Cumartesi, 12 Zilkâde 1446 | 2025/05/10
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Yahudilerin Gazze ve Şam’da Devam Eden Pervasızlığı Karşısında “Cesurların Barışı” Safsatalarıyla Onunla Uzlaşmak Yerine Bu Varlığın Kökünü Kazımak İçin Hemen Harekete Geçilmesi Kaçınılmazdır!

Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yaptığı ilk konuşmasında, “Suriye’nin “İsrail” de dâhil olmak üzere bölge ve dünyadaki hiçbir ülkeye tehdit oluşturmayacağına dair taahhüdümüzü defalarca beyan ettik” dedi.

ABD Kongre üyesi Cory Mills ise İstanbul’dan Arap Televizyonu’na yaptığı açıklamada, Esed rejiminin düşüşünden sonra Suriye’de siyasi geçişin, yönetişim ve özgür demokrasiye nasıl olacağını anlamak için el-Şara ile güvenlik konularını görüştüğünü söyledi. Mills, görüşmenin ayrıca Suriye’nin “İsrail” ile ilişkisini ve sınır dosyasını da ele aldığını belirterek, el-Şara’nın “İsrail” ile ilişkileri geliştirmeye ve diyalog başlatmaya, hatta muhtemelen “İbrahim Anlaşmaları”nı genişletmeye açık olduğunu ifade etti. Mills, el-Şara’nın “İsrail”e saldırmak için Suriye üzerinden silah transferinin engellenmesi konusunda çalışmaya hazır olduğunu da ekledi. Mills, ABD’nin, mevcut yaptırımların kaldırılması ya da hafifletilmesi için hangi adımların atılmasını beklediğini açık bir şekilde ilettiğini söyledi. Şam’ı ziyaret eden bir diğer ABD Kongre Üyesi Marlin Stutzman da, Suriye yönetimiyle kişisel ilişkiler kurmanın önemine vurgu yaparak, “Suriye’de sadece bir Amerikan müttefiki değil dost bir liderin olması çok önemli” diye konuştu.

Reuters’in aktardığına göre Cumhurbaşkanı eş Şara, Suriye’deki Filistinli grupların faaliyetlerini izlemek için bir komite kurulduğunu ve devlet kontrolü dışındaki silahlı gruplara izin verilmeyeceğini belirterek, “Bu konudaki görüşmeler devam edebilir ancak genel tutumumuz, Suriye’nin İsrail de dahil olmak üzere hiçbir taraf için tehdit kaynağı haline gelmesine izin vermeyeceğimizdir” dedi.

Bu açıklamalar, ABD’nin Suriye’den talep ettiği ve Washington’un Suriye’ye yönelik politikasını değiştirmeden önce atmasını istediği somut adımlarla aynı zaman dilimine denk geliyor. ABD’nin BM Daimi Temsilciliği Geçici Maslahatgüzarı Dorothy Shea, Suriye geçici yönetimine yönelik beklentileri tek tek şu şekilde sıraladı: “Terörizmin tamamen reddedilmesi ve bastırılması, komşu ülkelere karşı saldırmazlık politikası benimsenmesi.” Dorothy Shea, “Suriye geçici yönetiminin faaliyetlerini yakından izlemeye devam ettiklerini söyledi. Shea, “ABD , Suriye’deki geçici idari yapıların attığı her adımı titizlikle takip ediyor. Uluslararası politikasını bu gözlemleri ışığında şekillendirecektir. Suriye liderliği, artık ülkeyi onlarca yıldır geri bırakan o karanlık geçmişi geride bırakmalıdır” dedi.

Eş Şeybani’nin mevcut Suriye yönetiminin tutumunu yansıtan açıklamaları, Suriyeliler için büyük bir şok ve hatta yıldırım etkisi yarattı. Zira halk, Yahudi varlığının Suriye şehirlerindeki pervasız tavırları ve saldırganlığı karşısında, rejimin ilkeli ve caydırıcı bir duruş sergilememesini endişeyle karşılamaktadır. Yahudi varlığının sürekli barış mesajları vermesi, Suriye kamuoyunda haklı bir tedirginliğe yol açıyor. Özellikle de ABD’li yetkililer Mills ve Stutzman’ın normalleşme ve ‘İbrahim Anlaşmaları’na katılım iddialarına karşı mevcut yönetimden resmi bir yalanlama gelmemesi, bu söylemlerin pratik adımlara dönüşeceği endişelerini artırıyor.

Bu açıklamalar ve tutumlar, devrim yıllarında atılan sloganların artık geçerliliğini yitirdiğini açıkça ortaya koyuyor. Bir zamanlar, “Esed rejimi düşerse Tel Aviv de düşer” diye haykıranlar; şimdi Yahudi varlığına barış eli uzatıyor, Allah’a ve dinine savaş açmış, peygamberleri öldürmüş, Gazze halkını hunharca katletmiş bir yapıyla normalleşme mesajları gönderiyorlar!

Allah’ın bize kâfirlerle savaşmayı ve cihat bayrağını yükseltmeyi emreden ayetlerine ne oldu? Doğu ve batının İslam’ın hâkimiyetine girmesi ve bir İmam’ın liderliğinde yönetilmesi gerektiği emrine ne oldu?

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in أُمِرْتُ أنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ حتَّى يَشْهَدُوا أنْ لا إلَهَ إلَّا اللهُ، وأنَّ مُحَمَّداً رَسولُ اللَّهِ“İnsanlar ‘Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah’ deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum” buyuran hadisine ne oldu?!

Nereye koyacağız bu ümmetin cihat ve şehadet aşkını? Nice çilelerle yoğrulmuş, acılarla bilekleri çelikleşmiş yiğitlerinin cesaretini neyle izah edeceğiz?

Allah Subhânehu ve Teâlâ, Yahudi varlığıyla olan çatışmanın doğasını ve hakikatini açıklamıştır. Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem, değerli sahabeleri ve özellikle Ensar’ın lideri Sad bin Muaz RadıyAllahu Anh Beni Kureyza Yahudileri konusunda verdiği kararla bu ilahi bildirimi pratikte uygulamıştır. Bu çatışma, akide ve ideolojik sabitelerin farz kıldığı, Yahudilerin işlediği suçların da bu gerçekliği doğruladığı ideolojik varoluşsal bir çatışmadır. Yahudilerin büyüklerinin esip gürlemesi ve Hilafetin dönmesine asla izin vermeyeceğiz’ diye haykırması da bu gerçekliği tasdik etmektedir. Zira onlar, hilafetin yeniden kurulmasının onları ve kavimlerini tarihin çöplüğüne atacağını, yeryüzünde izlerini dahi bırakmayacağını çok iyi bilmektedirler.

Yahudi varlığına her türlü silah tedarik ederek onu İslam’a karşı küfrün ileri karakolu hâline getiren Amerika başta olmak üzere uluslararası toplumu memnun etme çabası, hem uçuruma doğru hızla sürüklenmek hem de çökmüş düzenin kalıntıları üzerinde İslami yönetimi kurup tüm Filistin’i Yahudilerin pisliğinden kurtarmayı amaçlayan yaklaşık iki milyon şehidin fedakarlığını heder etmektir.

Bu siyaset, bizi muzaffer olarak Şam’a ulaştıran Allah’ın beraberliğini kaybetme riskini taşıdığı gibi devrim yılları boyunca sabitelerini açıkça ortaya koyan ve dengeleri değiştirme gücüne sahip olan doğal dayanağımız ve asli gücümüz olan halk kuluçkasını kaybetme riskini de barındırmaktadır.

Uluslararası topluma yalvarmak, onun iradesine ve kararlarına boyun eğmek, diz çöktürmek, boyun eğdirmek ve azılı düşman karşısında beyaz bayrağı çekmek için aşağılık bir şantaj aracı olarak kullanılan yaptırımların kaldırılması umudu ve serabıyla onun diktalarına boyun eğmek, dünyada rüsvaylık, ahirette ise çetin bir hesaptan başka bir sonuç doğurmaz. Üstelik bu, tehlikeli bir yoldur, kesin biçimde reddedilmelidir. Çünkü tehlikesi, sadece bugünkü yöneticileri değil, devrime omuz veren halkı, şehitlerin emanetini taşıyanları ve ümmetin tüm onurlu fertlerini de kapsamaktadır. Hâlâ vakit varken ibret alacak bir kimse yok mu?

Amerika, zorba Esed rejiminin bir numaralı destekçisi idi. Şam halkını sindirmek ve onları devrimlerinden ve eski rejimin yıkılması talebinden vazgeçirmek için araçlar, ajanlar, uşaklarla ve her türlü baskıcı yöntemlerle zorba Esed rejimini desteklemiştir. Peki, bu Amerika şimdi birdenbire yırtıcı bir kurttan sevecen bir dosta mı dönüştü? Gerçekten dostluğu aranacak bir ülke mi oldu?

Özellikle hayati meselelerde ideolojik bir duruş sergilemek, günümüzün en önemli farzıdır ve bu aşamanın bir gerekliliğidir. Şam ve devrimi her Müslümanın yüreğinde sembolik bir değere ve özel bir yere sahiptir. Nasıl özel bir yere sahip olmasın ki? Ümmetin küllenmiş umutlarını alevlendirmiştir; Müslümanları Kur’an’ın hüküm sürdüğü bir devletin çatısı altında birleştirme hamasetini canlandırmış ve bizlere Furkan Savaşları’nın onurlu hatıralarını yeniden yaşatmıştır.


Yahudilerle aramızdaki çatışma kaçınılmazdır; er ya da geç o büyük hesaplaşma mutlaka yaşanacaktır. Filistin meselesi, tamamen İslami bir meseledir. Bu meselenin sorumluluğu, ümmetin evlatlarının, özellikle de İslam coğrafyasının dört bir yanındaki ordu komutanları ve güç sahiplerinin omuzlarındadır. Artık Allah rızası için ve tarihe bir not düşmek için harekete geçmelerinin zamanı gelmiştir. Yahudi varlığını koruyan rejimleri devirmeliler, o varlığın ilk savunma hattı olan bu rejimleri yıkmak için orduları harekete geçirmeliler, İslam Devleti’ni kurmalılar ve ümmetin izzetini yeniden ayağa kaldırmalıdırlar. Amerika ve Batı’nın kölesi olanlar bizi kurtaramazlar. Utanç verici, yüz kızartıcı ya da din ve Kur’an düşmanlarını memnun eden politikalar, Filistin’i özgürlüğüne kavuşturamaz. Kurtuluş, ancak İslam’ı hakkıyla uygulayan ve yeryüzünün dört bir yanındaki mazlumlara yardım için ordularını seferber eden bir Hilafet Devleti ile mümkündür. İşte Müslümanları böylesi büyük bir hayra davet ediyoruz ve onlara Allah’ın bu dini yüceltme vaadini, köhne Netanyahu, varlığı, askerleri, onları koruyanlar ve arkasında duranlar istese de istemese de Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hilafetin dönüşüyle ilgili müjdesini hatırlatıyoruz. Sabırdan sonra zafer, aşağılanmadan sonra izzet, yıllar süren zillet ve ihanetten sonra ise hâkimiyet mutlaka gelecektir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْناً يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئاً وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55]

Devamını oku...

Hızlı Destek Kuvvetleri, Tutunduğu Amerika ve Sudan Hükümetinin İpiyle Sivillere Karşı Katliamlar İşlemeye Devam Ediyor

Sudan Doktorlar Birliği, Hızlı Destek Kuvvetleri’nin Omdurman’ın güneyindeki Saliha bölgesinde sivillere karşı bir katliam işlediğini söyledi. Birlik, söz konusu kuvvetlerin aralarında çocukların da bulunduğu 31 sivili, orduya mensup oldukları gerekçesiyle infaz ettiklerini ekledi. Sudan Doktorlar Birliği, bu infazın bölgenin tanık olduğu en büyük belgelenmiş toplu katliam operasyonu olduğuna dikkat çekti. (El-Şark – Sudan)

Hızlı Destek Kuvvetleri, başkentin eteklerinden Sudan coğrafyasının en ücra köşelerine kadar Sudanlı masum sivillerin canına ve malına kıymaya; ırzına geçmeye, yağmacılık yapmaya ara vermeden devam ediyorlar. Etnik temizlik, soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları gibi, Roma Statüsü ve uluslararası sözleşmelerde belirtilen tüm suçları çekinmeden işliyorlar. Mensupları bu suçları kayda alıp sosyal medyada yayınlıyorlar, hatta medyaya servis ediyorlar. Tüm bunlara rağmen uluslararası toplumun tepkisi yok denecek kadar az. Çünkü uluslararası siyaset ikiyüzlülük üzerine kuruludur, özellikle de söz konusu Amerika olduğunda. Amerika, Hızlı Destek Kuvvetleri’ni Sudan’daki çıkarlarını korumak için kullandığı başlıca araçlardan biri olarak görmekte, devletin tepe yöneticilerini de bu doğrultuda yönlendirmektedir. Hedeflerinden biri, İngiltere’nin eski sömürge düzeninden kalan oluşumları (örneğin Sümud) etkisiz hâle getirmek ve Güney Sudan’dan sonra şimdi de Darfur’un ayrılığına zemin hazırlamaktır. ABD’nin Hızlı Destek Kuvvetleri’nin işlediği suçları görmezden gelmesi, uluslararası toplumun bu konuda etkili adımlar atamamasına yol açmaktadır. Amerika’nın bu güçleri Cidde platformu üzerinden yeniden yapılandırma çabası, sürekli tekrarladığı ‘Sudan krizinin askeri çözümü yoktur’ söylemiyle paralellik arz etmektedir.

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak biz, bu son katliamın yanı sıra geçmişte işlenen ve bugün hâlâ Darfur başta olmak üzere çeşitli bölgelerde işlenmekte olan katliamların sorumluluğunun Hızlı Destek Kuvvetleri liderlerine ait olduğunu söylüyoruz. Bu dökülen kanların vebali, hem bu suçu işleyenlerin hem de onları yönlendirenlerin boynundadır. Allah Subhânehu ve Teâlâ, kasıtlı olarak bir mümini öldüreni öyle bir azapla tehdit etmiştir ki, bu tehdit yalnızca bu günah için geçerlidir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَمَنْيَقْتُلْمُؤْمِناًمُتَعَمِّداًفَجَزَاؤُهُجَهَنَّمُخَالِداًفِيهَاوَغَضِبَاللَّهُعَلَيْهِوَلَعَنَهُوَأَعَدَّلَهُعَذَاباًعَظِيماً“Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası içerisinde ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap eder ve lanet eder. Onun için büyük bir azap da hazırlamıştır.” [Nisa 93]

Bu masum sivilleri koruyamayan hükümeti de ağır bir vebal altındadır! Zira şeran sivilleri korumakla sorumludur ve bunu yapabilecek güçtedir. Ne var ki orduyu görevini yapmaktan alıkoyan güçlerin oyuncağı haline getirmiştir. Oysa Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, güvenliği, toplumun en temel ihtiyaçlarından bir olarak görmüştür:

مَنْ أَصْبَحَ مِنْكُمْ آمِناً فِي سِرْبِهِ مُعَافًى فِي جَسَدِهِ عِنْدَهُ قُوتُ يَوْمِهِ فَكَأَنَّمَا حِيزَتْ لَهُ الدُّنْيَا بِحَذَافِيرِهَا“Sizlerden her kim vücutça sağlıklı, nefsinden, malından korkusuz ve huzurlu, günlük yiyeceği de yanında olarak sabahlarsa, sanki dünyanın bütün nimetleri kendisinde toplanmış gibi olur.” Hatta Müslümanların halifesi, yani İslam Devleti’nin başı, İslam’da ümmeti koruyan bir kalkan olarak tanımlanmıştır. Bu konuda Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ“İmam ancak bir kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla korunulur.”

Ümmet bugün o koruyucu kalkandan yoksundur. Onun yerini Batılı kâfir sömürgecilere hizmet eden, onların talimatlarıyla hareket edip halklarına ihanet eden işbirlikçi yöneticiler almıştır. Bu nedenle tüm Müslümanlara, özellikle de güç ve etki sahibi olanlara düşen görev açıktır: Gasp edilen İslamî yönetimi geri kazanmak için harekete geçmek ve Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti yeniden kurmak için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermektir. Hilafet, nerede yaşarlarsa yaşasınlar tebaasına huzur ve güvenlik getirecek, ülkelerimizi ve kaynaklarımızı hoyratça kullanan ve Müslümanların kanının sel gibi akmasına aldırış etmeyen kâfir sömürgecinin elini kıracak, kökünü kazıyacaktır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü

Devamını oku...

Yahudi Varlığı ve Hamisi Batı, Yaklaşan Hilafet Depreminden Kendi Çekindiği Gibi Uyarıda da Bulunuyor

Yahudi varlığı Başbakanı Binyamin Netanyahu, birkaç gün önce yaptığı açıklamada, “İsrail”in kuzey, güney sınırlarında veya Batı Şeria’da bir İslami halifeliğin kurulmasına izin vermeyeceğini’ söyledi. Bu ifadelerle Suriye, Gazze Şeridi ve Batı Şeria’ya atıfta bulundu. Netanyahu, yaptığı son açıklamada, Ortadoğu’nun çehresini değiştireceğimizi defalarca tekrarladım ve şu anda da bunu yapıyoruz. Gazze, Lübnan ve Suriye’de İran eksenine büyük darbe vurduk. Düşmanımızı iyi tanıyoruz. Ne burada ne de Lübnan’da bir hilafet devletinin kurulmasını asla kabul etmeyeceğiz. “İsrail”in bekasını garanti altına almak için elimizden geleni yapacağız.” ifadelerini kullandı. Netanyahu’nun bu sözleri, kısa süre önce yaptığı “Akdeniz kıyılarında herhangi bir İslami hilafetin kurulmasına izin vermeyeceğiz” açıklamasıyla aynı zamana denk geliyor. Tüm cephelerdeki potansiyel saldırıları hedef alacaklarını ilan eden Netanyahu, Allah’ın vaadinin gerçekleşmesini kendi iznine bağlı sanan bir gurur abidesine dönüşmüştür!

Netanyahu’nun İslam Hilâfeti’nin dönüşüne yönelik bu uyarılarını ve açıklamalarını doğru anlayabilmek için, Batılı siyasetçilerin ve önde gelen entelektüellerin son dönemdeki benzer uyarılarıyla birlikte değerlendirmek gerekir. Çünkü bu açıklamalar, İslam’ın yeniden bir devlete ve bir halifeye kavuşacağı gerçeğinden duydukları derin korkunun bir tezahürüdür. Zira Halife, kokuşmuş Netanyahu ve metamorfoz varlığına, İslam’a ve Müslümanlara savaş açan, mukaddesatımızı çiğneyen herkesin yüzüne karşı “Ey Allah düşmanı! Yanıt duyduklarınız değil, gördükleriniz olacaktır.” sözlerini haykıracaktır. Netanyahu’nun açıklamaları, İslam’ın devletleşmesini ve sisteminin uygulanmasını engellemek için Yahudi varlığını İslam’a karşı yürütülen savaşta öncü bir güç olarak desteklemeleri konusunda Amerika ve Batı’dan yardım dilendiği anlamına geliyor.

Düşmanlarımızın Müslümanların bir devlet çatısı altında birleşmesinden doğacak tehlikeyi kabul ettiklerini ve bu büyük olayın yaklaştığını fark ettiklerini görüyoruz. Hal böyleyken kendi insanlarımızdan birçoğunun Hilafeti hâlâ bir hayal veya gerçekleşmesi uzak bir rüya olarak görmesi gerçekten üzüntü vericidir. Halbuki İslami yönetimi kurmak, Hilafet Devleti aracılığıyla İslam’ı uygulamak Rabbimizin bir farzıdır, hatta farzların tacıdır. Her Müslümanın, bu yüce şerefli mücadelede bir tuğlası olabilmesi için elinden gelen çaba göstermesi gerekir. Kaldı ki Hilafetin yeniden kurulması hem Allah’ın vaadi hem de Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesidir. Zira ancak hilafetle bizler, asıl kimliğimize dönebiliriz, yeniden dünyaya hükmedebiliriz, kaybettiğimiz izzetimizi geri kazanabiliriz, mukaddesatımızı Yahudi işgalinden kurtarabiliriz, Müslümanların canını, malını ve namusunu koruyabiliriz, Rabbimizin emrettiği şekilde tam bir İslam sistemi tesis edebiliriz!

وَأَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللهُ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ“Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma.” [Maide 49]

Yahudi varlığının Gazze’de, Filistin’in genelinde ve yeryüzünün zalimlerinin ve suçlularının desteklediği Esed rejiminin yıkılışının ardından Şam’da sergilediği pervasızca saldırganlık, Amerika’dan aldığı yeşil ışıkla bölgede yeni bir gerçeklik dayatma arzusunun bir ürünüdür. Bu taşkınlık, çok yakında Allah’ın izniyle Allah düşmanları istemese de yerle bir olacak bir varlığın, hayalî bir güvenlik arayışından başka bir şey değildir. Bizimle Yahudiler arasındaki mücadelenin mahiyetini Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem belirlemiştir. Bu yolun nasıl izleneceğini ise Sa’d bin Muaz açıkça göstermiştir. İsra Suresi de bu yolda bize rehberlik eden bir ışık olmaya devam edecektir, dolayısıyla amacımıza ulaşana kadar asla gevşeklik ve yumuşaklık göstermeyeceğiz!

Yahudilerin Gazze ve Şam’daki küstahlığı karşısında yumuşaklık, uzlaşma, barışçıl mesajlar, normalleşme adımları, uluslararası güçlerin şartlarını kabul etmek veya zalimlere en ufak bir taviz vermek asla işe yaramayacaktır. Aksine, Allah’tan yana olmak, O’nun rızasını kazanmak için ideolojik ve kararlı bir duruş sergilemeliyiz ki, O da bizim yanımızda olsun, bizi ümmeti ve halk desteğini arkamıza almamız onuruna ulaştırsın. Ümmetin Gazze direnişine verdiği destek, Mescid-i Aksa’ya olan sevgisi ortada! Bu ümmetin ruhunda cihat ateşi hiç sönmemiştir! Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın özgürleştirilmesi, onurlu Gazze ve Aksa Tufanı halkının yardımına koşulması ancak İslam ümmetine mensup orduların, sadık liderlerin komutasında zincirlerini kırıp sınırları aşmasıyla mümkündür. Bu liderler, İslam’ın hamileri olacaklardır, yıpranmış, çökmeye yüz tutmuş tahtların bekçileri değil. Çünkü bu tahtlar, azameti kırılmış ve burnu yere sürtülmüş bir varlığın can simidini ve ilk savunma hattını teşkil etmektedirler. Gazze’deki sabırlı ve imanlı bir avuç insan, onun kâğıttan bir kaplan olduğunu gözler önüne serdi. Şimdi de ümmete ve güç sahiplerine şöyle sesleniyorlar: Size yolu açtık, engelleri kaldırdık. Şimdi sıra sizde: hadi yürüyün ve durmadan ilerleyin!

Ey İslam ümmeti! Ey İslam beldelerindeki güç ve kuvvet ehli! Ey Şam devrimcileri ve mücahitleri! Haydi Allah aşkına Allah’ın vaadini ve Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesini gerçekleştirmek için tek yumruk olalım! Allah, kurulacak izzet, zafer ve hâkimiyet devletiyle inanan bir topluluğun yüreğine su serpecektir.

وَيَقُولُونَ مَتَى هُوَ قُلْ عَسَى أَن يَكُونَ قَرِيباً“Ne zamanmış o?” diyecekler. De ki: “Yakın olsa gerek!” [İsra 51]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti, Batı Modernitesi Takipçilerini Açık Bir Münazaraya Davet Ediyor

Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti’nin 26 Nisan 2025’te “Modern Devletin Çöküşü ve Hilafet Devletinin Kaçınılmazlığı” başlığı altında düzenlediği yıllık Hilafet Konferansı, Tunus halkı üzerinde sözde hak iddia eden ve Batı’ya aşağılık bir fikri ve siyasi bağımlılık dayatmaya çalışan Batı modernitesi yandaşlarının partiye karşı yürüttüğü çirkin bir karalama ve kışkırtma kampanyasıyla eş zamanlı olarak gerçekleşti. Bu kimseler, Tunus halkının Müslüman bir halk olduğunu ve yıllardır ülkeyi kuşatan kültürel, siyasi ve ekonomik sömürgeden kurtulmayı arzuladığını görmezden geldiler.

Bu yoğun karalama kampanyasına karşı, Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Medya Bürosu şu noktaların altını çizmek ister:

1-    Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti, 2025 Hilafet Konferansı kapsamında, İslam akidesinden kaynaklanan bir uygarlık projesi sunmuştur. Bu proje, modern devletin yönetim, eğitim, ekonomi ve dış politikada yol açtığı derin krizlere karşı İslam’ın çözüm gücünü ortaya koymayı amaçlamıştır. Bu sunumla parti, Tunus halkının ve ülkenin bilinçli kesimlerinin dikkatini İslam’ın hayata dair her alanda sunduğu muazzam yasama mirasına çekmeyi hedeflemiştir. Çünkü İslam, sadece bir inanç değil, uygulanabilir bir yaşam sistemidir. Bu sistem ancak Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devletinde uygulanabilir. Hilafet, bugün tüm insanlığı seküler sistemlerin ve modernitenin ateşinden kurtarabilecek yegâne yoldur.

2-    Modernite savunucularının, Hizb-ut Tahrir’in fikirlerini tartışmak yerine karalama kampanyalarına, iftiralara ve otoriteyi tahrik etmeye başvurmaları, aslında fikrî anlamda iflas ettiklerinin açık göstergesidir. Alternatif sunamıyor, kendi düşüncelerinin içine düştüğü çıkmazdan çıkamıyorlar. Bu yüzden de delil ve mantıkla karşı koymak yerine iftiraya, karalamaya ve ucuz provokasyonlara başvuruyorlar. Bu da onların zayıflıklarının ve fikri mağlubiyetlerinin en bariz alametidir!

3-    Görünüşe göre Tunus’taki modernite yanlıları, Batı düşünce sahnesindeki gelişmeleri takip edememektedirler. Batılı düşünürlerin modernizmin başarısızlığını itiraf edip ‘postmodernizm’ diye yeni bir kavram icat etmeleri, bu batıl uygarlık projesinin iflas bayrağını çektiğinin bir resmidir! Aynı Batılı düşünürler, tüm yamama girişimlerine rağmen çöküş sürecini durduramadıklarını itiraf etmişlerdir. Madem Batı’nın kendi aydınları bile modernizmin iflas ettiğini kabul ediyor, o halde Tunus’taki takipçilerinin İslam’ın sunduğu mükemmel çözümler varken hâlâ bu sömürgeci Batı düşüncesinin dışında çözümler aramamaları akıl alır şey midir?

4-    Hizb-ut Tahrir, ülkeyi her türlü Batı hegemonyasından ve inancımızı, kültürümüzü ve kimliğimizi hedef alan sömürgeci projelerden kurtarmayı amaçlamaktadır. Parti, siyasi kararın İslam’a göre alınması ve ülkeye gerçek egemenlik kazandırılması için çalışmaktadır. Bu bağlamda zenginliklerin geri alınmasını talep etmiş ve bugün Tunus topraklarında gerçekleşen Amerikan “AFRİCOM” askeri manevralarını reddetmiştir. Bu uğurda mensupları kovuşturmalara maruz kalmış ve askerî mahkemelerde yargılanmışlardır. Modernizm yandaşları ise Amerikan ordusunun ülke egemenliğini ihlal etmesi ve Gazze’deki kardeşlerimize karşı Yahudi varlığına destek vermesi hakkında tek bir söz dahi etmemişlerdir!

5-    Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti, modernist düşünce yanlılarının Hilafete karşı yürütülen savaşta, Yahudi varlığı başbakanı Netanyahu ile aynı safta yer almalarını istememektedir. Netanyahu, Hilafet Konferansı öncesinde, Akdeniz kıyılarında bir İslami hilafetin kurulmasına asla izin vermeyeceklerini açıklamıştır. Parti, bu çevreleri kendi ümmetlerinin ve onun uygarlık projesi olan Raşidi Hilafetin yanında yer almaya çağırmaktadır. Hilafet, Yahudilere şeytanın vesvesesini unutturacak ve arkalarındaki Batı’yı darmadağın edecektir.

6-    Hizb-ut Tahrir, Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafeti kurmaya çağırdığı gibi, Batılı düşünürleri ve onların Tunus’taki takipçilerini de gerçeklerin çarpıtılmadığı veya yanıltılmadan sunulacağı açık ve dürüst bir fikir münazara yapmaya davet ediyor. Böylece hakkın delilleri ortaya çıkacak ve sahte Batı modernliği ve demokrasisinin gerçek yüzü ve maskesi ifşa olacaktır. İslam, Batı’ya ve yandaşlarına akıl ve mantık temelinde meydan okumaktadır. Onların ise bu fikrî münazaradan kaçmaları ve yerine tahrik ve baskıya yönelmeleri, zayıflıklarının ve delillerinin çürüklüğünün açık göstergesidir.

7-    Sonuç olarak diyoruz ki: Batı uygarlığı güneşi batmak, İslam uygarlığı güneşi ise doğmak üzeredir. Hizb-ut Tahrir, hilafeti kurma yolunda kararlılıkla ilerlemektedir. Hilafet, insanlığı vahşi kapitalizmin ve krize saplanmış modernitenin karanlığından kurtaracaktır. Yeryüzüne adalet ve rahmet nurunu yayacaktır. Ve o gün Allah’ın izniyle çok yakındır.

Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

الَّذِينَ إِن مَّكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ“Onlar ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.” [Hac 41]

Devamını oku...

Filistin, Gösteriler Ya Da Hayali Hava veya Deniz Savaşıyla Değil Müslüman Orduların Da Katıldığı Bir Kara Savaşıyla Kurtarılır!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Filistin, Gösteriler Ya Da Hayali Hava veya Deniz Savaşıyla Değil
Müslüman Orduların Da Katıldığı Bir Kara Savaşıyla Kurtarılır
!

Husiler, her Cuma öğleden sonra Sana'da ve kontrolleri altındaki bölgelerde bulunan diğer şehirlerin meydanlarında düzenledikleri gösterilerin ardından, birçok camide akşam namazından sonra yaptıkları konuşmalarda, kendi liderlikleri altındaki Yemen halkının Filistin davasını destekleyen ve Gazze'yi yok eden ve Gazze'deki ekini ve nesli helak eden Yahudi varlığına karşı savaşlarında Gazze halkını desteklediklerini söylemeyi alışkanlık haline getirdiler... Dolayısıyla Husiler, üç haftadır kontrol ettikleri bölgelerdeki pek çok şehirde kendilerine karşı başlatılan Amerikan saldırıları ne kadar fedakârlığa mal olursa olsun, Amerika ve Yahudi varlığının gemilerine saldırarak Gazze'yi desteklemeye devam ediyorlar ve Gazze'ye yönelik vahşi saldırılarını durdurana kadar Yahudi varlığına roket atmaktan ve milyonlarca Yemenliyi her hafta onlara karşı gösteri yapmak üzere harekete geçirmekten vazgeçmiyorlar.

Meydanlardaki gösteriler, camilerdeki dualar, Babülmendep Boğazında yaptıkları eylemler ve Yahudi varlığının savunması tarafından engellenen veya ıssız bölgelere düşen ve Yahudilere ne can ne de mal açısından hiçbir zarar vermeyen roket ve insansız hava araçlarının fırlatılması, evet tüm bu eylemler, Filistin'in kurtuluşuna yol açar mı?!

Aklıselim birinin kabul ettiği ve hiçbir tartışma kabul etmediği ayın dördü gibi açık olan gerçek şudur ki, işgal altındaki herhangi bir ülke ancak kendi ordusuna sahip olan bir güçle ya da kendisine akide bağıyla bağlı olan ve hatta milliyetçilik bağı ile bağlı olan çevre ülkelerin orduları tarafından kurtarılabilir.

Filistin, çevresindeki ülkeleri İslam akidesi bağıyla bağlayan İslami bir belde olup Müslüman ülkelerin ayrılmaz bir parçasıdır ve bir orduya sahip olmadığı için de kurtuluşu içeriden olamaz. Bu yüzden Ayn Calut'ta Tatarları yenen Mısır ordusu, Konstantinopolis'i fetheden Türk ordusu ya da diğer Müslüman ordular gibi dışarıdan bir ordu tarafından kurtarılması gerekir.Bu orduların ya da bir kısmının bir araya gelerek Filistin topraklarına girip bir kara savaşının başlatılması ise, kaçınılmaz olarak dengeleri Müslümanların lehine çevirecek, toprakları ve namusları kurtaracak, Yahudileri hezimete uğratacak ve onları aşağılanmış ve küçülmüş bir şekilde oradan çıkaracaktır.

Tarih buna şahittir, zira Haçlılar Filistin'i işgal ettiler ve orada Müslümanların kanını döktüler ve bugünkü Yahudilerin yaptıklarını yaptılar ve Nasır Selahaddin Eyyubi liderliğindeki kurtuluş ordusu Filistin dışından gelip Filistin'i onların kirlerinden temizleyene, onları ağır bir yenilgiye uğratana, onları aşağılayıcı ve küçülmüş bir şekilde Filistin'den kovana ve Filistin'i tamamen Müslümanların yurduna döndürene kadar 88 yıl boyunca Haçlıların süngüleri altında kalmaya devam etti. Nitekim Filistin’in kurtuluşuyla birlikte halkı, yüzlerce yıl özgürlüğün tadını çıkardılar ta ki İslam düşmanları İngiltere önderliğinde yeniden komplo kurana kadar. Zira İslam düşmanları Yahudilere Balfour Deklarasyonu'nu verdiler ve 1948'de bugün hala süngüleri altında olan Filistin'e Yahudilerin varlıklarını yerleştirdiler. Nitekim buradaki suçları hiçbir gün durmamıştır. Zira Gazze'yi yıkmaları ve oradaki ekini ve nesli helak etmeleri vahşi suçlarına dair bir kanıttır.Eğer Müslümanların başındaki yöneticilerin Filistin'e ve halkına yönelik ihanetleri olmasaydı, Allah'ın hışmına uğramış ve miskinliğe mahkûm edilmiş olanlar bunu yapamazlardı ama aslanın yokluğunda fare güvende oluyor.

Ey Müslümanlar: Hepinizin görevi, orduları kışlalarından çıkmaya ve hain yöneticiler tarafından kendilerine takılan prangaları kırmaya ikna etmek ve böylece Allahu Ekber, Allahu Ekber nidalarıyla Yahudiler helak olduğu diye haykırmaktır. Zira azap yurtlarına indiğimizde, uyarılanların (fakat yola gelmeyenlerin) sabahı ne kötü olacaktır! Filistin, gösterilerle, camilerdeki dualarla, ister havada ister denizde hayali savaşlarla ya da mali bağışlarla değil, aksine sebepleri müsebbiblere bağlayan ve Filistin topraklarında kara savaşı veren, Yahudileri hezimete uğratan ve onları aşağılanmış ve küçük düşürülmüş bir şekilde Filistin topraklarından çıkaran ordular tarafından ya da tahtları devirmek ve onların enkazı üzerine Hizb-ut Tahrir'in liderliğinde Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurmak için ayağa kalkan ümmet tarafından kurtarılacaktır. Böylece ordular, Filistin'i ve kardeşlerini kurtarmak ve İslam'ı davet ve cihat yoluyla tüm dünyaya bir nur ve hidayet risaleti olarak taşımak için harekete geçecektir. إِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَعِيداً * وَنَرَاهُ قَرِيباًDoğrusu onlar (o azabı) ihtimalden uzak görüyorlar. Biz ise onu yakın görmekteyiz.” [Mearic 6-7]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hâşid Kasım – Yemen

Devamını oku...

Mısır, Sudan Siyasi ve Sivil Güçler Konferansının İkincisine Ev Sahipliği Yapıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Mısır, Sudan Siyasi ve Sivil Güçler Konferansının İkincisine Ev Sahipliği Yapıyor!

Haber:

Mısır, çözüm çabalarını hızlandırmak ve Sudan'da devam etmekte olan savaşı sona erdirmek amacıyla Sudanlı siyasi ve sivil güçler konferansının ikincisine ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu açıkladı ve Sudan İşlerinden Sorumlu Mısır Dışişleri Bakan Yardımcısı konferansın önümüzdeki dönemde gerçekleştirilmesi için hazırlıkların sürdüğünü vurguladı. (Et-Tayyar Gazetesi, 01/05/2025)

Yorum:

Bir yıldan kısa bir süre önce, tam olarak 6 Temmuz 2024 tarihinde Kahire'de, Sudanlı siyasi ve sivil güçlerin ilk kez bir araya geldiği bir konferans düzenlenmiş ve konferanstan iki gün sonra, bazı toplumsal güçler, kalıcı ateşkesin mekanizmaları, araçları ve izlenmesi de dahil olmak üzere savaşın derhal durdurulmasının gerekliliğini belirten sonuç bildirgesini imzalamayı reddetmişti. Ayrıca katılımcılar, Cidde Deklarasyonuna bağlı kalınması ve savaştaki son gelişmelere ayak uyduracak şekilde geliştirilmesi için uygulama mekanizmalarının ele alınması gerektiğini vurgulamışlardı. Bunun yanı sıra katılımcılar, kalıcı barışa ulaşmak için yapılacak çalışmaları takip etmek ve tartışmaları geliştirmek üzere bir komite kurulması konusunda da mutabakata varmışlardı.

Kimin imzalayıp kimin imzalamadığına bakılmaksızın, konferans sadece genel ilişkiler festivaliydi ve onda ciddi bir şey yoktu. Aslında konferansın yapılmasından maksat, yeniden harekete geçen ve aynı zamanda bu kez sahada var olduklarını kanıtlamak için harekete geçen ve açıklamalar yapmaya başlayan İngiltere ve Avrupa'nın sivil adamlarını kontrol altına almaktı; zira Amerika’nın adamları olan ordu, şu ana kadar onların kontrol altına alamamıştır.Görünen o ki Amerika'ya sadakati ve Sudan ordusunun yanında yer almasıyla bilinen Kahire'de başka bir konferans düzenlenmesi düşüncesi, özellikle bu haberi Mısır Dışişleri Bakanı Badr Abdul Ati'nin Çarşamba günü BM Genel Sekreteri Ramtane Lamamra'nın özel temsilcisini Sudan'daki siyasi ve saha gelişmeleri hakkında istişarelerde bulunmak üzere kabul ettiği haberiyle birlikte okuduğumuzda Amerika'nın İngiliz ve Avrupalı adamların hareketlerini kontrol altına almaya yönelik başka bir girişimdir. Nitekim Lamamra'nın siviller lehine çalışan İngilizlerin adamı olduğu ve aynı zamanda Sudan konusunda ABD'ye bağlı Arap Birliği'nin genel sekreteriyle de görüştüğü bilinmektedir.

Sudan'daki savaş yaş kuru her şeyi yiyip bitirmeye, onlarca insanı soğukkanlılıkla öldürmeye ve milyonlarcasını yerinden etmeye devam ediyor.Tüm bunların ise Amerika için bir önemi olmadığı gibi sadece kendi koltuklarıyla ve kendilerini yöneten efendilerini memnun etmekle ilgilenen Amerika'nın ajanları için de önemli değildir.Dolayısıyla Sudan meselesi, konferanslarla veya müzakerelerle değil, bilakis hakka dönerek, Sudan halkını komplolar ve komplocular hakkında bilinçlendirerek, onların elinden tutarak ve sömürgeci kâfirlerin kökünü kazıyacak İslam'ın sultanı-otoritesi olan Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafeti kurarak çözülecektir. Çalışanlar, işte sadece bunun için çalışsınlar.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İbrahim Osman (Ebu Halil) - Sudan

Devamını oku...

“Allah Sizin Kalbinize Vehn Yerleştirecektir”

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

وَلَيَقْذِفَنَّ اللهُ فِي قُلُوبِكُمْ الْوَهْنَ
“Allah Sizin Kalbinize Vehn Yerleştirecektir”

Haber:

Irak İstihbarat Şefi Hamid eş-Şatri ile Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara arasında Şam'da yapılan görüşmenin ardından Irak'ın, Suriye halkına hediye olarak 220.000 ton buğday göndereceğini açıklaması, Şam'ın, yaşadığı kıtlık nedeniyle 100 bin tonluk alım ihalesi açmasıyla aynı zamana denk gelmektedir.Açıklanan rakamlara göre Irak tarafından gönderilen miktar Suriye'nin açığının yaklaşık %17'sini karşılayacak ve bu da yaklaşık 27 gün yetecektir.

Küresel Platform raporuna göre Suriye yılda 1,7 milyon ton buğday üretiyor, ancak gerçek ihtiyacı 3 milyon tondur; dolayısıyla açık, 1,3 milyon tona ulaşmıştır. Verilere göre, Irak'ın Şam'a göndereceği 220 bin tonluk yardım, Suriye'nin açığının %17'sini karşılayacaktır.Suriye'nin aylık 250 bin ton buğdaya ihtiyacı vardır ve bu da Irak'ın bağışladığı 220 bin ton buğdayın, ülkenin yaklaşık 27 günlük ihtiyacını karşılayacağı anlamına gelmektedir.

Ayrıca mühendis Osman, Irak'ın Suriye halkına hediye olarak 220 bin ton buğdayı ulaştırmak üzere başlattığı kampanyadan dolayı Irak'a şükranlarını sundu ve bu kardeşçe davranışın, iki kardeş ülke arasındaki köklü ve tarihi bağları yansıttığını söyledi. (+964, 26/04/2025)

Yorum:

Hilafetin H. 28 Receb M. 3 Mart 1924 günü yıkılmasından bu yana Müslümanların hali, ne bir dostu sevindirmiş, ne de bir düşmanı öfkelendirmiştir; zira Müslümanların ülkeleri, yalan ve iftira ülkeleri olarak adlandırılan elliden fazla parçaya bölünmüş ve devletleri bir olup doğuda Çin sınırlarından batıda Endülüs'e kadar İslam'ın sancağı dalgalanmaya devam etmesinin ardından başlarına, yönetimi aşağılık birinden aşağılık birine miras bırakan, dokunan eli geri çevirmeyen ve ilk ve son kaygıları efendilerini memnun etmek ve ayakları çarpık koltuklarını korumak olan ajan yöneticiler musallat olmuştur.Bakın işte bu yaralı Gazze, 60.000 şehit ve 120.000 yaralı ile bir buçuk yıldan fazla bir süredir kan ağlamakta, yardım için feryat etmekte ama yardım edecek kimse bulunmamakta ve çocukların, kadınların ve yaşlıların çığlıklarına cevap verecek kimse ve bir Mutasım bulunmamaktadır. Oysa İslam ümmeti, kendisinden hayatın tüm işlerini çözen bir nizamın kaynaklandığı siyasi ve ruhi akide, genç enerjiler, yeraltı ve yerüstü servetler de dahil olmak üzere Allah bahşettiği birçok nimete sahiptir. Ancak Batı düşüncesinin ümmetin evlatlarının zihinleri üzerindeki tahakkümü ve onların habis vatancılığı ve kokuşmuş milliyetçiliği kutsamaları ülkelerini, ümmetin evlatları tarafından korunan ve düşmanlarının lehine kendisi için savaştıkları yapay sınırlarla parçalanmış hale gelmiştir!

Dolayısıyla bütün Müslümanların, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavliyle geri döneceğini müjdelediği Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti'ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışanlarla birlikte çalışmaları farzdır:ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı Üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır.” Zira Hilafet Devleti, yapay sınırları ortadan kaldıracak ve tebaanın tüm evlatlarına yiyecek gönderecek ve bunu bir minnet olarak değil, bir görevi olarak yapacaktır. Tıpkı kıtlık (Ramada) yılında meydana geldiği gibi; zira Müslümanların Halifesi Ömer İbn Hattab Radıyallahu Anh Mısır ve Irak valilerinden yardım istemiş ve kendisine şu cevap gelmişti: Lebbeyk ey müminlerin emiri; bu kervanların başı senin orada sonu da benim burada olacaktır; böylece kadınların, yaşlıların ve çocukların feryatlarına cevap verilmiş ve tek bir kadına bile saldırılmasına izin verilmemiştir. Yine tıpkı Mutasım günlerinde meydana geldiği gibi; zira Amuriyeli bir kadın kendisinden yardım istediğinde ona şöyle cevap vermiştir: Lebbeyk, onun için büyük bir ordu gönderiyorum; hem de o günlerde iletişim, bugünkü gibi de değildi! Ancak Kerim Peygamberimiz Salavatu Rabbi ve Selamuhu Aleyh’in şu kavliyle hakkında uyarıda bulunduğu vehn: يُوشِكُ الْأُمَمُ أَنْ تَدَاعَى عَلَيْكُمْ كَمَا تَدَاعَى الْأَكَلَةُ إِلَى قَصْعَتِهَا» فَقَالَ قَائِلٌ: وَمِنْ قِلَّةٍ نَحْنُ يَوْمَئِذٍ؟ قَالَ: «بَلْ أَنْتُمْ يَوْمَئِذٍ كَثِيرٌ وَلَكِنَّكُمْ غُثَاءٌ كَغُثَاءِ السَّيْلِ وَلَيَنْزَعَنَّ اللَّهُ مِنْ صُدُورِ عَدُوِّكُمْ الْمَهَابَةَ مِنْكُمْ وَلَيَقْذِفَنَّ اللَّهُ فِي قُلُوبِكُمْ الْوَهْنَ» فَقَالَ قَائِلٌ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، وَمَا الْوَهْنُ؟ قَالَ: «حُبُّ الدُّنْيَا وَكَرَاهِيَةُ الْمَوْتِ Aç insanların yemek kabına üşüştükleri gibi yakında diğer milletler de sizin başınıza üşüşeceklerdir." Dediler ki: Bu o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak ey Allah’ın Resulü? Dedi ki: “Bilakis sizler o gün çok olacaksınız, fakat sizler sel üzerinde akıp giden çer çöp gibi olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden sizden korkma duygusunu çekip alacak, sizin de kalbinize vehn yerleştirecektir.” Dediler ki; "Vehn nedir, ey Allah’ın Rasulü? Dedi ki: “Dünyayı sevmek ve ölümü kerih-kötü görmektir."

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Abdulhamid – Irak

Devamını oku...

Ortadoğu'nun Yeniden Şekillendirilmesi Amerika'nın Suriye Krizindeki Rolü ve Aksa Tufanı Operasyonunun Yansımaları Üzerine Stratejik Bir Okuma

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Ortadoğu'nun Yeniden Şekillendirilmesi Amerika'nın Suriye Krizindeki Rolü ve Aksa Tufanı Operasyonunun Yansımaları Üzerine Stratejik Bir Okuma

Giriş:

2011'de Suriye devriminin patlak vermesinden bu yana ister destek ister sessizlik ya da dolaylı müdahale yoluyla olsun, krizin gidişatındaki her büyük değişimin arkasında Amerika'nın olduğuna inanılıyor. Ancak bu genel anlayışa rağmen bazıları, ABD'nin özellikle Suriye rejiminin bekasına yönelik rolünün çelişkileri hakkında sorular sormaktadır. Amerika, Esad'ın düşmesine rağmen neden onu devirmedi ve onu korumaya devam etti? Şimdi neden hızla onun varlığını aşamalı olarak sona erdirecek siyasi bir çözümden bahsediliyor? Neden Amerika, 7 Ekim 2023'ten sonra bölgedeki kartları tamamen yeniden karıyor gibi görünüyor?

Bu çalışma, bu sorulara, soruna yönelik köklü İslami çözümü ortaya koyan şerî bir sonuçla tamamlanan dört ana eksende analiz ederek cevap arayacaktır.

Birinci Eksen: Amerika'nın önceliği Esad'ı devirmek değil, aksine bir alternatif üretmekti.

1-1 Beşar Esad kişisel değil, işlevsel bir araçtır.

Esad rejimi on yıllardır Yahudi varlığıyla “güvenli” sınırları muhafaza ediyordu ki Amerika'nın istediği şey de buydu.

ABD, daha sonra BM raporlarında da ortaya çıktığı üzere, 2013 yılında kimyasal silahın kullanılması konusunda sessiz kalmıştır.

Bu nedenle Esad'ı devirme kararı onun işlediği suçlarla ilgili değil, aksine bir araç olarak hayatta kalmasının faydasıyla ilgiliydi. Kaynak: İnsan Hakları İzleme Örgütü - Suriye'de Kimyasal Saldırılar (Human Rights Watch – Chemical Attacks in Syria)

1-2 ABD'nin güvendiği alternatifin olgunlaşması

Amerika, (daha önce Özgür Ordu gibi) alternatif bir siyasi ve askeri cephe olarak sözde “ılımlı İslam'ı” desteklemiştir.

Heyet Tahrir el-Şam, savaşan bir gruptan hareketi kontrol etme gündemine hizmet eden idari bir varlığa dönüşmesi üzere tasarlanmıştır.

Kontrolü kaybetme korkusuyla hiçbir gerçek cihatçı grubun Şam'a doğru ilerlemesine izin verilmemiştir.

İkinci eksen: Yahudi varlığını korumak kırmızı çizgidir

Yahudi varlığının güvenliği, ABD’nin politikasında değişmez sabit bir ilkedir.

ABD, Lübnan'ın güneyinde reddettiği gibi Suriye'nin güneyinden de bu varlığa düşman herhangi bir gücün çıkmasını reddetmektedir.

Bu nedenle Esad'ın devrilmesinden önce, “geçici varlığa” yönelik yeni bir tehdidin ortaya çıkmaması gerekiyordu. (Kaynak: Washington Yakın Doğu Politikası Enstitüsü)

Üçüncü Eksen: Önceliğin Çin'e doğru kayması, sonra da sürpriz

1-3 ABD dış politikasının Asya'ya doğru yönelmesi

Doğrudan savaşların (Afganistan ve Irak) başarısızlığa uğramasının ardından ABD'nin, ekonomik ve askeri rakip olarak Çin'e odaklanma yönünde kendini yeniden konumlandırması.

Orta Doğu'daki askeri varlığın azaltılması, Obama döneminden bu yana ABD yönetimlerinin önceliği olmuştur. (Analiz: Brookings Enstitüsü – Asya'ya Dönüş)

3-2 7 Ekim 2023 Sürprizi

Aksa Tufanı Operasyonu, ABD'nin tüm hesaplarını altüst etti:

Filistin davasını, küresel ölçekte yeniden ön plana çıkardı.

Arap halkı olarak giderek artan bir öfke patlaması oldu.

Ajan rejimleri utandırdı ve istikrarlarını tehdit etmeye başladı.

Bu nedenle Amerika şunlara başladı:

Öfkeyi kontrol altına almak için Mısır’ın "şekli tırmanışına" izin verdi.

Ürdün Kralı'nın halk hareketini absorbe etmesini destekledi.

İşleri kontrol altında tutmak için Türkiye'yi dengeleyici bir rol oynamaya teşvik etti.

Dördüncü eksen: Ortadoğu'yu yeniden şekillendirme projesi

Amerika bugün, aşağıdaki yollarla bölgeye yönelik "yeni mimariyi" pekiştirme çabalarını hızlandırıyor:

Zayıf rejimlerin parçalanması ve yeniden şekillendirilmesi (Sudan, Yemen, Libya).

İran ile Türkiye ve Yahudi varlığıyla nüfuz paylaşımına yönelik anlaşmalar yapılması.

Bölgede Yahudi varlığının "meşru" bir devlet olarak kabul edilmesini sağlayacak yeni bir normalleşme dalgasının geçirilmesi. (Analiz: RAND Corporation – Yeni Orta Doğu Düzeni)

Peki bu gerçeklik karşısında İslam'ın tutumu nedir?

Bugün yaşananlar, Amerika'nın planlarını yerel araçlar ve bölgesel vekillerle uyguladığı modern sömürgeleştirme silsilesinin tekrarından başka bir şey değildir. Bugün herhangi bir Müslüman'a şöyle sorulsa: Bütün bunlarla nasıl yüzleşeceğiz? Cevap kısmi ya da geçici olamaz.

* Tek şerî çözüm, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin kurulmasıdır:

Beyaz Saray'ın rızasına değil, Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti üzere biat edilen bir Halife.

Bağımlılığı ve bölünmüşlüğü sona erdiren siyasi bir vahdet.

Düşmanı caydıran ve Güvenlik Konseyi'nin onayını beklemeyen tek bir ordu.

Batı hegemonyasından bağımsız bir ekonomi.

Amerika'nın bugünkü hesapları ne olursa olsun, bir gün gelecek, kendisi ve bölgedeki ajanları için bir felaket olacak ve ümmet liderliğini, devletini ve İmamına Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti üzere biatini yeniden tesis ettiğinde doğrudan ümmetle karşı karşıya gelecektir. İşte o zaman her şey güzel olacak ve tüm bölgenin çehresi değişecektir. Batı, İslam beldelerini tehdit eden herhangi bir eylemde bulunmadan ya da bunu düşünmeden önce binlerce kez hesap yapacaktır. Yahudi varlığına gelince; işte o zaman onu bütün yeryüzünden kaldırmak günün bir piknik saatini alacak ve ne onu koruyacak bir toprak parçası, ne de gölgeleyecek bir gök olacak ve ondan hiçbir eser kalmayacaktır. İşte o gün müminler, Allah’ın yardımıyla sevineceklerdir.

Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı Üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır.” [Ahmed]

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَعَدَ اللهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِAllah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına dair vaatte bulunmuştur.” [Nur 55]

İşte bu, bağımlılığı ve ihaneti sona erdirecek, Yahudi varlığını ezecek ve Amerika ile Batı'nın tuzağını püskürtecek tek alternatif hadari projedir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Baha El- Hüseynî – Irak

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER