Cuma, 23 Muharrem 1447 | 2025/07/18
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Büyük Devletler Nasıl Doğar?

Doğrudur, büyük devletler bir gecede doğmazlar. Şüphesiz, kendisinden bir sistemin fışkırdığı bir ideoloji üzerine kurulurlar. Devletin düşüncesi büyük fedakârlıklarda bulunan ve pratik olarak devlete nusret veren bir toplulukta vücut bulmasıyla devlet doğar. Ardından ideolojiyle birkaç on yıl gibi kısa bir sürede dünya liderliğini elde etmek ve ilahi yasalara uygun ölçüleriyle adalet ve merhamet anlayışını hayata geçirmek için yolunda ilerlemeye başlar. Dolayısıyla uluslararası arenada saygın konumunu yeniden kazanmak ve sadece küresel etki elde etmekle kalmayıp dünyaya mesajını iletmek, fikri liderliğini tesis etmek ve zulüm, baskı, kölelik fikirlerine karşı hem entelektüel hem de fiili olarak özgürlüğünü sağlamak isteyen bir ümmetin, duygusallığı, yüzeyselliği ve boş sözleri bırakıp somut eylemlere geçmesi kaçınılmazdır.

Böylesi bir devletin kurulmasına giden yol, aslında oldukça kolay ve işaretleri de son derece belirgindir. Kaldı ki bu devlet, daha önce kurulmuştur, on asrı aşkın bir süre milletler arasında yüce bir konuma erişmiştir ve kuruluşunun tüm adımları ile dayandığı temel kurallar, nesiller boyu kesintisiz bir şekilde aktarılarak günümüze ulaşmıştır. İşte bahsettiğimiz o büyük devlet bu şekilde doğmuştur. İşte Liderimiz ve Önderimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve ashabının, Yesrib ehlinden nusret aldıktan sonra devletin ikamesinde takip ettikleri yol budur. Bu metot, Rabbimizden gelen bir vahiy olduğu için, İslam Devleti’ni kurma hedefine ulaştıran değişmez sabit yoldur.

İslam ümmeti, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmettir, son bir asrı aşkın bir süredir tarihinin en zorlu döneminden geçmektedir. Toprakları işgal edilmiş, zenginlikleri ve kaynakları yağmalanmıştır. Gazze’de ve Batı Şeria’da evlatları iki senedir göz göre göre soykırıma maruz kalmaktadır. Hem fertler hem gruplar hem de devletler olarak İslam’dan uzaklaşmış, Allah’a isyanı basite almıştır. İslami kardeşlik bağları zayıflayarak sadece sembolik bir nitelik kazanmış, yerini İslam’ın reddettiği ancak sömürgeci Batılı güçlerin işbirlikçi rejimler vasıtasıyla empoze ettiği ulusçu ve milliyetçi kimlikler almıştır. Bu yapay kimlikler Müslümanları bölmüş, Batı’nın şeytanî planlarını uygulayan bu hain rejimler ümmeti çöküşe sürüklemiştir. Sonuç olarak Müslümanların temel meseleleri, kafir Batının kontrolüne geçmiştir. Savaşların başlangıcından yönetimine, hatta sona erdirilmesine kadar süreçler Batı’nın çıkarları doğrultusunda ilerlemektedir. İran ile Yahudi varlığı arasında yaşanan son çatışma bunun en net ve en canlı örneğidir.

Sonra da varlığını-benliğini paramparça eden, onları acizliğe ve zillete mahkûm eden bu çıkmazlardan kurtulmak için yanıp tutuşan Müslümanlar, ‘Bizim bu ölüm-kalım meselelerimizin, bu dallanıp budaklanmış dertlerimizin çözümü nedir, nerede?’ diye sormaya başlarlar. Bu noktada atılması gereken ilk ve en temel adım, içinde yaşadıkları bu bozuk düzenin ancak köklü ve kapsamlı bir değişimle düzelebileceğini fark etmeleridir. Çünkü mevcut yöneticilerin düzeni içinde reform aramak veya onlarla uzlaşmak gibi parçacı çözümler hiçbir işe yaramayacak, aksine bu çürümüşlüğün ömrünü uzatmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır. Batı’nın kültürel istilası, onların düşünce ve davranış biçimlerini derinden etkilemiş durumdadır. Bu bir realitedir. Bu realite, özellikle ümmetin İslam’la olan bağının zayıflatılması ve İslam’ın hayatlarında hâkim olması idealinden uzaklaştırılmasıyla gün geçtikçe daha da kötüleşmektedir. Bu yüzden, ümmetin yöneticileriyle olan ilişkisine darbe vurmak, yöneticileriyle her türlü bağı koparmak ve bu yöneticileri ve siyasi çevrelerini yönetimden uzaklaştırmak kaçınılmazdır.

Ümmetin bağrında, İslam’ı ve onun Nebevi değişim metodunu hakkıyla kavramış siyasi bir öncünün varlığı her şeyden önemlidir ki, bu vasıf yalnızca Hizb-ut Tahrir’de mevcuttur. İşte bu öncünün en büyük görevi, Hilafet davasını ümmetin omuzlarına bir sorumluluk olarak yüklemek ve bu ideal etrafında sarsılmaz bir kamuoyu ve halk desteği oluşturmaktır. Bu dava, halkın kendi kader meselesi haline geldiğinde, arzulanan köklü değişim için gereken fedakârlık ve mücadele ruhu da doğacaktır. Bu görev, arzulanan radikal değişim için fedakârlık ve mücadele yapmayı ve bir asırdır kayıp olan devletin yeniden kurulması için çalışanlarla birlikte çalışmayı gerektirir. Bu görev, sadece partiye değil, bütün ümmete farzdır. Parti, sadece iktidarı ele geçirmek değil, ümmetle birlikte ve onunla İslam Devletini yeniden inşa etmek için çalışmaktadır. Aksi takdirde, yakın zamanda şahit olduğumuz gibi, sadece vitrindeki yüzler değişecek, ancak İslam’ın yönetime hiçbir etkisi olmayacaktır. Sonuçta, uluslararası ilişkiler ve politikalar kafirlerin arzuladığı şekilde devam edecek ve Müslümanların acı halinde de hiçbir değişiklik yaşanmayacaktır. Müslümanlar yine sömürünün ve zulmün altında yaşamaya devam edeceklerdir!

Ey Müslümanlar! Ey Nebevi Hicret’inin yıldönümünü yaşayanlar! Tarihinizin en büyük hadisesinin neden Hicret olduğunu en iyi sizler bilirsiniz ve bu yüzden üzerinizde bir hak, bir sorumluluk vardır! Unutmayın, Hicret; o büyük devletin gölgesi altında İslam’ın teoriden pratiğe, sözden eyleme geçişidir! O gün Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Medine’de o muhteşem devleti kurarak Arap Yarımadası’nı şirkin her türlü karanlığından temizlemiş ve İslam’ın nurunu alemlere taşımak için harekete geçmiştir! Ardından bu dönemi Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet izlemiştir. Hilafet, Sahabe-i Kiram’ın oluşturduğu siyasi birikimle, hem içeride hem dışarıda örnek bir yönetim sergilemiştir.

Ey Müslümanlar! Eğer gerçekten izzet, onur, zafer ve sömürgecilikten; zalim yöneticilerinizden ve tağuti uluslararası yasalardan kurtulmak istiyorsanız, uğruna hicret için yollara düşüldüğü İslam Devletini kurmaktan başka çareniz yoktur. Hizb-ut Tahrir, bu devletin nasıl kurulacağının yolunu ve yöntemini net bir şekilde ortaya koymuştur. O halde, bu devleti kurmak için onunla birlikte çalışın. Tarihteki Hicret’e gerçek ve pratik bir anlam kazandırmanın tek yolu budur. İşte, o büyük devlet böyle doğar. O devlet, küfür ve zulüm güçlerine karşı savaşacak ve baskın denk bir güç haline gelecek, onlara karşı zaferler elde edecektir. Unutmayın, bir zamanlar Hidayet ve Rahmet Peygamberi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kurduğu o büyük devlet de işte böyle doğmuştur.

وَنُرِيدُ أَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ“Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk.” [Kasas 5]

Devamını oku...

Müslümanların Yöneticilerinin İhaneti Sebebiyle, Amerika’nın İki Vahşi Yaratığı Yahudi Varlığı ve Hindistan, Müslüman Ülkelerin Kutsallığını İhlal Etme Cüretini Göstermektedir

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti, bugün 20 Haziran 2025 Cuma günü, cuma namazının ardından başkent Dakka ve Çittagong şehirlerindeki birçok camide Gazze’de devam eden katliamları, aç bırakma politikalarını ve soykırımı protesto etmek ve Yahudi varlığının İran’a yönelik küstah saldırılarını lanetlemek amacıyla kitlesel protesto ve yürüyüşler düzenledi. Etkinliklerde yapılan konuşmaların özeti aşağıdadır:

“Küresel tepkilere rağmen ABD’nin doğrudan desteğiyle Yahudi varlığı, yirmi aydır Gazze’deki Müslümanlara yönelik tarihin en büyük soykırımlarından birini gerçekleştirmektedir. Yahudi varlığı evleri ve hastaneleri yıktı, gazetecileri, doktorları ve yardım görevlilerini öldürdü, Gazze’yi abluka altına alarak halkını aç bıraktı ve yardım dağıtımı sırasında sivil halkın üzerine ateş açtı.

Ümmetin feryatları gökleri titretti, meydanlar “Ordular Gazze’ye” diye inledi, insan hakları örgütleri Refah’a yürüyüşler düzenledi. Ama Yahudi varlığının etrafındaki hain Arap liderler bir adım dahi atmadı, kımıldamadı bile! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَا أُولَٰئِكَ كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ“Onların kalpleri vardır ama onunla anlamazlar; gözleri vardır ama onunla görmezler; kulakları vardır ama onunla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar.” [Araf 179]

Müslümanların ajan yöneticilerinin ihaneti, Amerika’yı daha da azdırdı. Şimdi de ABD, Müslümanlara karşı savaşını daha da genişletmektedir. Gasıp Yahudi varlığına ait uçakların Müslüman ülkelerin hava sahasını kullanarak İran’ı bombaladığını, Suriye’den, Irak’tan, Mısır’dan ve Türkiye’den tek bir kurşuna bile maruz kalmadan sağ salim üslerine geri döndüğünü gözlerinizle gördünüz! Dahası Ürdün’ün başındaki hain yönetici, Yahudi varlığını korumak için kendi ülkesinin semalarında İran’ın füzelerini düşürdü! Yahudi varlığı uçakları İran’ı bombalayıp geri döndüler, bölgedeki yöneticilerin ise bu durumu korkakça bir sessizlikle” seyretmekle yetindiler. Bu yöneticiler, bu alçakça teslimiyetlerinin doğuracağı felaketleri ya umursamadılar ya da bile bile bu sonuçlara göz yumdular.

Amerika, Müslüman dünyasına yönelik çıkarlarına hizmet etmesi için, Yahudi varlığını Arap topraklarında ve Hindistan’daki radikal Hindu grupları kendi politikalarının bir parçası haline getirdi. Çünkü Yahudiler ve müşriklerin Müslümanların en azılı düşmanı olduğunu çok iyi bilmektedir. Nitekim Allah Subhânehu ve Teâlâ söyle buyurdu:

لَتَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذِينَ آمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُوا“İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak Yahudiler ile, şirk koşanları bulacaksın.” [Maide 82] Müslüman ordularının kâfirleri titrettiği, zaferin kokusunun ufka yayıldığı bir anda Amerika’nın emir eri olan hain yöneticiler hemen devreye girip zafer yürüyüşünü durdurdular, ümmeti susturdular, şehitlerin kanını hiçe saydılar! Trump’ın kendi sosyal medya platformu “Truth Social”da yaptığı şu paylaşımı, bu işbirlikçi yöneticilerin nasıl kuklaya dönüştüğünün en büyük kanıtıdır: “İran ve İsrail bir anlaşma yapmalı ve yapacaklar da, tıpkı Hindistan ve Pakistan’ı anlaşmaya vardırdığım gibi... Şu anda birçok telefon görüşmesi ve toplantı yapılıyor.” dedi.

Artık maskeler düşmüş, Batının kirli planlarını uygulayan hainlerin gerçek yüzleri ortaya çıkmıştır! İslam ümmeti artık bu siyasi liderleri devre dışı bırakarak, Filistin, Keşmir ve Arakan gibi gasp edilmiş toprakları özgürleştirmek üzere doğrudan ordulardaki sadık unsurlara çağrıda bulunmaktadır. Ve Allah’ın izniyle, bu çağrı cevapsız kalmayacaktır. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ“İmam ancak bir kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla korunulur.” [Müslim] Ümmetin gerçek lideri sadece halifedir! Onun bayrağı altında, Amerika’nın kirli eli kesilecek, Yahudi varlığı da Hindutva Hindistan’ı da yerle bir edilecektir Allah’ın izniyle! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

لَنْ يَضُرُّوكُمْ إِلَّا أَذًى وَإِنْ يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الْأَدْبَارَ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ “Onlar incitmekten başka size bir zarar veremezler. Sizinle savaşa koyulurlarsa, geri dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.” [Ali İmran 111]

Bu sebeple, Hizb-ut Tahrir olarak biz, ümmeti, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet’i ikame etme hedefinde birleşmeye çağırıyoruz! Bu devlet, ümmetin birlik ve onurunu yeniden sağlayacaktır. Ayrıca ümmeti, ordular içindeki evlatlarına Hilafetin kurulması için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermeleri yönünde çağrıda bulunmaya davet ediyoruz. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

لِلَّهِ الْأَمْرُ مِن قَبْلُ وَمِن بَعْدُ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللهِ يَنصُرُ مَن يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ“Önce de, sonra da emir Allah’ındır. O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-6]

Devamını oku...

Bir Dava Taşıyıcısının Vefat Duyurusu

Beşir Kasila Amca

مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُم مَّن قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلاً
“Müminlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. Bir kısmı da beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.”
[Ahzab 23]

Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti, davasının yiğit taşıyıcılarından Beşir Kasila Amcanın Rahman’ın rahmetine kavuştuğunu büyük bir teessürle duyurur. Merhum, uzun süredir devam eden bir hastalıkla mücadele ettikten sonra 26 Zilhicce 1446 / 22 Haziran 2025 Pazar günü hayata gözlerini yummuştur. Hastalığı bedenini bitap düşürmüş olsa da Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet’i kurarak İslami hayatı yeniden başlatma davasındaki o sönmez meşalesini ve çelikten azmini asla zayıflatamamıştır. Bu uğurda karanlık zindanlara atılmış, baskılara maruz kalmıştır.

Allah Subhânehu ve Teâlâ’dan, onu Salihler zümresi arasında kabul buyurmasını, derecesini ‘illiyyîn’e yüceltmesini, geride kalan kederli ailesine, yakınlarına, sevdiklerine ve dava arkadaşlarına sabır, metanet ve ecir ihsan etmesini niyaz ederiz.

إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ
“Biz şüphesiz Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.”
[Bakara 156]

Devamını oku...

Bu Sizin Gücünüzden Dolayı Değil

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Bu Sizin Gücünüzden Dolayı Değil
Aksine Sizin Suçlu Sponsorlarınızın Desteğinden ve Bizim Sistemlerimizin Zayıflığından Dolayıdır Ey Cüceler!

Haber:

El Cezire, Yahudi varlığı başbakanı Netanyahu'nun, "7 Ekim 2023'te tarihimizin en kötü felaketini yaşadık, ancak aynı şekilde karşılık verdik." dediğini aktardı. Netanyahu, "Tahran'a ulaştık ve İran'ın kötülük eksenini, kendi cephemizde ağır bir bedel ödeyerek yok ettik." dedi.

Yorum:

Müslümanların farkına vardığı ve belki de tüm dünyanın gördüğü gerçek şudur: Bu varlık, asla dokunulmaz ve ordusunun yenilmez olduğu şeklinde kendisi için çizilen sahte imajının kırılmasıyla birlikte ne yaparsa yapsın bir daha asla iyileşemeyecektir.

İşte bu 7 Ekim 2023'ü gerçekleştirenler, sizin ağlayarak kaçan askerlerinizi karşılamışlardı ve onlar, son pusuda ağlamaları kaydedilen aynı askerlerdir; zira onlar, sizin savaş ehli olmadığınızı biliyorlar. Nitekim 7 Ekim 2023'te Amerika sizi onlardan koruyamamış ve yöneticiler de size uygun bir atmosfer ve erzak temin edememişlerdi; dolayısıyla siz ve askerleriniz, yeryüzünde tek başınıza kalmıştınız.

Ama sonra bütün dünya, varlığınızın imajını düzeltme çabasıyla verdiğiniz tepkileri ve insanın kanını donduran en iğrenç suçları sessizce izleyen dünyanın gözü ve kulağı önünde Gazze halkına karşı yürütülen soykırım, bombalama, yıkım ve açlık savaşına nasıl odaklandığınızı iğrenerek izlemeye başladı.

Misliyle karşılık vermekle övünen bu kişi, Batı'nın kendisine sağladığı mutlak destek, Müslüman ülkelerdeki ajan rejimlerin komplosu, onların kendisine sağladığı destek ve malzeme olmasa, Gazze'yi kuşatmada kendisine ortak olmasalar ve ümmeti de Müslüman kardeşlerine yardım etmekten alıkoymamış olsalardı, kendisinin ve varlığının bu suçları işleyemeyeceğini herkesten daha iyi bilmektedir.

Misliyle karşılık vermekle övünen bu kişi şunu çok iyi bilsin ki; şayet bu ülkeler, ümmetten, sorunlarından ve projelerinden kopuk zayıf rejimler tarafından yönetilmemiş olsaydı Müslüman ülkelerde arbede çıkaramaz ve onun şehirlerini ihlal edemezdi. Zira ümmetin projesi kalkınma, Hilafet ve tam bir kurtuluş projesi olup rejimlerin projesi ise, Batı'nın emirlerini yerine getirerek tahtlarını korumak ve bu kötü huylu kanserli varlığın güvenliğini sağlamaktır.

Avrupa ve Amerika'nın desteği, finansmanı, koruması ve silahlarıyla İran ve diğer ülkelerdeki savaşından dolayı iç cephede ödediği bedele ağlayan bu kişi, eğer bu savaş gerçekten İslam ümmetini temsil eden bir devlete karşı olsaydı bu savaşın nasıl olacağını çok iyi bilmelidir; zira bu devlet, sadece kendi varlığına karşı değil, aksine mübarek topraklara varlığını diken gerçek kötülük eksenine karşı da kapsamlı bir yüzleşme ve kurtuluş savaşından daha azına razı olmayacaktır; bu yüzden yakında kaçınılmaz olarak gerçekleşecek bu çatışmada ödeyeceği bedelin ne olacağını da çok iyi bilmelidir.

قُل لِّلَّذِينَ كَفَرُوا سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ إِلَى جَهَنَّمَ وَبِئْسَ الْمِهَادُ
(Rasulüm!) İnkâr edenlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası kalınacak ne kötü bir yerdir!” [Al-i İmran 12]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Hamas el-Vadi

Devamını oku...

Gücümüz Bir Nimet, Ancak Bölünmüşlüğümüz Bir Felakettir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Gücümüz Bir Nimet, Ancak Bölünmüşlüğümüz Bir Felakettir!

Haber:

Pentagon: ABD, İran'ın üç nükleer tesisini bombalamasının ardından İran ile savaşmak istemiyor. (AP News)

Yorum:

Pentagon, ABD'nin İran ile savaşmak istemediğini söyledi; bu açıklama, İran topraklarının derinliklerindeki üç nükleer tesise on dört sığınak delici bomba atılmasının ardından geldi! Böyle bir açıklama sadece ikiyüzlülük değil, aynı zamanda iğrenç bir şeydir. Zira bu, küstah sömürgeci bir zihniyeti yansıtmaktadır. Bir ülke başka bir ülkeye koordineli saldırılar düzenlerken, aklı başında bir insan nasıl olur da bunun bir savaş niyeti olmadığını inanabilir ki?!

Ancak bu yönetimin aldatmasında daha çok rahatsız edici olan şey, dünyanın bu açık saldırı karşısındaki sessizliği ve acizliğidir. “Gece Yarısı Çekici Operasyonu” olarak adlandırılan son Amerikan operasyonu, Amerika'nın gücünün bir kanıtı değil, aksine İslam ümmetinin bedenini kemiren siyasi acizlik ve bölünmüşlük gerçekliğinin utanç verici bir ifşasıdır. Bu ise ümmetin haklarını savunacak araçlardan yoksun olduğu için değil, aksine parçalanmış sınırlar aracılığıyla dağılmış bir irade ve ümmeti, öncelikli derdi gerek tahtlarını gerekse halklarından önce Washington'a sadakatini korumak olan rejimlerin yönetmesidir.

Pentagon, Amerikan bombardıman uçaklarının İran hava sahasına fark edilmeden girdiği için açıkça övünmektedir! Bu olay, derin bir tefekkür ve ciddi bir muhasebe anıdır. Zira İslam ümmeti kıtalar boyu uzanmakta ve muazzam servetlere sahip olup stratejik deniz yollarını kontrol etmekte ve bazısı dünyanın en büyük ordularından birine sahiptir. Ancak bu muazzam potansiyel felce uğramıştır; bu ise düşmanın gücü nedeniyle değil, aksine siyasi birliğin ve halkları gerçekten temsil edecek bir liderliğin yokluğu nedeniyledir.

Allah Subhanehu ve Teala bu ümmete, egemenlik, kalkınma ve dünya liderliği gibi gerekli tüm unsurları bahşetmiştir. Ancak kaynaklarımız dağınık ve ordularımız yapay sınırlarla zincirlenmiş durumdadır. Fordo, Natanz ve İsfahan tesislerine yönelik saldırılar sadece taktiksel saldırılar değil, aksine apaçık sembolik mesajlardır; yani Müslüman ülkelerdeki tüm rejimlere yönelik şu mesajlardır: Teslim olun, silahlarınızı bırakın, bizim şartlarımız üzere müzakere edin, yoksa yıkımla karşı karşıya kalacaksınız!

Bu nedenle tıpkı geçmiş dönemde olduğu gibi insanlığa adaleti, dengeyi ve merhameti geri getirmek için İslam'ın siyasi sistemi olan Hilafete davet etmek, sadece idealist bir hayal değil, aksine vacip, bir zorunluluk ve bir geleceği mümkün kılacak tek yoldur. Zira Hilafet, küresel güç dengelerini yeniden şekillendirecek, ümmeti, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olmaya geri döndürecek ve Allah'ın risaletini tüm insanlığa taşıyacaktır.

وَأَطِيعُواْ اللهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
Allah ve Rasulü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” [Enfal 46]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Heysem İbn Sabit - Amerika

Devamını oku...

Erdoğan’ın İslam Dünyasına Birlik Çağrısı Sykes-Picot Bekçilerine Değil Ümmete Olmalıydı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Erdoğan’ın İslam Dünyasına Birlik Çağrısı Sykes-Picot Bekçilerine Değil Ümmete Olmalıydı!

Haber:

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul'da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi'nde Müslüman ülkelerine Ümmet için birlik ve kardeşlik çağrısı yaptı. Erdoğan, "Türkiye olarak bölgemizde sınırları kanla çizilecek yeni bir Sykes-Picot düzeninin kurulmasına izin vermeyeceğiz" dedi. Çözümün bir kez daha “diplomasi ve diyalogdan geçtiğini” vurguladı. (Ajanslar)

Yorum:

İslam’da birlik ve kardeşlik çağrısı yapan Erdoğan hangi birliğe, hangi kardeşliğe çağırıyor? Bu birliği nasıl sağlamayı ümit ediyor?

Erdoğan’ın, “bir kez daha çözümün diplomasi ve diyalogdan geçtiğini” vurguluyor olması “var olan Sykes-Picot düzenine” sapasağlam bağlı kalmayı arzuladığının ifadesidir.

İslam’da birlik ve kardeşliğin önündeki engel; zamanında kanla çizilmiş olan “Sykes-Picot” sınırları ve bu sınırlar üzerine inşa edilmiş ulus devletler ve onları koruyan Batı kuklası rejimlerdir. Milliyetçilik, ulus devlet sınırları gibi laflarla, Türkiye’nin, İran’ın, Filistin’in, Suriye’nin sınırlarını korumakla, bu sınırlar üzerinde yaşayan Müslümanların imandaki birliğini ulus kimlikler altında ezmekle İslam birliği ve kardeşliği inşa edilmez. Bunun ispatı zaten bizzat Filistin ve bilhassa Gazze’dir. Sykes-Picot’nun çizmiş olduğu sınırlar içinde, Lozan’ın prangaları ile, Batı’dan kopyala yapıştır anayasası ve uluslararası sözleşmelerin dikte ettiği iç ve dış siyaseti ile, Batılı efendilerine yaranmak uğruna işgalci siyonist canavarı devlet olarak tanıyan ilk Müslüman ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti zaten kardeşliğe ihanetin belgesi değil midir?

Türkiye’ye başbakan olduğu 2003 yılından ve Cumhurbaşkanı olarak görev yapmaya başladığı 2014’ten beri İslam kardeşliği adına Erdoğan ne yaptı? Mısır ve Suriye siyasetindeki ihanetleri bir yana… “One Minute!” ve Kudüs kırmızı çizgimizdir dedi, Türkiye’nin siyonistle ticari hacmini kat kat büyütürken Mavi Marmara şehitlerine ihanet etti. Gazze ile ilgili bol bol acıklı sözler sarf ederken, “Nazi” diye adlandırdığı teröristi petrolden, çeliğe, askerlerinin postallarına, beyaz eşyadan gıdaya kadar her türlü ihtiyacını karşılayarak bir güzel besledi… Müslümanların sorunlarını ancak Ümmeti bölük pörçük eden “Sykes-Picot”nun yaratıcılarına havale etti… İşte bu Sykes-Picot kuruluşunun -daha doğrusu “siyoniste hizmet şirketinin”- CEO’luğun yapan Erdoğan, Gazze’nin diri diri yakılan sağlık çalışanları için, siyonistin zindanlarında işkence gören doktorları için, anestezi olmadan sezaryen olan anneleri için, anestezi olmadan uzuvları ampute edilen, diri diri yakılan aç çocukları için hiçbir şey yapmadı.

Dünyanın en güçlü 9’uncu, NATO’nun en güçlü 4’üncü ordusuna sahip olduğu halde… kendi damadı dünyanın en gelişmiş İHA ve SİHA’larını, en modern teknolojiye sahip, en güçlü askeri uçaklarını ürettiği halde… yine Ümmeti perişan eden “Sykes-Picot” papazlarının zikrini, yani “çözümün diplomasi ve diyalogdan geçtiğini” ve “iki devletli çözümü” vurguluyor.

Ezcümle: Erdoğan’ın kardeşlikten anladığı İslam kardeşliği değildir! Yaptığı İslam birliği çağrısı, Rasulullah Sallallahu aleyhi ve Sellem’in gösterdiği birlik değildir. Erdoğan’ın birlik çağrısı yaptığı zatlar, Müslümanların hak sözünü boğmak için çalışan, Ümmetin izzetinin karşısında engel olarak duran ruveybidalardır. Filistinli Müslümanların, Gazze’deki çocukların, hatta kendinden olmayan herkesin kanını dökmeyi varlığının gayesi bilen soykırımcı siyonist bugün hâlâ ayaktaysa, günden güne daha da vahşileşme cüreti buluyorsa, tıpkı hain Arap yöneticiler gibi Erdoğan’ın da gücü ve izzeti Kur’an ve Sünnet yerine kapitalist nizamlarda aramasından, Ümmetin olduğu safta değil de kâfir dostlarının yanında yer almasından dolayıdır.

Erdoğan İslam birliği istiyorsa; işte önünde Gazze için birlik olmuş milyonlarca Müslüman onun tek bir emrini bekliyor. İslam kardeşliği istiyorsa Erdoğan; işte önünde kardeşlerinin acısıyla gerçekten yanıp tutuşan milyonlarca Müslüman, kendisinin emriyle harekete geçireceği ordusunda asker olmak için sabırsızlıkla bekliyor.

Erdoğan samimi olsaydı, çağrısı Sykes-Picot bekçilerine değil samimi olan Müslümanlara olurdu; çözüm olarak kapitalizmin diplomasisini değil, Kur’an ve Sünnet altında birleşmeyi sunardı!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Zehra Malik

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER