onu Birleşmiş Milletlerin minyatür bir kopyası haline getirmiştir; zira burada konuşmalar yapılır ve kararlar alınır ancak hiçbir şey gerçekleştirilmez. Bunun nedeni bu örgütün, katılımcılarının Müslüman olduğunu iddia etmesi dışında İslami hiçbir özellik taşımamasıdır.

İslam İşbirliği Teşkilatı'nın kuruluş belgesinde belirtilen temel hedef ve yükümlülükler, üye ülkeler arasında İslam dostluğunu ve dayanışmasını geliştirmek ve güçlendirmektir; İslam'ın gerçek imajını koruyup savunmak ve onun itibarının zedelenmesinin önlenmesi, medeniyetler ve dinler arası diyaloğun güçlendirilmesi, entegre ve sürdürülebilir insani gelişimin gerçekleştirilmesi ve üye devletlerin refahının sağlanması için çaba sarf edilmesi gibi. Ayrıca belge, üye devletlerin kendi kaderini tayin hakkını, içişlerine müdahale edilmemesini, egemenliklerini, bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini güvence altına almaktadır.

İslam İşbirliği Teşkilatı, kurulduğu günden bu yana İslam beldelerinin karşılaştığı tüm krizlerde başarısız olmuştur. Hatta toplantılar düzenleyip temsilcileri de İran'a yönelik saldırılardan veya Gazze'deki soykırımdan duydukları hoşnutsuzluğu dile getirse bile, bu teşkilat başarısız bir varlık olmaya devam edecektir. Müslümanların, Batı ideolojisine dayalı yeni platformların inşa edilmesine ihtiyaçları yoktur, aksine onların, Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in izlediği metoda göre gerçek bir İslam Devleti'nin kurulmasına ihtiyaçları vardır.

İslam'da bizim elimizde, Akabe biati örneği vardır. İbn İshak şöyle demiştir: Biat için bir araya geldiklerinde Abbas bin Ubade bin Nadle şöyle dedi: Sizler bu adama niçin biat ettiğinizi biliyor musunuz? Onlar da: Evet, dediler. Bunun üzerine şöyle dedi: Sizler, kızıl ve siyah insanlarla (cümle alemle) savaşmak üzere ona biat ediyorsunuz. Eğer mallarınıza bir musibet gelip, şereflileriniz öldürülünce O'nu teslim edecekseniz şu andan itibaren Allah'a yemin ederim ki, dünyanın da ahiretin de rezilliği olur. O'na vermiş olduğunuz bu sözü yerine getireceğinizi umuyorsanız bunu alınız. Allah'a yemin ederim bu, hem dünya için, hem ahiret için hayırlı bir şeydir." Hep birlikte ona şöyle cevap verdiler: "Biz, bunu mallarımıza gelecek musibete ve şereflilerimizin öldürülmesine rağmen kabul ediyoruz, bunun karşılığında bize ne var?" diye sorunca, (Sallallahu aleyhi ve Sellem): الْجَنَّةُ "Cennet" var dedi. Bunun üzerine O'na: "Elini uzat" deyip biat ettiler.

İslam'da ahit, sadece sözleri ve birlikte yaşama vaatlerini değil, aynı zamanda bağlılığı da gerektirir. Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yaptığı ahid, İslam'ın son peygamberi olarak onun korunmasıdır ki bu risaleti, onun uygulanmasını ve korunmasını da kapsamaktadır. Bu ahdin önemini idrak eden Müslümanlar, lafızlarla oynamaya cesaret edemeyecekler, onlarca yıl beklemeyecekler ve kendi zayıf ve az olan varlıklarını biraz daha uzatmak için masum Müslümanların kanıyla oynamayacaklardır. Müslümanlar olarak bizler, tüm bu yalan vaatleri, hareketleri ve örgütleri reddediyor, sevgili Peygamberimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yaptığı ahdin yenilenmesini ve orduların da cihad için harekete geçmelerini talep ediyoruz; çünkü cihad için başka bir yol yoktur.

قَالُواْ رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَ لَوْلا أَخَّرْتَنَا إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ قُلْ مَتَاعُ الدَّنْيَا قَلِيلٌ وَالآخِرَةُ خَيْرٌ لِّمَنِ اتَّقَى وَلاَ تُظْلَمُونَ فَتِيلاً"Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?" dediler. Onlara de ki: "Dünya menfaati önemsizdir, Allah’tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez.” [Nisa 76]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahlak Cihan

Devamını oku...

Kendi Merkezinde Bile Adaleti Tesis Etmeyi Başaramayan Tağut Sivil Devlet, Bizim Ülkemizde Nasıl Başarılı Olacak Ki?!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Kendi Merkezinde Bile Adaleti Tesis Etmeyi Başaramayan Tağut Sivil Devlet, Bizim Ülkemizde Nasıl Başarılı Olacak Ki?!

Sudan Başbakanı Kamil İdris bir basın toplantısında, 22 bakanlıktan oluşan ve “Umut Hükümeti” adını taşıyan yeni bir hükümetin kurulduğunu duyurdu. "Tarihi" olarak nitelendirilen konuşmasında, sivil hükümet olarak adlandırdığı Umut Hükümeti'nin özelliklerini açıkladı ve bu hükümetin Sudan'ı kurtarmak, onu ilerleme ve refah yoluna sokmak, güvenlik ve refah sağlamak ve tüm Sudanlılara onurlu bir yaşam sunmak için net bir vizyon ve sağlam ilkelere dayandığını söyledi ve vizyonun, Sudan'ı gelişmiş ülkeler arasına taşımayı temsil ettiğini belirtti. Değerlerimiz dürüstlük, güvenilirlik, adalet, şeffaflık, hoşgörü, bilimsel, pratik, profesyonel ve kolektif bir yaklaşım, net planlar ve kesin başarı kriterleridir. Hükümet, parti bağlantısı olmayan teknokratlardan oluşacak, sessiz çoğunluğun sesini temsil edecek, otoritenin tezahürlerindeki zühd ile halkın refahının arasını birleştirecek ve yüksek erdemleri somutlaştıracaktır.

Başbakan, dürüstlüğü, güvenilirliği, adaleti ve diğerlerini zikrederek sivil hükümetinin beklenen sonuçlarından bahsetti ve bunları da Kur'an ayetleriyle destekledi; bu ise, kamuoyunun desteğini kazanmak için farklı mefhumların kasıtlı olarak karıştırılmasıdır. Ancak bilinçli bir kulağın duyması gereken gerçek, duygulardan ve umutlardan uzak bir şekilde ayrıntılara ve derinliğe ihtiyaç duymaktadır; zira siyasetin, yanıltıcı bilgilerden uzak gerçeklere dayalı olması gerekir.

Sudan da dahil Müslüman ülkelere bakan birisi, buralardaki mevcut devletlerin, 1916 yılında eski sömürgeci devletler arasında nüfuz paylaşımı için yapılan bir anlaşmanın ürünü olan ve belirli bir görevi yerine getirmek için türetilen işlevsiz devletçikler olduğunu, bu anlaşma olmadan var olamayacaklarını, bu ülkelerin kendilerini ortaya çıkaran Batı kapitalizmine bağlı kalmaya devam ettiklerini, var oldukları süre boyunca her yıl başarısızlar listesinin başında yer almak için yarıştıklarını, hükümetler, bakanlar ve yöneticiler değişse de, siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda tam bir başarısızlık içinde olduklarını kanıtladıklarını görecektir; o halde kusur nerede? Neden bu ülke, çok sayıda bakir kaynaklarla doluyken, insanları aşırı yoksulluk içinde yaşamaktadır?

Bu asrımızda Müslümanların başına gelen en büyük fitnelerden biri, yönetim ve ekonomi ile ilgili fikirler ve mefhumlardır; belki de bunlar, Batı'nın İslam'a saldırısındaki ve siyasi, fikri ve ekonomik hegemonyasını ve kontrolünü sağlamaya odaklanmasındaki odak noktasıdır.

Sivil devlet fikrinin kökleri eski çağlara dayanmaktadır; zira Batılılar bu fikri, insanların karar alma sürecine katılımına odaklanan Atina'daki demokratik yönetim sistemi aracılığıyla Yunan medeniyetindeki adalet ve hukukun üstünlüğü ilkeleriyle ilişkilendirmiştir; daha sonra bu mefhumlar, toplumun işlerini düzenlemek için gelişmiş yasal temeller koyan Romalılar tarafından geliştirilmiş ve bu da hukuk devleti olarak adlandırılan şeyin oluşmasına ve belirginleşmesine katkıda bulunmuştur.

Orta Çağ'da Batı'daki siyasi düşüncenin gelişmesiyle birlikte sivil devlet, Avrupa'da kilise ile devlet arasındaki çatışmadan etkilenmiş ve bu çatışma, özellikle Rönesans ve Fransız Devrimi'nden sonra, din siyasi işlere müdahale etmeden bireysel özgürlüklerin ve kanun önünde eşitliğin saygı gördüğü devletlerin kurulması yönündeki çağrıların yükselmesiyle birlikte din ile siyasetin ayrılması ideolojisinin güçlenmesine yol açmıştır. Modern çağda ise sivil devlet, Batı ülkeleri ve bunların lideri Amerika Birleşik Devletleri tarafından benimsenmiştir.

Burada farklı bir hadari mirasa ve bu tarihe benzemeyen ve tarihin derinliklerine kök salmış bir tarihe sahip Müslümanlar olarak bizim için mantıklı bir soru ortaya çıkıyor; zira Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Medine-i Münevvere’de İslam Devletini kurmuş, ardından onu Raşid Halifeler, sonra Emeviler, Abbasi ve Osmanlı devletleri izlemiştir; işte bunların hepsi, İslam hadaratının, onun köklü geçmişinin ve İslam Devleti'nin yönetiminin gözle görülür örnekleridir.

Daha derine inmek için, sivil devletin ilkelerini ve İslami yönetimde bunlara karşılık gelen hususları bilmek gerekir:

Sivil devlet, Batılı kapitalist bakış açısıyla adaleti sağlamayı amaçlayan bir dizi yerleşik ilkelere dayanmaktadır; nitekim eşitlik ve bireylerin haklarının korunması fikriyle birlikte bu ilkeler, bu ülkelerin temel dayanaklarını oluşturmaktadır. İslam'da ise egemenlik, kesinlikle şeriata aittir; zira Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًاHayır, Rabbine andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra haklarında verdiği hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.” [Nisa 65] Ve şöyle buyurmuştur: وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْراً أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً مُّبِيناً Allah ve Rasulü bir konuda hüküm verince, ne bir mümin erkeğin ve ne de bir mümin kadının (o konuda) muhayyerlikleri (tercihleri) olmaz. Ve her kim Allah’a ve Onun Rasulü’ne isyan ederse muhakkak o, apaçık dalalete (batıla) sapmış olur.” [Ahzab 36] Ve Allahu Teala şöyle buyurmuştur: أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ Onlar hala cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah’tan daha güzel olan kimdir?” [Maide 50]

Bunlar, Allah'ın kitabından alınmış, subutu ve delaleti kati olan nâsslar olup bunları inkar etmek için bir alan yoktur; zira bunların hepsi açıkça tek bir söze indirgenebilir ki o da; egemenliğin akla değil şeriata ve halka değil Allah'a ait olmasıdır.

Halkın egemenliği ideolojine göre sivil devlet konusunda onlar, bununla (sivil devlet), toplumda adalet ve eşitliği sağladıklarını, her türlü ihlalleri veya otoritenin kötüye kullanılmasını engellediklerini, böylece hukukun üstünlüğünün hükümeti yasal kurallara tabi kıldığını ve yetkilileri hesap verebilir kılan mekanizmalar getirerek halk ile devlet arasındaki güveni güçlendirdiğini düşünüyorlar. Oysa bugünkü gerçeklik bunun tam aksini göstermektedir; zira para ve iş dünyasının adamları, yönetim ve siyasette derin bir kontrol sahibi olup halkın geneli ise onlara boyun eğmiş durumdadır.

Nitekim “şeriatın egemenliği” kaidesi, İslam'daki yönetim sisteminin, kanunun egemenliğinin güzel anlamını gerçekleştirmede benzersiz olduğunu ortaya koymaktadır. Sivil devlet savunucuları bu anlamı gerçekleştirdiklerini sandılar; oysa vakıada egemenliği onlar, teorik olarak azınlığa karşı çoğunluğa (pratikte ise az sayıda kapitalist uygulayıcılara) ait kıldılar. Kanunları koyan ve değiştiren çoğunluktur; öyleyse kanunlar nasıl onun efendisi olabilir ki?! İslam ise, yasayı insanın arzusundan uzak tutarak güçlülerin zayıfları ve zenginlerin fakirleri ezmemesini, aksine herkesin Allah Subhanehu'nun şeriatına boyun eğmesini sağlamıştır.

Bu, yönetim sisteminde de kendini göstermektedir; zira Şari, hayatın her alanında emir ve yasaklar koymuş ve Subhanehu ve Teala uygulama yetkisini (kesin, kırbaçlayın...) gibi ümmete bırakmıştır; Dolayısıyla ümmet de arasından, rıza ve tercih ile biat edecek ve şerî hükümleri uygulayacak birini seçer.

Ayrıca sivil devlet, insan haklarının korunmasına ve bireysel özgürlüklerin güvence altına alınmasına büyük önem vermektedir; bu haklar arasında inanç özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, kişisel özgürlük ve mülkiyet özgürlüğü de yer almaktadır.

Gerçek şu ki, bu fikirler Müslümanlar arasında gerçek anlamda rağbet görmüyordu; Müslümanlar arasında bu şekilde ortaya çıkmasının sebebi, bunların hakikatine dair bilincin olmaması ve yanıltıcı propagandadan uzak bir şekilde İslam'a tümüyle ve ayrıntılı olarak aykırı bir bakış açısına sahip olduğu gerçekliğinin idrak edilmemesidir; böylece bu fikirler ortaya çıkmış ve devrimler, kafir Batı'nın ajan yöneticilerinin ve avenelerinin Müslümanların evlatlarına uyguladığı zulmü ve özgürlüklerin kısıtlanmasını reddeden sloganlar olarak ön plana çıkmıştır; ancak her Müslüman, Allah'ın şeriatı, emirleri ve yasaklarıyla kayıtlı olduğunu bilir.

İslam, tüm yaşam alanlarını istisnasız olarak düzenleyen kamil bir şeriatını gerektiren bir akidedir. Zira Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِيناً Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum.” [Maide 3]

Müslümanlar, Allah'ın indirdiği ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Medine'de kurduğu bir yönetim, yani İslam'ı uygulayan ve adaletin ve insafın egemen olduğu bir yönetim sistemi projesine sahiptir; ancak böylece Müslümanlar, daha önceden olduğumuz gibi alemlerin Rabbine geri dönebilir ve başarısız kapitalistleri taklit etmek yerine hidayetin meşalesini taşıyabilirler.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Gâde Abdulcabbar (Ümmü Evâb) – Sudan

Devamını oku...

Tekrarlanan Saldırılar ve Yok Sayılan Bir Otorite!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Tekrarlanan Saldırılar ve Yok Sayılan Bir Otorite!

Haber:

Yerleşimciler ve işgal güçlerinin Batı Şeria'nın çeşitli yerlerindeki sakinlere yönelik saldırıları yüzünden onlarca Filistinli yaralandı. Son zamanlarda, Ramallah'ın doğusundaki Kafr Malik kasabasına yerleşimciler tarafından düzenlenen saldırıda 3 Filistinli şehit oldu ve 7 kişi de yaralandı. Yerel kaynaklar, kasaba ve çevre köylerin sakinlerinin saldırıya karşı koyması sırasında yerleşimcilerin kasaba çevresindeki yerleşik evlere ve Filistin araçlarına ateş açmaları yüzünde yangınların patlak verdiğini bildirdiler.

Filistinli platformlar, işgal askerlerinin, yerleşimcilerin saldırısına karşı koydukları esnada Filistinlilere doğrudan ateş açtığı anları gösteren görüntüleri belgelediler. Ayrıca sosyal medyada yayınlanan görüntülerde, yerleşimcilerin saldırısının ardından ambulansların Kafr Malik kasabasından yaralıları tahliye etmeye devam ettikleri ortaya çıktı.

Yorum:

Kafr Malik kasabası, son suç saldırısında 3 evlatlarının şehit olması ve diğerlerinin yaralanmasıyla yas ve kedere boğuldu. Nitekim sakinler, özellikle saldırıların yapıldığı sırada ordunun kendilerine koruma sağlamasıyla birlikte yerleşimcilerin aynı şeyi tekrar yapmasından korkarak endişe ve tedirginlik içinde yaşıyorlar. Gazze'deki soykırım savaşıyla paralel olarak ve Filistin verilerine göre yerleşimciler, işgal ordusunun desteğiyle Batı Şeria'daki saldırılarını tırmandırmaktadır; bu da en az 26 Filistinlinin şehit olmasına, binlerce kişinin yaralanmasına, 450'den fazla yangının çıkmasına, 20 yerleşim bölgesinden 1200'den fazla Filistinlinin yerinden edilmesine, 7 Filistin yerleşim biriminin yıkılmasına, Batı Şeria topraklarında 80'den fazla yeni yerleşim biriminin kurulmasına ve 2023 Ekim ayından itibaren Batı Şeria topraklarında 5000'den fazla saldırı ve hücumda 80'den fazla yeni yerleşim biriminin kurulmasına yol açmıştır.

Geçtiğimiz Mayıs ayında, Filistin Duvarı ve Yerleşim Direniş Komisyonu'nun verilerine göre yerleşimciler, Batı Şeria'da 415 saldırı gerçekleştirmiş ve bu saldırılar, farklı bölgelerdeki Filistin köylerine yönelik silahlı saldırılar, saha infazları, tahribat, arazilerin tahrif edilmesi, ağaçların sökülmesi, mallara el konulması, kapatmalar ve Filistin coğrafyasıyla bağları koparan barikatlar şeklinde gerçekleşmiştir.

Burada insanın aklına şöyle bir soru geliyor: Yerleşimcilerin Batı Şeria halkına yönelik saldırganlığını püskürtme konusunda sözde Filistin otoritesinin kaybolan veya yok olan rolü hani nerede?! Yoksa onun rolü, işgal ile güvenlik koordinasyonu yoluyla “kendini ve sahayı kontrol etme” politikasına bağlı kalmak, şerefli insanları takip etmek, çeşitli yöntem ve bahanelerle halkın vergilerini toplamak ve parasını çalmakla mı sınırlıdır! Bu da onu, yerleşimlere ve yerleşimcilerin saldırılarına karşı herhangi bir niyet veya planı olmamakla birlikte aciz, ihmalkar ve suç ortağı konumuna düşürmüyor mu?

Batı Şeria'da yaşananlar, bölge halkı ile yerleşimciler arasındaki yerel bir çatışma değil, aksine barışı ve hakları tanımayan, asıl olarak işgale hizmet etmek ve onu desteklemek için gelen Filistin'in otoritesini ve hükümetini tanımayan işgal projesi kapsamındaki açık bir savaştır. Dolayısıyla otoriteden hiçbir hayır umulmayacağı gibi Filistin'in herhangi bir yerindeki insanları koruması da umulmaz; çünkü otorite kendisini bile koruyamıyor ve bunun birçok örnekleri ve kanıtları vardır.

Ama zulüm devam etmeyecek, kibri kıran birisi ortaya çıkacak, alçaklık ve suç ortaklığı yapanlar da cezasını çekeceklerdir. Bu ise aziz olan Allah’a hiç de zor değildir. وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَZulmedenler, hangi dönüşle döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.” [Şuara 227]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müslime Şâmî (Ümmü Suheyb)

Devamını oku...

Amerika'nın Müslüman Ülkelerdeki Askeri Üsleri, Bir İşgaldir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Amerika'nın Müslüman Ülkelerdeki Askeri Üsleri, Bir İşgaldir!

Haber:

Bu ayın 23'ünde İran, Katar'daki Amerikan üssüne füze saldırısı düzenlediğini açıkladı; Katar ise hava savunma sistemlerinin El Udeyd üssünü hedef alan füze saldırısını başarıyla engellediğini vurguladı ve bu saldırıyı egemenliğe ve hava sahasına yönelik açık bir ihlal ve uluslararası hukuka aykırı olarak nitelendirdi. Ayrıca, “bu açık saldırının şekli ve boyutuna uygun şekilde doğrudan yanıt verme hakkını” saklı tuttuğunu da belirtti.

Yorum:

İran'ın Katar'daki Amerikan üssünü bombalamasıyla yanıt vermesinin ardından haberler, saldırının ayrıntıları, gerekçeleri ve İran ile Yahudi varlığı ve Amerika arasında birkaç gündür süren savaş bağlamında ele alındı. Ancak asıl tehlikeli olan, belki de saldırının kendisinden daha tehlikeli ve daha önemli olan Katar'da Amerikan üssünün varlığıydı.Bundandaha da tehlikeli olan ise, bu üssün varlığıyla, dahası genel olarak Amerikan üsleriyle, Müslüman ülkelerde ve özellikle de bölgemizde bu üslerin varlığının ciddiye ve ağırlığıyla orantılı olmayan bir düzeyde bir arada yaşamaktır.

Nitekim insanlar arasında egemen olan ve hala da olmaya devam eden izlenim, insanlar arasında sömürgeciliğin yerini çok yönlü, askeri olmayan bir sömürgecilik şeklinin aldığına dair genel bir bilincin olmasına rağmen, sömürgeciliğin geçen yüzyılın ortalarında askeri olarak ortaya çıkmış olmasıdır; ancak bu izlenimin, bölgedeki Amerikan üslerinin varlığı ışığında incelenmesi, daha doğrusu düzeltilmesi gerekmektedir.

Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Irak, Suriye ve Türkiye'de bulunan Amerikan askeri üslerinin gerçekliği, fiili bir askeri işgal ve düşmanın İslam beldesinin kalbinde konuşlanmasıdır. Bu üslerin varlığının, yöneticilerin savunma amaçlı anlaşmalar olarak adlandırdıkları gerekçeler dışında bir açıklaması yoktur. Bu gerekçeler ise, üslerin bulunduğu ülkelerin sadece İslam coğrafyasıyla çevrili olması gerçekliğiyle geçersiz kılınan gerekçelerdir. O halde bu anlaşmalar kime karşı?! Aynı şekilde bunu, son on yıllarda, üslerin sahibi olan Amerika'nın ve onun üvey evladı Yahudi varlığının yaptığı ve yapmaya devam ettiği gibi Müslümanların kanını döken ve onlara saldıran bir düşmanın olmadığı gerçekliği de yalanlamaktadır. Nitekim ajanlık ve ihanet bataklığına saplanmış yöneticilerin, askeri sömürgeciliği gerektirse bile koltuklarını korumak için halklarına karşı Amerika'ya bel bağlamaları resmi netleştirmektedir.Korkutma tehditlerine gelince; herkesin bildiği gibi bunun dizginlerinin de Amerika'nın elinde olduğunu çok iyi biliyorlar.

Bu askeri üsler, işgal güçleri olup varlıkları bile egemenliğin ihlalidir. Katar'ın iddia ettiği gibi, bu üslere dokunmak devletin egemenliğine dokunmak değildir. Zira bu, sadece bu üslere saldırıldığında ortaya çıkmaktadır. Bu arada bu üsler Müslüman ülkelere ölüm, bombardıman ve yıkım gönderdiğinde sahipleri ise ortadan kaybolup sessiz kalmaktadırlar. Tıpkı Afganistan, Irak ve Suriye'de ya da Gazze'deki çocukların başlarına yağdırsınlar diye Yahudi varlığına mühimmat ve lavlar tedarik ettikleri gibi.Müslümanların başındaki yöneticiler, bu şekilde nasıl büyük bir günah işlediler ve sadece sömürgeciliğin ajanları olmakla kalmayıp aynı zamanda beldeyi tekrar işgal etmeleri için onun askerlerini getirerek nasıl bir ihanet işlediler!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Yusuf Ebu Zer

Devamını oku...

İslam’ın Kanatları Altındaki İzzetle Uşak Rejimlerin Boyunduruğu Altındaki Zillet Arasında Dağlar Kadar Fark Var!

Sudan Lise Sınavları Yüksek Kurulu, uluslararası toplum ile ilgili kuruluşlara çağrıda bulunarak, Eğitim Bakanlığı’nın çabalarını desteklemelerini ve özellikle savaş bölgeleri ve insani krizin yaşandığı alanlardaki öğrenciler başta olmak üzere, tüm Sudanlı öğrencilerin sınavlara girebilmesini sağlamak için katkı sunmalarını istedi. (26.06.2024 SUNA)

İçimizden bir güruh, ne acıdır ki, hâlâ o Birleşmiş Milletler denen yapıdan ve onun uzantılarından hayır umuyor, o ‘sözde’ uluslararası toplumdan ve örgütlerden aman diliyor. Oysa tarihleri, onların zırnık koklatmayacağının en büyük ispatıdır. Çünkü bunlar hayrat yuvası değil, İslam’a ve Müslümanlara karşı ilan ettikleri nefreti her defasında kusan karanlık bir ajandanın maşalarıdır.

UNESCO, 2016 yılında aşırı şiddet içerikli radikalleşmenin önlenmesi amacıyla bir konferans gerçekleştirdi. Konferans sonunda, “Ortadoğu başta olmak üzere radikal fikirlerin yaygın olduğu bölgelerde eğitim müfredatlarının gözden geçirilmesi gerektiği” vurgulandı.

“Aşırı düşünceler” ifadesiyle kastedilen esasen yalnızca İslam’dır. Batının hâkimiyetindeki güçler, dini sadece bireysel ibadetle sınırlı gören, yönetime, siyasete, ekonomiye ve içtimai hayata müdahalesi olmayan bir İslam arzu etmektedirler. Bu sayede Müslüman coğrafyalarda emperyal planlarını rahatça uygulayabilecekler, Güney Sudan’ın ayrılması ve Sudan’daki mevcut iç savaş örneklerinde olduğu gibi zulüm ve soykırım politikalarını istedikleri gibi sürdürebileceklerdir. Güney Sudan’ın ayrılması da Sudan’da halen değirmenini döndüren savaş da, kapitalist Batı ve onun cani örgütlerinin izinden gitmenin doğal sonucudur.

Sözde “insani” olarak tanıtılan bu kuruluşların gerçek rolleri, görünenin çok ötesindedir. Saha gerçeklerini çarpıtan bilgiler yayarak halkları ve uluslararası toplumu yanıltmakta, böylece kendi müdahalelerini meşrulaştırmakta ve faaliyetlerine zemin hazırlamaktadırlar. Üstelik birçok gözlemciye göre bu kuruluşlar, büyük güçlere hizmet eden istihbarat araçlarına dönüşmüş, modern sömürgeciliğin yeni yüzü hâline gelmişlerdir. Hatta bu kuruluşlar, uluslararası çatışmanın en tehlikeli araçlarından biridir.

Sudan’da bu uluslararası kuruluşların Batılı ülkeler adına istihbarat topladığı ve casusluk yaptığı defalarca ortaya çıkmıştır. Bu durum sadece bilgi toplamayla sınırlı kalmamış, toplumsal gruplar arasında bölünme ve çatışmaların derinleşmesine de neden olmuştur. Özellikle Güney Sudan örneğinde olduğu gibi, bu kuruluşların taraf tutarak çatışmaları daha da körüklediği ve bu yıkıcı rolü, sahip oldukları diplomatik dokunulmazlıklara sığınarak oynadıkları görülmüştür.

İslerin güdülmesi, bu uluslararası kuruluşlara ihtiyatla yaklaşmayı ve onlara körü körüne güvenmemeyi gerektirir. Çünkü bu kuruluşların pek çok şüphe uyandıran faaliyetleri, devletlerin kendi aralarındaki çıkar çatışmaları ve destekçi ülkelerin tutarsız pozisyonları nedeniyle son derece belirsiz ve karmaşıktır.

Kurtuluşumuz, ne pusuya yatmış açık düşmanlarımızın ne de dost maskesiyle karşımıza çıkan, “ortak” ya da “bağışçı” adını takınmış münafıkların elindedir. Bizim elimizdedir, yalnızca. Biz ayağa kalkmadan, kimse bizi kurtaramaz.

Gelecek nesillerin inşasında kilit rol oynayan eğitim konularının, güvenilirliği tartışmalı bu kuruluşlara teslim edilmesi, ülkenin siyasi iradesi için adeta bir siyasi intihardır ve büyük bir felakettir. Bu yaklaşımın toplumu felakete sürükleyen sonuçları ise çok geçmeden kendini gösterecektir.

Eğitim, Müslümanların kalkınmasının temel taşıdır. Ancak eğitimin bu işlevi görebilmesi için, İslam akidesine dayalı bir siyasi sistemin varlığı şarttır. Böyle bir sistem, devleti için özgün ve bağımsız bir siyasi vizyon sunmalı; insanlığı küfür ve cehaletin karanlığından çıkararak İslam’ın adalet ve rehberliğiyle buluşturmalıdır. İslam’ın getirdiği bu adalet, maneviyattan düşünceye, ahlaktan siyasete, ekonomiden bilim ve teknolojiye kadar hayatın her alanında insanlığı refaha ulaştıracaktır. Açıkça söylemek gerekirse, bu siyasi sistem, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilâfettir. Hilafet, İslam’ı tüm kurumlarıyla eksiksiz bir şekilde uygulayacaktır. Hilafet yüzyıllar boyunca üstün üniversiteleri, ileri teknolojileri, büyük keşifleri ve insanlığın gelişimine yaptığı dev katkılarla dünyaya liderlik etmiştir. Dolayısıyla, İslam’ın sağladığı izzetle, günümüzün bağımlı rejimlerinin getirdiği aşağılanma arasında dağlar kadar fark vardır.

Devamını oku...

Polis Cinayetleri: Kapitalist Zihniyetin Ürünü ve Cezasızlık Kültürünün Sonucudur

Kenya’da üç polis memuru, bu ayın başlarında gözaltında hayatını kaybeden 31 yaşındaki blog yazarı Albert Ojwang’ın öldürülmesi suçlamasıyla yargılanıyor. Ojwang’ın ölümü kamuoyunda geniş tepkiye neden olurken, adalet çağrısıyla çeşitli protestolar gerçekleştirildi.

Hizb ut Tahrir / Kenya olarak biz, aşağıdaki noktaların altını çizmek istiyoruz:

Kenya gibi seküler-liberal yönetimlerdeki güvenlik güçleri, aslında İngilizlerin sömürge döneminde halkı kontrol altında tutmak ve muhalif sesleri susturmak için kurduğu bir yapının uzantısıdır. Nitekim 1950’li yıllarda, Kenyalılar kendi kaderlerini tayin etme hakkını savunmaya başlayınca, polis ve İngilizlere bağlı diğer güvenlik birimleri on binlerce Kenyalıyı toplamış ve binden fazlasını darağacına göndermiştir. Belli ki polis, kendi halkını, vatandaşı korumak için değil, iktidarı korumak için potansiyel bir düşman olarak görüyor. Bu yaklaşımın kökeni de zaten halkı korumaya değil, sömürge düzenini ayakta tutmaya dayanıyor.

Seküler-liberal yönetimlerin ideolojisine göre, kâr ve çıkar insan hayatından daha kutsaldır. Bu nedenle yolsuzluk, cezasızlık ve devletin yağmalanması onların düzenine göre normaldir. İşte bu yüzden, onlara göre devletin cellatlarının işlediği cinayetler, her muhalif sesi boğmanın ve soygunlarını örtbas etmenin tek çaresidir. Şunu da belirtmek gerekir ki, bu tür devlet şiddeti sadece Kenya’ya özgü bir durum değil, küresel bir sorundur.

Biz, insan hayatının, daha doğrusu tüm canlıların kutsal ve dokunulmaz olduğunu düşünüyoruz! Devletin görevi, kimseyi kayırmadan, kimseden korkmadan sonuna kadar bu canları korumaktır. İslam inancında, insan hayatını korumak her şeyden önce gelir ve o, Yüce Allah’ın bize verdiği kutsal bir emanettir. İslam, canın kutsal olduğunu söyler, haksız yere bir cana kıymayı kesinlikle yasaklar ve her insanın onurlu bir yaşam sürme hakkının olduğunu belirtir.

Şunu bir kez daha vurguluyoruz: Polis teşkilatı, asıl görevi olan asayişi koruma, yasaları uygulama ve suçları soruşturma sorumluluğunu, ancak ve ancak yakında kurulacak olan Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilâfet yönetimi altında yerine getirecektir. İşkence kesinlikle yasaktır. Bir vatandaşa -inancı ne olursa olsun- kötü davranan veya işkence eden ve suçlu bulunan her polis, mutlaka bunun hesabını verecektir. Bu nedenle polis teşkilatı da kendini tamamen asayişi sağlamaya, vatandaşların canını ve malını korumaya adayacaktır.

Devamını oku...

El Vakiye TV: Hizb-ut Tahrir Bildirisi; Yahudi Varlığı Savaş Uçaklarının Bazı Rejimlerin Hava Sahasını Kullanarak İran’ı Bombalaması ve Ardından Bu Rejimlerin Tek Bir Kurşununa Bile Maruz Kalmadan Güvenli Bir Şekilde Üslerine Geri Dönmesi, Gerçekten

  • Kategori El Vakiye TV
  •   |  

El-Vakiye TV
Hizb-ut Tahrir Bildirisi:
Yahudi Varlığı Savaş Uçaklarının Bazı Rejimlerin Hava Sahasını Kullanarak İran’ı Bombalaması ve Ardından Bu Rejimlerin Tek Bir Kurşununa Bile Maruz Kalmadan Güvenli Bir Şekilde Üslerine Geri Dönmesi, Gerçekten Büyük Bir Utançtır!

 

Ey Ordular:

[ما لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فِي سَبِيلِ اللهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الْأَرْضِ]
“Size ne oldu ki, "Allah yolunda, savaşa çıkın" dendiği zaman yere çakılıp kaldınız?” [Tevbe: 38]

Sunan: Müh. Selahaddin Adada
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Müdürü

Bildiriyi Okumak İçin Tıklayınız

Pazartesi, 20 Zilhicce 1446 Hicri - 16 Haziran 2025 Miladi

Daha fazlası için TIKLAYINIZ

el vakiye tv

#طوفان_الأقصى
#الجيوش_إلى_الأقصى
#الأقصى_يستصرخ_الجيوش
#AksaTufanı
#OrdularAksaya
#ArmiesToAqsa
#AqsaCallsArmies

el vakiye tv

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER