Perşembe, 17 Zilkâde 1446 | 2025/05/15
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

El Halil Valiliği, El Halil Halkına Karşı Pis Bir Kumpas Kurmak Üzere, Yönetimdeki Şer Odaklarını Bir Araya Getiriyor

2025 yılı 15 Nisan Salı günü, El-Halil Valiliği’nde bakanlar ve etkili isimler, El-Halil Valisi’nin katılımıyla bir araya geldiler. Bu buluşma, halkın malına göz dikmiş, haramla beslenmeye alışmış bir yönetimin doymak bilmez ihtirasının bir başka örneğidir. Bu toplantı, yolsuzlukla mücadele ve kamu malını koruma gibi söylemlerle tertip edilmiş olsa da esasında belediyeler ve yerel yönetimlerdeki kamu fonlarını merkezi otoritenin ve kurumlarının eline teslim etmek üzere kurgulanmıştı. Ve böylece, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın şu sözü onlarda tam anlamıyla karşılık bulmuş oluyor:

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ قَالُوا إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ“Onlara: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde, ‘Biz sadece ıslah edicileriz’ derler.” [Bakara 11]

Yetkililerin açıklamalarına göre bu toplantının da, otoritenin halkı sindirmek veya kandırmak için başvurduğu yolların da asıl amacı, belediyeleri ve yerel meclisleri, elektrik ve su borçlarını kapatmak bahanesiyle faizli krediye sürüklemektir! Yetkililer, belediyeleri ve yerel meclisleri bu faizli borçlanmaya zorlamak istiyorlar. İkinci amaçları ise su ve elektrik gelirlerine el koymak ve aslen belediyelere ait olan elektrik şirketlerinden belediyelere yapılan para transferlerini, yolsuzluk olarak nitelendirip mücadele etmektir.

Otorite ve şeytanlarının attığı tüm bu adımların yegâne amacı, Filistinlilerin, özellikle de El Halillilerin gasp edilmesine karşı çıktığı kamu kaynaklarına el koymak ve vergi gelirlerini artırmaktır.

İşin garip yanı da, El Halil Valisi El-Rabi’a radyosuna çıkıp faizli kredileri savunuyor! “Kimse kalkıp helal-haram demesin, faizi biz öderiz, yerel idare ödeyemezse biz üstleniriz” diyor. Sanki açık açık “Siz günaha girmekten korkuyorsanız, sorun değil! Biz bu günahı sizin yerinize işleriz!” “Siz Allah’ın haram kıldıklarından kaçınıyor olabilirsiniz, ama biz Allah’ın çizdiği sınırlara saygı duymayız!” demek istiyor.

Bu nedenle, Allah’ın hudutlarını açıktan çiğneyen, günah işlemeyi bir övünç gibi sergileyen o aklı kıt valinin, “Hizb-ut Tahrir camilerde su ve elektrik faturalarını ödememeye çağırıyor” diyerek Hizb-ut Tahrir’e de iftira atması elbette şaşırtıcı değildir! Biz, bu iftiracı valiye açıkça meydan okuyoruz! Hadi eğer söylediklerinde samimiysen, Hizb-ut Tahrir’in insanları senin iftira ettiğin şeye çağırdığını gösteren tek bir belge, tek bir açıklama, tek bir kelime getir!

Dahası, on yıllardır kamu fonlarının (El Halil elektriği) özel bir şirkete devredilmesine karşı mücadele eden Hizb-ut Tahrir ve beraberindeki El Halil halkı değil mi? O hâlde, asıl kamu malına sahip çıkan kim? Kamu malını asıl çarçur eden kim? Su ve elektrik gibi kamu malını, özel şirketlere devredip hırsızlara peşkeş çeken kim? Doymak bilmeyen iktidar çevresindeki çıkar odakları değil mi! Hadi söyleyin! Sözünü ettiğiniz şu “nakliye firması” kim? Halkın parasına çökmek isteyen iktidarın simsarları değil mi? Şimdi söyleyin ey vali! Hangi taraf daha doğru söylüyor ve hangi taraf kamu fonlarına daha çok sahip çıkıyor? Hizb-ut Tahrir mi yoksa kamu malını, hatta Filistin toprağını, halkını ve kanını bile heba eden otorite mi?

Filistin halkı zaten dar boğazda, siz daha da mı daraltacaksınız hayatlarını? Zaten yoksullar, siz üstüne yoksulluk mu bindireceksiniz? Yoksa Smotrich ve Ben Gvir’e yardım mı ediyorsunuz bu halkı göçe zorlamak için? Yoksa bu halka sadece birer para kesesi gibi mi bakıyorsunuz? Allah’tan korkun! Nasıl bir mantık bu? Halkın direnişi güçlendireceğiz diyorsunuz ama parasına el koyuyorsunuz, vergileri artırıyorsunuz! Bu mu destek? Bu ancak onları yoksullaştırır, fiyatları artırır, omuzlarına yeni yükler bindirir. Sayın vali, El-Rabi’a Radyosu’ndaki röportajınızda elektrik meselesinin yirmi yıldır biriktiğini ve geçmiş Filistin hükümetlerinin bu konunun üzerine ciddiyetle eğilmediğini bizzat kabul ettiniz. Öyleyse soruyoruz: Neden şimdi harekete geçtiniz? Neden bugün halkın sırtına çöküyorsunuz?

Yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar, Allah’ın yakıcı azabı gelip çatmadan önce bu işten vazgeçsinler.

Devamını oku...

Trump ve Sisi'nin Görüşmesi... İslam Mizanında Yerinden Edilmenin ve Rejimlerin Komplosunun Göstergeleri!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Trump ve Sisi'nin Görüşmesi... İslam Mizanında Yerinden Edilmenin ve Rejimlerin Komplosunun Göstergeleri!

Euronews'in 4/4/2025 Cuma günü internet sitesinde yer alan haberine göre ABD Başkanı, Abdulfettah Sisi ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirerek Gazze Şeridi konusunda “olası çözümleri” ve Yemen'de Husilere karşı “askeri ilerlemeyi” ele aldı ve görüşmeyi ve sonuçlarını övdü. Bu telefon görüşmesi, Gazze'nin yeniden inşası için 53 milyar Dolarlık bir plan öneren Arap zirvesinin ve bu planın da Gazze halkının "gönüllü ayrılış" adı altında yerinden edilmesi planını tercih eden Yahudi varlığı ile Amerika tarafından reddedilmesinin ardından geldi. “Kabinenin”, bu planı uygulamak için bir komitenin kurulmasını onaylaması, kısa bir aradan sonra 18 Mart'ta Gazze'ye yönelik saldırıların yeniden başlamasıyla aynı zamana denk gelmiştir. Aynı zamanda ABD, Trump'ın Husileri “yok etmekle” tehdit etmesinin ardından Husilere yönelik saldırılarını arttırırken, Yahudiler de Ekim 2023'ten bu yana 50.000'den fazla Filistinlinin ölümüne neden olan saldırılarını sürdürüyor.

Gazze Şeridi'ndeki Sağlık Bakanlığı verilerine göre Ekim 2023'ten bu yana 50.000'den fazla şehidin verildiği Gazze halkının maruz kaldığı günlük katliamların ortasında, ABD yönetimi bir kez daha kötü niyetli rolleriyle karşımıza çıkmıştır ama bu kez, Başkan Trump ile Mısır Cumhurbaşkanı Sisi arasında Gazze konusunda “olası çözümler” ve ABD'nin Yemen'de Husilere karşı askeri ilerlemesini ele alan bir telefon görüşmesi yoluyla gerçekleşmiştir. Bu görüşme, sıradan siyasi bir olay gibi görünse de Filistin davası ve tüm bölge açısından bünyesinde tehlikeli boyutlar taşımaktadır.

Bu görüşme sadece bir görüş alışverişi değil, bilakis özellikle Trump'ın Gazze halkını “gönüllü ayrılış” yaftası altında yerinden etme planını hayata geçirerek Filistin davasını tasfiye etmeye yönelik uluslararası komplo silsilesinin yeni bir halkasıdır. Bu plan, uluslararası hukuk ve insan hakları pahasına da olsa Gazze'yi herhangi bir şekilde kendisinden kurtulunması gereken demografik bir yük olarak gören Siyonist ve Amerikan vizyonuyla tamamen örtüşmektedir.

Bu görüşmenin ardından Trump'ın Truth Social platformunda görüşmenin sonuçlarını övmesi, kendisi ile Sisi arasında gerçekleşenlerin sıradan bir iletişim değil, somut uygulama adımlarına yol açması hedeflenen ileri bir koordinasyon olduğunu teyit etmektedir. Peki ya Sisi karşı mı çıktı? Yoksa her zamanki gibi Amerika'ya güvenceler mi sundu?

Bunların ışığında, Mısır'ın tutumunun, Gazze halkına destek olmak yerine, Refah sınır kapısını kapatarak, yardımları engelleyerek, yerlerinden edilenleri kısıtlayarak ve Amerika ile Yahudi varlığına lojistik kolaylıklar sağlayarak saldırının ritmini kontrol etmeye yönelik bir araç olduğu akıl sahibi herkes için açığa çıkmıştır. Tüm bunlar ise Arapların eylemsizliğinin ve uluslararası suç ortaklığının gölgesi altında gerçekleşmektedir.

Arap Zirvesi tarafından önerilen ve Washington ile Tel Aviv tarafından reddedilen 53 milyar Dolarlık Gazze'nin yeniden inşası planı, kan pahasına siyasi-ekonomik projeleri pazarlama girişiminden başka bir şey değildir ve işgalin gerçekliğini pekiştirmeyi ve meseleyi siyasi olmaktan ziyade insani bir meseleye dönüştürmeyi hedeflemektedir. Bunun Amerika ve Yahudi varlığı tarafından reddedilmesine gelince; bunun nedeni onların en büyük hedeflerinin gerçekleşmemesidir ki bu da: Gazze'yi halkından boşaltmaktır.

Burada, Gazze halkının nakledilmesini, yani bölgesel onay ve uluslararası sessizlikle onların zorla yerinden edilmesini hedefleyen Trump'ın planının gerçek yüzü ortaya çıkmaktadır. Knesset'in bu planı takip edecek özel bir organı onaylaması, planın sadece bir öneri olmaktan çıkıp, başta Mısır rejimi olmak üzere bölgedeki rejimlerin suç ortaklığıyla sahada uygulanacak pratik bir yola dönüştüğüne işaret etmektedir.

Trump'ın “Husilere karşı askeri ilerlemeden” bahsetmesi ise bu bağlamdan kopuk değildir; zira ABD'nin örgüte yönelik yoğun saldırıları, Husilerin Gazze ile dayanışmak amacıyla Kızıldeniz'de deniz ulaşımını hedef almasına bir yanıt olarak gelmiştir; çünkü ABD'nin tutumu, hiçbir zaman uluslararası ticareti savunmak olmamış, aksine bu deniz yollarına bağımlı olan Yahudi varlığının çıkarlarını korumak olmuştur.

Dolayısıyla İslam, tüm bu hareketleri, toprağı boşaltmak, işgali pekiştirmek ve halkların geriye kalan siyasi iradesini parçalamak yoluyla Filistin davasını tamamen tasfiye etmeyi hedefleyen sömürgeci ABD-Batı projesinin araçlarından başka bir şey olmadığı şeklinde görmektedir. Bu projeye ancak ümmetin akidesinden kaynaklanan ve onu samimi siyasi bir liderlik altında yeniden birleştirecek olan gerçek karşıt bir proje ile karşı konulabilir.

Trump'ın planı ve rejimlerin suç ortaklığı da dahil olmak üzere bu gelişmeler, Filistin'in konferanslar, yardımlar ya da parlak hitaplarla kurtulmasının imkansız olduğunu, aksine ajan rejimleri söküp atacak ve orduların pusulasını rejimleri korumaya değil, toprağı kurtarmaya yönlendirecek samimi bir güç tarafından kurtarılması gerektiğini bir kez daha teyit etmektedir. Bu yüzden bu mesele artık ertelenemez ve ümmet daha fazla kan dökülmesine ve yüzüstü bırakılmasına tahammül edemez.

Hizb-ut Tahrir, tüm Müslümanları, bu habis planın bilincinde olmaya, onu cümleten ve tafsilen reddetmeye ve komplocu rejimlerden başlayarak, Filistin'in kurtuluşunu şerî, askeri ve siyasi bir vacip haline getirecek Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurarak sömürgeci uluslararası sistemin bir bütün olarak yıkılmasına ulaşıncaya kadar planın araçlarını yıkmak için ciddi bir şekilde çalışmaya çağırmaktadır.

Artık ümmetin, Trump ve Sisi'nin görüşmelerinin geçici diyaloglar değil, aksine bir komplo diyaloğu olduğunu anlamasının zamanı gelmedi mi? Ümmet, Gazze halkı tamamen yerinden edilene kadar bekleyecek mi? Yoksa bu suç planına karşı direnme sorumluluğunu üstlenmek için harekete mi geçecektir? Cevap; ancak İslam'a dayalı gerçek bir siyasi eylem, örgütlü halk hareketi ve ordulara, hain rejimleri korumak için değil, Filistin'i kurtarmak için kışlalarından hareket etmesi için baskı yapılmasıdır.

Vakit ümmetin lehine değildir ve Trump'ın planı ilerlemektedir; bu yüzden ya ümmet bunu durdurmak için harekete geçecek ya da sessiz ve ihmalkâr davranarak yerinden etme ve yok etme suçuna ortak olacaktır!

Ey Kinane topraklarındaki kahramanlar, siz ey zalim ve tiranlar karşısında her zaman hakkın kılıçları olanlar, siz ey isimleri tarihte cihat ve onurla anılanlar, bugün sizlerin, Gazze'deki enkazın arasından haykıran, sizden yardım isteyen, sizin yardımınızı dileyen ve Filistin'i kurtarmak için sizin derhal harekete geçmenizi talep eden ümmetin çağrısına cevap vermek için tek bir adamın duruşu gibi durmanız gerekir.

Bugün bizi yöneten rejimler, Allah’ın ve ümmetin düşmanlarıyla komplo kurdular, sizler Mescid-i Aksa'yı kurtarmak için ön saflarda yer almanız gerekirken bu rejimler sizin önünüze engel oldular, şerî vacibinizi yerine getirmenizi engellediler ve Filistin'deki kardeşleriniz öldürülüp kadınları ve çocukları yerlerinden edilirken sizleri değersiz sınırları korumak için birer araçlar haline getirdiler.

Ey kahramanlar, bugün sizlerden bağımlılık zincirlerini kırmanızı ve hak ve adalet için ayağa kalkmanızı talep ediyoruz; zira Filistin, hep birlikte bizim savaşımızdır. Kendi işleri üzerinde bile hiçbir kontrolü olmayan ajan rejimlere itibar etmeyin, aksine ümmeti tek bir kelime üzerinde birleştirecek ve ordularını da İslam’a yardım etmek ve sancağını yükseltmek için seferber edecek Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin olduğu İslam Devleti’ni kurmak için harekete geçiniz ki dünyanın izzetine ve ahiretin onuruna nail olanlardan olasınız.

وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ

Sizden din konusunda yardım istediklerinde yardıma icabet etmeniz sizin üzerinize vaciptir.” [Enfal 72]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Said Fazıl

Devamını oku...

Eğer Erdoğan'ın Çağrıda Bulunduğu Şey Terk Etme ve İhanet Değilse, O Zaman İhanet Nedir Allah Aşkına?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Eğer Erdoğan'ın Çağrıda Bulunduğu Şey Terk Etme ve İhanet Değilse, O Zaman İhanet Nedir Allah Aşkına?!

Haber:

Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cuma günü resmi Facebook sayfasında yaptığı açıklamada, 1967 sınırları temelinde bir Filistin devletinin kurulması çabalarının devam edeceğine işaret ederek Filistinlilerin Gazze Şeridi'nden sürgün edilmesine yönelik herhangi bir önerinin Ankara için “hiçbir kıymeti” olmadığını söyledi. Ve şöyle ekledi: “İki devletli çözümün alternatifi yoktur. 1967 sınırları temelinde başkenti Doğu Kudüs olan, bağımsız, egemen bir Filistin devleti kuruluncaya dek yılmadan, yorulmadan mücadeleyi devam ettireceğiz.” Ve şöyle dedi: “Filistinli kardeşlerimizin kendi vatanlarında diğer dinlere mensup insanlarla birlikte özgürce ve barış içinde yaşayabilmeleri için elimizden gelen her türlü desteği ve çabayı göstereceğiz.Tek başımıza kalsak da Filistin davasını savunmaya devam edeceğiz.” (CNN El-Arabia)

Yorum:

Gazze'ye ve tüm Filistin'e karşı eylemsizliğinin apaçık ortaya çıkmasına, bilakis gaspçı varlıkla ticari ilişkilerini sürdürmesine, Gazze ve Batı Şeria'daki kan şelalesine ve halkımıza karşı işlenen vahşi katliamlara rağmen, evet tüm bunlara rağmen Erdoğan, hala atıp tutmaya ve yalanlarına devam ediyor!

Eğer 18 ay boyunca Gazze halkının başına gelenler, Erdoğan'ın NATO'nun en güçlü ikinci ordusu ve Ortadoğu'nun en güçlü ordusu olan Türk ordusundan tek bir askeri bile harekete geçirmesi için yeterli değilse ve eğer kan şelaleleri, ceset parçaları ve tonlarca moloz yığını onu Yahudilere savaş ilan etmeye ya da onlarla ticareti bile kesmeye sevk etmiyorsa, o halde Erdoğan'ın Filistin'e ve halkına yardım etmek için ihtiyacı olan ya da beklediği şey nedir acaba?!

Eğer Gazze ve Batı Şeria'yı destekleme konusundaki yüzüstü bırakmasını ve eylemsizliğini Erdoğan, Filistin ve halkına destek ve onun yanında yer almak görüyorsa, o halde yüzüstü bırakmak nedir acaba?!

(Atasözünde olduğu gibi) “Uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra küfür konuştu”.Zira geri dönüp Filistin'in terk edilmesi ve 7 Haziran 1967 sınırları temelinde bir Filistin devleti kurularak oradaki Yahudilerin güçlendirilmesi yönündeki çabaların sürdürülmesi çağrısında bulundu.Yani Filistin halkının, Yahudi varlığının yanında Filistin'in dörtte biri üzerinde cılız bir devleti elde etmesi için mücadele etme çağrısında bulundu!!Eğer bu ihanete ve terk edilmeye çağrı olmuyorsa, o zaman ne oluyor acaba?!

Erdoğan, Amerika'nın bölgedeki vaftiz babası ve Yahudilerin koruyucusu olup bir çocuğa ya da bir kadına bile yardım etmeyen söylemlerin ve boş sözlerin arkasına gizlenmekte, bunun da ötesinde terk edilmenin ve ihanetin, bir kahramanlık ve cesaretmiş gibi propagandasını yaparak hala eski saptırmalarına devam etmektedir!كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ إِن يَقُولُونَ إِلَّا كَذِباًAğızlarından çıkan bu söz ne büyük oldu! Yalandan başka bir şey söylemiyorlar.” [Kehf 5] O ve onun gibilerin hakkı yıkımdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müh. Bahir Salih

Devamını oku...

Hiçbir Özür Müslüman Bir Kadına Hakaret Etmenin Yerini Tutamaz

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Hiçbir Özür Müslüman Bir Kadına Hakaret Etmenin Yerini Tutamaz

Haber:

ABD Temsilcisi Marjorie Taylor Greene'in eski kocası tarafından taciz edilen üç Müslüman kadının avukatları, kamuya açık bir alanda namaz kıldıkları sırada yaşanan sözlü taciz olayı konusunda anlaşmaya vardı.Ramazan Bayramı'nda çekilen olayda Green'in bir Tesla Cybertruck'ın içinden bir grup başörtülü kadına küfürlü bir dille bağırdığı ve bunun da geniş çaplı bir öfkeye yol açtığı görülmektedir.Green, daha önce yaptı açıklamalar hakkında hem aleni hem de özel oturumlarında özür dilemiş ve kadınların kendisini affedeceğini umduğunu dile getirmişti. Nitekim kadınlara 75 bin Dolar tazminat ödenmesine karar verilmiştir.

Yorum.

Medyanın tepkisinden kaçınma baskısı, her zaman bu tür özür dileme tepkileri için motive edici bir faktör olmuştur.Eğer İslami değerlere yönelik doğru bir önyargı veya destek olsaydı, taciz olayı en başta meydana gelmezdi.

Dünyanın dört bir yanındaki küresel kampanyalarda hep aynı kişilerin, İslam ümmetinin öldürülmesini ve aç kalmasını desteklediklerini görmekteyiz. Ayrıca onlar, kendilerini İslam düşmanlarının destekçisi olarak nitelendirmekten de hiç utanmıyorlar.

Onların, İslami değerlere ve siyasi çözümlere yönelik nefretlerini ve tahribatlarını ifade etme konusunda kendilerini özgür hissettiklerini biliyoruz.Zira onlar, hiçbir gücün Müslümanlara yardım etmek için gelmeyeceğini ve yapabilecekleri en iyi şeyin de, sonuçların kişisel çıkarlarına en az zarar vermek olduğunu çok iyi biliyorlar.

Bu bacılar, 75.000 Dolar olan tazminatlarını yerel camilerine sadaka olarak vermekle cömertlik göstermişlerdir ancak Hilafetin yokluğunda çocukları hiçbir şekilde güvende olmayacaktır.

Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in siretine göre camiler,ümmetin işlerinin koruyucusu değildir.Müslümanlar Mekke'de açıkça namaz kılabiliyorlardı ancak İslami sistemi tam olarak uygulayacak bir otorite kurmak için onlara Medine'ye hicret etmeleri emredilmiştir.Geçmişte Müslümanların Kureyş kabileleri tarafından maruz kaldıkları fiziksel ve sözlü saldırıların ciddiyetinin farkındayız ancak onlar, bugünün tiranlarından daha onurluydular!Şimdi bize düşen, Kur'an'ın o zaman nasihat ettiği gibi cevap vermektir:وَالَّذِينَ هَاجَرُوا فِي اللهِ مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَلَأَجْرُ الْآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَZulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahiretin mükâfatı elbette daha büyüktür.” [Nahl 41]

Allah'ın izniyle ümmet olarak bizler, Müslüman kadını, Hilafetin gölgesindeki doğru konumuna ve korunmasına yeniden kavuşturma konusunda kararlı olmaya devam edeceğiz ve bunu gerçekleştirmek için de hiç yorulmadan çalışacağız.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İmrane Muhammed

Devamını oku...

Yemen’deki Çatışmalar Durmak Bilmiyor! Şimdi de Hadramut Ateş Altında!

12 Nisan 2025 Cumartesi günü, Hadramut’un kadim kabileleri geniş katılımlı bir toplantıda bir araya geldi. Bu toplantı sonrası yayımlanan bildiride, Amr bin Hubreş el-Uleyyî’nin liderliğindeki Hadramut Kabileler İttifakı, Hadramut’un kendi kendini yönetmesi gerektiğini ilan etti. Çatışan taraflara boyun eğmeyeceklerini açıkça belirten ittifak, Hadramut’un kendi gücünü kurması ve bu toprakları kendi evlatlarının koruması gerektiğini vurguladı. Aynı bildiride, Suudi Arabistan’ın desteği memnuniyetle karşılanırken, elektrik krizinin de acilen çözülmesi gerektiği ifade edildi.

Yemen’in genel manzarasına, özellikle de Hadramut’un haline dikkatle bakan biri, bu toplantı ve bildirinin, ittifakın reddettiği o çatışma sarmalının yalnızca bir başka aşaması olduğunu görecektir. Bu gerçeği pekiştirmek için şu hususların altını çizmek isteriz:

1- Hadramut Aşiretler İttifakı Başkanı Amr bin Habriş, tam dokuz yıldır Hadramut Valisi yardımcısı görevini üstlenmektedir. Bildiride vurgulanan Hadramut’taki kötü durum ise, onun bu göreve başladığı tarihten bu yana değişmeden süregelmektedir.

2- Hadramut Kabileleri İttifakının öne sürdüğü talepler, Güney Geçiş Konseyi’nin (GGK) kurulduğu günden bu yana kendi yandaşlarına vaat ettiği taleplerle birebir örtüşmektedir. Aden ve Güney Geçiş Konseyi’nin kontrolündeki diğer şehirler, bugün hâlâ sefaletin gölgesinde. Halk, sistematik zorluklara maruz kalmakta ve uzun süredir vaat edilen iyileştirmelerden hiçbirini somut olarak görememektedir.

3- Hadramut Kabileleri İttifakı, bildiride dışa bağımlılığı eleştiriyor ama aslında kendisi de aynı şeyi yapıyor. Çünkü başkanları Amr bin Hubreş, geçen Ramazan’ın sonlarında aniden Suudi Arabistan’a gidip Savunma Bakanı ve Yemen dosyasından sorumlu Halid bin Selman’la görüştü. Suudi Arabistan, Hadramut Kabileleri İttifakının yönünü belirlemek ve kontrol altında tutmak amacıyla çeşitli hamlelerde bulunmaktadır. Veliaht Prens Selman döneminde Riyad, İngiltere’nin Yemen’deki etkisini sınırlandırmak ve onun yerine ABD’nin nüfuzunu yerleştirmek için çeşitli yollarla Yemen’e nüfuz etmeye çalışmaktadır. Amerika, uzun süredir Hadramut’a göz dikmiş durumda. Mevcut büyükelçi Steven Fagin’in son altı ay içinde bölgeye gerçekleştirdiği üçten fazla ziyaret bu durumu teyit etmektedir. Önceki büyükelçi Stephen Seche’nin (2007-2010) açıklamaları da bu stratejik yönelimi destekler niteliktedir: “Hadramut, bağımsız bir devletin sahip olması gereken tüm unsurlara sahiptir.”

Dolayısıyla bu bildiri, bölgesel (Suudi-BAE) bir çekişmenin yansımasıdır. Yüzeyde Suudi Arabistan ile BAE’nin rekabeti gibi görünse de, özünde Hadramut üzerinde süregelen bir Amerikan–İngiliz çatışmasıdır. Yaklaşık 193 bin kilometrekarelik genişliği ve devasa yeraltı zenginlikleriyle Hadramut, bu çatışmanın merkezinde yer almaktadır. Çatışmanın yerel aktörleri, yerel halkın temel ihtiyaçlarını veya çıkarlarını hiç dikkate almamaktadır. Yoksa bu savaş bu kadar uzun sürer miydi? Gençlerin kanı bu kadar kolay akıtılır mıydı Yemen topraklarında? Tıpkı güneyin halkına yıllar önce “zenginlik” vaadiyle yutturulan yalanlar gibi “Hadramut” ve “Hadramut’un petrolü” gibi parıltılı sözlere aldanmayın. Bugün bize hükmedenler, bu kavganın maskeli oyuncularıdır. Onlar çözüm getiremezler, çünkü çözümün değil, sorunun bir parçasıdır onlar.

Gerek Hadramut, gerekse Güney ya da Mehrah için yapılan bu ve benzeri ulusal ya da etnik temelli çağrılar, İslam’ın reddettiği cahiliye çağrılarından başka bir şey değildir. Aslında bu çağrılar, Müslümanları parçalara ayırmak ve kendi içlerinde çatışmaya sürüklemek için Batı’nın çizdiği planların bir parçasıdır. Ne yazık ki bugün bazı Müslümanların, Müslümanlar arasında çatışmalara yol açan şeytani projelerde birer asker olarak yer aldığına şahit olmaktayız. Oysa İslam, davaları ve ümmetleri için birleşmelerini Müslümanlara farz kılar. Bu birliktelik ancak İslam’ın hâkim olduğu bir yönetim sistemi altında mümkün olabilir; Batı’ya doğrudan bağlı ya da Yemen’in çevresindeki ülkeler aracılığıyla yönlendirilen liderlerin yönetimi altında değil.

Ey Yemen halkı! Biz Hizb-ut Tahrir olarak size bir kez daha hatırlatıyoruz ki, sizin ve tüm Müslümanların sorunlarının yegâne çözümü İslam’dır ve Hilafet Devletidir. Zira Hilafet, İslam’da öngörülen tek yönetim biçimidir. Bu devlet, sizin izzetinizin ve refahınızın kaynağıdır; dünya ve ahirette kurtuluşun yoludur. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى“Kim Benim zikrimden yüz çevirirse, mutlaka onun için sıkıntılı bir geçim vardır. Ve kıyamet günü onu, kör olarak haşredeceğiz.” [Taha 124]

Devamını oku...

Sudan’daki Anglo-Amerikan Nüfuz Mücadelesinin Yoğunlaştığı Bir Dönemde Londra’daki Sudan Konulu Konferans Akamete Uğradı

15 Nisan 2025 Salı günü İngiltere’nin başkenti Londra’da düzenlenen Sudan konulu konferans fiyaskoyla sonuçlandı ve bir sonuç bildirgesi yayınlanamadı. 16 Nisan 2025 tarihinde Independent Arabia gazetesinin aktardığına göre, bildirinin yayımlanamamasının nedeni Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi bazı Arap ülkeleri arasında yaşanan anlaşmazlıklar olarak gösterildi.

İngiltere’nin çağrısıyla düzenlenen ve Avrupa, Amerika, bazı Arap ve Afrika ülkeleri ile BM, Arap Birliği, Afrika Birliği ve IGAD gibi uluslararası kuruluşların katılımıyla gerçekleştirilen konferansın amacı, etkinliğe medya ve siyasi düzeyde küresel bir ağırlık kazandırmak ve Sudan’daki çatışmaya uluslararası bir çözüm platformu sunmaktır.

Konunun daha iyi anlaşılması için aşağıdaki gerçeklerin açıklanmasın fayda var:

Birincisi: İngiltere’nin Sudan’daki çatışmaya çözüm arayışı samimi değildir. Bu konferans, 2019 devrimiyle Amerika yanlısı rejimin yıkılmasından sonra belirginleşen Anglo-Amerikan nüfuz mücadelesinin bir tezahürüdür. Askeri aktörler arasında yaşanan mevcut çatışma da, uygulanmış olsaydı Sudan’ı Amerikan nüfuzundan İngiliz etki alanına geçirecek olan çerçeve anlaşmasını bertaraf etme amacı taşımaktadır.

İkincisi: Savaşın patlak vermesinden bu yana İngiltere, Sudan’daki Amerikan planlarını baltalamak için siyasi hamleler yapmaktadır. Önce Özgürlük ve Değişim hareketi, ardından İlerleme Koordinasyonu, en son da Direniş grubu üzerinden politik manevralar yaptı ancak başarılı olamadı. Zira Amerika, İngiltere yanlısı sivilleri halkın gözünde şeytanlaştırdı ve mimarı olan sivillerin dahi artık gündeme getirmediği çerçeve anlaşmasını tamamen rafa kaldırdı. Ancak İngiltere pes etmedi! Hızlı Destek Güçleri’nin son zamanlarda savunmasız sivillere, özellikle de Darfur’un başkenti El-Faşir’deki mülteci kamplarında (Zemzem Kampı örneğinde olduğu gibi) işlediği vahşetleri gerekçe göstererek, bu konferansı fikrini devreye soktu.

Üçüncüsü: ABD, Sudan’daki siyasi çözümün kendi kontrolü dışında konuşulmasına asla izin vermeyecektir! Ayrıca başlattığı bu savaşı da ancak amaçlarına ulaştığında durduracaktır. Kaldı ki zaten hedeflerine neredeyse ulaşmış durumdadır. Amerikan yönetiminin, Sudan’da yıllardır emek verdiği operasyonun meyvelerini İngilizlere yedirmesi elbette beklenemez. Bu nedenle, Londra konferansını akamete uğratmak için Mısır ve Suudi Arabistan’daki ajanlarını devreye soktu. “Arap ülkeleri, Sudan’da ateşkes görüşmelerini kolaylaştırmak için ortak bir temas grubu kurulmasını öngören bildiriye imza atmayı reddettiler. Mısır, Suudi Arabistan ve BAE arasında bu metinle ilgili tüm gün süren tartışmalar yaşandı.” İngiliz Dışişleri Bakanlığı da yaptığı açıklamada ortak bir siyasi yol haritasında anlaşmaya varılamamasından dolayı üzgün olduklarını ifade etti. (16.04.2025 Monte Carlo)

Sonuç olarak, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak biz, bu uğursuz savaşın başlamasından önce de sonra da Sudan halkını İngiltere ve Amerika arasındaki çıkar savaşının ülke için yıkım getireceği konusunda defalarca uyardık. Nitekim bugün ortaya çıkan gerçekler, daha önce ifade ettiklerimizin doğruluğunu açıkça gözler önüne seriyor.

Sudan’ın samimi evlatlara yönelik çağrımızı bir kez daha yineliyoruz: Ülkemizi sömürgeci güçlerin çatışma arenasına çevirenlere karşı durun; onları ifşa edin ve ümmetin projesini benimseyin. Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet projesi, sömürgeci kafirin kökünü kazıyacak, Sudan’a ayağa kaldıracak, değiştirecek, sömürgeciye olan bağımlılığı sona erdirecektir. Ayrıca dünyevî izzet, ilahî rıza ve uhrevî şeref demektir Hilafet.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Şer’i Yükümlülüklerinden Kaçmak İçin Çaresiz Numarası Yapanlardan Daha Biçare Kimse Olamaz, İslam Dünyasının Öfkesine Rağmen Geçici Hükümetin Gazze’deki Halkımızı Yüzüstü Bırakması Bunun Apaçık Bir Göstergesidir

13 Nisan Cumartesi günü, yüz binlerce öfkeli Müslüman, ABD ve kuklası Yahudi varlığının Mübarek Toprak Filistin’deki halkımıza yönelik gerçekleştirdiği katliamları protesto etti. Bunun üzerine eski ABD Başkanı Bill Clinton’ın yakın dostu ve Geçici Hükümetin Başbakanı Muhammed Yunus, içişleri bakanına verdiği talimatla Bangladeş pasaportlarına ‘İsrail hariç’ ibaresini geri koydurdu. Bu karar, Bangladeşlilerin Yahudi varlığına seyahatini fiilen yasaklamaktadır. Diktatör Hasina’nın devrilmesinden sonra iktidara gelen ve önceki rejimin haksızlıklarına karşı daha duyarlı olması beklenen geçici hükümetin bu açıklaması, oldukça âcizane bir yanıttır. Hükümetin sergilediği performans, hiç değilse uluslararası toplumun, Amerika’nın ve o melun Yahudi varlığının işlediği suçları lanetlemek için meydanlara dökülen silahsız halkın gösterdiği tepkiyle aynı düzeyde olmalıydı. Gel gör ki, geçici hükümetin bu açıklama dışında hiçbir şey yapmaması, Mübarek Toprak Filistin’deki halkımıza destek vermekte yetersiz kaldığını ve Brezilya, Bolivya gibi İslam’la hiçbir ilgisi olmayan ülkelerin takındığı tavrın bile fersah fersah gerisinde kaldığını açıkça ortaya koymaktadır. Hükümetin bu tutumu halkımızı desteklemekten çok uzaktır. Tam tersi hükümetin bu tavrı, Bangladeş’in İslam âlemindeki diğer kukla devletlerle aynı başarısızlık batağına sürüklendiğini bir kez daha ortaya koymaktadır.

Durumdan habersiz olan biri, Bangladeş’in Mübarek Toprak Filistin’deki halkımıza destek olmak şöyle dursun, kendini bile koruyamayacak zayıf bir ülke olduğunu düşünebilir. Ancak bu sanı doğru değildir. Çünkü Bangladeş, Hindistan ve Pakistan ile birlikte Birleşmiş Milletler barış gücüne dünya çapında yaklaşık 8.000’er personelle en çok katkıda bulunan üç ülkeden biridir. Bangladeş ayrıca, barış gücü görevleri için askerlerini eğitmek amacıyla uluslararası alanda tanınan Bangladeş Barış Destek Operasyonları Eğitim Merkezi’ni (BIPSOT) kurmuştur. Dahası, Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Geçici Gücü (UNIFIL) misyonuna yaklaşık 120 personel sağlayarak, bölgede barışa katkıda bulunan önemli ülkelerden biridir. Bangladeş Deniz Kuvvetleri, 2010 yılından bu yana UNIFIL Deniz Görev Gücü’ne (MTF) farklı türlerde savaş gemileriyle katkı sağlamaktadır. Bu kapsamda Bangladeş Deniz Kuvvetleri Gemisi (BNS) Osman, büyük devriye gemisi BNS Madhumati, firkateyn BNS Ali Haider, büyük devriye gemisi BNS Nirmul, korvet BNS Bijoy ve en son Eylül 2020’de göreve başlayan korvet BNS Sangram gibi savaş gemilerini bölgeye gönderdi. Dolayısıyla Bangladeş, Gazze sınırına yakın konuşlandırılmış bu deniz unsurlarıyla Gazze’deki halkımıza destek olabilecek kapasitededir. Ancak ne var ki bu savaş gemilerimiz, Yahudi varlığının sınırlarını ve bütünlüğünü korumak için kullanılmaktadırlar. Bu silahlı kuvvetler, küresel güçlerin doğrudan müdahil olmaya cesaret edemediği veya kendi askerlerini tehlikeye atmaktan kaçındıkları operasyonlarda, örneğin Lübnan’daki Müslümanlardan Yahudi varlığının sınırlarını korumak gibi kirli görevlerde kullanılmaktadır.

Yunus hükümeti ve ordusunun görevi, Bangladeş pasaportlarından “İsrail hariç tüm ülkeler için geçerlidir” ifadesini silmek olmamalıdır. Aksine İslam komutanı Selahaddin’in yolundan giderek gemilerine, tanklarına ve Kudüs’ü özgürleştirmek isteyen, ilk kıblemiz Mescid-i Aksa’da namaz kılma hasreti çeken Bangladeş ordusunun mücahit askerlerinin alınlarına “Kudüs’ün Kurtuluşuna” ibaresini nakşettikten sonra Yahudi devletini ortadan kaldırmak olmalıdır. Fakat besbelli ki bu hükümetin de, o zalim Hasina’nın başındaki bir önceki hükümetten zerre kadar aşağı kalır yanı yoktur. Önceki hükümet gibi bu hükümet de hain, korkak ve işbirlikçidir. Dolayısıyla Dakka sokaklarını dolduran on binlerce öfkeli Müslüman, gerçek engelin bizzat hükümet olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Sorun, ülkemizin zayıflığı veya güç eksikliği değil, hükümetin ihanetidir!

Bu nedenle, İslam Şeriatının “Bir vacibin yerine getirilmesi için gerekli olan şey de vaciptir” ilkesine uymak, Müslüman Bangladeş Silahlı Kuvvetleri’nin her bir samimi mensubu için artık emr-i zaruri bir hal almıştır. Bugün acilen yapılması gereken şey, bu hain hükümeti devirmek ve yerine Bangladeş ordusunu Filistin’in kurtuluş şerefine eriştirmek için samimi ve Salih bir liderlik getirmektir. Bu ancak ordudaki samimi subayların Yunus hükümetine karşı ayaklanması ve Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurması için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermesiyle mümkün olabilir. O zaman Hizb-ut Tahrir orduya liderlik edecek ve Filistin’deki mazlum halkımızı savunacaktır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انفِرُواْ فِي سَبِيلِ اللهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأَرْضِ أَرَضِيتُم بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاَّ قَلِيلٌ“Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.” [Tevbe 38]

Devamını oku...

El-Mezuna Enstitüsü’ndeki Trajedi, Modern Devlet Yöneticilerinin Kötü Yönetiminin Canlı Bir Örneğidir

Modern devlette okullar ve enstitüler, yöneticilerin ihmalkarlığı ve kötü bakımları nedeniyle gençlerimiz ve canımızdan çok sevdiğimiz çocuklarımız için adeta birer saatli bombalar haline gelmişlerdir. El Mezuna’da bir Enstitüsünün duvarının çökmesi sonucu üç öğrencinin hayatını kaybetmesi ve bazılarının da yaralanması, yöneticilerin vatandaşı aldattığını, görevlerini ihmal ettiklerini ve Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olmadıklarını veya umursamadıklarını net bir biçimde göstermiştir. Oysa hadisi şerifte şöyle geçmektedir:

مَا مِنْ عَبْدٍ يَسْتَرْعِيهِ اللهُ رَعِيَّةً، يَمُوتُ يَوْمَ يَمُوتُ وَهُوَ غَاشٌّ لِرَعِيَّتِهِ، إِلَّا حَرَّمَ اللهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ“Allah bir halkın başına getirip de, öldüğü gün tebaasını aldatmış olarak ölen hiç bir kul yoktur ki, Allah ona cenneti haram etmesin.”

Sözde bağımsız devletin yöneticilerinin, yüzme havuzları ve spor komplekslerinin restorasyonu, oyalama politikaları, insanların hayatını cehenneme çeviren yapay krizler için dev servetler harcarken, yolların, hastanelerin ve eğitim kurumlarının iyileştirilmesini umursamamaları yürekleri parçalayan ve içi burkan bir manzaradır. Bu kurumlar zamanla korkunç bir hâle büründü; her biri felakete davetiye çıkaran yerler oldu, masum canlar bir bir toprağa düştü! Güvenlik yoksa, kitap kana bulandıysa, eğitimin ne anlamı kalır?

Ey Tunus halkı! Tunus, 68 yıllık bağımsızlığın ardından, yöneticilerinin halkına kötü muamelesi sonucu maalesef acınası bir halde. İster başkanlık ister parlamenter sistem olsun, bu insan yapımı sistemlerin uygulanmasının kaçınılmaz sonucu işte budur! Müslümanları İslam’ın hükümleri ile gütmek,tek doğru siyasettir. Bu siyasetin, farklı ve çeşitli politikalar arasında benzeri ve eşi yoktur. Zira İslam, müminlerin kalbine Allah korkusunu nakşeder. İşte bu yüzden Müslümanların Halifesi Faruk Ömer b. Hattab (Allah ondan razı olsun), bir yönetici olarak üstlendiği büyük sorumluluğu derinden hisseder, bırakın insanlara yol yapmayı, bir katırın bile rahatça geçebilmesi için yolu düzeltmese vicdan azabı duyardı!

Buna karşılık insan yapımı yozlaşmış rejimler, insanların kalbine ne Allah korkusu verir ne de sorumluluk duygusu…Aksine umursamazlık aşılar! İşte bu yüzden yönetim kötüleşir, ardından gelen felaketler masum canları alıp götürür!

Ey Tunus halkı! Halkın işlerini gözetmeyen, ne yaptıklarının vahametinin farkında olan ne de sorumluluk hisseden bu yöneticileri büyük bir azap beklemektedir. Sizlere düşen ise bu bozulmuş yönetime karşı çıkmak, seküler kanunlarla yürütülen bu kötü yönetimin ifşası için toplumsal bilinç oluşturmak ve onları değiştirerek yerlerine Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurmaktır. Zira yalnızca Hilafet, güdüm devletidir. Müslümanlara gerçek anlamda koruma sağlayacak ve ihtiyaç duydukları tüm hizmetleri sunacaktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ حُكْماً لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ “Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?” [Maide 50]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER