Çarşamba, 16 Zilkâde 1446 | 2025/05/14
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti, Beyrut’ta “Beyrut’tan Gazze’ye; Ey Ümmetin Orduları! Allah’ın Yardımcıları Olun” Temalı Bir Eylem Gerçekleştirdi

Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti’nin, 25 Nisan 2025 Cuma namazı sonrasında Beyrut’taki Muhammed El-Emin Camii önünde düzenlediği protesto eylemine yüzlerce parti genci ve sempatizanı katıldı. “Beyrut’tan Gazze’ye: Ey ümmetin orduları, Allah’ın yardımcıları olun!” sloganıyla düzenlenen eylemde, orduların harekete geçirilmesi, zorbaların saltanatlarının yıkılması, Gazze’ye cihat ve silahla destek verilmesi çağrısı yapan pankartlar açıldı. Katılımcılar Gazze’ye destek için “Kınama ve tepki açıklamaları istemiyoruz, yeniden Hayber’i istiyoruz.” “Ey Müslüman orduları, bu dinin yardımına koşun.” “Ümmet cihat ilan etmek istiyor.” gibi anlamlı sloganlar da attılar.

Hizb-ut Tahrir üyesi Üstat Ahmed el-Abdullah ayrıca etkileyici bir konuşma yaptı. Konuşmasında Müslüman ordularını Allah’ın dinine yardım eden ilk nesilleri örnek almaya çağırdı. Gazze ve tüm Filistin’in İslami bir mesele olduğunu, dolayısıyla kurtuluşunun ancak orduların harekete geçirilmesi ve Yahudilere karşı cihat ilan edilmesiyle mümkün olduğunu vurguladı. Bu hedefe ulaşmanın yolunun ise zalim yöneticileri devirmek, Müslüman topraklarını birleştirmek, hilafeti kurmak ve orduları cihada hazırlamak olduğunu söyledi. Konuşmasında Netanyahu’nun Yahudilerin Akdeniz kıyılarında bir hilafetin kurulmasına izin vermeyecekleri yönündeki sözlerine de değinen Abdullah, Hilafetin kurulmasının Müslümanlar için farz olduğunu, Allah’ın bir vaadi olduğunu ve hiç kimsenin bu vaadin gerçekleşmesini engelleyemeyeceğini dile getirdi.

Eylem sırasında ayrıca Gazze’ye yardım etmenin farz olduğunu bildiren broşürler de dağıtıldı.

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti’nden Bir Heyet, Doktor Mücahid Harun’u Ziyaret Etti

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti’nden bir heyet, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü Üstat İbrahim Osman Ebu Halil başkanlığında ve Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Merkezi Temas Komitesi üyesi Üstat Abdullah İsmail eşliğinde, 25 Şevval 1446 / 23 Nisan 2025 Çarşamba günü Kızıldeniz Vilayeti Ulema Heyeti üyesi Üstat Doktor Mücahid Harun Muhammed’i ofisinde ziyaret etti.

Görüşmede Müslümanların sorunları ve bu sorunların nasıl çözülebileceği konusu masaya yatırıldı. Ebu Halil, Müslümanların sorunlarının nasıl çözüleceğine ilişkin Hizb-ut Tahrir’in vizyonunu paylaştı. Bu sorunların, ümmetin İslam’ı fikri lider olarak kabul etmemesinden kaynaklandığını belirtti. Bu vizyonun ise, ancak yüce İslam üzerine kurulu bir devlet ve otorite altında hayat bulacağını vurguladı. Hilafet Devleti’nin yaklaşık 100 yıl önce yıkıldığını, o zamandan beri Müslüman ülkelerinin, İslami temel almayan, aksine sömürgeci kâfir Batı sistemlerini temel alan ve hatta Batının ümmete yönelik politikalarını ve komplolarını uygulayan işlevsel ulusal devletçiklere bölündüğünü kaydetti. Ebu Halil, bugün Filistin’de yaşananların, mazlumlara yardım etmeyen, onları Yahudi ve sömürgeci kâfir Batı’nın acımasız makinesiyle baş başa bırakan işte bu zararlı rejimlerin yöneticilerinin ne kadar kayıtsız kaldıklarının en somut örneği olduğunu ifade etti. Bu nedenle bu koşullarda davetçiler, İslam davasını yüklenenler, imamlar ve âlimler, temel görevlerinin ölüm kalım meselesinden bahsetmek olduğunu bilmelidir dedi. Ebu Halil, bugün Müslümanların varlık yokluk meselesinin, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurmak olduğunu, ümmetin kalkınabilmesi için Hilafetin varlığının kaçınılmaz olduğunu belirtti.

Dr. Mücahid bu görüşe katıldığını belirterek, günümüzde İslami esaslara dayalı bir devletin bulunmadığını ifade etti. Ümmetin asli görevinin, İslami otoriteyi tesis etmek için çalışmak olduğunu, zira bu ümmetin ayakta kalabilmesinin ve adaletin sağlanabilmesinin ancak İslami temellere dayalı bir devletin varlığıyla mümkün olabileceğini vurguladı.

Görüşmenin sonunda iletişimin devam etmesi gerektiğine dikkat çekerek, kürsülerinin her zaman Hizb-ut Tahrir’e açık olduğunu dile getirdi. Ayrıca Hizb-ut Tahrir’i uzun zamandır tanıdığını ve gençleriyle iyi ilişkilerinin bulunduğunu söyledi.

Devamını oku...

Netanyahu ve Batılı Destekçileri Hoşlanmasa da Hilafet Geri Dönecektir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Netanyahu ve Batılı Destekçileri Hoşlanmasa da Hilafet Geri Dönecektir!

Haber:

Yahudilerin Başbakanı Netanyahu kısa süre önce şöyle bir açıklamada bulundu: “Akdeniz kıyısında herhangi bir Hilafetin kurulmasını kabul etmeyeceğiz.”

Yorum:

Netanyahu'nun, "Akdeniz kıyısında herhangi bir hilafetin kurulmasını kabul etmeyeceğiz" şeklinde bir ilanda bulunduğunda bu, sıradan bir açıklama değildir, aksine Müslümanlara ve özellikle de Batı'ya açık bir mesaj vermeyi amaçlayan belirli fikirlerle yüklü, iyi düşünülmüş bir açıklamadır.

Bu açıklama, sömürgeci güçlerin köklü bir taktiğini yansıtmaktadır ki o da şudur: İşgal ve baskıyı meşrulaştırmak için korku yaratmaktır. Ayrıca Batı'nın işgallere, darbelere ve rejim değişikliklerine destek toplamak için çeşitli İslam ülkelerinden gelen tehditleri abartmasıdır; Netanyahu da şimdi Batı başkentlerine korku salmak için yükselen Hilafet “tehdidini” öne sürüyor ki bunun tek bir hedefi vardır; Batı'nın Siyonist projeye desteğinin devamını sağlamak ve İslam ülkelerinde İslam'ın siyasi bir güç olarak kalkınmasını bastırmaktır.

İslam beldelerindeki mevcut rejimlerden bahsetmiyor; çünkü onlar kendi yanında yer aldığı için onlardan korkmuyor. Nitekim onların ihanetleri Gazze katliamları sırasında ortaya çıkmıştır; çünkü sessizlik, normalleşme ve suç ortaklığıyla Yahudi varlığını örtbas etmişlerdir. Dolayısıyla bu rejimler, İslami yönetime davet edenleri hapse atıyorlar, diriliş hareketlerini eziyorlar ve ahlaksız bir şekilde Batı’nın çıkarlarına hizmet ediyorlar; peki Netanyahu gerçekte kimden korkuyor?

Şüphesiz Netanyahu, ümmet arasında yükselen dalgadan, yani İslam şeriatının gölgesinde İslami siyasi birliği sağlayacak olan Hilafete yönelik davetin artmasından korkuyor. Zira Hilafet, İslam ümmetinin arasında on dört asırdan fazla bir süredir kökleşmiş bir fikir olup şimdi her zamankinden daha güçlü bir şekilde geri dönmüştür. Dolayısıyla bu fikir, yapay devletler veya kukla yöneticilerin aksine bombalanamaz, kendisine yaptırımlar uygulanamaz ya da susturulamaz.

Netanyahu, Batılı liderlerin uzun zamandır kabul ettiği gibi Yahudi varlığının, asla Yahudiler için kurulmuş bir vatan olmadığını, bilakis Müslüman ülkeleri bölmeyi, birliklerini engellemeyi ve Batı'nın bölgedeki jeopolitik çıkarlarını korumayı amaçlayan sömürgeci bir ileri karakol olduğunu biliyor.İşte tam da bu nedenle Hilafeti hedef alıyor; çünkü İslam'ın, egemenliğe sahip kâmil bir siyasi sistem olarak kurulması, kendisi, hegemonyası, yapay sınırları ve sürdürmeye çalıştığı sömürgeci sistemi için gerçek bir varoluşsal tehdit oluşturmaktadır.

Bu yüzden o, sömürgecilerin her zaman yaptığı şeyi yapmaya çalışıyor ki o da şudur: İslami yönetimin imajını çarpıtmak, Batı'yı arkasında toplamak ve kaçınılmaz olanı yavaşlatmaya çalışmaktır. Ancak onlar, Allah Subhanehu ve Teala’nın takdir etmiş olduğu şeyi durdurmaya güç yetirmeyeceklerdir. يُرِيدُونَ لِيُطْفِئُواْ نُورَ اللهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlayacaktır.” [Saff 8]

Hilafet bir hayal değil, bilakis bir hakikat olup Akdeniz kıyılarından Kudüs'ün kalbine ve ötesine geri dönecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Okay Pala

Devamını oku...

Belediye Seçimleri, İslam'a Yönelik Mezhepçi Nefreti Yeniden Ortaya Çıkarıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Belediye Seçimleri, İslam'a Yönelik Mezhepçi Nefreti Yeniden Ortaya Çıkarıyor!

Haber:

Lübnan'daki belediye ve belediye başkanlığı seçimleri ve Beyrut'ta önerilen eşitlik yasası.

Yorum:

Fransız General Gouraud'un 1920'de sözde büyük Lübnan devletini ilan etmesinden ve Müslümanlar pahasına Lübnan'daki Hıristiyanların standardına göre mezhepsel bir sistemin kurulmasından bu yanaTemsilciler Meclisi 1932'de Trabluslu Şeyh Muhammed Nedim el-Cisr'i Lübnan Cumhurbaşkanı olarak seçince, Fransız Komiser cumhurbaşkanlığı seçimlerini iptal etmiş, Temsilciler Meclisi'ni feshetmiş ve anayasayı da askıya almıştı.

Yüzbinlerce Lübnanlının hayatına mal olan 1970'ler ve 1980'lerdeki iç savaştan sonra mezhepsel sistem değiştirilmiştir; nitekim Müslümanların sayısının çok olmasına rağmen Hıristiyanlar, devlet başkanlığı, ordu komutanlığı ve Lübnan Bankası başkanlığı gibi kilit pozisyonların yanı sıra birinci ve ikinci kategorideki görevlerin yarısını almıştır.

Lübnanlıların sayısına ilişkin istatistiklere ve Filistin'den ve Suriye'den gelen yerinden edilmiş kişilerin dışında Müslümanların Lübnanlıların %75'inden fazla olmasına rağmen, Hıristiyanlar Müslümanların çoğunluğu pahasına eşitlikten yararlanmaya devam ediyorlar; nitekim önceki seçim yasası, Hıristiyanların sayısıyla örtüşmesi ve çoğunluğun kendi bölgelerindeki adaylarının başarılı olmasını önlemek için ırkçı ve küstah bir şekilde değiştirilmiştir; bugün ise bazı milletvekilleri, üyelerinin çoğunluğunun Müslüman olması nedeniyle belediyenin yetkilerinin büyük bir kısmının Ortodoks valinin lehine kaldırıldığı bir dönemde, Müslümanların çoğunlukta olduğu Beyrut belediyesinde eşitliğe çağrı yapan küstah bir yasa öneriyor.

Lübnan'daki taifeciler ve mezhepçiler, ne Allah'tan ne de kullarından utanıyorlar; zira Müslümanlar yüzlerce yıldır bu ülkeyi yönetmelerine, farklı din ve mezheplerden olan insanları Allah'ın şeriatının altında korumalarına ve diğerleriyle bir arada yaşamanın bir örneği olmalarına rağmen, Müslümanlarla korku ve ihtiyatla muamele ediyorlar ve onları ülkenin liderliğinden engelliyorlar; dolayısıyla bu kindarlar, Müslümanların Lübnan'daki haklarını elde etmelerini engellemek için bir slogan haline getirdikleri “bir arada yaşama” ile övünemezler.

İslam, idari konularda ve insanların çıkarlarını güvence altına almada insanların dinine bakmaz, bilakis yeterliliğine bakar; siyasi ve güvenlik konularında ise bunlara liderlik için birtakım şartlar vardır; dolayısıyla bunları kim gerçekleştirirse, o daha layık olur.

Ayrıca birlik içinde olan ailelerin arasını ayıran ve dünya için kavga ve rekabeti pekiştiren belediye ve belediye başkanlığı seçimlerinin hepsinin, kapitalist ideolojinin salgılarından olduğunu, İslam'da ise her şehirde veya köyde insanlara hizmet etmek ve onların çıkarlarını gözetmek için yeterliliğe sahip olan görevlilerin atandığını hatırlatırız.

Sözlerimizi Lübnan'daki gayrimüslimlere yönelik aşağıdaki samimi tavsiyelerimizle sonlandırıyoruz:

Bizler, kendimizi sevdiğimiz kadar sizi de seviyoruz; öyleyse bizim gibi Müslümanlar olun ve hak din olan İslam'a girin ki böylece hem dünyada hem de ahirette mutlu olasınız; eğer reddederseniz, sizlere olan nasihatimiz bize düşmanlık yapmamanızdır; zira atalarınız, İslam'ın yönetimi altında güven ve huzur içinde aramızda yaşadılar ve hiç kimseye minnet duymadan tüm meşru haklarını aldılar; o halde dine ve insani değerlere karşı savaşan ve maddi çıkarları yücelten kapitalist Batı'dan iyi bir şey ummayın.

Bizler İslam'ın yönetiminin, bu ülke de dahil olmak üzere tüm Müslüman ülkeler için yakın olduğuna eminiz; o halde düşmanların elindeki bir araç olmayın ve düşmanların kökünü kazıyacak ve saldırganları ve kindarları Allah'ın adaletiyle cezalandıracak olan yaklaşan İslam'ın karşısında durmayın; yoksa apaçık bir kayba uğrarsınız.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Şeyh Muhammed İbrahim - Lübnan

Devamını oku...

Neden Gazze'ye Destek Olmak İçin Müslüman Ordularını Seferber Etme Riskini Almalıyız?! Korku ve tehditler atmosferlerinde zor bir soru, ama Allah’ın adıyla başlayalım…

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Neden Gazze'ye Destek Olmak İçin Müslüman Ordularını Seferber Etme Riskini Almalıyız?! Korku ve tehditler atmosferlerinde zor bir soru, ama Allah’ın adıyla başlayalım…

Geçtiğimiz günlerde Gazze'deki soykırıma verdiği destek nedeniyle Microsoft şirketini protesto eden kız kardeşimiz Ibtihal'den ilham aldım. Zira cesur ve cüretkâr bir duruş ve açık bir meydan okumaydı. Ben üç kızı olan bir baba ve beş tane de kız yeğeni olan bir amcayım; bu nedenle bu cesur tavrı derinden hissetim ki bu, sadece böyle bir nimetle rızıklanan birinin anlayabileceği bir duygudur. Babası elinde bir çizik bile olmasına tahammül edemeyip onun için hiç çekinmeden canını bile feda etmeye hazırken o, konuşmasıyla risk alan bir kızdır.

Ibtihal bize, ister baba olalım isterse olmayalım, aslanın yokluğunda, yavrularını en vahşi hayvanlardan koruyan dişi bir aslanın görüntüsünü hatırlattı. Peki bu neden gerçekleşti? Allah Subhanehu ve Teala’ya ve cennete olan sevgisinden ve biraz da cehennem ateşinden korkusundan dolayıdır. İşte bizleri, Ramazan orucunu tutmak, zekât vermek, namaz kılmak... içki içmekten uzak durmak, zinadan nefret etmek, faizden kaçınmak gibi Allah Subhanehu ve Teala’nın sınırları içerisinde tutan şey budur...

Korumakla emrolunduğumuz kızlarımız böyleyse, onların gerçek koruyucuları olan babalarının nasıl olması gerekiyor acaba? Dişi aslanlar böyleyse, erkek aslanların nasıl olması gerekiyor acaba? Sivillerin durumu böyleyse, askerler olan subayların nasıl olması gerekiyor acaba? Peki bu subaylar ve yöneticiler, bir an için bile olsa, kendilerini cehenneme girme riskiyle karşı karşıya bırakmıyorlar mı? Zira bir an için bile olsa, şerî bir farzı terk etmenin veya şer’an haram olan bir işi yapmanın cezası, cehennemdir. Hatta cennet ehlinin bazıları, girdikleri cehennemin izlerini taşıyacaklardır. Müslümanlar olarak yaptığımız şeyin temeli şudur; Allah Subhanehu ve Teala’nın öfkesinden sakınmamız ve dilerse bunu bize bahşeder diye Subhanehu ve Teala’nın rızasına nail olmak için çalışıp gayret göstermemizdir. Allah'ım, bize merhamet et, bize lütufta bulun, Allahumme Amin.

Bizler, mağfiretin (affedilmenin) garanti olduğunu varsaymıyoruz. Evet, cennete girmek ve bir an bile olsa cehennemden kurtulmak için Allah Subhanehu ve Teala’nın rahmetine güveniyoruz.Ancak bu, kötülüklerimizin telafi edileceği ve Allah Subhanehu ve Teala’nın günahlarımızı bağışlayacağı umuduyla içki içebileceğimiz, günah işleyebileceğimiz, kötülüklere sessiz kalabileceğimiz, zina edebileceğimiz anlamına gelmiyor.Umre, sadaka ve yetim doyurmak bir kefaret olabilir ama şerî bir vacibi yerine getirmememizin veya bir günahı işlememizin kefareti olamaz. Zira zerre kadar bir kötülük bile sahibini cehenneme sokabilir.

Şu anda ben ellili yaşların ortasındayım.Dünya boks şampiyonu Muhammed Ali'yle ilgili güzel anılarım var.Onun yaptığını sevdiğim bir şey de, İslam'ın ilham verici bir elçisi olmasının yanı sıra çevresindeki herhangi bir ayartmaya boyun eğmeyi düşündüğünde bir kibrit taşıyıp onu yakması ve onu eline yakınlaştırmasıydı.Allah Subhanehu ve Teala’nın rahmetine ümit bağlamak ve O’nun gazabından korkmak, birbirine zıt gibi görünen iki şey olsa da ancak müminin kalbinde her ikisi de bir arada bulunmaktadır. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:اعْلَمُوا أَنَّ اللهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ وَأَنَّ اللهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌBiliniz ki Allah’ın cezalandırması çetindir ve yine Allah’ın bağışlaması ve esirgemesi sınırsızdır.” [Maide 98] Enes Radıyallahu Anh’dan şöyle rivayet edildi: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ölüm döşeğinde olan bir genci ziyaret etti ve ona şöyle dedi: كَيْفَ تَجِدُكَ؟ “Sen kendini nasıl buluyorsun?” (Genç de) şöyle dedi: Ben, Allah’ın (affını) umuyorum ve günahlarımdan da korkuyorum ey Allah’ın Rasulü! Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: لاَ يَجْتَمِعَانِ فِي قَلْبِ عَبْدٍ فِي مِثْلِ هَذَا الْمَوْطِنِ إِلاَّ أَعْطَاهُ اللهُ مَا يَرْجُو وَآمَنَهُ مِمَّا يَخَافُBu vakitte (yani ölüm döşeğinde) herhangi bir (mümin) kulun kalbinde bağışlanma umudu ve günah korkusu birleşince, mutlaka Allah o kuluna dilediğini verir ve onu korktuğundan emin kılar.

Annemin (Allah onu korusun), ben on yaşındayken, İngiltere’nin kışında sabah namazına kalkmak için “beş dakika daha” istediğimde, büyük bir sürahiden üzerime çok soğuk su döktüğünün hatırlıyorum. Bana büyük bir gülümsemeyle şöyle derdi: “Bu, cehennem ateşini söndürür. Hadi kalk oğlum.” Yani tek bir namazı bile kaçırmam nedeniyle beni Cehennem azabı konusunda terbiye eder ve ben de çok soğuk bir ıslaklık şeklindeki hatırlatmayla karşılaşırdım. İşte bu yüzden ben, erken yatan, erken uyanan ve şafak vakti çok aktif olan biriyim; nitekim bunu, otuz yıldır birlikte olduğum sabırlı eşim de büyük bir şevkle teyit etmektedir.

Peştun bir annenin kızı olan annem bana, onların çok hayırlı dayılar olduğunu hatırlatmıştır. Allah Subhanehu ve Teala’dan annemin ömrünü, Kendine itaat doğrultusunda uzatmasını temenni ediyorum. Allahumme Amin. Babama gelince (Allah ona geniş rahmetiyle merhamet etsin); gaz sobasını yakıp bana şunu sorardı: “Elini ona ne kadar yaklaştırabilirsin?” Şimdi buna “sert sevgi” diyorlar ve “eski usul” diyorlar. Her ne kadar o zamanlar farkına varmasak bile bu, şerî bir terbiyedir. Zira baba, oğlu bundan nefret etse bile onu cehennemden korumak için terbiye ediyor. Bir babanın evladına olan sevgisi işte böyle olmalıdır.

Baba tarafından ailem, bölünmeden önce Hindistan'ın Lucknow kentinden olup, daha sonra Pakistan'ın Karaçi kentine göç etmişler. Onlar, İngiliz işgaline karşı savaşan "Mendil El-Hariri" hareketinin mücahitlerindendir. İngilizler, erkeklerinin yaptıklarından dolayı onları toplu bir ceza olarak kuşattığında, kadınları bir meydan okuma olarak ağaç yapraklarını toplayıp pişirmişlerdir. Bu meydan okumayı ve bu bakış açısını hala kız kardeşimde ve ailemin kadınlarında görebiliyorum.Kız kardeşimiz Ibtihal’in bize hatırlattığı gibi dişi aslanlar, erkek aslanlardan daha az önemli değildirler.

Annem şimdi güçsüz, ama o güçsüz halinde bile titreyen elleriyle, rütbesi ne olursa olsun herhangi bir ordu subayının üzerine bir sürahi soğuk su döker ve ona "beş dakika daha" istemeye cesaret edemeyeceğini hatırlatır. Nitekim on sekiz ay geçmesine rağmen ordular, Gazze'ye destek için hareke geçmediler.Babam artık Rabbinin geniş rahmetine kavuştu. Allah Subhanehu ve Tela’dan, onun cennette Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte olmayı nasip etmesini diliyorum. Babamın yaktığı soba artık yanmıyor ama göğsümde hâlâ yanıyor... Eğer bugün aramızda olsaydı, Pakistan ordusundaki oğullarından birini alır ve subay bundan hiç hoşlanmasa bile onun elini sobanın üzerine koyardı. İşte şimdi ihtiyacımız olan bu katı sevgidir.

O sobanın temsil ettiği alevli ateş oğluna, belki korkmadan ya da en azından korkularının bir kısmını yendikten sonra konuşmasını ve hareket etmesini hatırlatıyor. Şu an evladın Gazze için yaptığı bazı şeyler ona sıkıntı verebilir, hatta çok sıkıntı da verebilir; aslında ortada kar da var kayıp da vardır. Ancak mükâfat, risk almaya değer. Tüm bunların da ötesinde onun selameti için dua eden bir annesi var ve belki de bazı hastalarının anneleri de onun için dua ediyordur. Zira o, kızlarına ve yeğenlerine iyi bir miras, ümmeti için de hayatı boyunca gördüğünden, hatta Gazze'de gördüğümüz yoğun acılardan bile daha iyi bir durum bırakmayı şiddetle arzuluyor. Her şeyin ötesinde Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: قُلْ لَنْ يُصِيبَنَا إِلَّا مَا كَتَبَ اللَّهُ لَنَا هُوَ مَوْلَانَا وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim Mevlamızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.” [Tevbe 51] Allah Subhanehu ve Teala’nın kelamıyla birlikte Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu hadisini hatırlatıyorum: الْمُؤْمِنُ الْقَوِيُّ خَيْرٌ وَأَحَبُّ إِلَى اللهِ مِنَ الْمُؤْمِنِ الضَّعِيفِ وَفِي كُلٍّ خَيْرٌ، احْرِصْ عَلَى مَا يَنْفَعُكَ، وَاسْتَعِنْ بِاللهِ، وَلاَ تَعْجِزْ، فَإِنْ أَصَابَكَ شَيْءٌ فَلاَ تَقُلْ: لَوْ أَنِّي فَعَلْتُ كَذَا وَكَذَا، وَلَكِنْ قُلْ: قَدَّرَ اللهُ وَمَا شَاءَ فَعَلَ، فَإِنَّ (لَوْ) تَفْتَحُ عَمَلَ الشَّيْطَانِ(Hayırlı amellerde, Allah'a itaatte ve zorluklara sabır göstermekte) kuvvetli mümin, zayıf müminden, Allah’a daha hayırlı ve daha sevimlidir. (Her ikisinin de mümin olması sebebiyle) hepsinde hayır vardır. Yararına olan şeyde (Allah'a itaatte) hırslı ol. Allah’tan yardım dile, (itaat ve yardım istemekte) aciz olma! (Tembellik gösterme!) Bir musibet başına gelirse: “Eğer şöyle yapsaydım bu başıma gelmezdi!” deme. “Allah takdir etmiştir. Onun dilediği olur!” de! Zira “keşke” kelimesi Şeytan'ın yapacağı işlere kapı açar.” [İbn Mace] Korkak bir kimse, rızkı ve ömrü sona ermeden bin kez ölür; oysa ne yaparsa yapsın her ikisi de Allah Subhanehu ve Teala’nın takdiridir. Nitekim Allah Subhanehu ve Teala bize, Ibtihal kız kardeşimizin kararlığı sayesinde dünyanın dört bir tarafında bundan bir şey göstermiştir.Dişi aslanımız Ibtihal kız kardeşin dimdik ayakta durduğunu gördüğümde, tüm bunlar içimde bir hareketlenme meydana getirdi.

Gazze halkının kararlılığı ve cesur dişi aslanlarının ve İslam ümmetinin desteği, Allah'a, Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ve müminlere duyulan derin sevgiden ve Allah'ın rızasını ve cenneti kazanma umudundan kaynaklanmaktadır; evet, cehennemden korkan biri, öğüt alır. Gazze'deki Müslümanlar şerî görevlerini yerine getirmişlerdir; artık İslam ümmetinin ve ordularının, şerî görevlerinin yerine getirmelerinin ve aslanın yokluğunda vahşi hayvanların ortasında yavrularını koruyan dişi aslanın cesaretiyle yollarına çıkan herkesi ortadan kaldırmalarının zamanı gelmiştir.

Ey Müslümanların silahlı kuvvetlerindeki subaylar: Ümmet artık ayağa kalktı ve size, kendisine yardım etmeniz çağrısında bulunuyor; o halde izzetinizin aslanları olun, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ümmetinin aslanları olun ve Allah Subhanehu ve Teala'nın rızası için vahşi hayvanları avlayın!Sakın bunu yapmadan önce “beş dakika daha” istemeye cüret etmeyin;çünkü bu ümmetin anneleri, unuttuğunuzda ya da kasıtlı olarak unuttuğunuzda size hatırlatmak için hala büyük sürahilerle soğuk su taşımaktadırlar. إِذْ تَبَرَّأَ الَّذِينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذِينَ اتَّبَعُوا وَرَأَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْأَسْبَابُ * وَقَالَ الَّذِينَ اتَّببَعُوا لَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّأَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّءُوا مِنَّا كَذَلِكَ يُرِيهِمُ اللهُ أَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ وَمَا هُمْ بِخَارِجِينَ مِنَ النَّارِ İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır. Uyanlar: “Keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsa da, bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak” derler. Böylece Allah onlara, hasretini çekecekleri işlerini gösterir. Onlar cehennemden çıkmayacaklardır.” [Bakara 166-167]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Musab Umeyr – Pakistan

Devamını oku...

AB-Orta Asya Zirvesi, Uluslararası Durum ve Jeopolitik Hedefler!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

AB-Orta Asya Zirvesi, Uluslararası Durum ve Jeopolitik Hedefler!

AB ve Orta Asya liderleri 3-4 Nisan 2025 tarihlerinde Özbekistan'ın Semerkant kentinde ilk zirvelerini gerçekleştirmiş ve karşılıklı ilişkileri geliştirmek üzere yeni bir stratejik ortaklık ilan etmişlerdir. Zirveye, Avrupa Konseyi Başkanı Antonio Costa, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan cumhurbaşkanları katılmışlardır. İlk bakışta bu zirvenin 2022'de Astana'da ve 2023'te Çolpon-Ata'da Orta Asya devlet başkanları ve Avrupa Konseyi Başkanı'nın katılımıyla düzenlenen “Orta Asya-AB” zirvelerinin bir devamı olduğu söylenebilir; çünkü Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev geçtiğimiz Eylül ayında Semerkant'ta yapılacağını duyurmuştu. Nitekim bu bilgiler Aralık ayında, AB Orta Asya Özel Temsilcisi Terhi Hakala tarafından da teyit edilmiştir. Ayrıca AB-Orta Asya Dışişleri Bakanlarının 23 Ekim 2023 tarihinde Lüksemburg'da gerçekleştirdikleri gayri resmi toplantıda, “AB ile Orta Asya Arasındaki Bağların Derinleştirilmesine Yönelik Ortak Yol Haritası” benimsenmiştir.

Evet, yukarıda bahsi geçen diyaloglar bir ölçüde Semerkant zirvesinin temelini oluşturuyor ancak uluslararası arenadaki son gelişmeler, bunun organik bir devamı niteliğinde olduğunu söylememize izin vermiyor; çünkü Trump yönetiminin iktidara gelmesiyle birlikte Amerika'nın Rusya ile yakınlaşması ve Ukrayna meselesinin çözümü ışığında Avrupa Birliği'ne itibar etmemesi güç dengesinde bir değişmesine yol açmıştır. Trump'ın hedefi, Rusya ile ilişkilerini düzeltmek suretiyle Çin'e ekonomik bir darbe indirerek onu zayıflatmaktır; çünkü İslam'ı ve Müslümanları ilk ve tek düşmanı, Çin'i ise bir numaralı ekonomik ve jeopolitik rakibi olarak görmektedir. Bu ise hem önceki başkanlığı sırasında hem de mevcut göreve gelmeden önce yaptığı açıklamalarda görülebilir. Zira 2018 yılında şöyle demişti: “Çin on yıllardır ABD'yi ekonomik olarak yutuyor. Şimdi buna bir son vereceğiz.” 2024 yılında “Geri döndüğümde Çin değil, Amerika bir numara olacak” dedi. 2024 seçim kampanyasında, “Çin dünya için bir tehdit. Dünyaya hükmetmek istiyorlar.” dedi.

Washington Post “Tersine Kissinger” başlığı altında şunları yazdı: “1970'lerde dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Çin'in Sovyetler Birliği ile iş birliğini baltalamak için Çin ile ilişkileri geliştirmişti. Şimdi Trump aynı numarayı deniyor ama bu kez Çin ile değil, aksine Rusya ile.”

AB'ye gelince; Trump'ın politikaları onu “iki ateş arasında” bırakıyor ve Putin'in ifadesiyle “yakında efendisinin ayakları altında kuyruğunu sallamak” istiyor.

Öte yandan ABD'nin Münih Güvenlik Konferansı'nda Avrupa'nın savunmasını kendi sorumluluğu olarak görmediğini açıklamasının ardından AB'de güvenliğin geleceği konusunda “kolektif bir kafa karışıklığı” yaşanıyor. Zira Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen şunları söylemiştir: ABD'nin Ukrayna'ya askeri yardımı kestiği bir dönemde, Avrupa ve Ukrayna'nın güvenliği bir “dönüm noktasında” bulunuyor. Von der Leyen 6 Mart Perşembe günü yaptığı açıklamada, “Durum çok ciddidir” demişti.

Öte yandan Ukrayna meselesi Rusya'nın “zaferiyle” sonuçlanırsa, o zaman Putin'in Avrupa topraklarına yönelik “iştahı” artacak ve bu da sonunda, Avrupa ile Rusya arasında feci bir savaşa yol açacaktır. Nitekim Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen şunları söylemişti: “Bizim Danimarka ve Avrupa'da yeniden silahlanmamız gerekiyor ve bizim, Rusya'nın savaşı Ukrayna'dan diğer Avrupa ülkelerine taşımasını önlemek için bunu yapmamız gerekiyor.” Yine Estonya'da Kraliyet Dragoon Muhafızları'nda subay olan binbaşı Alex Humphreys da şöyle demişti: “Benim görüşüme göre NATO, bir bütün olarak kendini korumasız hissediyor. Biz bunun bir savaşa yol açmasını istemiyoruz, ancak bu olursa, biz tam bir dayanışma içindeyiz ve ölümcül bir karşılık vermeye hazırız.”

Kısacası Trump'ın hedefi, dünyada Amerika ile askeri ve ekonomik olarak rekabet edebilecek hiçbir güç bırakmamaktır.

Uluslararası arenadaki bu durum ışığında, ilk "AB-Orta Asya" zirvesi Semerkant kentinde gerçekleştirildi. Tabii ki AB, hayati önem taşıyan sömürgeci ve güvenlik çıkarlarını bu tür toplantılar aracılığıyla belirlemektedir. Bunu aşağıdaki şekilde yorumlamak mümkündür:

1- Rusya'yı bypass eden ticari ulaşım koridorları inşa etmek. Zira bilindiği gibi bu bölge, özellikle Özbekistan, petrol, gaz, uranyum, altın, dünya manganez cevheri rezervlerinin %38,6'sı, kromun %30,07'si, kurşunun %20'si, çinkonun %12,6'sı ve titanyumun %8,7'si gibi stratejik öneme sahip doğal kaynaklar açısından zengindir. Bilgilerin, özellikle Rusya-Ukrayna savaşının patlak vermesinden sonra kendisine uranyum sağlayan Nijer'den kovulmasının ardından, özellikle Fransa olmak üzere Avrupa'nın, enerji alanında Rusya ve hatta Amerika ile olan bağlarından kurtulmak ve nükleer kapasitesini güçlendirmek istemesi mesabesinde olduğu söylenebilir. Orta Asya; yani Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan, uranyum rezervleri ve üretimi açısından dünyanın önde gelen bölgelerinden biridir ve Avrupa için Nijer ve Rusya'dan bağımsız alternatif bir kaynaktır. Ayrıca Avrupa, özellikle de Fransa için nükleer enerjinin rolü Amerika'ya kıyasla çok daha yüksektir. Çünkü Amerika'da nükleer enerji, enerji bütçesinin %20'sinden fazlasını oluştururken, Fransa'da ise %50'sinden fazlasını oluşturmaktadır. Buna ek olarak bu, Alman enerji sisteminin ana yükünü taşımaktadır.

Von der Leyen Orta Asya devlet başkanlarına şunları söylemiştir: “Bu hammadde, gelecekteki küresel ekonomisinin can damarıdır. Ancak aynı zamanda küresel oyuncuların da avı durumundadır. Nitekim bazıları, sadece onları sömürmek ve çıkarmakla ilgileniyor. Avrupa'nın teklifi ise farklıdır; zira biz, yerel sanayinin gelişiminde sizin ortağınız olmak istiyoruz.” Avrupa Komisyonu Başkanı şunları da ekledi: “Stratejik konumunuz, küresel ticaret yollarını ve yatırım akışlarını açabilir. Bu yeni yatırımlar egemenliğinizi ve ekonominizi güçlendirecek ve daha da önemlisi yeni dostluklar kurmanızı sağlayacaktır.”

Zirve sonunda kabul edilen ortak bildiride şu ifadelere yer verilmiştir: “Avrupa Birliği ve Orta Asya, ekonomik büyüme ve bölgesel entegrasyon için bir motor olarak sabit ulaşım bağlantılarının güçlendirilmesine yönelik desteklerini vurguladılar. Ocak 2024'teki "Küresel Geçit Forumu'nda" (Global Gateway) Orta Asya'ya 10 milyar Avroluk destek ve yatırım seferberliği, bölgesel ulaşım koridorları, lojistik hizmet sistemleri, değer zincirleri ve ortak pazarlarımıza erişimi sağlayacak etkili mekanizmaların oluşturulması yolunda önemli bir adımdır. Ayrıca Trans-Hazar Ulaştırma Koridoru Koordinasyon Planını ve Orta Koridor (Мiddlе Corridor) boyunca önemli altyapı projelerini destekleme konusunda mutabık kaldık. Bu projelerin başarılı bir şekilde gerçekleştirilmesi için Güney Kafkasya'da barış ve istikrarın önemi vurgulanmıştır.”

Bilgi için: Trans-Hazar Uluslararası Taşımacılık Koridoru veya Orta Koridor, Avrupa ile Çin arasında mal taşımacılığı için Hazar Denizi'nden geçen önemli bir koridordur. Zira Çin, Kazakistan, Hazar Denizi, Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye ve Avrupa ülkelerini birbirine bağlamaktadır.

Ayrıca Rusya ve ABD pazarlarında bir durgunluğun yaşandığına tanık olunurken AB için yeni pazarların açılması önemli bir mesele haline gelmiştir. Orta Asya, 80 milyondan fazla nüfusa sahip bir bölgedir ve halen ticaret dengesinde ithalat hacmi ihracat hacminden daha yüksektir. Bunun da ötesinde ağırlıklı olarak hammadde ihraç ederken çoğunlukla da hazır ürünler ithal etmektedir.

2- AB'nin hedefi, Rusya ve Çin'in bölgedeki nüfuzunu en aza indirmek, bu ikisinin hayati çıkar alanlarını daraltmak ve Rusya'nın yaptırımlardan kaçmasını engellemektir.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen şunları da söylemiştir: “Rusya uzun zamandır güvenilir bir ortak olamayacağını göstermiştir. AB'nin, ilişkilerinin güvenilir ve istikrarlı bir iş birliği için elverişli olduğunu kanıtladığı söylenebilir. AB projelerine bakacak olursak, ortaklarımızın da bu projelerden kâr elde etmesi bizim için önemlidir. Yukarıda bahsedilen ülkelerin aksine AB, örneğin önemli hammaddeler söz konusu olduğunda çok farklı bir ortaktır. Geçmişte Çin ve Rusya hammaddeleri çıkarıyor, onları kendi ülkelerine taşıyor ve orada dönüştürüyorlardı, yani başka bir ülkede ek bir değer yaratıyorlardı. Dolayısıyla hammaddelerin çıkarıldığı ülkede hiçbir ek değer kalmıyor. Bizim farklı bir yaklaşımımız var. Zira bizler, yerel düzeyde ek değer yaratmanın çok önemli olduğuna inanıyoruz. Bu da istihdam ve hammaddelerin üretildiği ülke içinde bir ek değer zinciri oluşturma fırsatı yaratacaktır. Bizim bakış açımıza göre bu, uzun vadede ortaklarımız ve AB için de daha iyi olacaktır.” "Yeni küresel engeller ortaya çıkıyor, yatırımlar yeniden dağıtılıyor ya da azaltılıyor ve ülkeler etki alanlarını genişletmeye çalışıyor” diyerek Rusya ve Çin'e atıfta bulunmuştur. Ve şunları da ekledi: “Ancak bizler, Orta Asya'da başka bir yolun daha olduğuna dikkat çekiyoruz.” “Güvenilir ortaklar artık her zamankinden daha önemlidir. Stratejik ortaklığımız birbirimizi desteklemek için bir taahhüttür.”

Stratejik Ortaklık Deklarasyonunda şu ifadeler yer almıştır: “Rusya'nın yaptırımlardan kaçınmasını önlemeye yönelik iş birliğimiz, ilişkilerimizin önemli bir boyutunu oluşturmaya devam etmektedir. Bu bağlamda, özellikle öncelikli ürünlerin yeniden ihracatının önlenmesi amacıyla, AB Yaptırımlar Özel Temsilcisi ile çalışmaya devam etme konusunda mutabık kaldık.”

Antonio Costa yaptırımlardan kaçınma konusuna değinerek şunları söyledi: “Avrupa gerektiğinde Rusya üzerindeki baskıyı arttırmaya devam edecek ve Orta Asya ülkeleriyle “paha biçilemez” iş birliği olacaktır. Ve şöyle dedi: “Bu yöndeki çabalarınızın artmasını bekliyoruz.”

Ayrıca AB'nin Orta Asya devlet başkanlarıyla gerçekleştirdiği ilk zirvede, özellikle insan haklarına odaklanılması çağrısında bulunuldu. Zira İnsan Hakları İzleme Örgütü'nden Iskra Kirova şunları söyledi: “Bu yeni ortaklık çok önemlidir, ancak AB bölgede hukukun üstünlüğünü ve hakları korumazsa, bölgede istikrar sağlanamayacak ve AB'nin çıkarları gerçek anlamda korunamayacaktır.”

AB'nin ekonomik çıkarlar ile insan hakları arasında doğru dengeyi bulup bulmadığı sorulduğunda liberal Estonyalı milletvekili şöyle dedi: “AB ile Orta Asya arasında verimli bir ortaklık kurulursa, her şeyin daha iyiye gideceğine inanıyorum. Tabii ki bu zaman alacaktır. Ayrıca bizim bulundukları konumu da dikkate almamız gerekiyor: Zira onlar, Rusya ve Çin arasında kalıyorlar. Ve onlar, dengeyi korumaya çalışıyorlar.” Bu cevap, AB'nin ekonomik çıkarlar ve insan hakları arasında doğru dengeyi bulmasının, Orta Asya'nın Rusya ve Çin arasındaki dengeyi AB lehine korumasına bağlı olduğu anlamına gelmektedir.

Ayrıca AB, Rusya'nın bölgedeki, özellikle de Özbekistan'daki nüfuzunu azaltmak için, işçi göçmenleri konusunu kullanabilir. Çünkü Rusya, göçmen işçi meselesini bölge ülkelerini kendi nüfuz alanında tutmak için bir kaldıraç olarak kullanıyor. Nitekim İçişleri Bakan Birinci Yardımcısı Aleksandr Gorovoy'a göre, 2024 yılı sonu itibarıyla Rusya'da 1,4 milyon Özbek, 1 milyon Tacik ve 663 bin Kırgız bulunuyordu; yani toplam nüfus üç milyondan fazladır. 27 üyesi olan AB için, üç milyon göçmen işçiyi çalışmak üzere Avrupa'ya çekmek kesinlikle bir sorun değildir.

3- Avrupa Birliği, Orta Asya'daki güvenlik sorununa, Rusya'nın Ukrayna'ya karşı yürüttüğü savaş, Taliban'ın Afganistan'da iktidara gelmesi, Çin'in artan ekonomik büyümesi, bölgedeki Müslümanlar arasında "siyasal İslam"ın artan etkisi ve mevcut rejimlere yönelik artan hoşnutsuzluk merceğinden bakıyor.

Avrupa Konseyi Başkanı Antonio Costa, güvenlik konularına ilişkin şunları söyledi: “Bizi tehdit eden ortak güvenlik sorunları giderek küreselleşirken, bu tehditlerin artık ulusal sınırlar ötesi bir karaktere büründüğünü kabul etmeliyiz. Hiçbir bölge, bu tehditlere karşı korunaklı değildir. Bu nedenle ikili, bölgesel ve uluslararası düzeyde iş birliğimizi daha da güçlendirmemiz gerekiyor. Avrupa Birliği, Orta Asya'nın uzun yıllardır güvenlik ortağıdır. Sınır denetimi ve uyuşturucuyla mücadele konularını ele alan programlarımız, AB'nin uzun yıllardır bölgeye olan bağlılığını ortaya koymaktadır. Ayrıca terörle mücadele, kolluk kuvvetleri, terörizmin finansmanıyla mücadele, şiddet içeren aşırılıkçılık ve radikalizmin önlenmesi gibi çeşitli girişimleri de destekledik. Uyuşturucuyla mücadele alanında bölgelerimiz arasında devam eden diyaloğumuz, bu konuda iş birliğimizin güçlenmesi için fırsatlar sunmaktadır. Özellikle terörizme karşı ortak mücadele ve şiddet yanlısı aşırılığa karşı özel bir diyalog başlatma konusunda mutabakata vardık. Bu, genel güvenlik tehditleriyle mücadelede önemli bir adımdır. Afganistan'da ise terörizm, aşırıcılık ve uyuşturucu kaçakçılığı başta olmak üzere birçok tehdit, Orta Asya ve Avrupa'ya yayılma tehdidi taşıyor. Orta Asya, bu risklerin en iyi şekilde nasıl azaltılacağı konusunda değerli deneyim ve bilgiye sahiptir. Bölgesel istikrarın sağlanması için birlikte çalışmamız gerekiyor. Ayrıca siyasi manipülasyon amacıyla kullanılan yanlış bilgilerin de arttığına tanık oluyoruz. Avrupa Birliği bu tehdidi ciddiye almakta olup yalnızca kendi topraklarında değil, aynı zamanda ortak ülkelerde de bilgi manipülasyonu ve diğer tehditlerle mücadele kapasitesini güçlendirerek bu tehditleri ortadan kaldırmaya kararlıdır. Günümüzün en önemli güvenlik sorunu Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik devam eden saldırganlığıdır. Zira bu savaş, Ukrayna ve Avrupa sınırlarını aşmıştır. Rusya'nın savaşı yerel bir çatışma değil, aksine kurallara dayalı uluslararası düzenin temel ilkelerine yönelik bir saldırıdır. Rusya, BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olarak üç yıldır BM Şartı'nı ve uluslararası hukuku açıkça ihlal ediyor ve uluslararası sistemin istikrarını baltalıyor. Şimdi Ukrayna barış sürecinde kapsamlı, adil ve sürdürülebilir bir barışa yol açabilecek yeni bir ivme ortaya çıkıyor.Bunu hep birlikte sağlamalıyız. Avrupa Birliği bu çabayı, tüm yönleriyle desteklemekte ve katkıda bulunmaktadır.”

Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev ise konuşmasında şunları söyledi: “Toplantımız, hızlanan ve öngörülemeyen küresel süreçlerin yaşandığı bir ortamda gerçekleşiyor. Jeopolitik çatışmaların, güvenlik sorunlarının, büyük bölgesel çatışmaların, sürdürülebilir kalkınmaya yönelik sosyal ve ekonomik tehditlerin giderek arttığına tanık oluyoruz.” Şunları da ekledi: “Özellikle terörizm, aşırılıkçılık, radikalizm, siber suç, uyuşturucu kaçakçılığı ve yasadışı göç gibi ortak güvenlik tehditleriyle mücadelede iş birliği giderek önem kazanıyor. Avrupalı ortaklarımızın, terörle mücadele konularında diyalog kurulması yönündeki önerilerini destekliyoruz.”

Daha önce de Özbekistan Cumhurbaşkanı Özel Temsilcisi Abdulaziz Kamilov 24 Mart'ta, Brüksel'de, Avrupa Birliği Terörle Mücadele Koordinatörü Bartjan Wegter ile terörizm ve aşırıcılık tehditlerine karşı mücadelede iş birliği ve Afganistan'daki durum hakkında görüş alışverişinde bulunmuştu.

Özbekistan Cumhurbaşkanı başkanlığında Güvenlik Konseyi Sekreterliği ile Kazakistan Güvenlik Konseyi arasında 28 Mart'ta Taşkent'te düzenlenen istişarelerde, uluslararası terörizm ve dini aşırıcılığın önlenmesi ve mücadele edilmesi, kanun ve düzenin sağlanması ve ulusaşırı örgütlü suçlarla mücadele alanlarında iş birliği konuları ele alınmıştır.

Yukarıda geçenler bize gösteriyor ki Avrupa Birliği, hayati çıkarlarını, yani stratejik hammaddeleri ve güvenliği güvence altına almak için Kremlin'in "Doğu'ya yönelme" zaafını istismar ediyor. Uluslararası hukuk ve ticaret alanında katı kurallara uyulmasının önemini vurgulamakta ve iş birliği teklifinde bulunmaktadır. Zira Avrupa Komisyonu Başkanı, Avrupa Birliği'nin "Küresel Geçit" (Global Gateway) adlı Avrupa altyapı girişimi kapsamında Orta Asya ülkelerine 12 milyar Avro tahsis edeceğini duyurdu. Ulaşım, hammaddeler, yenilenebilir enerji ve dijitalleşme olmak üzere dört alana da vurgu yapılmıştır. Diğer hususların yanı sıra Avrupa uydularının bölgeye, "komşuların müdahalesi olmadan" yüksek hızlı internet erişimi sağlayacağını duyurmuştur. Von der Leyen, açıkça Rusya ve Çin'i kastetmiştir. "Avrupa önerisinin" diğer ülkelerin niyetlerinden farklı olduğunu vurgulamıştır. Avrupa Birliği, Çin'i borçlanmaya bağımlı olması nedeniyle, Rusya'yı ise enerji ve silah tedarikinde Orta Asya'ya bağımlı olması nedeniyle eleştiriyor.

Özbekistan Devlet Başkanı, beş bölge ülkesi ile Avrupa Birliği arasında müzakerelerin birkaç yıl önce hayal bile edilemeyeceğine dikkat çekti ve Orta Asya'nın, onlarca yıl süren anlaşmazlıkların ardından artık birleşik bir blok olarak çalışmayı hedeflediğini, ülkelerin Rusya ve Çin'in sağlayamadığı ileri teknolojilerden yararlanmayı umduğunu söyledi. Bu da Taşkent'in, Batı'ya yakınlaşma konusundaki resmi arzusunun giderek arttığına işaret ediyor.

Tıpkı ABD, Rusya ve Çin gibi Avrupa Birliği'nin de İslam'a ve Müslümanlara karşı yoğun bir düşmanlık beslediğinin, Hilafetin yeniden kurulmasını kendisi için bir felaket olarak gördüğünün, bu nedenle İslam ümmetinin yeniden kalkınmasını engellemek için sürekli olarak çalıştığının, koyun postuna bürünmüş sırtlan gibi ülkemize girmeye ve nüfuz alanını genişletmeye çalıştığının vurgulanması gerekir. Başkaları bir şeker veriyorsa ben iki şeker vereceğim demeye çalışıyor; ama aslında açgözlü bir sömürgeci örgüt olarak, kabul edilmiş bir iş gibi ülkemizin servetlerini alma arzusuyla yanıp tutuşuyor. Yahudi varlığının ümmetin kalbine bir hançer gibi saplayan ve mübarek Filistin topraklarında kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere Müslümanlara karşı katliamlar yapmasını için Yahudi varlığını teşvik eden ve destekleyen güçler arasında, ​​sömürgeci kâfir Avrupalı devletler de bulunmaktadır. Ancak bizi yöneten korkak ve zayıf rejimler, kendilerine çürümüş tahtlarında kalma garantisi veren herkese izin vermekte, ümmetin toprağını, servetini, onurunu, hatta dinini sömürgeci efendilerinin ayakları altına atmakta ve onların İslam ile alay etmelerine ve kutsallıklarımızı ayaklar altına almalarına sessiz kalıp göz yummaktadırlar.

Son yıllarda Avrupa ülkelerindeki bazı Yahudi bireylerin, insanların önünde ve güvenlik güçlerinin koruması altında Kur’an-ı Kerim’i yakmaları, iddialarımızın doğruluğuna dair açık bir delilidir. Bu nedenle isimleri farklı olsa da gerçek amaçları aynı olan sömürgeci kâfirlerin vaatlerine aldanmamalı, aksine gök ve yer ehlinin razı olacağı ve İslam'ın ve Müslümanların izzetini yeniden tesis edecek olan İkinci Raşidi Hilafeti yeniden kurmak için çalışmalıyız; çünkü sadece Müslümanları değil, tüm insanları içinde bulunduğumuz kriz bataklığından çıkarmanın tek doğru yolu budur. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْEy iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Ayrıca Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşid Hilafet Devleti olan devletimizi kurup İslam'ı hidayet ve nur risaleti olarak davet ve cihat yoluyla bütün dünyaya taşıdığımızda, işte o zaman Allah'ın bize yüklediği görevi yerine getirmiş ve O'nun bizi en hayırlı ümmet olarak nitelemesini gerçekten hak etmiş olacağız: كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللهِSiz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız.” [Ali İmran 110]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdulaziz Özbeki

Devamını oku...

Tehdit Olan Harvard Üniversitesi Değil, Demokrasinin Kendisidir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Tehdit Olan Harvard Üniversitesi Değil, Demokrasinin Kendisidir!

Haber:

ABD Başkanı Donald Trump, son dönemde anlaşmazlık yaşadığı Harvard Üniversitesine bir kez daha yüklenerek "Harvard, demokrasiye yönelik bir tehdittir" açıklamasını yaptı.

ABD Başkanı Trump, Truth Social hesabından yaptığı paylaşımda, bir kez daha Harvard Üniversitesini hedef aldı.

Trump, "Harvard, diğer pek çok kurum gibi Yahudi karşıtı, aşırı solcu bir kurumdur ve dünyanın dört bir yanından ülkemizi parçalamak isteyen öğrenciler kabul etmektedir" ifadesini kullandı.

"Liberallerin yönettiği bir karmaşa" şeklinde tanımladığı Harvard'ın başkanının kovulması veya istifa etmesi gerektiğini savunan Trump, "Harvard, demokrasiye yönelik bir tehdittir" yorumunu yaptı. (24.04.2025, trthaber)

Yorum:

Özellikle Amerika olmak üzere sömürgeci kâfir Batı, 3 Mart 1924’te Hilafet Devleti’nin yıkılmasından şu ana kadar, İslam’a, Müslümanlara ve İslam beldelerine yönelik tüm vahşetlerini, katliamlarını ve sömürülerini demokrasi, insan hakları ve özgürlükler adına yapmıştır. Sömürgeci kâfir Batı’nın İslam’a ve Müslümanlara yönelik bu davranışı anlaşılabilir bir durumdur. Ancak Trump’ın, işgalci Yahudi varlığının Amerika’nın tam desteğiyle Gazze halkına yönelik 18 aydır işlemiş soykırımı protesto ettikleri için Harvard Üniversitesi’ni “demokrasiye yönelik bir tehdit” olarak değerlendirmesi, şahsi çıkarlarının inanmış olduğu tüm değerlerin önünde olduğunun bir göstergesidir. Oysa kapitalizmin en bariz fikirlerinden biri olan demokrasi, halk için ve halk adına halkın yönetimi olup fikir özgürlüğü ise; fertlerin herhangi bir görüş veya düşünceyi kabul edebilecekleri ve bu kapsamda kişi dilediği fikir ve görüşü ortaya koyarak insanları buna çağırabileceği anlamına gelmektedir. Kâfir Batı’nın bu inancına göre, başta kendi halkları olmak üzere tüm halklar istediği fikir veya görüşü savunabilir ve bunlara çağrıda bulunabilir. Ancak Trump’ın, bırakın Müslümanları, kendi halkının bile fikir özgürlüğü hakkını kullanmasına izin vermemesi, özgürlükler fikrinin inanmış olduğu bir değer değil, ülkesinin şahsi çıkarları için kullandığı bir araç olduğunu ortaya koymaktadır.

Bunun da ötesinde Trump, Harvard'a sağlanan 2,2 milyar Dolarlık fonun ve 60 milyon dolarlık sözleşme bedelinin dondurulmasına karar vererek halkına şu mesajı vermektedir; inanmış olduğumuz değerlere aykırı olsa bile önceliğiniz Amerika’nın şahsi çıkarları olmalıdır, aksi taktirde en ağır bedeller ödemek zorunda kalırsınız, hatta yaşama hakkınız bile elinizden alınır. Bu da Amerika’nın çıkarları dışında hiçbir şeye kıymet vermediğinin başka bir göstergesidir. İslam düşmanı kâfir Trump’ın, Amerika’nın çıkarları uğruna böyle tavır sergilemesi ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.

Ancak anlaşılması zor ve güç olan şey, Müslümanların başındaki yöneticilerin ve ne yazık ki Müslümanların, Amerika’nın kendi çıkarları için hiçe saydığı ve İslam’ın haram kıldığı demokrasi ve özgürlükler gibi küfür fikirlerini hayatlarının merkezine koymalarıdır. Oysa kâfir Amerika’nın, iman ettiğini söylediği halde kendi şahsi çıkarları için kaldırıp attığı demokrasi ve özgürlükler fikrini benimsemek akıl işi midir! Trump’ın, sırf Gazze’deki soykırımı protesto ettikleri için Harvard’ı bir tehdit olarak gördüğü demokrasi mi huzur getirecek? Amerika ve kâfir Batı’nın, yüz yılı aşkın süredir Irak, Suriye, Myanmar, Doğu Türkistan, Afganistan ve daha birçok İslam ülkelerinde gerçekleştirdiği vahşet ve katliamları mâl ettiği demokrasi mi Müslümanların geleceğini inşa edecek? Yahudi varlığının Gazze’de gerçekleştirdiği katliamlar sırasında tüm kâfir Batılı ülkelerin bir kenara kaldırıp attığı özgürlükler, insan hakları ve demokrasi fikri mi Müslümanlara huzur ve mutluluk getirecek? O halde gerçek tehlikenin, kafir ülkelerin çıkarları için bir araç olarak kullandığı demokrasi olduğunu anlamanın, demokrasiyi kaldırıp atmanın ve onun yerine, sadece Müslümanlar için değil, tüm insanlık için kurtuluş meşalesi olan Raşidi Hilafet Devleti’nin kurmanın zamanı gelmiştir. لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَİşte çalışanlar, asıl bunun için çalışmalıdırlar.” [Saffat 61] 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ramazan Ebu Furkan

Devamını oku...

Sözde Kurtuluşun Üzerinden Dokuz Yıl Geçti, Kayda Değer Hiçbir Başarı Yok!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Sözde Kurtuluşun Üzerinden Dokuz Yıl Geçti, Kayda Değer Hiçbir Başarı Yok!

Haber:

Hadramut Güney Geçiş Konseyi, Hadramut kıyılarının el-Kaide kontrolünden kurtarılmasının dokuzuncu yıl dönümünü Hadramut'un başkenti Mukalla'da taraftarlarıyla birlikte kutladı ve aynı şekilde Hadramut Kabile İttifakı da Hadramut yaylasındaki Ghayl Bin Yamin'de taraftarlarıyla birlikte kutlama yaptı. (24 Nisan 2024)

Yorum:

Hadramut kıyılarının sözde kurtarılmasının ve el-Kaide'nin akabinde Hadramut'ta iktidarı, resmi hükümet güçleri ile rakip siyasi güçlerin teslim almasının üzerinden dokuz yıl geçmesine rağmen, Hadramut halkının çektiği acılar en ağır seviyeye ulaşmıştır. Zira döviz kuru yerel para birimine karşı yükselmiş, fiyatlar hızla artmış ve hayati hizmetler bile kaybolmuş ve insanlar, kurtuluşu kutlayanların yönetimi altında hayatın sıkıntısının acısını çekerken, ülkenin yöneticileri ve politikacıları, bu ülkenin servetlerinin tadını çıkarmaktadırlar! İnsanlarının durumunun olumlu yönde, kutlanmaya değer bir halde olması gerekirken, bu kurtuluş ateşiyle yanıp tutuştuklarını ve onların servetlerinin, bu ülkenin yöneticileri ile onların arkalarında duran bölgesel ve Batılı ülkeler tarafından yağmalanmaya devam ettiğini görmekteyiz.

Peki insanlardan neden kutlama isteniyor?!Batı medeniyetinden ithal edilen kâfir bir sistem olan Cumhuriyetin zaferini mi kutluyorsunuz?! Yoksa ülkenin yabancı vesayetine boyun eğmesini mi kutluyoruz?!Ya da Müslümanlar arasında çıkan bir fitne savaşında, sözde vatan uğruna öldürülen insanların sayısına mı kutluyoruz?! Veya bu dokuz yıl boyunca yaşanan yoksulluğun, hastalığın ve cehaletin boyutunu mu kutluyoruz?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ömer Abdullah – Yemen

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER